| Konu: | 2017 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu Hakkında Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 13 |
| Tarih: | 01.11.2018 |
HDP GRUBU ADINA AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 2017 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu Hakkında Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu üzerine söz almış bulunuyorum grubum adına.
Ama buna gelmeden önce, dün Batman'da aralarında Batman Belediye Eş Başkanımız ve parti yöneticimiz olmak üzere çok sayıda tekrar gözaltı gerçekleşti. Son dönemde özellikle partimize yönelik sürekli bir hâlde bu şekilde operasyonlarla aslında açık bir şekilde bizim siyasi arenadan, demokratik siyasetten uzaklaşmamız için siyasi soykırım operasyonları yapılıyor. Bu saldırıların, bu operasyonların bizi yıldırmayacağını, bu demokratik siyasetten, Türkiye'yi dönüştürme irademizden vazgeçmeyeceğimizi burada bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Yine, cezaevinde bulunan, tutsak olarak tutulan Hakkâri Milletvekilimiz Sayın Leyla Güven'e ve diğer milletvekili arkadaşlarımıza da en derin saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bu kamu denetçiliği raporu üzerinde konuşacağım. Dünya örneklerinden birkaç örnek vererek ve Türkiye'de niye bu sistemin -raporda da açıklanacağı üzere- tutmadığını biraz ifade etmek gerekiyor çünkü 300'e yakın bir başvuru sonuçlandırılmış burada ve bunun sadece bir kısmında tavsiye kararına uyulmuş ama genel itibarıyla ne kurum idareye tavsiyede bulunabilmiş ne de idare bu tavsiyeleri yerine getirebilmiş. Bunun temel nedenlerini belki irdelemek ve bunlara çözüm yolları bulmak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, bir defa biz buna "kamu denetçiliği" deyip başına "kamu"yu yerleştirdiğimiz anda dünyadan bakış açısı olarak ayrıldığımızı gösteriyoruz çünkü dünyadaki örneklerin hiçbirinde tanımlama olarak bile böyle tanımlanmıyor, "yurttaş koruyucusu" "sivil halklar savunucusu" "halk avukatı" "yurttaş hakları savunucusu" gibi, aslında daha çok halkı, yurttaşı, vatandaşı önceleyen bir tanımlamayla başlıyor. Bir defa biz, dediğim gibi, her defasında önce kamunun ne kadar güçlü olduğunu, öncelikle kamunun yanında yer aldığımızı kelimelerle, sonra da davranışlarımızla maalesef ki sürekli olarak göstermiş oluyoruz.
Yine, kendilerinin de ifadesi olarak şimdi Kamu Denetçiliği Kurumunun gerçekten ya da işler hâle gelebilmesi için bir hukuk ilkesi ya da demokratik standartlarda bir ülkenin olması gerekiyor. Maalesef Türkiye özellikle son 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL'le beraber artık demokratik bir hukuk devleti olma iradesinden vazgeçmiş gibi görünüyor. Daha çok OHAL kararnameleriyle ya da şu anki mevcut yeni sistem değişikliğiyle tek bir kişinin aldığı kararla bütün toplumun şekillendirildiği tek kişilik bir rejimle idare ediliyor. Bir defa burada ne demokrasi kalmış oluyor ne de hukuk devleti diye bir şey. Bir örnek vereceğim niye hukuk devleti olmadığıyla ilgili.
Konuşmamın başında da söylemiştim değerli arkadaşlar, Batman'da dün bir operasyon oldu. Ama bundan yaklaşık bir ay önce yine bir operasyon olmuştu. Gerçekten bunun aslında bir kara mizah olarak geçmesi gerekir. Yani televizyonda izlesek hepimizin belki biraz güleceği, biraz "Acaba mı?" diyeceği bir vakayı sizinle paylaşmak istiyorum: Batman'da bizim HDP'li seçmenlerimizin birinin evine baskın yapıldı polisler tarafından, evde anne, baba ve çocuk bulunuyor. Şöyle bir şey söylemiş polis: "Üçünüzden birini alacağız siz kendi aranızda karar verin." Yani hukukun geldiği aşamadan söz ediyorum. Aileye, evet, gözaltına alınma, tutuklamada bir irade gösterme serbestisi vermişiz, bir tek bu serbestlikleri var, tutuklama özgürlüğümüz var Türkiye'de artık, konuşmama özgürlüğümüz var, bu kadar. Baba doğal olarak kendisi talip olmuş gözaltına alınmaya ve o baba tutuklandı. Hukukun geldiği yerden söz ediyorum. Onun için, Türkiye'de bir demokratik hukuk sistemi olmadığı için bu kurumun da işler olmasının çok zor olduğunu düşünüyoruz.
Yine diğer ülkelerde bu kurumun varlığında idareler kendilerine yapılan tavsiyelerde... Orada da genel itibarıyla -yani bazı ülkelerde farklı ama- kararları tavsiye niteliğindedir. Ama orada yapılan tavsiyeler o kurum tarafından ciddiye alınır çünkü kendisinin halka karşı haksız davranışlar sergileyen, halka karşı özgürlükleri ya da hakları kısıtlayan bir idare olarak tanımlanmasını istemez. İşte bu da demokrasiyle bağlantılı bir şeydir. Orada şöyle tanımlanır hatta: Pençesiz şahin olarak tanımlanır ya da bağırmayan ama kaşını çatan bir kurum olarak tanımlanır. Yani, aslında, dediğim gibi, bağlayıcılığı olmayan ama ahlaken, ama toplumsal olarak bağlayıcılığı olan bir kurum. Bizim burada idarenin birçoğu cevap verme gereği bile duymuyor çünkü kendini bu konuda sorumlu hissetmiyor. Değerli arkadaşlar, zaten biz tek kişilik bir sisteme geçtikten sonra... Siz "Cumhurbaşkanlığı" diye böyle güzellemeler yapıyorsunuz ama komisyon döneminde başkanlık mı, Cumhurbaşkanlığı mı daha siz de karar verememiştiniz. Hâlâ karar veremiyorsunuz. Hatta size bağlı havuz medyası da karar veremiyor; bir "başkan" diyor bir "Cumhurbaşkanı" diyor, artık kendilerinin de kafası karışık bir durumda. Bu tek kişilik sisteme geçtiğimiz zaman zaten idarenin, yürütmenin en başındakilerin Meclise karşı bir hesap verebilirliği kalmadı, bırakın kurumları, bırakın, bir hesap verme iradesi ya da hesap verme gibi bir hissiyat içerisinde değiller. Onun için, bu yürütmenin Meclise hesap vermediği bir yerde artık kurumların gelip burada hesap verebilirlik durumunda kendisini hissetmediğini görüyoruz. Zaten vermemişler de hesap, "Biz böyle uygun gördük, yaptık. Bizim söylediğimiz üstüne de söz yoktur." diyorlar.
Şimdi, bir de bu kurumun risk alanlarının tespiti ve bu yöndeki çalışmalarının da çok sorunlu olduğunu düşünüyoruz. Değerli arkadaşlar, ben sadece buradaki raporu değil, oturdum, şurada 500 küsur sayfalık bir rapor var, onu da inceledim. Ama zor olmadı, onu söyleyeyim; fotoroman minvalinde bir şey çünkü birçok yerde yapılan ziyaretler vesaire var ve bu kurumun topluma tanıtılması meselesi var. Ama bu tanıtılma kimin eliyle yapılıyor? Bakın, size bir örneğini vereyim: Uluslararası Ombudsmanlık Zirvesi'nde AKP Genel Başkanı konuşuyor ve o dönem, tabii, Afrin işgali daha olmamış, Afrin'e operasyon daha ortada yok, orada nasıl bir operasyon olacağını anlatıyor. İnsan hakları ya da hakları koruyan bir mekanizmanın konferansında bunları söylüyor. Yine, o dönem Kürdistan federe bölgesindeki bağımsızlık referandumunun arifesi parmak sallıyor oradaki halka; bırakın yani içteki haklardan söz etmiyorum ya da insanlara sürekli yapılan tehditleri geçtim artık, oraya parmak sallıyor, "Bunu kabul etmeyeceğiz." diyor. Bu, bu zirvede yapılıyor değerli arkadaşlar. Bu sistem, bu kurum bu şekilde tanıtılıyor topluma ya da bu kurumun toplantılarında, konferanslarında, hepsini tek tek inceledim... Yapılan geziler şöyle: Genelde iktidara yakın kurumlar, iktidara yakın şahısların ziyareti gerçekleştirilmiş. Mesela bu risk alanları, bu son süreçteki en büyük risk alanlarından biri neydi? Atanan kayyumlardı ama kurumumuz gidip kayyumu ziyaret etmiş. Peki, insanlar nasıl bu kuruma güven duyup gelip başvuru yapacaklar? Diyelim ki belediyeden haksız yere işten atılan insanlar ya da kayyumdan sonra haklarının ihlal edildiğini düşünen insanlar, Kayyumla poz veren bir kuruma, bir başdenetçiye niye başvuru yapsınlar, sorarım? Ben olsam başvurmam. Ya da Trabzon'da yine aynı minvalde bir tanıtım toplantısı var, İçişleri Bakanı çağrılmış, o konuşuyor. Değerli arkadaşlar, İçişleri Bakanı valinin üstü, Emniyetin, Jandarmanın üstü. Peki, bu insanlar bu alanlardan gelen ihlaller konusunu ya da uğradıkları haksızlıkları niye gelip bu kuruma iletsinler? Nasıl bir güven hissedecekler? Nerede bu kurumun tarafsızlığı, bağımsızlığı? Nerede hiç kimseyle bir bağının olmayacağı ilkesi? Bu yok. Çok açık bir şekilde iktidarla sürekli poz verme hâlinde. Bir örneğini daha vereyim.
Değerli arkadaşlar, 2017 yılında kadın konferansı yapıldı hatırladığım kadarıyla İnsan Hakları Komisyonunda, AKP'li ve diğer muhalefet partilerinin de üyeleri çağrıldı. Talebime rağmen o toplantıya konuşmacı olarak kabul edilmedim, talebime rağmen. Şimdi, bu kurumun tarafsız ve bağımsız olarak hareket edeceğine kimi inandırabiliriz? Bunu sormak isterim.
Şimdi, bu risk alanlarından birkaçını daha söyleyeceğim size değerli arkadaşlar: Şimdi, bu risk alanlarından, yine özellikle sokağa çıkma yasaklarından sonra illa şehirlerin abluka altına alınıp çok fazla ihlalin yaşandığı dönemlere dönelim. Birçok şehir yerle bir edildi; işte, Sur, Cizre, Şırnak vesaire. Ve orada mülkiyet hakkı tamamen ihlal edilerek binalar dikildi, insanlar yerlerinden edildi. Yani eğer bu kurum gerçekten toplumun sorunları karşısında eğer halkı kamuya karşı koruma ya da işte, çözümleyici güç olma iradesini sergileyecekse bu yerlere gidip oradaki insanların bu kuruma başvurusunu sağlaması gerekiyordu. Birçok insan şu anda en temel hakları olan mülkiyet hakkından yoksun bir şekilde.
Yine bir örnek vereyim arkadaşlar, yine bir risk alanından söz edeyim: Özellikle OHAL sürecinde cezaevleri büyük bir hak ihlalleri merkezlerine döndü; ya, bunun çokça örneği var. Yani bu kuruma gelen talepler aslında devede kulak bile diyemeyeceğimiz kadar az. İnsan Hakları Derneğine ya da başka kurumlara gelen taleplerin ne kadar geniş olduğunu görebiliyoruz.
Peki, bizim kurumumuz mesela İnsan Hakları Derneğiyle görüşmeyi hiç düşünmüş mü, bu diğer kurumlarla görüşme yanında ya da cezaevlerinde kuruma başvurunun geliştirilmesini sağlamaya yönelik bir irade gerçekleştirilmiş mi? Hayır. Ee, var kısmi başvurular ama çok sınırlı düzeyde. Bana bile -odama bazen onlarca, yüzlerce mektup- bu 2016 döneminde, özellikle OHAL'in olduğu dönemde mektuplar geldi cezaevindeki ihlallerle ilgili.
Peki, bu kurum bir de şunu yaptı mı? Cezaevinde okuma yazma bilmeyen bir sürü insan var. Bunların buraya başvurmasıyla ilgili herhangi bir girişimde bulundu mu? Hayır.
Şimdi, bir başka risk alanından söz edeceğim, çokça risk alanı var; yine OHAL sürecinde kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak.
Şimdi, bu kanun hükmünde kararnamelerden en fazla etkilenen kurum EĞİTİM-SEN idi. Birçok kuruma ziyaret yapılmış. Mesela, EĞİTİM-SEN'e hiç gidilip oradaki sorumlular dinlenmiş mi ya da yönlendirilme sağlanmış mı? Hayır. Yani aslında bir kurum var; mış gibi yapıyoruz ve demokrasicilik oynuyoruz.
Değerli arkadaşlar, öncelikle gerçekten bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor; yani bu kürsüde de ben çokça ifade ettim. Emek var, hiç sorgulamıyorum; emek vardır ama bakış açısını, demokrasiye bakış açımızı, hak ve özgürlüklere bakış açımızı durduğumuz yerden değerlendirmeyelim.
Şimdi, bu kurumun üyelerinin birçoğuyla ilgili de birkaç cümle söyleyip geçeceğim. Kişiselleştirmek değil ama çoğu AKP kökenli yani AKP il başkanlığı, AKP'linin akrabası. Bu, tamam, çok bağımsız, tarafsız kararlar da verebilirler ama yarattıkları algıdan söz ediyorum. Toplumda güvenilmez, itibarsız bir kurum olarak görünüyor. İtibarı sağlamak da gidip büyük büyük, şaşaalı binalarda konferanslar vermekle, valilerle, kayyumlarla, İçişleri Bakanıyla, Cumhurbaşkanıyla poz vermekle olmaz; gerçekten, toplumun sorunlarını çözme idaresiyle olur. Bunun olmadığını, dediğim gibi, görüyoruz.
Şimdi, bir risk alanından daha söz edip bitireceğim, az kaldı zaten: Kadınlar yine bu sürecin en büyük risk alanlarıydı. Bunu muhalefet partisi milletvekili arkadaşımız da söyledi. Ben kurumun sitesinden de takip ettim, kadınlarla ilgili 6 tane karar var ama hiçbiri kadınların yaşadıkları esaslı sorunlarla ilgili değil; hiçbiri cinsiyetçi söylemler, cinsiyetçi yaklaşımlarla ilgili değil; sosyal yardımlar vesaireyle ilgili.
Şimdi, biz Türkiye'de özellikle on altı yıllık AKP iktidarı sürecinde cinsiyetçiliğin nasıl arttığını, bunun hem sözlerle hem toplumda nasıl yaygınlaştırıldığını da çok net görüyoruz. Buradaki kadın milletvekilleri, iktidarından muhalefetine hepsi de aslında kendi yaşamlarından da bu cinsiyetçi yaklaşımlara, bu cinsiyetçi saldırılara maruz kalıyorlar. Yani kadına yönelik şiddet bu kadar artmışken, günde en az 1 kadın şiddete maruz kalıp bir ay içerisinde neredeyse 50 kadın katledilirken kadınların çoğu o düzeltmek istediğiniz, yine düzenlemeyle haklarını geri almaya çalıştığınız nafakasını alamazken, kadınların birçoğu hem çalıştığı iş yerlerinde hem ailenin içerisinde şiddete, sistematik bir şiddete maruz kalırken yine gözaltında, cezaevlerinde sistematik olarak kadın kimliklerinden, kadın olmalarından dolayı saldırıya maruz kalırken sadece 6 örnek karar gördüm, daha fazlası varsa bize açıklayabilirler ama demek ki kadınlar açısından da bir umut değiller kendileri.
Şimdi, nasıl düzenlenebilir değerli arkadaşlar? Bir defa, bu kurumun -bir yasa koyucu olarak buradayız- gerçekten itibarlı bir hâle getirilmesi gerekir. Ama dediğim gibi, öncelikle bizim demokrasiye, hukuka bakış açımızı da düzenlememiz gerekiyor, o bakış açısını düzeltmemiz gerekiyor. Kurumun itibarlı hâle getirilmesi gerekir; bunun yanında, idarenin, bunun halkın hizmetindeki mekanizma olduğunu bilmesi gerekir. Yine devletin, halkın talepleri ya da halkın çıkarı için hareket edecek olan mekanizma olduğunun farkında olması gerekir. Devlet vatandaşına düşmanlık etmez. Devlet vatandaşından intikam almaya çalışmaz. Şu anda böyle bir süreç yaşıyoruz. Her alanda iktidar, devlet, bu toplumdan, halktan intikam alma iradesiyle, yaklaşımıyla hareket ediyor. Bundan vazgeçmesi gerekiyor ve bu toplumun sorunlarını çözmesi gerekiyor. Cezaevi sorunları, kadına yönelik şiddet ve kadın hakları sorunları, çocuk hakları sorunları...
Bakın, istismarın bu kadar arttığı bir süreçte çocuklarla ilgili öncelikli olarak çalışmalar yapması gerekiyor bu kurumun. Hani belki çok anlam yüklediğim düşünülebilir ama aslında, gerçekten hukuk devletlerinde, gelişmiş hukuk, demokratik hukuk devletlerinde bu kurum toplumu değiştiren, dönüştüren, idareyi de frenleyen bir mekanizma olarak duruyor. Belki onun için daha fazla çalışmamız gerekiyor değerli arkadaşlar.
Şimdi, dediğim gibi, bir, itibarlı hâle getirmek gerekiyor ve inisiyatifli hâle getirmek gerekiyor. Üçüncüsü: Gerçekten tarafsız, bağımsız bir hâle getirmek gerekiyor. Eğer biz bunları gerçekleştirmezsek değerli arkadaşlar, biz 100 tane daha kurum kuralım, ismi başka başka olsun; bin tane kurum daha kuralım, ismi başka başka olsun; yasaları değiştirelim, mevzuatları değiştirelim ama çözüm olmuyor, çözüm olmadığını gördük. İnsan Hakları Kurumunu kurduk daha öncesinde, bir çözüm olmadı çünkü insanlar buraya başvurduğunda sorunlarının çözülmeyeceğini biliyor. Yine, Kamu Denetçiliği Kurumunu açtık ama bir işe yaramıyor çünkü insanlar sorunlarının burada çözülebileceğine inanmıyor. Eğer gerçekten çözüm irademiz varsa, burada, Meclisteki bütün gruplar olarak ortak bir irade sergileyelim. İşte, buradaki bütün sorunların çözüm, yol ve yöntemi bu Meclisin kendisidir. Kanunlardaki değişiklikleri yapacak güç biziz.
Bakın, cezaevlerinden çokça sorun geliyor bize, kendilerine de gitmiş infaz meselesiyle, denetimli serbestlik meselesiyle ilgili olarak. Cezaevi idaresi hiç umursamamış tabii, dilekçesini bile işleme koymamış mahpusun. Ama şu anda denetimli serbestlikle ilgili büyük bir sorun var, büyük bir kriz var ve bunu çözecek güç, kendi tavsiyeleriyle bu Meclisin kendisidir. Sosyal medya üzerinden propaganda yapanlara dahi "Örgütle bir bağım yoktur." dilekçesi imzalatılmaya çalışılıyor değerli arkadaşlar. Şimdi, eğer bir örgüte üyeyse bununla ilgili bir karar olması gerekiyor ama sadece propagandayla ilgili olanlarda bile böyle bir dilekçe imzalatmaya çalışılıyor. Bu dilekçeyi imzalamayan kişilerin talepleri ilgili yerlere bile iletilmiyor. Bu, bu raporda da açık bir şekilde yazılmıştır. Bunun çözüm gücü burasıdır, Meclisin kendisidir. Eğer biz gerçekten bu iradeyi sergilersek bütün bu sorunların karşısında çözüm gücü olabiliriz diye düşünüyorum. Ama öncelikle, lütfen hukuku, adaleti, demokrasiyi sadece kendimiz için istemeyelim. Hukuk, adalet, demokrasi hepimiz ortak paydada buluştuğumuz zaman olur. Hukuk bir kesime başka, bir kesime başka şekilde uygulandığı müddetçe tarafsız ve bağımsız olmaz. Demokrasi, bir kesimin sürekli konuştuğu, diğerlerinin sustuğu ve ezildiği müddetçe demokrasi olarak tanımlanmaz. Onun için, demokratik bir hukuk devletine yakışır bir şekilde buradaki sorunları ve daha fazlasını konuşup çözüm bulalım diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)