GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/361, 405, 406, 407, 410) No.lu Tıbbi ve Aromatik Bitki Çeşitliliğinin Korunmasında, Bunların Üretiminde ve Pazarlanmasında Karşılaşılan Sorunlar ile Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:15
Tarih:07.11.2018

HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli üyeler; herkese merhaba.

Tabii, burada önerge üzerinde konuşmadan önce... Ben bir hekimim ve yaklaşık üç gündür bu Parlamentoda Sağlık Komisyonundaki çalışmaları izliyordum, katılıyordum ve az önce de oradan geldim tekrar Genel Kurula. Aslında örnek olması gereken Parlamento binası ve komisyonlarda dün gece saat 2.30'da -az önce Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği önerge doğrultusunda da konuşuldu- hiç istemediğimiz bir olay yaşandı. Nitekim, az önce Komisyonda tekrar görüşülmeye başlanmadan önce bütün siyasi partilerin grup başkan vekilleri ele aldığında, Adalet ve Kalkınma Partisinin grup başkan vekilleri de bu olaydan üzüntü duyduklarını dile getirdiler.

Şimdi, bakın arkadaşlar, Türkiye'yi öyle bir hâle getirdik ki öyle gergin bir ortamda yaşıyoruz ki insanlar artık birbirini dinlemiyor, insanlar sürekli birbirine öfkeyle yaklaşıyor, öfkeli bir toplum yaratmışız. "Öfkeli toplum yaratmışız." dediğim de hekimler ve sağlık çalışanları bir olayı ele aldığında kökeninde ne yatıyor, niye böyle oldu... Bugün televizyonları açtığımızda veya gazetelerin üçüncü sayfalarına baktığımızda en alttan en üste kadar hep şiddet gündemi yani kadına şiddetten başlayın sokaktaki her şeye kadar şiddet. Bu toplumu sürekli gererek sinirli bir hâle getirdiğinizde böyle bir sonuçla karşılaşabiliyoruz. Neye getireceğim? Parlamentoda komisyon üyeleri kendi aralarında konuşurken, bu olayı ele alırken, büyük mağduriyet yaşayan insanlar sosyal medyada üç gündür bu konuyu gündeme getirirken bu yasanın komisyonda konuşulması bütün televizyonlara ilk geldiğinde hükûmet tarafından, birinci parti tarafından veya iktidar tarafından "Sağlıkta şiddet yasasına yönelik bir torba yasa geliyor." diye tanıtıldı ve dün gece bu olay şiddetle, bir arbede şeklinde sanki yangından mal kaçırır gibi ele alındı. Ne Komisyon üyeleri görüşebildi ne dile getirilebildi. Ve bu olay, bütün bu medyaya baktığımızda üç gün boyunca hiç konuşulmayan şey bugün konuşulmuş oldu. Belki de aslında dün AKP'nin yaptığına teşekkür etmek lazım, üç gündür gündeme gelmeyen konu birden gündeme gelmiş oldu, herkes izlemiş oldu. Fakat, arkadaşlar şimdi tekrar görüşülüyor, bu olaydan insanlar etkilenmiş.

Şimdi, bakın, kanun hükmünde kararname olağanüstü hâl dönemlerinde çıkıyor, yasanın kendisi geçmiş dönemlerde zaten bunu tanımlarken üçer aylık bir süre için tanımlamıştı. Olağanüstü hâl dönemleri sürekli oluyordu, olabilir de, bir şeyler yapabilirsiniz ama bunu bir cezaya ve keyfiyete dönüştürdüğünüzde sıkıntı var. Siz zor şartlar altında büyümüş bir hekime, mezun olmuş, diplomasını vermiyorsunuz ve "mecburi hizmet" dediğimiz, "devlet hizmeti yükümlülüğü" dediğimiz süreçte torbadan kurayı çekecek, bir yere gidecek; siz diyorsunuz ki: "Çekemezsin de, gidemezsin de ve altı yüz gün boyunca hekimlik de yapamazsın." Peki ne yapacak bu? Gerekçesi ne?

Bakın, birinci gün sabah altı buçukta -Komisyon üyelerinden olan arkadaşlar şimdi orada ama burada olan var mı yok mu bilmiyorum- genç bir hekim, İstanbul Kadıköy'de şimdi iş yeri hekimliği yapıyor, Komisyonda konuşulurken Başkan söz verdi ona, biz de teklif ettik, dedik ki: "Konuşsa iyi olur." Genç hekim, 25 yaşında, dedi ki: "Ben burada benim fermanımın ele alındığını, bana ferman kesildiğini görüyorum." ve şöyle söylüyor: "Ben Dicle Üniversitesi mezunuyum. Dicle Üniversitesinde biz kantinde otururken polisler de vardı, kimi kesimler vardı, tutanak tutmuşlar, bunu ele almışlar ve benim hakkımda böyle bir düzenleme yapılıyor." Nasıl oldu bu? Dicle Üniversitesinin Rektörü 22 Temmuz 2007'de Adalet ve Kalkınma Partisinden milletvekili adayı, bir yıl sonra rektör, Dicle Üniversitesinde ilk kadın rektör. Abdullah Gül tarafından, 3'üncü sırada seçilmesine rağmen rektör olarak atanmış. 2'nci kez tekrar rektör. Türkiye'de ilk türban takan rektör. Sonra, 15 Temmuz sonrası ilk tutuklanan rektör FETÖ'den. Bu, oradaki hekimi mezun eden oradaki kadro ile bu genç mezun öğrenci hakkında tutanak tutan polisler, ekip, hepsi cezaevinde fakat bu kişi hekimlik yapamıyor, diploması verilmiyor, böyle bir boyut. İkincisi: Bu kişi yarın öbür gün askere gidecek mi, gitmeyecek mi? Altı yüz gün sonra diyoruz ki: "Sen hekimlik yaptığında bile yine sıkıntılısın."

Bir diğeri kanun hükmünde kararnameyle atılanlar. Arkadaşlar, okuduk kimi mahkeme zabıtlarından çıkan, tutanaklarından çıkanları. Anne bir şirkette aşçı, baba şoför, hakkında tutanak düzenlenmiş. Anne aşçı olduğu şirket döneminde parasını Bank Asyaya yatırmış, çocuğun işine son veriyorsunuz, eşinin işine son veriyorsunuz. Ya, bu zulüm değil, zalimlik değil, nedir? Yasayla kurulmuş, her şey düzenlenmiş, böyle yapıyorsunuz.

Bütün bunların dışında siz bu hekimlere diyorsunuz ki: "Ya, git, bir düzenleme vardı, çalışamazsın kamuda." Tamam, hekimler özelde çalışıyordu. Şimdi diyorsunuz ki: "Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşmalı kurumda da çalışamazsınız." Ya, siz bu kişinin cezası varsa yargılayın ama böyle bir keyfiyet... "SGK'sı olan kurumla çalışmayın." dediğinizde, sadece o da değil, kamuyla anlaşmalı... Şimdi, ben bilmiyordum, Ankara'da bazı hastanelerin SGK'yla anlaşması yok ama Meclisle anlaşması var. Hemen yanı başımızda bir hastane var, birçok vekil de oraya gidiyor, SGK anlaşması yok ama Meclis bir kamu kurumu, anlaşması var, orada da çalışamaz. Bir taraftan da siz özel şirkete diyorsunuz ki: "Ben sizin işinize son verdim. Siz bu hekimleri alırsanız anlaşmayı keserim." Tehdit gibi, özel sektöre diyorsunuz ki: "Benim zapturaptım altında kalacaksınız." Arkadaşlar, bütün bunların dışında bir de diyorsunuz ki: "Rapor yazamazsınız. Siz adli durumlarda, yargı durumlarında rapor yazamazsınız ama iş yeri hekimliği yapabilirsiniz." Peki, iş kazası oldu, yere düştü, kırdı veya vinçten düştü, buna rapor düzenlenecek. Peki, bu raporu yargı kabul etmeyecek mi? Hem diyorsunuz "İş yeri hekimliği yapabilirsin." hem de "Rapor yazamazsın." Böyle kendi kendine, keyfî, çelişkili bir durumla getirdiğiniz şey talimatlarla gelmiş. Komisyonda kimse bu konuda da tatmin veremiyordu. Ama en komiği ne, biliyor musunuz arkadaşlar? Ben dün şaşırdım. Üç gün boyunca -hatta ilk gün sabah altıya kadar sürdü- dün eski bakan bu raporla ilgili, düzenlemeyle ilgili açıklama getirdiğinde "Millî Güvenlik Kurulu kararınca ve terör nedeniyle bu olay ele alındığı için Millî Güvenlik Kurulunun aldığı kararlar uygulanır." Arkadaşlar, 28 Şubat neydi hatırlıyor musunuz, 28 Şubat? 28 Şubat da Millî Güvenlik Kurulu kararıyla gelmişti ve o dönem imam hatiplerden tutun camilere, pompalı tüfek taşımaya bile sınırlama getirilmişti, insanların giyim kuşamına getirilmişti ve Adalet ve Kalkınma Partisi o süreçten sonra, Refah Partisi döneminin dağılmasından sonra kurulmuş, bugüne gelmişti. Bu ne içindir? Kimin hangi dönemde, ne yaşayacağı belli değil, önemli olan demokratik ortamı geliştirmek, büyütmek. Demokratik ortamda daha önce tepki gösterirken, öteki iken bunun aleyhinde konuşan kişi eğer statüyü kendi eline geçirirse ve statükocu davranırsa vay halimize. O zaman her şey keyfiyete dönüşür, yargısız infaza dönüşür, yargısız infaz şeklinde bütün yaşamımız altüst olur.

Daha önce bizim Diyarbakır'da... Şimdi "OHAL'den bu hâle geldik." diyelim. Ben Diyarbakır'ta tabip odası başkanlığı yaptım. O dönem bizim arkadaşlarımız olağanüstü hâl döneminde, sırf bölgede yaşanan sıkıntıları dile getirdikleri için bölge dışına sürülüyorlardı, kamudan bile atılmıyorlardı ve daha çok böyle kutuplaşma olan yerlere gönderiliyorlar ki istifa etsinler. Bugün insanların siz işine son veriyorsunuz, onu bile geçtiniz. Bunlardan bir an önce vazgeçmek lazım. Sağlık, bir de hekimlik mesleği insanların hayatı ile yaşatmak üzerine kurulu bir meslek. Zaten eğer yaşamı tehdit eden, yaşamı tehdit altına alacak bir meslek olursa ilk başta meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği soruşturma açar, onun hakkında ceza verir ve Sağlık Bakanlığı der ki: "Bu arkadaşımızı meslekten men ediyoruz." Türk Tabiplerinin aldığı böyle kararlar var. Bir kişi işkence uyguluyorsa meslekten men edilir, bir kişi hastayı kandırıyorsa meslekten men edilir, bir kişi hastayı gereksiz yere ameliyat ediyorsa, hakkında şikâyet varsa bir yığın cezalar düzenlenir. Ama biz burada kişiyi yargılamadan, mesleğini icra etmesi açısından sıkıntılar çıkartıyoruz ve bu bir örnek. Aslında bu meslek üzerinden, sağlık çalışanları veya hekimler üzerinden bütün herkese de mesaj veriliyor. "Biz gerektiğinde kanun hükmünde kararnameyle ve uygulamalarla yargısız infaz yapabiliriz, yargıya ihtiyaç yok." gibi bir anlayış çıkıyor. Bundan vazgeçilmelidir. Bir an önce bu madde geri çekilmelidir, hâlâ görüşülüyor. Bizim kendi geleceğimizle ilgili demokratik bir kurguyu kurmamız lazım. Bunu yapmadığımız zaman büyük sıkıntılar çıkar.

Bir böyle anı anlatayım bizim bir hekim ağabeyimiz, nörolojik atak geçiren bir hastayla ilgili. Hasta gelmiş, diyor ki: "Ben nörolojik bir atak geçirdim felç gibi ama ben eskisi gibi okuyamıyorum, okuduğumda hemen dikkatim dağılıyor, konuşurken konuşmanın başını sonunu getiremiyorum, orada da dikkatim dağılıyor, yazarken de sıkıntı yaşıyorum, ne yapayım?" Diyor ki: "Hiç sesini çıkartma, tam devletin istediği, Hükûmetin istediği bir adama dönüşmüşsün. Ne konuş ne oku ne yaz, keyfine bak." Biz böyle bir şey mi istiyoruz ya? Böyle bir şeyden çıkalım, bu hastalıklı durumdan çıkalım.

Şimdi, bir diğeri, gerçekten, bizim geldiğimiz süreçte, birçok yerde şiddeti benimserken biz eğer Parlamentoda da birbirimize tolerans gösteremeyeceksek, hele hele komisyonlarda bu konuyu ele alırken hiç tolerans ve demokratik zemini yaratamazsak yine vay hâlimize. Bu keyfî, otoriter bir tarzı getiriyor. Çoğulculuk yerine "Ben çoğunlukçu değil, çokum, istediğim şeyi yaparım, bana biat edeceksin, itaat edeceksin, bu olmazsa ben her şeyi yaparım." diyor.

Şimdi, gelelim bu araştırma önergesi üzerine aslında çok konuşacak şey var ama zamanı tasarruflu kullanalım.

Şöyle bir tablo göstereyim: Bakın, bu tablodaki en büyük mavi alan Türkiye'yi gösteriyor. Bu, Türkiye'deki tarım alanlarının son yıllardaki erozyonla, barajlarla ve çoraklaşmayla, yanlış tarım politikalarıyla arttığını göstermiyor. Bu, Türkiye'nin Avrupa ülkelerinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat eden dosyalarını gösteriyor. Bir yerde insanlar buraya gidiyorsa, bu tablo doluyorsa demokratikleşmenin ne aşamaya geldiğini gösteriyor.

Gerçekten de arkadaşlar, böyle bir haritayı tarımla ilgili getirsek de böyle. Tarım politikalarında... Biz saman ithal ediyoruz ya, saman ithal ediyoruz. Türkiye gibi bir ülke saman ithal ediyor, buğday ithal ediyor. Böyle bir ülkeye döndük. Ben, buraya gelmeden önce Sayın Grup Başkan Vekilimiz "Tarımla ilgili konuşun." deyince Isparta'daki Gül Kooperatifinin sorumlusuyla da konuştum, Şerife Hanımla da, Bismil'deki pamuk üreticisiyle de konuştum, Batman Kozluk'taki mısır ekenlerle de konuştum; diyorlar ki: "Gübre uçmuş, mazot uçmuş, sen nasıl bize bunu soruyorsun? Tarımla ilgili aromatik, bilmem ne... Mazot alamıyoruz, kredimizi ödeyemiyoruz, hiçbir şey yapamıyoruz. Önce, biz, normal ekmek yiyebileceğimiz unu bile alacak vaziyette değiliz. İşte kriz var, krize göre bir şey. Peki, biz nasıl yaşayacağız?"

Normalde aromatik ürünlerle ilgili bir yığın düzenleme yapılabilir. Bakın, bir hekim olarak da şunu söyleyeyim: Gerçekten, birçoğumuz evde, üşüttüğümüzde, bir şey olduğunda "Ihlamur, papatya, adayaçayı..." diye başlarız. Gerçekten de hekimlik mesleğinde, sağlık çalışanlarında, bizim son yıllarda savunduğumuz şey şu: "Tamamlayıcı tıp" diyoruz "alternatifi" demiyoruz. Modern tıbbı da reddetmeden bazı şeylerin yararlı olduğunu... Gerçekten, tıp fakültelerinde de eczacılık fakültelerinde de bu konuda öğretiler gelişiyor ama bunu tekrar bu yaptığımız keyfiyetle yaparsak, birilerine rant alanı geliştirmeye çalışırsak yine sakatlıklar çıkar. Bunda tümüyle pozitif ayrımcılıkla bölgelere göre, özelliklere göre alanlar yaratmamız lazım.

Bir öneri: Biz, grup başkan vekilimizle de konuştuk. Halkların Demokratik Partisi ilk kurulduğundan beri ilkelerinin başında ekoloji ve organik tarımı destekleme ve gerçekten mağdur olan insanlara kooperatif olmak üzere birçok konuda da olanak yaratmak. Türkiye'nin bir sınırına duvar öreceğimize mayınlı alanlar var, sökelim; aromatik ve tıbbi ürünleri yetiştirelim ve insanlara dağıtalım. Bütün sınır boyunca mayınları çıkar, ölümler olmaz. Bir taraftan aromatik ve tıbbi ürünlerin dünyadaki piyasası 60 milyar dolar.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) - O, güvenlikle alakalı Sayın Hatip, güvenlikle alakalı o.

NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Normalde aromatik tıbbi ürünler nerede yetişir biliyor musunuz arkadaşlar? Az kullanılmış, doğal olan yerde. Bir kekik, bir ada çayı Kars'ın bir dağından geldiğinde, Sason'un bir dağından geldiğinde farklıdır; bir kültür olarak bir tabakta yetiştiğinde farklıdır, bir bahçede yetiştiğinde farklıdır. Normalde daha az kullanılmış yerlerde, toprağı daha az yorulmuş yerlerde, daha doğal yerlerde yetişir ki neden? Çünkü bir şeyi siz eğer uzmanına danışmadan kullanırsanız iyilik yapayım diye kötülük yaparsınız. Şimdi, deseniz ki: "Şu bitki iyidir, gidip iki kilo da yiyelim." Her şeyin etken maddesine göre, etkisine göre ele alınması lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın İpekyüz, tamamlayalım.

NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Onun için bunun nasıl ele alınması lazım? Bunun şu şekilde ele alınması lazım: Bir heyet olacaksa bunun içinde özellikle sivil toplum örgütlerinin olması lazım, hekimlikle ilgili, eczacılıkla ilgili, ziraatla ilgili olması lazım ve köylü temsilcileri varsa, böyle pozitif ayrımcılık düşündüğümüz yerler varsa onları da katmak lazım. Bunları şirket ve şantiye yerlerine, daha çok, birçok insanla buluşabilecek... Ve Türkiye'nin birçok bölgesi farklıdır, göller bölgesi farklıdır, dağlık bölgeler farklıdır, ovalar farklıdır; oraya özgü aromatik bitkilerle ilgili düzenlemeler yapılması lazım ve mutlaka bunun, bir ranta dönüşmeden herkesin ulaşabileceği bir alana dönüşmesi lazım ve hepimizin yapmamız gereken en önemli şey, gerçekten huzurlu bir ortamda herkesin yararlanabileceği bir ortam yaratmak lazım. Unutmayalım, hâlâ mera yasakları var. Bir yerde huzur ve sıkıntı varsa sizin yaptığınız şeyler birilerini mağdur eder, diğerlerini geliştirebilir ama bu konuda, organik tarım, doğallık ve ilaç konusunda her türlü desteği verebiliriz, dört parti de anlaşmış ama bunun mutlaka ranta dönüştürülmeden bir katılımcı yapıyla dönüşmesi lazım.

Saygılarımı sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İpekyüz.