| Konu: | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 13.11.2018 |
HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında bugün ne tesadüf ki hem Sağlık Bakanlığının bütçesi görüşülüyor hem de sağlıkla ilgili yaklaşık on gündür Türkiye'de konuşulan bir gündem üzerine değerlendirme yapıyoruz. Bir kısım arkadaşlarımız Türkiye'deki sağlık veya sağlıksızlık üzerine, yukarıda bütçe üzerine değerlendirmelerini sürdürürken bir haftadır burada ele alınan konuda dönem dönem gündem dışı konuşmalarda da hep bu sorun dile getirildi. Hangi sorun dile getirildi? Şiddet konusundan yola çıkıldı, özellikle hekim ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konuşuldu. Şimdi, bir sağlık çalışanı olarak, bir sağlık emekçisi olarak, hekim olarak ve meslek örgütünde çalışan birisi olarak sağlıkta ilk eğitime başladığımızda, hekimlik eğitimine başladığımızda bize "Önce zarar verme." diye bir öğreti öğretilir. Siz önce zarar vermeden yola çıkarsanız birçok şeyi düzenlersiniz, aslında siyaset kurumu da böyledir ama maalesef bugün getirilen düzenlemelere baktığımızda, ortaya çıkan birçok çalışmaya baktığımızda zarar veriyoruz. Bakınız, son on altı yılda, AKP döneminde Hükûmet gerek sağlıkta ve gerek eğitimde yapboz oyunu gibi, Lego gibi bozup bozup kendi kendine düzenlemeler getiriyor ve artık eleştirdiğimizde geçmişi unutup, bugünle ilgili söylem çıkartıp bugünlere yanıt veriyor. Neden bunu söylüyorum? Birçok şeyi düzenlerken torba yasa diye bir şey çıkartıyorsunuz ve torba yasayı da kamufle etmek için üstüne bir şablon yerleştiriyorsunuz. Meclisin İkinci Yasama Yılı ekim ayında açıldı ve 2 Ekim günü İstanbul'da bir hekim katledildi bir hastası tarafından iş yerinde. İkinci Yasama Yılında, 2 Ekimden sonra bu madde üzerine, hekimlere şiddet üzerine bir yığın konuşma yapıldı ve şiddet yasasının bir an önce çıkarılması gerektiği konusunda Mecliste basın açıklamaları yapıldı, bu kürsüden kınamalar yapıldı ve bir an önce yasanın çıkması için de herkes sorumluluğa davet edildi. Nitekim Halkların Demokratik Partisi bir önerge de verdi, daha farklı partiler de önerge verdi ama hiçbir şey çıkmadı. Bunu niçin söylüyorum? Kamuoyu duyarlılık gösterdi çünkü meslek örgütleri, tabip odaları, sendikalar her tarafta eylem yaptılar. Hatta şu anda Ankara'da, biraz ileride, Kuğulu Park'ta fener ve meşalelerle hekimler buradan çıkacak sonucu bekliyorlar. Televizyonlar alt yazıyla şöyle geçti: "AKP tarafından Meclise şiddeti önleme yasa teklifi getirildi." ve bizi aradılar. Beni arayan hekim arkadaşlar, sağlık çalışanları "Ne oluyor?" filan, bir heyecan "Keşke olsa da bir baksak." Sadece 24'üncü madde, o da bir komiklik olsun diye bırakılmış, hiçbir şey yok. Birazdan niçin komiklik olduğunu söyleyeceğim, onu da anlatacağım.
Bu, buraya yakışmayan ve ciddiyetle alakası olmayan bir şey. Bir kere, sağlık gibi bir konu, Türkiye'nin en büyük, hassas ve hepimizi ilgilendiren konusu torbaya sığmaz, çuvala sığmaz, yüz yüze konuşmamız lazım, kaçmamamız lazım. Sağlık Kürt'e, Türk'e, Arap'a değil, sağlık herkesedir; anne karnından tutun, ölüm şekline kadar hepimizi ilgilendiren bir konudur. Bunları açık açık konuşmamız lazım. Niçin bunu söylüyorum? Hekimlik bir meslektir. Hekimlik ta insanların doğuşuyla başlamıştır. Kimileri şifa dağıtmak üzerine, kimileri bitkilerden başka yollarla hep şifa dağıtmaya çalışmış ve modern tıbba kadar gelinmiştir. Modern tıpla beraber de hekimlik yine şifa dağıtmak için yoluna devam etmiştir ama bunu önlemek için bir düzenleme yapılmış. Nedir düzenleme? Bunun uluslararası alanda etik kuralları olduğu gibi, her ülke de kendisine göre "Kim hekimlik yapabilir, yapamaz?" konusunda bir belirleme yapmış ama bütün dünyada hekimliğin yapılmak için olmazsa olmazı eğitim almak ve diploma sahibi olmaktır.
Şimdi, siz diploma sahibi hekimleri hekimlikten alıkoyuyorsunuz, fişlemeye çalışıyorsunuz, ellerini kollarını kelepçeleyip "Hiçbir şey yapamazsınız." diyorsunuz. Şimdi, şiddetle bağlantısına geldiğimizde, hekim ve sağlık çalışanlarını hedef gösteren, sistemin on altı yıllık uygulamalarıdır. Arkadaşlar, 2005'ten sonra hekimler öldürülüyor, sağlık çalışanları öldürülüyor. Öldürülüyor diyorum, bunlar ambulans kazasıyla değil, iş kazasıyla değil; iş esnasında birileri gelip onların canlarına kastediyor.
Şimdi, benden önceki konuşmacı da söyledi, 2 madde ekleyecektik, Komisyonda 2 madde ekleyecektik -Komisyon üyeleri de burada, Sayın Demircan da burada- 2 madde, önerdik, Halkların Demokratik Partisi olarak dedik ki: "Bu kadar madde konuşuluyor, 2 madde ekleyelim, Komisyondan geçsin, gelsin Genel Kurula, hiç zor değil." Şimdi, kim buna karşı çıkacak yani insanlara şiddetin önlenmesine? Sadece sağlık çalışanları, hekimler için değil; şiddetsiz toplum için çalışması lazım bu Parlamentonun, bu kurumun, olmadı.
Şimdi, arkadaşlar, hekimlik mesleği, bir hasta gelecek, iyileştirecek değil; hekimlik mesleği, biliyoruz ki hepimiz bir deprem olduğunda... Kocaeli'de deprem oldu -Marmara depreminde- herkes koştu; Van'da deprem oldu, herkes koştu; Düzce'de deprem oldu, herkes koştu. Ha kimi zaman Afrika'da, Gazze'de, Somali'de bir problem çıktığında hekimler gidiyor. Hekimler bu işi yaparken, mesleğini uygularken etnik kökenine, inancına bakmaz, o anda neyse onu yerine getirir, yapar. Ama hekimlik sadece iyileştirmek üzerine değil; hekim aynı zamanda temiz içme suyuna bakar, temiz gıdaya bakar, yoksullukla mücadele eder, insanların huzur içinde olması için çalışır ve en önemlisi çatışma ve savaşa karşı çıkar, barışı savunur. Çünkü bir hekim yaşatmak üzerine kuruluysa, bunu düşünüyorsa savaşa karşı çıkmadığında, çatışmaya karşı çıkmadığında kendi mesleğine haksızlık etmiş olur. Bu sadece hekimlikle de sınırlı değil; bir sağlık çalışanının olmazsa olmaz dikkate alması gereken bir konudur. Siz bunu yapmadığınızda tümüyle alakasız olur.
Şimdi, konuya gelelim. Torbaya birçok madde konulmuş. Sağlık Bakanlığını zaten bakanlıktan çıkarmışız, şirkete dönüştürmüşüz, sadece hastane açan, hastane işleten, ilaç parası veren... İlaçla ilgili düzenlemeyi düşünmüşüz, onların olması lazım ama "sektör" diyoruz, "sektör" "işletme" diyoruz, kalite ölçüyoruz, gelene müşteri gibi bakıyoruz.
Bir taraftan, koruyucu sağlık hizmetlerini unutmuşuz veya istatistiklerle oynuyoruz. Sabah bütçede de söyledi arkadaşlarımız, bebek ölüm hızıyla oynuyoruz. Şu anda Türkiye'deki bebek ölüm hızında Sağlık Bakanlığının verileri ile Türkiye İstatistik Kurumunun verileri birbirini tutmuyor. Türkiye'de bu kurumlar, ikisi de farklı; UNICEF'le tutmuyor. Bunu niçin söylüyorum? Her şeyi kendi keyfinize göre hazırlıyorsunuz. Biz gördük, bu gelen torba teklifle ilgili gerek buradaki Komisyon üyelerinin gerek Sağlık Komisyonu üyelerinin sadece kendilerinin bile bilgileri yoktu, birileri tarafından yazılmış "Bunu oradan geçirmeniz lazım." Sağlık Bakanlığı işletmeye dönüştüğü gibi, Sağlık Bakanlığı giderek tümüyle bir keyfiyete geliyor.
Şu anda da gerekirse üniversite olsun, Sağlık Bakanlığı demiyor, sağlık üniversitesi gibi... Çünkü bu teklifin içinde üniversitelerle ilgili düzenleme var, iş yeri hekimleriyle ilgili düzenleme var, sigarayla ilgili düzenleme var, aile planlamasıyla ilgili düzenleme var ama bütün kamuoyu ve Parlamento dâhil herkes iki konu üzerinde konuştu: Biri şiddet, diğeri de 5'inci madde. Hiç kimse maddenin içeriğinden öte... Artık bilindi, sosyal medyada "5'inci madde" denildiğinde... Bu, Türkiye tarihine de girdi. 5'inci madde üzerinde konuşuluyor. Nedir 5'inci madde? 5'inci maddede siz diyorsunuz ki: "Hekimlik yapamazsınız." Nasıl yapamazsınız? Herhangi bir yasal dayanağı da yok. Kısaca -bizi dinleyenler için- üç tane ayağı var: Bir öğrenci tıp fakültesine giriyor, okuyor -zorla girmiş, etüde gitmiş, dershaneye gitmiş, bir yığın şartlarda- okurken herhangi bir öğrenci etkinliğine katılmış, herhangi bir derneğin aktivitesine katılmış, ne bileyim, herhangi bir sanatla ilgili, müzikle ilgili bir grubun düzenlediği bir şeyi dinlemiştir, birileri -çok iyi bileceksiniz- fişlemiş. Fişleme cumhuriyet tarihinden beri Türkiye'nin en büyük ayıbıdır. İnsanların nüfus kütüklerinden, soyadlarından tutun, yerleştikleri yerden tutun kırmızı noktalar, fişlemeler hep baş belası olmuştur.
İYİ PARTİ burada. Ben anımsıyorum, Sayın Durmuş Yılmaz burada değil ama Hükûmet, zamanında Durmuş Yılmaz'ı Merkez Bankasına önerdi. O günkü Cumhurbaşkanı dedi ki: "Kapıcıların verdiği bilgiye göre hiç uygun değildir." Bunu unuttunuz mu ya? El vicdan ya! Birileri anneleri namaz kılıyor diye bir yerlere giremiyordu. Niye? Fişlemesi var. Ya, biraz vicdan ya! Birileri Kürtçe konuşuyor diye fişleniyor.
Ben hekimim, ilk başladığımda benim ilk şikâyetim hastanede Kürtçe konuşmaktı. El vicdan ya! Birileri herhangi bir etkinliğe gittiği için çeşitli resmî kurumlara alınmıyordu. Niçin? Fişleme. Ya, bunun ayıbını hepiniz yaşadınız. 28 Şubat nasıl unutulur? Şimdi, Sayın Demircan burada, konuştuk, Sayın Tamer de burada, dedik ki: "Bu maddenin gerekçesini bize açıklayın. Nedir yani?" "Millî Güvenlik Kurulunun aldığı karar doğrultusunda..."
Bakın, Sayın Meclis Başkan Vekilimiz burada, anayasacılarımız da var, Millî Güvenlik Kurulu karar alamaz, alamaz. Ama maddeyi okuduğunuzda yazıyor. Anayasa'ya aykırı. Millî Güvenlik Kurulu nasıl karar alabilir? Tavsiyede bulunabilir. Bu zaten Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı, birçok şeye aykırı. Gelelim, 28 Şubatta yaşananlar unutuluyor, 28 Şubatta Millî Güvenlik Kurulunun aldığı kararlar unutuluyor, bu partinin geçmişine baktığımızda -kütük- yaşadığı şeyler unutuluyor, Millî Güvenlik Kurulunun tavsiye kararları önümüze getiriliyor ve "karar" diye söyleniyor.
Şimdi, arkadaşlar, siz böyle yapınca, burada, Sayın Tamer hatırlar, Sayın Demircan hatırlar ama bizi dinleyenlerin bilmesi açısından... Genç bir hekim -sabaha karşı Komisyon Başkanımızdan rica ettik, o da uygun gördü, söz verdik- kamuda çalışamıyor çünkü mezun olmuş diplomasını vermiyorlar, bir yerde iş yeri hekimliği... Bizim bütün üyelere döndü ne dedi biliyor musunuz: "Ben burada benim fermanımın yazıldığını düşünüyorum." Az önce arkadaşımız söyledi.
Bak, "ferman" kelimesi birçok şeyi insana çağrıştırıyor olumsuz anlamda. Ve hekim arkadaşımızla bugün konuştum "Ne yapıyorsun, ne ediyorsun?" diye, içi ağlıyor, "O kadar umutsuzum ki benim hakkımda fişleme yapan ekibin hepsi cezaevinde. Rektörü cezaevinde, polisler cezaevinde, tutanağı düzenleyenler cezaevinde. Ve benim babamın benden söz ederken gözü doluyor, annem ağlıyor. Ben hekimlik yapamayacağım. Altı yüz gündür bana engel oluyorlar ve altı yüz günün sonunda 'Hadi git ama öyle bir yere gideceksin ki kamuda da çalışamayacaksın, özel yerde de çalışamayacaksın.'" Nasıl özel yerde çalışamayacaksın? Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşan özel bir yerde çalışamayacaksın. Ya ayıptır! Yarın öbür gün diyeceksin ki "Kamu hizmetinden de yararlanma, otobüste ön koltukta oturma veya diplomana siyah çarpı koyalım veya Hitler dönemindeki gibi sen beyaz önlüğün üstüne bir pazı bandı bağla, siyah bant bağla." Bunu mu düşüneceğiz ya?
Biraz önce depremden, selden, felaketten söz ettik, siz bir mesleğin uygulanmasını nasıl yasaklıyorsunuz? En yakın örneği, biraz böyle vicdanlılar ve bizi dinleyenler: Arabadasınız, araba otomatik kilitlendi ve balyozla camı kırmak zorundasınız ve ben hekimim, oradayım ve KHK'yle atılmışım. Ne yapacağım ben? Ne yapacağım? Sonra da ben rapor tutacağım, diyeceğim ki "Böyle böyle oldu.", siz o raporu mahkemede geçerli saymayacaksınız. Böyle şey mi olur ya? Siz bir mesleği, bir uygulamayı, ta öteden bugüne kadar gelen bir uygulamayı nasıl engelliyorsunuz? Şimdi bütün bunları aldığımızda, bu fişlemeleri, bu uygulamaları aldığımızda bir keyfiyet ve kendi kendine çelişkilerle dolu arkadaşlar.
Bugün görüştüğüm bir hekim diyor ki "Ben atanamıyorum. Fakat askere gidiyorum, atanamamamın gerekçesi fişlenme, kanun hükmünde kararnameye uydurmuşlar, çeşitli fişler uydurmuşlar." Askerlikte şu anda asteğmen olarak görev yapıyor, 7 bin lira maaş alıyor. Şimdi bir taraftan diyorsunuz ki "Millî Güvenlik Kurulu karar almış.", bir taraftan diyorsunuz ki "Sakıncalı, fişlenmişsiniz." Kendi kendinize keyfiyetle uyguluyorsunuz, sonra diyorsunuz ki... Buyurun, ortada.
Şimdi, arkadaşlar, gün gelir sizi çarpar. Daha önce yaşamışsınız annelerinizle, eşlerinizle. Bu ülkede eşlerinin başı türbanlı olduğu için bakanlık yapamayanlar vardı, bakanlık konutuna gidemeyenler vardı. Bu ülkede Kürtçe konuştuğu için, Kürtçe sağlık hizmeti vermeye çalıştığı için yargılananlar vardı, aileleri ve kendileri bir yığın sıkıntı yaşadılar. Şu anda bu Parlamentoda bizim gruptaki hekimlerin bir kısmı kanun hükmünde kararnameyle işten atılmış. Bazı vekil arkadaşlarımızın kardeşleri üniversitelerde akademisyenken kamuda çalışmaları yasaklandı. Nedir? Ablası parlamenter. Nedir? Ağabeyi bu. Yarın gelir, sizi vurur ki vurmuştu. Bundan vazgeçmek lazım ve bu kararların tümüyle kurallara uygun olması lazım.
Siz bütün her şeyi keyfiyete bağlarsanız bu keyfiyet tümüyle yok olur. Bakın, raporlar konusu... "Rapor yazamaz." diyorsunuz. Bir taraftan da konuşurken savunmada diyorlar ki: "İş yeri hekimliği yapabilir." İş yeri hekiminin ilk işi, bir kişi geldiğinde periyodik muayene yapmaktır. İşe giriş muayenesi yaptıracaksınız, form doldurursunuz. O işe giriş belgesi Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına gider. Düşünün ki iş kazası oldu, iş kazasıyla ilgili bir rapor düzenleyecek ve bununla işveren yargılanabilecek. Bugün Türkiye'deki iş kazalarına zaten artık "cinayetleri" diyoruz, kaza da demiyoruz, ölümler var. Oradaki hekim KHK'yle atılmış, orada tutanak tutacak ve bunu, mahkeme, üç ay sonrasında "Ya, bu atılmış..." Bir de mahkeme ve noterlerin işi yok, resmen UYAP'a girecekler ve ikide bir güncelleme yapacaklar kim fişlenmiş, kim fişlenmemiş diye. Yargı da yok, bir şey de yok. Ya, böyle çelişkili bir şey mi olur ya? Bir şey hazırlarken insan hiç olmazsa özenir bözenir ya.
Geçmişte olağanüstü hâl yine vardı. O dönemde ben tabip odasında aktivisttim. Olağanüstü hâl bölge valileri bölge dışına sürüyordu ve diyordu ki: "Olağanüstü hâlden aldığımız yetkiyle sizi bölge dışında düşünüyoruz. Git Yozgat'a, Tokat'a ya da başka yere." İşine son vermiyordu. Siz şimdi bir mesleğin uygulanmasını ortadan kaldırıyorsunuz ve bir gerekçe sunmuyorsunuz, tümüyle keyfiyet. Bu keyfiyet giderek zaten bir tarza dönüşmüş: "Bize muhalefet eden herkes bizim keyfiyetimize göre fişlenir, onunla ilgili bir kısıtlama getirilir." Bugün hekimlere yapılan şey aslında birçok mesleğe bir sinyal vermektir "Sizin başınıza da gelebilir." diye.
Şimdi, biz burada konuşurken bizi izleyenler "Ya, hep hekim ve sağlık çalışanlarından söz ediyorsunuz..." 130 bin KHK'li var ve tümü fişleme üzerine. Ya, bu fişlemeyle ilgili kendi kendinize düşündüğünüzde nereden nereye geldiğinizi bileceksiniz.
Bizim bir diğer konumuz, burada bütün bunlar ele alınırken her seferinde biz bu konuyu gerek Demircan'la gerek arkadaşlarla konuştuğumuzda "Ya, buna bir çözüm bulalım, bir çözüm bulalım, bir çözüm bulalım..." Biliyor musunuz, sağlıkla ilgili şiddet yasası konuşulurken sabah altı buçukta şiddet çıktı, şiddete maruz kalındı ve herkes bizimle dalga geçti "Nasıl bu olay oluyor, nasıl bu durumla karşı karşıya geliyorsunuz?" diye.
Şimdi, normalde, Anayasa'ya göre, kişilerin mesleklerini icra ederken, uygularken tümüyle özgür olması lazım. Siz bu özgürlükleri kısıtlarsanız bütün Türkiye'deki özgürlükleri kısıtlamış olursunuz.
Bakın, bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, Cizre'ye giden ambulansa engel olunduğu için duruşma vardı. Bizim 2 arkadaşımız orada ve Hükûmetin temsilcileri, devletin temsilcileri -az önce görüştüm- cevap verememişler; yani ambulans bir yere gidiyor, ambulansa engel olunuyor. Ya ambulans bize de gelebilir, birçok yere de gidebilir. Sağlık çalışanları yemin ederken, hiçbir zaman, insanların inancına, etnik kökenine, nereden, nasıl geldiğine bakmaz. Tırnak içinde, kendi kendimize tanımladığımız "terör", kendi kendimize tanımladığımız "fişlemeler" baş belasıdır, herkes herkese bir yafta biçebilir. FETÖ'cüler bunu yaptı, şimdi onlar perişan. Aynı şeyi şimdi siz yapıyorsunuz, inanın yarın siz de perişan olacaksınız. En güzeli, bizim partimizin savunduğu, öteden beri dile getirdiği özgürlüklerdir, hürriyetlerdir, yan yana gelmektir, eşitliktir. Bunu yapmazsak perişan oluruz.
Bir diğeri, şehir hastaneleri. Yani -buna değinmeden edemeyeceğim- bir taraftan Sağlık Bakanlığı gidip bir yer kiralıyor. Bu torba yasada şehir hastaneleriyle ilgili sözleşmeleri on yıl uzatıyoruz, on yıl; bir kriz var zaten, şu anda zaten kendi bütçesini geçmiş, on yıl boyunca uzatıyoruz. Ya bu çok ayıp bir şey. Yani bu yetkiyi kime veriyoruz, bu paralar kime gidiyor, kime peşkeş çekiyoruz? Çünkü sektör gibi düşünüyoruz, onlara bir hizmet yaratmak istiyoruz.
Diğeri üniversitelerle ilgili. Sağlık Bakanlığı... Tekrar burada, torba yasayla getirilen maddelerden biri Sağlık Bilimleri Üniversitesiyle ilgili; mütevelli heyetini değiştiriyor. Mütevelli heyeti... Karar burada, gösterebilirim, karar Anayasa Mahkemesinde daha önce iptal edilmiş. Tek bir iki cümle değiştirilmiş, bir iki fonksiyonu değiştirilmiş, bunu tekrar değiştirmeye kalkıyorsunuz. Zaten YÖK üyesini siz atıyorsunuz, bakanı siz atıyorsunuz, bakan yardımcısını siz atıyorsunuz, hepsini siz atıyorsunuz, bununla yetinmiyorsunuz, bakanlığın iç işlerine de müdahale ediyorsunuz. Kendi kendinize bir düzenleme getiriyorsunuz. Demek bunun arkasında bir rant var, başka bir keyfiyet var, başka bir plan var. Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir maddeyi siz niye değiştiriyorsunuz, getiriyorsunuz? Demek ki Anayasa artık size bağlı, ona göre değiştiriyorsunuz.
Bir diğeri, bütün bu torba yasayla beraber dile getirilen konulardan biri, meslek örgütlerine yapılan budama. Türkiye'de zaten sivil toplum örgütleri bir sıkıntı yaşıyor. "Sivil" dediğimizde de illa buralarında apolet olmayan anlaşılmasın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Sayın Başkan, toparlıyorum
BAŞKAN - Tabii, sözlerinizi toparlayın Sayın İpekyüz.
NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Sivil... Bazen apolet burada yoktur, daha militanca düşünürsünüz, militarist düşünürsünüz; bazen de tümüyle sivil düşünürsünüz.
Türkiye'nin bugün, en önemli sorunlarından biri demokratik kitle örgütlerinin zayıf ve cılız kalmasıdır ama sizin döneminizde, zaten bu Parlamento binasında bile muhalefete tahammülünüz yok. İnsanlar sosyal medyada bir şey paylaştıklarında kıyamet kopuyor. Türkiye'deki sosyal medya yargılamaları dünyaya örnektir, Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı müracaatlar dünyaya örnektir. Birçok örneğe rağmen bu kısıtlamalar devam ediyor. Bunu niçin söylüyorum? Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği gibi örgütlerin, kurumların demokratik mücadelesinde zayıf kalması için, üye sayısının azaltılması için kendi kendinize onların mesleğiyle ilgili yapacağı uygulamalara sınırlama getiriyorsunuz. Düşünün ki bir hekim hem Avcılar'da çalışsın hem Kartal'da çalışsın hem Bursa'da çalışsın hem Çanakkale'de çalışsın; buna yetki veriyorsunuz. Bir mesleği icra etmeyi meslek örgütü belirler, siz denetleyemezsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi bağlayın Sayın İpekyüz.
Buyurun.
NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Mesleğin nasıl kalacağını, nasıl yapılacağını bunlar belirleyebilir.
Sayın Başkan, konuşacak çok şey var dediğim gibi çünkü sağlık, hepimizi ilgilendiren bir konu. Hepimizin nasıl ki sağlık yemininde "Herhangi bir inanç, etnik kökene -ırka, cinse- bağlı kalmadan" dediğimiz, Hipokrat Yemini'ne bağlı kalan evrensel bir meslek olduğunu dile getiriyorsak evrensel uygulamaların da Parlamentonun, Meclisin görevi olması lazım. Yıllardan beri Türk Tabipleri Birliğinde ve Diyarbakır'da, bölgede bizim dile getirdiğimiz: "Sağlıktan ve özgürlükten tasarruf olmaz." Bir deyimdir, özdeyiştir, hekim bir ağabeyimizin dile getirdiği bir deyimdir. Sağlıktan tasarruf tümüyle hastalıklara neden olur, perişanlığa neden olur; özgürlükten tasarruf da esarete neden olur. Umarım, sağlık dolu, özgürlük dolu günlere bir vesile olur.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)