GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:19
Tarih:20.11.2018

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Edirne Milletvekili Erdin Bircan'a Hak'tan rahmet diliyor, ailesine ve CHP camiasına da başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde HDP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yaklaşık on dakika bu konuyla ilgili görüşlerimizi dile getirdikten sonra, diğer kalan on dakikada bağlı konular ve diğer gündemlerle ilgili görüşlerimizi ifade edeceğim.

13 Kasım günü Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu'nda değişiklik yapılmasına yönelik Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan bu yasa teklifi hızlıca Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunun gündemine getirildi. Anlaşılıyor ki yerel seçimle ilgili bir telaş var. Biz kamu görevlilerinin siyaset yapmasının yanındayız, bununla ilgili demokratik koşulların oluşturulması, her türlü hak ve özgürlüklerin oluşturulması ve bununla ilgili kanunların topyekûn olarak çıkartılmasını da destekliyoruz.

Ancak yapılması düşünülen değişikliğe göre oda ve borsa başkanları, seçimlerde, gerek milletvekili seçimleri gerekse yerel seçimlerde aday olduktan sonra eğer seçimi kazanamazlarsa seçimle geldikleri odadaki, borsadaki görevlerine geri dönecekler. Bunu öneriyor ve burada kendilerinin yerine gelen yedek üye de tekrar yedek üyeliğe gitmiş olacak. Şimdi, orada bir seçim söz konusu ve bir işleyiş söz konusu. Bir mesleki görevi yerine getirme söz konusu değil buradaki. Yani kamu görevlilerinde olduğu gibi bir durum değil. Seçimle iş başına gelmiş bir odalar, borsalar meslek kurumunun yöneticisi, yönetim kurulu üyesi ya da başkanı aday oluyor, yarışa giriyor, seçilemezse kendisinin yerine gelen yedek üye geri dönüp o tekrar oraya oturuyor. Bunu doğru bulmuyoruz ve bu anlamıyla da bu teklifi kabul edilebilir görmüyoruz.

Bunu sadece biz mi söylüyoruz? Bakın, bu konuda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı ne diyor? "Meclise bugün sunulan bir kanun teklifiyle milletvekili ve yerel seçimlerde aday olmak üzere görevlerinden ayrılmak durumunda olan oda, borsa, birlik başkanlarının seçilmemeleri hâlinde görevlerine geri dönmelerinin yolunun açılması istenmiş. Bunu doğru bulmuyor ve kanun teklifinin geri çekilmesi gerektiğine inanıyoruz. Oda, borsa, birlik başkanlığı görevimizle siyaset arasındaki ayrım kesin bir çizgiyle belirlenmiş durumda. Bu çizgi bir defa delinirse, temsil ettiğimiz kurumlara da günlük siyasetin nüfuz etmesi söz konusu olur ki, bundan da en fazla bizlere bu görevleri emanet eden üretici, tüccar ve sanayicilerimiz zarar görür. Bu camiada görev üstlenmek ile siyasette yer almak arasındaki kesin çizgi aynen korunmalıdır." diyor Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu.

Şimdi, bu açıklama bize şunu gösteriyor ki yani bu kanun teklifi hazırlanırken diğer birçok meselede olduğu gibi, iktidarın birçok meseleye yaklaştığı gibi konunun muhatabı olan kurumlarla oturulup istişare edilmemiş, bunların fikirleri alınmamış, bunların görüşleri sorulmamış, sizin için hangisi daha iyidir, bu doğru mudur, kurumunuz buna nasıl yaklaşıyor şeklinde bir görüş alınmamış. Herhâlde görüş alınsaydı bunlar dikkate alınır ve bu şekilde gelmezdi kanun.

AKP iktidarı döneminde biz bunu çok fazla sayıda gördük. Kadın kurumlarının görüşleri alınmadan kadınlarla ilgili kanun teklifleri, Alevi toplumunun, onların kurumlarının teklifleri dikkate alınmadan onlarla ilgili görüşler, öneriler -şükür hiçbir kanun teklifi gelmedi gerçi Alevilerle ilgili de- keza Kürtlerle ilgili de diğer etnik inançsal ya da mesleki gruplarla ilgili de ne yapılacaksa bunların muhataplarına sorulmadan, kendileri en doğrusunu bildikleri tezinden ibaretle, kanun tekliflerini hazırlayıp karşımıza çıkıyorlar. Bu kanun teklifinin de bu şekilde olduğunu görüyoruz.

Bu kanun teklifinin esasında bu ilgili kurum ve kuruluşları teşkil eden ekonomik koşulların düzenlenmesine, düzeltilmesine ve ülkemizdeki yaşanan ekonomik krize yönelik birtakım düzenlemelere ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Örneğin TÜİK tarafından açıklanan işsizlik oranları yüzde 11,2'ye dayanmış durumda. Daha da önemlisi TÜİK verilerine yansımamış olsa da genel işsizlik oranı yüzde 19,3'e tekabül etmektedir. Türkiye'de kayıt dışı çalışan işçilerin oranı ise yüzde 34'ü bulmaktadır.

Bugün Dünya Çocuk Hakları Günü. Bu vesileyle, tüm dünya çocuklarının Çocuk Hakları Günü'nü kutluyor ve gözlerinden öpüyorum. Ama maalesef ki bu tür ekonomik kriz süreçlerinde kaçınılmaz bir şekilde çocuk işçiliği de karşımıza çıkan en önemli sorunlardan biri olarak gözüküyor. Çocuk işçi sayısı bu çalışma yaşının 15'e düşürülmesi nedeniyle düşük gösterilmiş olsa bile bu sayının 2 milyon civarında olduğunu biliyoruz ve çocukların yüzde 80-85'inin de kayıt dışı olarak çalıştığı bilinmektedir. Bu veriler bir anlamıyla daha ucuz iş gücü elde etmek adına açılan merdiven altı işletmelerin Türkiye'de iş sahasındaki yaygınlığının emaresi olarak da değerlendirilmelidir çünkü böyle olduğu sürece çocuk işçilerin çalıştırılması daha kolay bir hâl almaktadır.

Mevcut ekonomik kriz ancak "konkordato" kavramı üzerinden açıklanmakta ve bu kavram üzerinden tartışılmaktadır ve ekonomik kriz sanki sadece şirketlerin, holdinglerin yaşadığı bir krizmiş gibi konkordato üzerinden gösterilmektedir. Oysa bu krizin mevcut fay hattının yakınında emekçiler, yoksullar oturmaktadır. Fakat bu risk grubu tali bir mesele olarak alınmakta, tali bir grup olarak alınmakta ve mesele yalnızca sermayedarların sorunuymuşçasına tartışılmakta, işin emek, emekçi kısmı göz ardı edilmektedir.

Bakan Pekcan'ın yakın zamanda yapmış olduğu açıklamaya göre Türkiye'de 356 firma konkordato ilan etmiş durumda. Yalnız bu verilere ekim ayı verileri dâhil değildir. Ekim ayı içi ondan önceki altı aylık süre içerisindeki konkordato ilanının daha da fazla üstünde şirketlerin konkordato ilan ettiği bir ay olarak geçmiştir. Dolayısıyla bu hızla da devam edeceği gözükmektedir. 2018 yılı tamamlandığında konkordato ilan eden şirketlerin sayısının bini geçeceği öngörülmektedir.

Genel başkanlarının açıklamasından sonra "Bu ülkede kriz yok." diye çeşitli AKP milletvekillerinin de açıklamalarına maruz kaldık yani bunları duyar olduk ama şöyle bir komedi de yaşadık: "Kriz yok." diye açıklama yapan milletvekillerinin ağabeyleri konkordato ilan ettiler, böyle bir sahne de karşımızda sergilendi.

Yine, geçen yılla kıyaslandığında, yılın ilk dokuz ayında kapanan iş yeri sayısının yüzde 12 oranında artış gösterdiği gözükmektedir. Sayısal olarak ifade etmek gerekirse, TESK Sicil Gazetesi'nden hareketle sunduğu verilere göre, kapanan iş yeri sayısı 80 bini geçmiştir. TOBB'un haziran ayında açıkladığı verilere göre, kurulan şirket sayısında ciddi bir azalma söz konusuyken, kapanan şirket sayısında yüzde 16'lık bir artış göze çarpmaktadır. Başka türlü ifade edersek, yakın zamanda yayınlanan bir rapora göre her gün 38 şirket kapatılmaktadır yani kapanmaktadır.

Dolayısıyla, krizi tartışırken evine ekmek götüremediği için intihar eden, yoksulluğun yaşattığı yoksunluktan ötürü saç kurutma makinesiyle çocuklarını ısıtmaya çalışan anneleri de bu sorunların merkezine oturtmak durumundayız. Açlıktan hayatını kaybeden çocukları, tartışmasız, bu ekonomik krizin merkezine oturtmakta şu an için bir şey yapamıyorsak bile önümüzdeki süreçte bunların bir daha yaşanmaması konusunda siyasalar üretmek zorundayız.

Bu ekonomik darboğazın sebep olduğu işçi intiharları ise altının çizilmesi gereken bir konudur. Burada size şu tabloyu göstereceğim, 2013'ten 2017'ye kadar işçi intiharlarını gösteriyor ve işçilerin intiharında çok ciddi bir şekilde artış gözüküyor çünkü yaşadıkları sıkıntılar ve çocuklarına aş götürememeleri bunları bu yola sevk ediyor. Çocuk işçilikte yakaladığı yüksek sayılarla utanç listesine giren memleketimiz, maalesef, işçi intiharlarıyla da bu utanç sıralamasında yerini almaktadır. Henüz bu konuda 2018'e dair veriler netleşmemiş durumdadır fakat tarihsel örneklerden bildiğimiz kadarıyla, bu kriz ve bu krize dayalı olarak da işçilerin ve işsizlerin intiharları da çoğalacak gibi gözükmektedir. "Enflasyonla topyekûn mücadele" adı altında esnaflar da birtakım mecburiyetlere zorlanmakta. Bunların bunu reddetmesi durumunda da hem ekonomik olarak hem toplumsal yaşam alanlarında tehditlerle karşı karşıya kaldıklarını hepimiz bu toplum içerisinde yaşayan insanlar olarak biliyoruz. Oysa bu arada ne oluyor? Bu işçi intiharları, insanların yaşadığı bu sıkıntılara rağmen diğer taraftan bir bakıyorsunuz, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi yüzde 34,5'luk rekor artışla 7,7 milyar liradan 10,5 milyar liraya çıkarılıyor. Yine İçişleri Bakanlığının 2019 yılında güvenlikçi politikalar ışığında savaş ekonomisine ayırdığı tutar 140 milyar liradan, üç yıl öncesine göre ayrılan rakamın yüzde 200 daha fazlasına tekabül ediyor. Burada böyle bir artış söz konusuyken sosyal güvenlik ve sosyal yardımlara ayrılan tutarlarda da 10 milyar liralık bir kısıtlamaya gidiliyor.

Bütün bu veriler bize aslında, bir taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı gibi yani inancı, dini, herkesin tartıştığı ve bugün Diyanet İşleri Başkanlığının temsil ettiği din anlayışının toplum tarafından da tartışıldığı bir yerde, özellikle Diyanet İşleri Başkanının son ziyaretlerinin herkes tarafından tartışıldığı bir yerde Diyanet İşleri Başkanlığının hem bütçesi hem de personel istihdamı artırılıyor. Bunlarla da birlikte enflasyonla topyekûn mücadele de mümkün gözükmüyor.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifini sunan AK PARTİ milletvekilleri herkesin aday olmasının yani siyaset yapmasının önünün açılmasının demokratik bir gerek olduğunu söylüyorlar. Bu kanunla siyasette başarısız olanlara yani seçim kaybedenlere bir şekliyle ödül veriliyor ve onların tekrar görevlerine geri dönmesi sağlanıyor. Ya, peki, siyaseten başarılı olanlar, siyasi alanları sizlere dar edenler? İşte, bugün açıklanan Sayın Selahattin Demirtaş kararında olduğu gibi hiçbir hukuki dayanağı olmadan çok rahatlıkla içeride tutulabiliyorlar yani o zaman sizin demokrasi anlayışınızın bundan ibaret olduğunu da çok net görebiliyoruz.

Yine, başka bir örnek, AKP Şanlıurfa milletvekili aday adayıydı, şimdi MHP Siverek Belediye başkan adayıymış bir kasaba politikacısı. Herkesi tehdit ediyor ve diyor ki rakiplerine: "Elleriyle mezar kazmaya başlasınlar, hiçbir rakip partinin arabası bu ilçede, buralarda dolaşamaz." Tabii, siz Suruç'taki katliamın, orada katledilen insanların hesabını sormazsanız, hastaneye girilip insanların hasta yataklarında kurşunlandığı bir katliamın hesabını sormazsanız bu tür kasaba politikacıları da çıkar, kendileri dışındaki tüm siyasi partileri böyle kolaylıkla tehdit eder ve sizin savcılarınız da bunu böyle seyrederler.

ÜMİT YILMAZ (Düzce) - Kendi ailesi için söyledi onu.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Sayın Selahattin Demirtaş'la ilgili bugün verilen AİHM kararı çok nettir ve bu karar uygulanmak zorundadır. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiyle, Avrupa Birliğiyle ve Avrupa Konseyiyle sözleşmesi çok açıktır, Türkiye Anayasası'nın 90'ıncı maddesi de bunu bağlamaktadır ve iç hukuk ile dış hukukun uyuşmadığı yerlerde AİHM kararları geçerlidir ve uygulanması zorunluluğu vardır; dolayısıyla bu kararın da uygulanması zorunludur, sadece Demirtaş'la ilgili değil, başta Leyla Güven olmak üzere bütün milletvekili arkadaşlarımız için de uygulanmak zorundadır.

Sevgili arkadaşlar, AKP'nin antidemokratik uygulamaları sadece bu kesimi, bizleri hedef almıyor, diğer taraftan da mensubu olduğum biz Alevi toplumunu da hedef alıyor. Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında bizim Avrupa Alevi hareketi, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu hedef alındı ve bunların Alman devletiyle iş birliği yaptığı, Türkiye'yi bölmeye yönelik faaliyetler yürüttüğü ve bunların Ali'siz Aleviliği yaymaya çalıştığı üzerinden bir hedef alma söz konusu oldu. Bu sadece televizyonda konuşan Genelkurmay Eski İstihbarat Başkanının sözleri değildir, aynı zamanda Tayyip Erdoğan da 2015 yılında bizim 25'inci Dönem Milletvekilimiz Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker için de aynı şeyleri ifade etmişti. Ve Hüseyin Mat, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu mevcut Başkanıyla bugün görüştüm, kendisinin söylediği şudur: "Biz bu iddiada bulunanları istedikleri her ortamda tartışmaya davet ediyoruz, istedikleri televizyon kanalında ya da istedikleri mecrada." Bu hamle tamamen Alevilerin içine yönelik oynama hareketidir. Avrupa'daki Aleviler orada darıyla demiyle, sazıyla sözüyle, divanıyla inancıyla, itikadıyla, yoluyla, erkânıyla inançlarını yürütmektedirler ve inançlarını yürütürken de Almanya hükûmetinin, diğer Avrupa ülkelerinin tüm inançlara sağladıkları imkânları aynı eşit koşullarda kullanmaktadırlar. Buradakilerin, sizlerin esas zoruna giden, Alevilere verilmeyen buradaki hakların orada verilmiş olması ve orada Alevi toplumunun eşit bir şekilde inancını, ibadetini yerine getiriyor olmasıdır. Çünkü, bu topraklarda siz, Alevileri kendi inançsal çerçevenizde bir yere oturtmaya çalıştınız, bir tanım biçtiniz, o tanım oturmadı ve bunun itirafını 2007 yılında Diyanet İşlerinden sorumlu Başkanı Sait Yazıcıoğlu ifade etti. Dedi ki: "Biz Alevilere bir tanım biçtik, bir tanım yaptık ama bu maalesef olmadı." dedi. Çünkü sizin istediğiniz tanım kendi Ali'nizi ve Aleviliğinizi yaratmaktı, bu da Alevi gerçekliğine uygun düşmüyordu. Oradan kaynaklı olarak, dernekler kurdurdunuz, Fetullah Gülen cemaatiyle birlikte dernekler kurdurdunuz ve bu derneklere karşı çıkan bizlere de dediniz ki: "Siz Ali'siz Alevi'siniz." Ondan sonra bu dernekleri 15 Temmuzdan sonra kapattınız. 15 tane Alevi derneği 15 Temmuzdan sonra kapatıldı. Sebebi neydi? Sebebi, bunların FETÖ'cü olmalarıydı yani -bizim dediğimiz gibi- bunların aslında Alevilikle bir alakaları olmamalarıydı. O yüzden bizi o gün onlarla yan yana Ali'siz Alevilikle suçlayanlar bugün de Avrupa'da yaşayan ve inançlarını, ibadetlerini özgürce yaşayan Avrupa Alevi toplumunu da aynı şekilde suçluyorlar. Ne ilginçtir ki kapattıkları Alevi derneklerine yani FETÖ'cü Alevi derneklerine de aynı suçlamayı yaptılar, dediler ki: "Onlar Türkiye'de Ali'siz Alevilik yaratmak istiyordu, bu yüzden kapatıldı."

Sevgili dostlar, sayın milletvekilleri; netice itibarıyla, biz laikliğin gerçek anlamda uygulanmasını, Türkiye'deki bütün inançların özgür bir şekilde yaşamasını talep ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın Sayın Milletvekili.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Dolayısıyla Avrupa Alevi hareketini ya da Alevi temsiliyetinde yer alan kurumlarımızı hiçbir şekilde ötekileştirmek kimsenin faydasına değildir. Bunlar Avrupa'da özgürce inançlarını, ibadetlerini yaşarken biz kendi vatanımızda, kendi topraklarımızda bu inancımızı özgürce yaşayamazken, ibadethanelerimiz, cemevlerimiz ibadethane sayılmazken bunların kabul edildiği, sayıldığı yerlerde bu tür suçlamaları yapmak buradaki Alevi toplumunu da yok saymanın başka bir yönüdür, kriminalize etme çalışmasının başka bir boyutudur, bundan vazgeçilmesi gerekiyor.

Son olarak şunu söylüyoruz ki: Aleviler vardır, Alevilik haktır.

Eyvallah. (HDP sıralarından alkışlar)