GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:22
Tarih:27.11.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, helikopter kazasında şehit olan askerlerimize rahmet, kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Teklifi genel itibarıyla destekliyoruz. Bununla birlikte, çevre meseleleriyle ilgili görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bizim medeniyetimiz ve kültürümüz çevre konusunda bir şuur medeniyetidir. Hem kültürümüz hem de inancımız açısından bu böyledir. İnancımızda da çevrenin, suların, havanın temizliği, ağaç sevgisi ve benzeri hususlarda burada tek tek açıklayamayacağımız kadar çok ayetikerime ve hadisişerif vardır.

İnancımıza göre, yeryüzü ve gökyüzü ile ikisinin arasındaki her şey Allah'a aittir yani inancımıza göre çevre Allah'ın eseridir. Onu korumak, Allah'ın eserini korumaktır. Buradan hareketle diyebiliriz ki: Çevrenin korunması, Allah'ın yarattığı bir emanet olarak bizim sorumluluğumuza verilmiştir.

Hazreti Peygamber'in birçok hadisinde de çevrenin önemi vurgulanmıştır. Peygamberimiz'in, başta ağaçların, bitkilerin, kuşların, hayvanların, toprağın, havanın ve suyun kendi hakları olduğunu, tahrip edilmemesini, aşırı kullanılmamasını ve suistimal edilmemesini öğütleyen çok sayıda hadisişerifi vardır. Bu hadislerden birisi şöyledir: "Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile bir ağaç dikin." Bugün nefislerimizi bu hadis doğrultusunda sorgulamamız gerekiyor. Biz yeşile, doğaya, ağaca bu kadar ehemmiyet veren bir peygamberin ümmetiyiz. İşte, medeniyetimizin çevre ahlakının ve şuurunun temeli bu inanç ve bu anlayıştır.

Biz "Yaş kesen baş keser." ve "Ormanlarımdan bir dal kesenin kolunu keserim." düsturunu iman hâline getiren ecdadın ahfadıyız. Cami önünde, ev avlusunda, dam başında, mezarlıklarda veya dağ başlarında, su içsinler diye kuşlar veya hayvanlar için suluk yapan, evinin temelini attığı anda avlusuna ağacını diken, eviyle birlikte kuş evlerini de inşa eden bir kültürden geliyoruz. Medeniyetimizde ve tarihimizde doğaya duyulan saygıyla ilgili anlatılacak çok sayıda hikâye, verilecek çok sayıda örnek vardır. Mesela, Atatürk'le ilgili, hepimizin bildiği bir yürüyen köşk örneği vardır. Buna göre, köşkün yanındaki çınar ağacının dalları köşkün camlarını kıracak kadar duvarlara baskı yaptığı için çınarın dallarının kesilmesi gündeme gelmiştir. Atatürk konudan haberdar olmuş ve ağacı kesmek yerine köşkü kaydırtmıştır. Peki, bugün böyle miyiz? Cami avlusundaki kuş suluklarını betonla dolduran belediyeler hangi medeniyetin temsilcileridir? Hayvanlara işkence eden, onlara her türlü katliamı ve kötülüğü yapan nesil hangi kültürde yetişmiştir? "Yaş kesen baş keser." anlayışından yazlık saray için 50 bin ağaç kesen anlayışa ne tez evrildik ve bu yeni zihniyet hangi medeniyeti temsil etmektedir? Mesela, zeytin, zeytin ağacı, kitabımızda üzerine ant içilen bir nimettir. Zeytinden 5 surede, 6 ayette bahsedilmektedir. Zeytin sadece bizim inancımızda ve kültürümüzde değil, bütün inanç ve kültürlerde de mübarek bir nimet ve "ölümsüzlük ağacı" olarak algılanır. Mesela, Homeros'un İlyada Destanı'nda zeytinle ilgili olarak şöyle bir bölüm vardır. Olay, Homeros'un dinlenmek için zeytin ağacına yaslanması sırasında cereyan eder ve zeytin ağacı Homeros'un kulağına şöyle fısıldar: "Ben hem herkese aitim hem hiç kimseye ait değilim, senden önce de buradaydım, senden sonra da burada olacağım." Tekrar ediyorum: "Ben hem herkese aitim hem hiç kimseye ait değilim, senden önce de buradaydım, senden sonra da burada olacağım." Bu tirat, aslında bir çevre felsefesidir. Çevreye ait hiçbir şey bize ait değildir. Biz nöbetçi, emanetçileriz ve görevimiz çevreyi aldığımız gibi bir sonraki nesle devretmektir. Bütün inançlar ve kültürler zeytine bu şekilde yaklaşırken zeytinlikleri kesip yok edecek maden aramayla ilgili kanuni düzenleme gayretleri neyi ve kimi temsil etmektedir? Bilmemiz gereken şudur: Bizler çevrenin, doğanın ve doğal yaşamın sahibi değiliz. Hepimiz doğanın, doğal varlıkların emanetçisi konumundayken el birliğiyle emanete ihanet ediyoruz, bu anlayışı ve doğal güzelliklerimizi gelecek nesillere aktarmak yerine onlara büyük sorunlar bırakıyoruz, çocuklarımıza yaşanılmaz bir çevre bıraktığımızı görmüyoruz.

Değerli milletvekilleri, kabul etmememiz gerekir ki bugün topraklarımız, ormanlarımız, derelerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz ve denizlerimiz ölüyor, biz öldürüyoruz. İnancımız ve kültürümüz gereği sadece emanetçi ve korumakla yükümlüyken biz doğaya düşmanca, vahşice davranıyor ve onu yok edip öldürüyoruz. Bu hususta Türk edebiyatının büyük edibi Yaşar Kemal şöyle demektedir: "En büyük vatanseverlik toprağını korumaktır, sevmektir. Vatan kurtarılabilir ama ölmüş bir toprak diriltilemez." Bu bakımdan, öldürdüğümüz, yok ettiğimiz birçok doğal varlığı tekrar diriltemeyeceğimiz hususunu bir an olsun aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.

Ülkemizdeki kuş türleri yok oluyor. Nice hayvanın nesli tükendi ya da tükeniyor. Türkülerimize damga vuran telli turna yok olmak üzere. Denizlerimizde de balık çeşitliliği bitiyor. Ulu doğan, bozkır kartalı, Akdeniz foku, alageyik, Anadolu leoparı, Apollo kelebeği gibi coğrafyamıza renk veren, can veren bir sürü hayvan türünü yok ettik ve yok etmeye de devam ediyoruz. Çevreye ve doğaya bakışımız siyasetüstü bir anlayışla şekillenmelidir. Çünkü topraklarımız, denizlerimiz, ormanlarımız hepimizindir hatta sadece bizim değil, bütün canlıların, insanlığın ortak malıdır. Ancak bu anlayışla doğayı kurtarabilir ve çocuklarımıza yaşanabilir bir vatan bırakabiliriz, bırakmalıyız da.

Değerli milletvekilleri, hesaplamalara göre, 2030 yılında 100 milyonluk nüfusla su fakiri bir ülke olacağız. Sadece yağışlar azalacağından dolayı değil, su kaynaklarımızı kötü kullandığımız için bu, böyle olacak. Mesela çok sayıda gölümüz kurudu, eskiden var olan birçok göl bugün yok, çok sayıda göl ise kuruma, yok olma tehdidiyle karşı karşıyadır. Çevre sorunlarımızın en büyüğü çevre kirliliğidir, en fazla kirlilik ise sularımızdadır. Ege'de, Marmara'da ve İç Anadolu'daki dere ve göllerin tamamı kirlenmiş durumdadır. Bu dere ve göller, birinci sınıf temiz yüzey suyu olma vasfını yitirmiş durumdadırlar. Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Kızılırmak, Sakarya, Bakırçay ve Susurluk Nehirleri açık birer kanalizasyona dönmüş durumdadır. Çevre Mühendisleri Odasına göre, yüzey sularımızın yüzde 80'i kirlenmiş durumdadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde evsel ve kentsel atık suların yeniden kullanım oranı yüzde 1'in altındadır. Yani bu suların yüzde 99'unu dönüştüremiyoruz çünkü atık su arıtma tesislerimizin sayısı az ve olanlar da verimsiz çalışıyor. Arıtma tesisi yetersizliğiyle denizlerimizi, topraklarımızı ve yer altı sularımızı kirletiyoruz. Aktif organize sanayi bölgelerinin yarısından fazlasının atık su arıtma tesisi yok. Ergene Nehri'ni tamamen kaybettik, nehirden bugün tamamen zehir akıyor desek yeridir çünkü 2.600 tesis, atıklarını arıtmadan bu nehre boşaltıyor.

İçme suyu arıtma tesislerimiz de kötü durumdadır. Bugün musluktan su içen kimse kalmadı desek yeridir.

Teklifteki poşetlerden bedel alınması, konuya önem vermek açısından iyi niyetli bir yaklaşımdır fakat yetersizdir. Tek kullanımlık poşetlerin üretimini de kısıtlamamız gerekmektedir. Ayrıca, doğada daha kolay çözünen ve bezden yapılan torba veya file gibi ürünlerin üretilmesini ve kullanılmasını teşvik etmemiz gerekmektedir.

Günümüzün en büyük küresel tehdidi olan iklim değişikliği konusunda Paris Anlaşması'nı imzaladık fakat henüz yüce Meclisimize getirmedik. Paris Anlaşması'nı Meclisimizden geçirmemiz gerekmektedir. Bu, milletimizin insanlığa karşı bir sorumluluğudur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ergun, bir dakika ilave süre veriyorum.

Buyurun.

METİN ERGUN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

1.500 kilometre kıyısı olan Muğla, deniz kirliliğinin en çok etkilendiği illerimizden biridir. Muğla'nın koyları ve sahilleri teknelerin ve gemilerin sintine ve yakıt atıklarıyla kirlenmeye başlamıştır. Bu teklif meseleye çeşitli cezai yaptırımlar getiriyor ama bu cezalar caydırıcı değildir. Arzumuz şudur: Denizlerimizi kirletenlere caydırıcı yaptırımlar koyalım ki kimse denizlerimizi kirletmeye cesaret edemesin.

Şüphe yok ki çevre meselesine hukuki çözümler gerekiyor fakat sadece hukuki çözümler yetmez; bu, her şeyden önce, bir bilinç ve eğitim meselesidir. Öncelikle kendimizden başlayarak ilkokuldan itibaren çocuklarımızı çevre ve doğa bilinciyle ilgili yoğun bir eğitime tabi tutmamız ve onların bu bilinçle, bu anlayışla yetişmesini sağlamamız gerekmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)