| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ve Birleşmiş Milletler Arasında En Az Gelişmiş Ülkeler İçin Teknoloji Bankası Kurulmasına Yönelik Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 29.11.2018 |
HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tabii, az gelişmiş ülkeler için kurulan bu teknoloji bankasıyla ilgili anlaşma konusunda bizim herhangi bir şerhimiz de olmadı, Komisyonda da olmadı. Bu tartışma vesilesiyle, biraz Türkiye'nin Avrupa'yla olan ilişkilerine dair birkaç ifadede bulunduktan sonra Türkiye'de çok önemli bir mesele olan adaletsizlik sorununa dair birkaç örnek paylaşıp Genel Kurulu selamlayarak bitireceğim konuşmamı.
Şimdi, arkadaşlar, biliyorsunuz, Türkiye, 2017 yılının Nisan ayında Avrupa Konseyi tarafından izleme sürecine alınmıştı; yoğunlukla Türkiye'de yaşanan insan hak ihlalleri, demokratik kurumların işlememesi, hukuk devleti gibi birtakım kriterlerle değerlendirmeye tabi tutulmuş, izleme sürecine dâhil edilmişti. Yakın zamanda raportörler buraya gelecekler. Muhtemelen nisan ayı içerisinde bu konuda, Türkiye-Avrupa Konseyi ilişkileri konusunda ciddi bir tartışma yürütülecek. Yine, yakın zamanda Avrupa Birliğinin Dış İlişkilerinden Sorumlu Yüksek Temsilcisi Mogherini ile Genişlemeden Sorumlu Komiseri Hahn buradaydı. Yine, yakın zamanda Avrupa Parlamentosunun, Türkiye'yle müzakerelerin resmî olarak askıya alınmasını öneren raporları biliyorsunuz çıktı, gündemleşti. Öyle görünüyor ki önümüzdeki dönemde Türkiye ve Avrupa arasındaki ilişkilerdeki bu gerilim bu şekilde belki daha da artarak devam edecek.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, biz bu ilişkilere baktığımız zaman çok temel tartışma konusu: Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü. Şimdi, burada birçok kişi evet "Avrupa da demokrasi, insan hakları, hukuk konusunda çok ikiyüzlü davranıyorlar." diyebilir; doğrudur, birçok konuda da davranıyorlar yani bunun aksini söyleyecek değiliz. Fakat bu tartışmalar Türkiye'de bazı adaletsizliklere bakmayı zorunlu hâle getiriyor. Şu an bizim de gündemimizde olan bazı meseleler var, yüce Meclisin dikkatine sunmak istiyorum. Çünkü bunlar her yerde konuşuluyor arkadaşlar. Bir örnek: Kıymetli arkadaşlar, Bitlis'te geçen sene -bilenler vardır, bilmeyenler vardır- 267 cenaze mezarlardan çıkarılıp İstanbul'da Adli Tıbba gönderildi ve ailelerinin bilgisi dışında, avukatların bilgisi dışında, herhangi bir yasal prosedüre tabi olmadan. Bu cenazelerden sadece 2'si ailelerine verildi ve 265 aile şu an devletin o cesetleri nereye götürdüğünü, ne yaptığını, ne zaman vereceğini sürekli olarak bize soruyor. Bu cesetlerin İstanbul'da, Adli Tıpta olduğu söyleniyor ama yani bu cesetlere reva görülen bu uygulama, bu vahşet bütün ilgililer için söylüyoruz artık gerçekten ahlaksızlık seviyesini aşmış durumda. Bu cenazelerin bir an önce ailelerine teslim edilmesi gerekiyor. İşte, dışarıda Türkiye'nin karnesi konuşulduğu zaman konuşulan şeylerden bir tanesi bu.
İkinci bir mevzu kıymetli arkadaşlar hukuku ilgilendirdiği için; Tahir Elçi, Kıymetli Tahir Elçi Diyarbakır Baro Başkanı iken televizyonda söylediği bir söz yüzünden önce lince tabi tutuldu medya tarafından, iktidar tarafından, sonra çok sevdiği Dört Ayaklı Minare'nin önünde katledildi. O dönem Hükûmetin yetkilileri, Başbakan dâhil, Tahir Elçi'nin nasıl öldürüldüğünü ortaya çıkaracağız sözünü verdi. Üç yıldır, üç yıldır Tahir Elçi'nin öldürülmesi konusunda, canlı yayında öldürüldüğü hâlde, birçok kamera açık olduğu hâlde, polis kameraları dâhil birçok kamera açık olduğu hâlde hâlâ dava açılmamıştır. Elçi cinayetine, katliamına yönelik sürdürülen soruşturmada 2 başsavcı ve 4 savcı değişmiş şu ana kadar. Bu cinayet mahallini gören kameraların her nedense çalışmadığını söylüyor polis, vurulma anının da olduğu polis kamerasında 13 saniyelik bir kısım bir şekilde kesilmiş, silinmiş durumda, cinayet sokağındaki 30 polisin silahlarına yönelik kriminal inceleme yapılması talebi kabul edilmemiş, vesaire, vesaire... Kızı Nazenin, Tahir Elçi'nin kızı -dünyalar güzeli bir kızı var- babası gibi avukat olmak istiyor ve Nazenin yazdığı bir mektupta şöyle bir ifadede bulunmuş, demiş ki: "Bu ülkede adaletin yerini bulacağını düşünmek aptallık." Avukat olmak isteyen, babası hukukçu olan bir genç kızın söylediği ifade bu.
Kıymetli arkadaşlar, üçüncü bir mevzu; Leyla Güven Vekilimiz, kıymetli yoldaşımız, başkanımız, ablamız, büyüğümüz 7 Kasımdan itibaren İmralı'daki tecridi protesto etmek için -kendine ait herhangi bir talebi söz konusu değil, tahliye talebi bile istememiş, talep etmemiş- bu durumu protesto etmek için yirmi iki gündür açlık grevinde.
Bu İmralı meselesi, Sayın Abdullah Öcalan meselesi biliyorum, çok ağır bir konu, herkesin sürekli hiddetlendiği bir konu ama bir şekilde konuşulması gereken de bir konu. Öncelikle şunu söyleyelim: Mahkemesi, cezası, şunu, bunu ne olursa bakın, üç yıldan fazladır ailesiyle, avukatlarıyla, hiç kimseyle görüştürülmüyor. Burada hukukçu arkadaşlar da var, tamamen Anayasa'ya da, hukuka da uluslararası hukuka da aykırı bir şekilde ve koca bir devlet diyoruz -yani bugün de çok dinledik Türkiye Cumhuriyeti devletinin ne kadar büyük olduğuna dair onlarca retorik biz burada dinledik- koca bir devlet kaç yıldır bir koster bozuk hikâyesinin arkasına saklanarak bu durumu süreklileştirmeye çalışıyor. Koca bir devlet bozuk bir kosteri on yıldır bir türlü bir tamir edemedi. Yani böylesine basit, böylesine ucuz birtakım gerekçelerle bu kadar hassas bir konunun üzeri kapatılmaya çalışılıyor.
Leyla Güven, bizim kıymetli yoldaşımız, ablamız. Biz kendisini saygıyla selamlıyoruz buradan. Kendi talebini sonuna kadar sahipleniyoruz. Tecrit bir insanlık suçudur, hiç kimseye uygulanmaması gerekiyor ve Türkiye'de yaşayan herkesin lehinedir bu tecridin bir an önce kaldırılması ve siyaseten kimi normalleşme adımlarının atılması gerekiyor.
Son olarak, kıymetli arkadaşlar, tabii ki Kıymetli Eş Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'la ilgili AİHM kararına değinerek kapatmak istiyorum. AİHM kararı biliyorsunuz çıktı, karar açık, net, uygulanması gerektiğini söylüyor. Gerçi Hükûmet kanadından buna dair başka argümanlar falan sunuluyor.
Kıymetli arkadaşlar, Selahattin Demirtaş'ın ceza aldığı davanın delillerini lütfen... Bakın, Türkiye'de siyaset yapıyorsunuz, Selahattin Başkanı sevebilirsiniz, gıcık olabilirsiniz ama önemli bir siyasal figürdür. Ceza almış, milletvekiliyken yaptığı bir konuşma üzerine ceza almış. En azından açıp o konuşmada, ceza aldığı konuşmada ne dediğine bir bakmanızı istiyoruz. Konuşma var, size gönderebiliriz. 6,5 sayfalık konuşmasının çevirisini, İngilizce çevrisini ben kendim yaptım, onun için her bir noktasını çok detaylı okudum, burada avukat arkadaşlar da var. Demiş ki Selahattin Başkan: "Paris'te öldürülen 3 Kürt kadının anısı önünde -Nevroz konuşması- saygıyla eğiliyorum." Bir de o dönem, işte, savaş çığırtkanlığı yapanlara, "Kandil'i düz ederiz, orayı dağıtırız." diyenlere karşı söylediği de şu -ikinci delil- demiş ki: "Bu kadar savaş çığırtkanlığı yapanlara ben diyorum ki: 'Gidin, elinizde G3 piyade tüfeğiyle gece Şırnak'ta, orada burada nöbet tutun, bakın, yoksul halkın çocukları askerliği nasıl yapıyor. Ondan sonra oturup böyle militarist naralar atın." Bu ikisi, bu iki ifade yüzünden dört yıl sekiz ay hapis almış ve aldığımız bilgilere göre, bu AİHM kararının bir gün öncesi hemen istinafta 700 sıra atlatarak bir şekilde davasını, işte, kesin hükme bağlamaya çalışan bir Hükûmet var. Zaten Cumhurbaşkanı ilk anda ifade etti, "Biz bu kararı tanımayız, bu karar bizi bağlamaz. Biz hamlemizi yaparız, işi bitiririz." dedi. Artık, hukuktan, uluslararası hukuktan, Anayasa'dan, kendi hukukundan ne kadar anladığı zaten ortadadır.
Kıymetli arkadaşlar, bu mesele, tabii, sadece Selahattin Demirtaş'la ilgili bir mesele değildir, diğer Eş Başkanımız Figen Yüksekdağ var, tutuklu vekillerimiz var, tutuklu siyasetçiler var, var da var yani insanlar ifade ettikleri düşünceleri yüzünden, siyasetçiler, dokunulmazlığı olan siyasetçiler bu düşünceleri yüzünden hapse atılıyorlar. Türkiye'deki -bana sorarsanız- en büyük terörizm budur, en büyük şiddet üretme budur. Niye söylüyoruz bunu?
Başkan, zaman bitiyor, bir dakikada toparlayabilir miyim?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, Türkiye'de siyaset yapmanın bütün kanallarını kapatırsanız, Tahir Elçi ölürse, Leyla Güven cezaevine girerse, Selahattin Demirtaş bir konuşma yüzünden beş yıl hapis alırsa biz bunu böyle çoğaltabiliriz yani demokratik siyasetin bütün kanallarını siz tıkarsanız bu toplumda daha fazla toplumsal ve siyasal şiddet üretmekten başka hiçbir şey yapmazsınız. Dolayısıyla, hayırlı olan, az önce bahsettiğim, bu cenazelerin ailelerine verilmesi, Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılması, Leyla Vekilimizin talebinin yerine getirilmesi, tecridin ortadan kaldırılması ve Selahattin Demirtaş hakkında verilmiş bu kararın bir an önce uygulanması gerekiyor. Hayırlı olan budur, aksi hâlde, bu zulüm biraz da şöyle demektir, bu zulüm: Aslında bir çukur kazılıyor, her zulüm bir kazmayla çukuru biraz daha derinleştiriyor. Zulüm, eninde sonunda döner sahibini vurur.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)