GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:29
Tarih:11.12.2018

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ediyorum Başkan.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerine partim Halkların Demokratik Partisi adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu, Genel Kurulun sevgili emekçilerini ve ekranları başında bizleri izleyen sevgili yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, arkamızdaki duvarda "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." yazıyor. Ne yazık ki durum böyle değil; yeni rejimle birlikte Parlamentonun gücü ve etkisi elinden alındı, demokratik parlamenter sistem adım adım tasfiye ediliyor. Her kararın saraydan alındığı yeni düzende Meclis karar ve yetki sahibi değildir. Meclis, saraydan gelen torba yasaları, KHK'leri, OHAL Yasası'nı onaylayan, noter gibi önüne gelen her teklifi kabul eden bir yapıya dönüştürüldü. Parlamento, yasama denetiminin yapıldığı bir yerdir. Başkanlık rejimiyle Meclisin bu yetkisi elinden alındı. Gensoru verilemiyor, yürütmeden hesap sorulamıyor, denetim mekanizmaları kaldırıldı, muhalefetin konuşma süreleri kısıtlandı. Getirilen kanun teklifleri, çoğunlukçu anlayışla, demokratik bir tartışma imkânı verilmeden yasalaştırılıyor. Partimizin ve diğer muhalefet partilerinin verdiği işsizlik ve yoksulluk da dâhil olmak üzere tüm araştırma önergeleri çoğunlukçu anlayışla reddediliyor. Emeklilikte yaşa takılanların sorunlarının araştırılması bu Mecliste reddedildi. Bu Meclis, sarayın onayı olmadığı için emeklilik bekleyenlerle ilgili yasayı çıkartamadı. Toplumsal sorunların araştırılması, çözüm politikalarının üretilmesi bu Meclisin asli görevi olmasına rağmen bunun önü kapatılıyor.

Bu Mecliste işsizlik nedeniyle bir vatandaş intihar girişiminde bulundu, Meclisin kapısında bir vatandaş kendisini yakmaya kalktı. Vatandaş çözüm bekliyor, çözüm olarak Meclisi görüyor, sesini duyurmaya çalışıyor. Peki, Meclis ne yapıyor? Meclis gözlerini kapatıyor, kulaklarını tıkıyor. Bırakın diğer vatandaşları, bu Meclis, kendi çalışanlarının sorunlarını dahi çözemiyor. Yeni kadroya aldığını iddia ettiği taşeronların özlük hakları maalesef aynı işi yapanlarla aynı değil. Yardımcı hizmetler sınıfındaki personelin özlük hakları düzenlenmiş değil. Meclisteki sözleşmeli personelin kıdem tazminat hakkı yok sayılıyor ama Meclis har vurup harman savurmaya devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, oysa geçmişte, özellikle AB'ye uyum yasaları kapsamında önemli demokratikleşme yasaları çıkarıldı. İdam cezası kaldırıldı, 1 Mart tezkeresi geçirilmedi. Parlamentonun bir ağırlığı, bir saygınlığı ve etkinliği vardı. Halk, çözüm yeri olarak Meclisi görüyordu. Şimdi, yeni sistemle, Parlamentonun bütün özgül ağırlığı ortadan kaldırılıyor. Buradaki iktidar çoğunluğu, Meclis sarayın önüne çıkmasın diye, etkin olmasın diye çaba sarf ediyor.

Bugün Parlamentoda ve dışarıda olması gereken seçilmişlerimizin cezaevlerinde hukuksuz bir biçimde tutuluyor olması egemenliğin halkta değil muktedirlerin elinde olduğunu gösteriyor. Her şeyden önce, yargı, Parlamento üzerinde bir vesayet kurmaktadır. Milletvekillerimiz yargılanıyor, mahkemeler ceza veriyor, yargı Meclisin üzerine çıkarılıyor. Saray rejimiyle kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kaldırıldığı için yargı ve güvenlik mekanizması Meclisin üzerinde hareket ediyor. Seçilmişler halkın iradesini temsil eder ama yargı bu temsiliyeti engelliyor, Meclis de buna seyirci kalarak kendi itibarını ortadan kaldırıyor. STK'lerden medya kuruluşlarına, derneklerden kültür kurumlarına varıncaya kadar KHK'lerle kapatılan kurumların faaliyetlerinin yürütülebilmesine olanak sağlayan yasaları bu Meclis çıkarmışken KHK'leri onaylayarak Meclis kendi çıkardığı yasaları ortadan kaldırdı, kendi kendisine darbe yaptı.

Yine, bugün, OHAL kaldırılmış olmasına rağmen, uygulamaları fiilen devam etmektedir. Demokratik eylem ve etkinlikler yasak, grev yasak, her şey yasak. Meclisin onayladığı KHK'lerle sağlık kuruluşları, üniversiteler, vakıflar, dernekler ve yayın organları kapatılmıştır. Toplamda 127.244 kişi kamudan ihraç edilmiştir. Meclis KHK'leri yasalaştırırken bu yasakları, işten çıkarmaları, işsizliği, yoksulluğu onaylamış oluyor. İşte, Parlamentonun getirildiği durum budur. Çağdaş demokratik sistemde parlamentolar, demokratik dönüşümlerde, özgürlük alanlarının genişletilmesinde, hukuk sisteminin yerleştirilmesinde etkin rol oynarken bizde Meclis demokratik alanın ve özgürlüklerin daraltılması için bir rol oynuyor. Meclis, yasakçı, baskıcı, otoriter sistemin bir aracına dönüştürülüyor.

HDP olarak verdiğimiz birçok önerge ve kanun teklifi, içerdiği ifadeler gerekçe gösterilerek, yasakçı anlayışın sonucu olarak reddediliyor. Milletvekillerimizin Meclis kürsüsünde kullandığı kendi ana dilindeki kelimeler tutanaklara "bilinmeyen bir dil" olarak geçiyor. Bu, demokrasi ayıbıdır, en hafif deyimiyle ana dillere nezaketsizliktir. Parlamento bu geri düzeyi, demokrasiyle bağdaşmayan durumu aşmak durumundadır, aksi takdirde etkinliği de saygınlığı da kalmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerine 1 eksik vekille başlıyoruz ve Sevgili Leyla Güven burada olsaydı mutlaka bu bütçeye dair edeceği birkaç kelam vardı. Leyla Güven 24 Haziranda seçilmiş bir milletvekili ve Hakkâri halkının iradesidir. Tamamen hukuksuz ve haksız bir şekilde cezaevinde tutulmaktadır. Selahattin Demirtaş kararında olduğu gibi, AİHM'in 5'inci ve 18'inci maddelerinde ihlal tespit ettiği gibi, Güven'in durumu da aynıdır. Dokunulmazlığı vardır, cezaevinde tutulması bu Meclisin üyesinin yasama faaliyetinin engellenmesi demektir. Bu durum, Anayasa'ya ve uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Bir yerel mahkeme Meclise ve yasama organına tahakküm etmektedir. Meclis Başkanı Meclisin üyesi olan vekil hakkında adım atmıyor, Leyla Vekilin hakkına sahip çıkmıyor, onu seçen yurttaşların iradesine sahip çıkmıyor.

Leyla Vekilimiz barışa, demokrasiye, adalete ve bir arada yaşama iradesine yönelik uygulanan tecride son vermek için şu anda otuz dört gündür açlık grevinde. Tecride son vermemek, barış ve demokrasiyi yok saymaktır. Herkesin bildiği gibi, Türkiye ve Orta Doğu coğrafyasına barış ve demokrasinin gelmesi için öncelikle tecridin kaldırılması ve Kürt meselesinin çözülmesi gerekiyor.

Bakınız, hukuku ayaklar altına alan AKP iktidarı, hukuksuzluğu Sevgili Eş Genel Başkanımız Demirtaş'la ilgili AİHM kararında da sürdürdü. Türkiye'nin yapması gereken, bu karara uymak, Sevgili Demirtaş ve arkadaşlarımızı derhâl serbest bırakmaktı. Ellerindeki yargı ise, AKP Genel Başkanından aldığı talimatla, sadece bu ülkeye barış gelsin diye mücadele veren Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder arkadaşlarımızın yargılandığı davadaki kararı onadı. Bu, nasıl bir adaletsizlikle karşı karşıya geldiğimizin göstergesidir. Mahkemenin karar vermesinin tek nedeni AİHM kararını baypas etmektir.

Bugün, Demirtaş ve Önder'in hapiste olmasına neden olan olaylar, yüklenen suçlar, devletin izni ve onayıyla gerçekleşmiş olgulardır. Demirtaş ve Önder'e verilen cezanın gelişim süreci de bir hayli ilginçtir. Ceza, hepinizin bildiği üzere, 2013 yılı İstanbul "Nevroz" mitinginde yapmış oldukları konuşmalardan dolayıdır, söylememiş oldukları sözlerden dolayıdır. O "Nevroz"da barış mesajları verilmişti fakat barışa ceza verildi. Bakın, o dönem gazetelerin birinci sayfalarında İstanbul'daki mitingle ilgili mesajlar barışçıl bulunmuştu. Hürriyet gazetesi o gün atmış olduğu manşette "Barış 'Nevroz'u" demişti. "İstanbul'da BDP'li Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder ve Sebahat Tuncel barış mesajları verdi." şeklindeydi, o günün gazeteleri "'Nevroz' ateşi barış için yakıldı." diyordu. Mitingi izleyen polisler suç unsuru tespit etmemişken, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı bir muhbirin suç duyurusunu fezlekeye çevirip soruşturma açıyor. O dönem Adalet Bakanlığı hangi suçun oluştuğu belirtilmediği için dosyayı iade ediyor ancak savcı ısrarcı, bu kez "örgüt üyeliği" suçu ekleyerek dosyayı tekrar gönderiyor fakat fezleke dokunulmazlık engeline takılırken dosyadan yargılanan DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel beraat ediyordu.

Bu arada 15 Temmuz darbe girişimi yaşanıyor. Şimdi dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum değerli arkadaşlar: Muhbir, davayı açan 2 savcı ve tutanağı hazırlayan polis şu anda FETÖ'den dolayı mesleklerinden ihraç edilmiş durumdalar, kimisi içeride ancak AKP'nin yargısı AKP Genel Başkanının "AİHM kararını tanımıyoruz, karşı hamlemizi yapar, yolumuza devam ederiz." talimatını alıyor, Sayın Demirtaş ve Sayın Önder'in cezasını onaylıyor. Bu cezanın beş yıl sonra verilmesi, sadece hukuk açısından değil, bu devletin meşruluğu açısından da son derece vahimdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Sayın Başkan, çok az kaldı, tamamlayacağım.

BAŞKAN - Devam edin.

Buyurun.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Muhbir FETÖ'cü, savcılar FETÖ'cü, tutanak düzenleyen polisler FETÖ'cü, mahkeme talimatlı ama siz onların kararlarıyla, siyasi rakiplerinizi yargı sopasıyla demokratik siyasetin dışına itiyorsunuz. Ama şunu bilin ki yeryüzünde bir tek HDP'li kalsa bile asla ve asla size biat etmeyecek, asla ve asla size diz çökmeyecek, Selahattin Demirtaş kâbusunuz olmaya devam edecek, HDP'liler kâbusunuz olmaya devam edecek.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)