GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:29
Tarih:11.12.2018

HDP GRUBU ADINA ADNAN SELÇUK MIZRAKLI (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarımız; isterdik ki AK PARTİ sıralarında da çok sayıda milletvekili arkadaşımız bulunsaydı, "Muhalefet ne söylüyor?"u canla başla dinleyebilmiş olsaydı. Muhalif medyayı takip etmediğiniz gibi, muhtemelen, arkadaşlarınız da muhalif milletvekillerini dinlemek istemiyorlar; onun için, bütçe gibi önemli bir ayraçta burada bulunmuyorlar diye ben yorumluyorum.

Şimdi, tabii, benim başlığım belli; Millî İstihbarat Teşkilatı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği üzerine bir değerlendirme olarak gözüküyor ama ben bütçe kalemlerini incelerken ilginç bir durumla karşılaştım, onu da buradan söylemek istiyorum. Bu ödenekler tarif edilirken özellikle, 15 Temmuz darbe girişiminde geceleyin Sayın Cumhurbaşkanına olayı haber veren, en iyi istihbaratı yapan eniştesine bir ödenek ayrılmamış, onu hatırlatmak istedim. Çünkü ülkede istihbarat teşkilatlarına, tarih itibarıyla baktığınız zaman, Sayın Süleyman Demirel'in Başbakanken "Ya, MİT bize darbeyi haber vermedi." dediğinin bir benzerinin aynı şekilde, işte, 15 Temmuz vesilesiyle tekrar yaşanageldiğini gördük. Ve öyle bir şey ki buna ilişkin o kadar çok sayıda örnek var ki -çoğaltacağım bütün bunları da- yakın tarihe baktığımız zaman, özellikle, Roboski'de, yine, verilen istihbaratın yanlış olduğu ve 33 gencecik canın nasıl rahmetli olduğunu çok iyi biliyoruz, katledildiğini çok iyi biliyoruz, 17'si çocuktu bunların. Bunun hesabı verilmedi.

Bununla beraber, yine, Kaşıkçı olayında benzeri şekilde, takibin yapıldığı söylendi ama "Bunu MİT yapmadı, başkaları yaptı." denildi ve bir insan katledilirken nasıl dinlenildiğini ama müdahale edilmediğini gördük.

Şimdi, bütün bu süreçlere baktığımız zaman, bir ülkede soruna istihbarat, istihbaratın yeterli yapılıp yapılmaması sorunları olarak bakmamak lazım. Bütün bunlara, gerçek anlamda halkının özgürlüğü, hukuku, refahı için çalışan iktidarların öncelikle ele alması gereken başlıklar olarak baktığımız zaman, özellikle meseleyi böyle istihbarat, güvenlik gibi algılar yerine değil demokrasi, özgürlükler ve hukuk rejimi temelinde almanın gerekliliğine işaret etmek gerektiğini söylemek istiyorum.

Arkadaşlar, biraz önce Sayın Paylan Daron Acemoğlu'nun kitabını verdi Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısına. Ben okudum o kitabı Sayın Garo Paylan, bana vermeyebilirsin ama ben buradan bir de "The big brohter"ı yani özellikle George Orwell'in "1984"ünü hatırlatmak istiyorum. Orada "The big brother" var; öfkeli ve hep haklı, bazen kızıyor, dün söylediğini bugün unuttuğu zaman bugün aynısının tekrar edilmesini istiyor. Yani bugün, bu ülkede, baktığımız zaman Adalet ve Kalkınma Partisi yola çıkarkenki süreç ve bugün geldiği nokta nedir?

2002'de "3Y" dediniz, o "3Y" bugün nasıl yamuldu? Yani "yoksullukla mücadele" dediniz ama yoksulluk ne kadar derinleşti? Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı hesapları verirken en alttaki yüzde 20'nin yaklaşık yüzde 10'luk bir iyileşme gösterdiğini söyledi de en üsteki yüzde 20'de nasıl bir değişim oldu yüzde 34'lerden nasıl yüzde 52'lere, 55'lere geldi, onun üzerine bir şey söylemedi.

"Yasaklar" demiştiniz, yasaklar, o günden bu yana, 2002'nin Türkiyesinden bugüne nelere dönüştü? Bu, bütün kamuoyunun gündemindedir, bilincindedir.

"Yolsuzluk" demiştiniz, o gün, hepimizin de bildiği gibi yolsuzluk yapanların hukuk önünde bunun hesabını vermek durumunda oldukları bir dönemden, bakanların Yüce Divanlarda -Mataracılardan, İşgüzarlara kadar- nasıl hesap verdiklerinin hafızasına sahipken bugün, artık ayakkabı kutuları başka bir metafora dönüşmüş durumda. Şimdi, bütün bunların yaşandığı bir ülkede, şüphesiz ki on altı yıldır hükûmet edenlerin verecekleri bir hesap olması gerekir.

Ben cerrahi doktoruyum, bizde, cerrahide çok katı hiyerarşik bir ilişki vardır; şu söylenir: "Şef daima haklıdır yani kıdemliniz daima haklıdır. Kıdemlinizin haksız olduğu yerlerde de 1'inci madde geçerlidir."

Şimdi, korkunç, giderek bir bütün olarak topluma sinen -sizin partinizde de çok değerli kişiler olduğunu bilen birisi olarak söylüyorum ama- bir parti olmaktan çok, âdeta tek adam partisine, bir tek adam ülkesine yani Erdoğan partisine dönüşmekte olduğunu görüyoruz.

Şimdi, bütün bunlar yaşanırken öfkesinden kaçıyorsunuz, öfkesine maruz kalmamak için bazen, belki sarayın odalarında saklambaç mı oynuyorsunuz diyesim geliyor. Veya onun beğenisini kazanmak için acaba ne yapabilirim kaygılarının mı birikmeye başladığını görüyoruz? Ya, yola çıkarken böyle söylememiştiniz. Ve dikkat ediyorum, o günün kurucu kadrolarından, o kurucu kadrodan kimseleri göremiyorum yani 2 numaranız, 3 numaranız, 4 numaranız artık âdeta yoklaşmaya başladı. O günün o kadar değerli politisyenlerini artık bugün göremiyoruz. Bütün bunlara karşın, evet, Türk siyasetinin oldukça değerli kişileri arasında yerini almış olan Sayın Demirtaş'ın uğradığı gadri de ihmal etmemek gerekiyor. Yani hukuk önünde, eğer bir ülkede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kalkıp da bir karar verirken "Sizde hukuk bağımsız ve tarafsız değil, siz siyaseten kararlar veriyorsunuz." dediği zaman, arkadaşlar, şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADNAN SELÇUK MIZRAKLI (Devamla) - Özür diliyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Mızraklı, bir dakika söz veriyorum.

Buyurun.

ADNAN SELÇUK MIZRAKLI (Devamla) - "Bizim için niye bu kararı verdi?" diye oturup düşünmemiz gerekiyor.

Şimdi, Sayın Demirtaş bütün bu zorlu hukuksuzluklara karşın, yine halkının umudu olmaya devam ediyor. Ama yarın öbür gün... Şunu hiçbir zaman unutmayalım yani bizler cezaevlerine girmeden önce özel yerler hazırlanmadı, 2001 yılında veya öncesinde hazırlandığı gibi, sizler çok iyi biliyorsunuz hangi durumu işaret ettiğimi. Ama bu ülkede hakikaten, her şeyden daha fazla çözüme ve barışa ihtiyaç var. Bu çözüme ve barışa giden şey, ilk önce dil değişikliğiyle başlar. Dilimize özen göstermemiz gerekiyor. Ve bu dil; yapıcı, inşa edici, halklar arasındaki ilişkileri kolaylaştırıcı, barıştırıcı bir dil olmalıdır. Yok, omuz üzerinde baş, taş üstünde taş bırakmayan dil inşa edici değil, yıkıcı bir dildir. Hepimizin her zamandan daha fazla barışa ihtiyacı var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADNAN SELÇUK MIZRAKLI (Devamla) - Eğer barış için bedenini açlığa yatırmış olan bir milletvekili söz konusuysa ona da bir dönüp bakmaya ihtiyacımız var.

Bu bütçe haktan, halktan yana bir bütçe değildir, buna inanıyoruz.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim, sağ olun Sayın Mızraklı.