GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:33
Tarih:15.12.2018

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerine Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Şimdi, sözlerime başlarken açlık grevinin 38'inci günündeki Leyla Güven'i selamlamak isterim, durumuna dikkat çekmek isterim. Sevgili Leyla Güven yalnızca görüşleri nedeniyle yargılanıyor, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı yok, kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadığı gibi yerel mahkeme tarafından da verilmiş bir mahkûmiyet kararı yok. Dolayısıyla, yalnızca görüşlerinden dolayı yargılanan bir kişinin ve Türkiye'de en yüksek oylardan birisini almış Leyla Güven'in aramızda olmaması, milletvekili olarak siyasal faaliyetlerini yürütememesi kabul edilemez. Bu, aynı zamanda, yalnız onun değil, ona oy veren seçmenlerin de cezalandırılması anlamına geliyor. Fakat Leyla Güven milletvekili olarak seçildiği hâlde tahliye edilmemesi nedeniyle değil, belki bu topraklara barış gelir diye ve modern hukuk döneminde emsali görülmemiş bir tecride dikkat çekmek için açlık grevine girdi.

Şimdi, biliyoruz, biliyorum, "Leyla Güven, Leyla Güven, Leyla Güven; gına geldi." diyorsunuz. Bakın, en az 40 milletvekilimiz buradan yüksek sesle Leyla Güven'in durumuna dikkat çekti. Bizim grubumuz dışında, koca koca partilersiniz, bırakınız partileri, tek bir milletvekili Leyla Güven'in açlık grevi hakkında tek bir söz etti mi, insanca bir tepki gösterdi mi?

SALİH CORA (Trabzon) - İnanmıyoruz ki aç durduğuna.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bakın, kimsenin insanlığını sorgulama hakkımız yok ama Halkların Demokratik Partisi Grubu dışında burada bulunan 4 tane partinin 500'ün üzerindeki milletvekilinden tek birinin Leyla Güven hakkında iki çift söz söylememiş olması sadece bize mi garip geliyor? Dünyanın herhangi bir parlamentosunda otuz sekiz gün açlık grevinde bir milletvekili olsaydı sizce bu parlamento bu kadar sessiz kalır mıydı?

SEMİHA EKİNCİ (Sivas) - Açlık grevini bitirsin.

FATMA KURTULAN (Mersin) - Hiç muhatap almayın vekilim.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Çıkın, burada söyleyin, gerçekten takdir ederim.

BAŞKAN - Siz Genel Kurula hitap edin Sayın Tiryaki.

SALİH CORA (Trabzon) - Sen söyle, bitirsin. Yalandan aç kalmasın.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının bütçesine gelince... Şimdi, Komisyon görüşmeleri sırasında da söyledim, biz Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan bütçenin yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Şimdi, ilk gün Maliye ve Hazine Bakanını dinledik, öyle bir tablo çizdi ki inanılmaz bir tablo yani millî eğitim uçuyor, sağlık politikaları uçuyor. 2016 yılından bu yana yüzde 13 küsurdan 11,84'e düştü yani yüzde 1,5 azaldı Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi, bakın, onlarca bakanlığın ve kurumun bütçesinden daha fazla. Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi arttı mı, yoksa azaltıldı mı? Ben diyorum ki: Yüzde 1,5 oranında 2016 yılından bu yana Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi azaltıldı. Ayrıca bu 113 milyar 800 milyon civarında ayrılan bütçenin yaklaşık 95 milyarı personel giderleri ve sosyal güvenlik primlerine ayrılıyor, dolayısıyla bütün millî eğitime ayrılan bütçe 20 milyar civarında, 113 milyar değil esasen.

Şimdi, birkaç tane başlık hakkında bilgi vereceğim. Birincisi şu: Şimdi, "2019 yılında tam gün eğitime geçeceğiz." demişti Millî Eğitim Bakanlığı, yanına bile yaklaşamadık. Meclisin en yakınındaki okullardan birisidir Ahmet Vefik Paşa İlkokulu; sabah ortaokul, öğleden sonra ilkokul. İstanbul Avcılar'da bir ilkokul var, Leyla Bayram İlkokulu. İlkokulun öğrenci sayısı kaç, biliyor musunuz? 5.300, bir ilkokulun öğrenci sayısı 5.300. Okul müdürü ne diyor? "Bizim gönlümüz ferah, kapımız herkese açık, 5 bin öğrenciyi daha bu okula alabiliriz." Bakın, okul müdürünün bakışı bu. Peki, o okuldaki ortalama sınıf mevcutları kaç? 50-52, İstanbul'un göbeğinde 50-52 kişilik sınıflarda eğitim veriliyor. Tam gün eğitime geçmek bir yana bunun yanına bile yaklaşabilmiş değil Milli Eğitim Bakanlığı.

Şimdi, merkezî sınavlar bu ülkenin en önemli sorunlarından biri. Sayın Bakan bu merkezî sınavlarla ilgili olarak şöyle bir açıklama yaptı, "Bundan sonra bu sınavlar öngörülebilir olacak." dedi. Yani bu ne demek? "Yıl ortasında öğrenciler ve veliler yeni bir sınav yapılacağını, sınav sisteminin değişeceğini duymayacak." dedi. Biz umalım böyle olsun bundan sonra, yıl içerisinde sınavlar değişmemiş olsun. Fakat, çocuklarımızı bu merkezî sınavlardan kurtaracak bir sistemi de bir an önce bulmak zorundayız. Ayrıca, bu yeni sistem içerisinde sadece bazı okullar -tırnak içerisinde- işte "seçkin" denilen eğitim kurumları diye ayrıldı ve bunlara da sınavla öğrenci alındı. Bunların gerçekten nitelikli eğitim kurumları olduğu da tartışmalı. Pek çok öğrenci de bu sınavlarda, istemediği hâlde -bakın imam-hatipleri tartışmak için söylemiyorum ama- imam-hatiplere zorla kayıt olmak zorunda kaldı. Merkezî sınavların bu tür sakıncalarının da giderilmesi gerekir.

Öğrencilerin en büyük sorunlarından biri de yurt sorunu. Bakın, üniversitelerde 7 milyonun üzerinde öğrenci var ve biz bunlardan 600 binine yurt temin edebilmişiz yani üniversitede okuyan her 12 öğrenciden 1'i yurtlardan yararlanabiliyor. Peki 12 öğrenciden 1'i yurtlardan yararlanınca ne oluyor? 11'ini devlet eliyle cemaatlerin önüne sürüklemiş oluyorsunuz, bu isteminizden bağımsız olarak. Dolayısıyla, bir an önce yurt sorunu çözülmelidir.

Ülkenin en önemli sorunlarından biri bizce beyin göçüdür. TÜİK verilerine göre 6 Eylül 2018 tarihli rakamları açıklayacağım: 2017'de yurt dışına göç yüzde 42 oranında artmış. Bunun yüzde 42,5'u da 16-24 yaş aralığındaki gençlerden oluşuyor. Yani eğitimli gençlerin, bu ülkenin geleceği olan gençlerin önemli bir bölümü yurt dışına gitmeyi tercih ediyor.

Bir diğer önemli sorun, sözleşmeli, ücretli öğretmenlik sorunu. Bakın, aynı üniversiteyi bitiren 2 kişi, biri kadrolu öğretmen oluyor, biri sözleşmeli, ücretli öğretmen oluyor. Aynı üniversitenin, aynı bölümünün, aynı sınıfından mezun olan 2 kişinin aynı eğitim kurumunda sözleşmeli, ücretli, kadrolu biçiminde çalıştırılması kabul edilemez.

Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığı diyor ki: "Kalkınmada öncelikli iller var, biz buralara öğretmen görevlendiremiyoruz." Bunu çözmenin başka yolları var; buna uygun bir ücret politikası oluşturabilirsiniz, ek kademe verebilirsiniz, lojman tahsis edebilirsiniz fakat öğretmenleri ayrıştırarak bu sorunu çözemezsiniz.

Atanamayan öğretmenler sorunu var. Bu sorun da çözülebilecek bir sorundur. Bakın, yalnız eğitim fakültelerinden mezun olan kişileri öğretmen atayarak eğitim fakültesi mezunlarının da öğretmen olarak atanacağını bileceği bir sistem kurabilirsek eğer bu sorunu önemli oranda çözebiliriz. Bekleyen 300 binin üzerindeki öğretmeni de mezun oldukları yılı göz önünde bulundurarak atamamız bu sorunu önemli oranda çözecektir.

Ayrıca, bu ülkenin TÜİK diye bir kurumu var, nüfus projeksiyonları yapıyor. Bu projeksiyonlar doğrultusunda eğitim fakülteleri açılabilir. Her ile, neredeyse her ilçeye eğitim fakültesi açmaya devam ederseniz 300 bin değil, 3 milyon atanamayan öğretmen sorunu olur. Bu sorun bir an önce çözülmelidir.

Öğretmen atama sistemine de, bakın, Hükûmet on altı yıldır Cumhuriyet Halk Partisinin sadece bir bakanının ettiği sözleri söylüyor, işte "Savcıları şunlardan atayacağız dedi." diye. On altı yıldır neredeyse mülakat ve sözlüyle öğretmen atıyorsunuz, buna bir de yasal düzenleme getirdiniz.

Üniversiteyi bitirmiş, üniversite sınavında başarılı olmuş, öğretmenlik alan bilgisi testinde başarılı olmuş, KPSS'de başarılı olmuş kişilere "Bu yetmez, başınıza bir şube müdürü ile bir daire başkanı koyacağım, onlar sizi mülakata alacaklar, öğretmen olup olamayacağınıza karar verecekler." diyorsunuz. Böyle bir atama biçimi kabul edilemez. Emin olun bugün iktidarda olmasaydınız, bir başka parti bunu yapmış olsaydı bütün seçmenlerinizle beraber buna karşı çıkardınız. Şimdi de bir an önce bu Hükûmet bu uygulamadan vazgeçmelidir.

Bu ülkenin, öğretmenlerimizin en önemli sorunlarından biri de ihraç edilen öğretmenler sorunu. Bakın, bunların bir kısmı darbe girişimiyle ilişki içerisinde olabilir. Darbe girişimiyle ilişki içerisinde olduğunu düşünüyorsanız veya yasa dışı örgüt üyesi olduğunu düşünüyorsanız buna karşı yapılacak işlemler belli. On binlerce öğretmeni attınız. Bunların içerisinde sadece üyesi oldukları sendikanın iş bırakma eylemine katıldığı için atılan 1.500'e yakın öğretmen var, sendikanın kararına uyduğu için, iş bırakma eylemine katıldığı için; hakkında hiçbir ceza soruşturması yok, hiçbir ceza davası yok. Bir disiplin soruşturması sonucunda uyarma veya aylıktan kesme cezası verilebilecek öğretmenleri attınız, görevlerine son verdiniz OHAL KHK'leriyle. OHAL KHK'leriyle ihraç ettiğiniz yetmedi, bu öğretmenlerin özel öğretim kurumlarında öğretmenlik yapmasına da izin vermiyorsunuz. Peki, ne oluyor? Bunlar "merdiven altı" olarak tabir edilen kurumlarda öğretmenlik yapıyorlar. Yine öğretmenlik yapıyorlar ama yasa dışı ve kayıt dışı yöntemlerle öğretmenlik yapıyorlar. Millî Eğitim Bakanlığına buradan açık bir çağrıda bulunuyoruz: Lütfen, bu öğretmenlerin öğretmenlik yapmasına izin verin. Bunlar fizikçi, kimyacı, biyolojici, matematikçi, edebiyat öğretmenleri, bunların özel öğretim kurumlarında çalışmasına izin veriniz.

Öğretmen yetiştirme bu ülkenin en önemli sorunlarından biri. Çok uzun uzun anlatmayacağım çünkü anlatacağım çok başlık var ama şunu söyleyeyim, FATİH Projesi'nin tartışıldığı dönemde şu söylenmişti: Evet, eğitimde teknolojiye yatırım yapmak iyidir fakat eğitimde niteliği artırmak istiyorsanız öğretmene yatırım yapacaksınız. Öğretmene yatırım yaparsanız bir ülkenin eğitim kalitesini yükseltirsiniz. Bunu başaran ülkeler var; Finlandiya var, Estonya var, Güney Kore var. Millî Eğitim Bakanlığının ivedilikle öğretmen yetiştirmeye ve öğretmene eğilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Yönetici atamayla ilgili şöyle bir sorun var: Artık AKP'nin il ve ilçe teşkilatlarından referans almayan bir kişi okulda müdür yardımcısı bile olamıyor. Okulun bütün yöneticilerini...

SALİH CORA (Trabzon) - Hiç alakası yok.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Doğru değil mi?

SALİH CORA (Trabzon) - Hayır, hayır.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Cora, bırak Cora.

FATMA KURTULAN (Mersin) - Hiç muhatap olmayın.

BAŞKAN - Sayın Cora, değerli arkadaşlar...

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Peki, bir sendikanın başkanı sizin ilçe teşkilatlarınıza liste gönderiyor mu, göndermiyor mu? Bunun hepsini biliyoruz. Mülakatla yönetici atama uygulamasından bir an önce vazgeçin. Bunun demokratik yolları var. Belirli nitelikleri taşıyan öğretmenler arasından seçimle okul müdürü ve müdür yardımcısını belirleyebilirsiniz; velilerle, öğretmenlerle, öğrencilerle okul müdürünü seçebilirsiniz.

Bir diğer sorun, barış bildirisine imza atan akademisyenler ve iş bırakma eylemine katılan öğretmenlerin ihraç edilmesi.

Bakın, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası var, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası var. Bu yasalarda aynen şöyle bir ifade var, diyor ki: "Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı bireyler yetiştirmek eğitimin temel amacıdır." Sadece barış bildirisine imza attığı için, sadece iş bırakma eylemine katıldığı için öğretmenleri işten atarsanız, akademisyenleri işten atarsanız geri kalan öğretmen ve akademisyenler size hür bir dünya görüşüne sahip bireyler yetiştiremezler, sadece iktidar korkusuyla hareket ederler.

Şimdi, uzun uzun size PISA sonuçlarını anlatmayacağım fakat PISA sonuçları gösterdi ki -2000 yılından beri uygulanan bir yöntem, biz de 2003 yılından beri bu PISA sistemine katıldık, her yıl buna katılan OECD içerisindeki ülke sayısı artıyor- neredeyse bütün alanlarda ortalamanın çok çok altındayız, bütün alanlarda. Ben bir Kürdüm, Türkçe konuşmayı okula gittikten sonra öğrendim. Bakın, bu ülkede çocuklara Türkçe konuşmayı bile öğretemiyorsunuz. Kendi dilinde sorunları anlatmayı bile öğretemiyorsunuz, ana dili Türkçe olan çocuklara bile iyi bir eğitim veremiyorsunuz. PISA sonuçları bize bunu gösteriyor. PISA sonuçları aynı zamanda bu ülkeye yol da gösteriyor. Millî Eğitim Bakanlığı, PISA direktörlerinin önerilerini mutlaka göz önünde bulundurmalıdır, bu onlara bir yol haritası niteliğindedir. Peki, bu PISA sonuçları böyle de bizim YKS sonuçlarımız mı çok iyi? Bakın, YKS sonuçlarında bazı alanlarda yarım soru, Türkiye ortalaması fizik alanında 0,5 civarında. Bütün alanlarda doğru yapan öğrenci sayısı 1 yani işte eşit ağırlıkta 1 öğrenci, fen bilimlerinde 1 öğrenci, sözel sayısaldan 1 öğrenci bütün soruları doğru yapabiliyor ve ortalamaları bu ülkenin çok düşük. Peki, bunların hepsi bu kadar düşük olunca ne oluyor? İşte en iyi 500 üniversite arasına Türkiye'den tek 1 tane üniversite giremiyor, ikinci 500'ün arasına 13 tane üniversite sokabiliyorsunuz. Niye böyle? Ben size birkaç tane akademiden örnek vereyim. Bizim akademi neyle uğraşıyor? "Hekim hatalarının Hanefi mezhebi açısından değerlendirilmesi" yüksek lisans tezi. İyi mi? Ya da yalnız "İçindekiler" ve "Kaynakça"dan oluşan ve kabul edilmiş doktora tezleri; değil mi? Ya da Francisco Ferrer'i "Führer" diye okuyup Adolf Hitler'i sosyalizmin kurucusu olarak gösteren doktora tezleri. İşte bizim akademimiz bunları üretiyor.

Son olarak bir konuya değineceğim, ana dilde eğitim konusuna. Şunu söyleyeyim: Ana dilinde eğitim için bir an önce adım atalım. Bakın, bu sorun, bugün ve bir anda çözebileceğimiz bir sorun değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın Sayın Tiryaki.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Şimdi, bir anda çözebileceğimiz bir sorun değil ama bunun için bir adım atabiliriz. Bakın, sertifikalı eğitim programı, bu alanda lisans düzeyinde eğitim veren eğitim kurumları açıp belirli bir program dâhilinde ana dilinde eğitim verecek öğretmenler yetiştirebiliriz. Ana dilinde eğitim bu ülkede bölücülüğe yol açmayacak. Ben bunu anlayabiliyorum, bu ülkenin tarihinde koca bir imparatorluktan işte, o imparatorluğun bakiyesi olarak 780 bin kilometrekarelik bir alana sığmış bir ülkenin bu konuda duyarlılık göstermesini anlayabiliyorum ama emin olun, ana dilinde eğitim, bu ülkede gerçek anlamda her yurttaşın kendini bu ülkenin parçası görmesini sağlayacaktır. Bu konuda uygulanan birçok yöntem var, ben birkaçını söyleyeyim: Ana dil temelli çift dilli eğitim, ana dil temelli çok dilli eğitim, ana dili yoğunluklu dil canlandırma programı, artırıcı dil öğretimi vesaire vesaire vesaire. Ama biz bunları bile akademik olarak tartışamıyoruz, akademik olarak tartışmanın koşulları bile yok. Bunu, iyi kötü uygulayan birkaç tane azınlık okulu var, Sevgili Garo bunu biliyor; Millî Eğitim Bakanlığı hiçbir destek vermiyor, köstek olmasın, mümkünse üç kuruşluk da bir yardım yapsın diyor Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)