GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:33
Tarih:15.12.2018

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi ve YÖK kurumumuz üzerine konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, insan merkezli bir etkinlik olan eğitim ve öğretimde vizyon, misyon ve sağlıklı bir yol haritası oluşturmak için mevzuya bahis olan insanı iyi tanımak ve tanımlamak gerekir çünkü insanın hem düşünen hem de hisseden yani ruh ve beden terkibinden yoğrulmuş, maddi ve manevi bir varlık olduğu gerçeğinden ari yapılacak herhangi bir eğitim ve öğretim hamlesi, nihai başarıya götüren doğru bir yol ve yöntem olamaz.

Elbette ki eğitim ve öğretimde nihai hedef başarıdır fakat bu başarı tamamen tek yönlü ve mekanik kazanım bağlamında düşünülmemelidir. Aksine, hedeflenen ideal başarının odak noktasını, yukarıda ifade ettiğimiz, insanın doğasına uygun olarak bir taraftan kendini, ailesini, ülkesini, milletini ve bunların yüksek karşılık bulduğu, kısaca millî ve manevi değerleri özümsemiş, öte yandan, bu donanımla büyük bir öz güven içerisinde muasır medeniyetlerin ötesine geçmeyi önceleyen kuşakların yetiştirilmesi oluşturmaktadır.

Tüm ilahi, felsefi ve insani öğretilerde de belirtildiği gibi, kendini bilmeden kendine uzak olanların başkalarını bilip onlara yakın olmaları eşyanın tabiatına aykırıdır. Yani doğru bir çember çizme adına pergelin sabit ayağının eksene güçlü bir biçimde odaklı olması gerçeğinden hareketle, kendine ve değerlerine uzak birinin başkasına veya evrensel değerlere yakınlığı hayalperest bir yaklaşım olur. Bu genelgeçer sosyopsikolojik gerçekten hareketle, kurgulanarak değil yaşanılıp, paylaşılıp kuşaktan kuşağa aktarılarak varlığını asırlar üzerinden bugünlere taşımış köklü ve bir o kadar da güçlü kültürel dokumuzun farkında ve onu içselleştirmiş Türk gençliğinin muasır medeniyetler üzeri bir evrensel bilgi ve birikime büyük katkılarda bulunması kaçınılmazdır. Bunun da millî eğitim ve öğretim bağlamında ete kemiğe bürünmüş somut karşılığı kısaca Türkçe duymak, Türkçe düşünmek, Türkçe yaşamak yani "Aklım hep Türkiye." diyebilmekten geçer. Bu anlamda, Milliyetçi Hareket Partisi olarak diliyor ve inanıyoruz ki, Sayın Millî Eğitim Bakanımızın büyük azim ve kararlılıkla hazırladığı 2023 vizyon belgesi geleceğimizin güvencesi Türk gençliğinin yetişmesinde benzer hassasiyetleri taşımaktadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, bir yandan beşikten mezara veya yaşam boyu olarak ifade ettiğimiz bir etkinlik, öte yandan tüm paydaşları dikkate alındığında hemen hemen 80 milyonluk nüfusumuzun dolaylı veya doğrudan hepsini ilgilendiren önemli bir mesele olması eğitim ve öğretimde alınacak kararların ve atılacak adımların önemini ziyadesiyle artırmaktadır. Dolayısıyla günübirlik ve basit siyasi mülahazalardan bağımsız, gelecek asırları öz güven ve başarıyla kucaklayacak nesillerin inşası noktasında yapılan uzun vade plan ve projelerin yanı sıra, hâlihazırda veya aciliyet taşıyan birtakım sorunların giderilmesi de dikkate alınması gereken diğer önemli bir husustur.

Bir taraftan okullar arası farklılıkların ve sınav baskısının tedrici olarak azaltılması, erken çocukluk eğitiminin teşvik edilerek okul öncesinin zorunlu hâle getirilmesi, tekli eğitime bir an önce geçilmesi, ders yüklerinin hafifletilmesi, ders dışı sosyal, sportif, sanatsal ve kültürel etkinliklere ağırlık verilmesi, teneffüs sürelerinin uzatılıp ders saatlerinin azaltılması, mesleki eğitimin özendirilip cazip hâle getirilmesi gibi konularda etkin kararların alınması takdire şayandır. Öte yandan, eğitim ve öğretimin tüm paydaşlarını yani öğrencileri, velileri, öğretmenleri ve diğer eğitim çalışanlarını olumsuz etkileyen birtakım sorunların varlığı da söz konusudur. Bunları kısa başlıklar hâlinde ifade etmek gerekirse öncelikli olarak toplumda hâlâ ihtiyaç olarak algılanan ve bugüne kadar geçici çözümlerle geçiştirilen dershaneler, etüt merkezleri ve buna bağlı olarak oluşturulan mali destekli özel okulların ve buralarda çalışanların geleceği gizemini korumaktadır. Bu konuda kalıcı ve tüm paydaşları memnun edecek bir çözüm üretmek zorundayız. Yani, bu kurumları ihtiyaç duyulan kurumlar olmaktan çıkararak çalışanlara mağduriyet yaşatmaksızın yeniden değerlendirilmesi sağlanacak ya da kalıcı bir statüyle sisteme adapte edilecektir.

Öte yandan, 1 milyonun üzerinde, farklı statülerde çalışan öğretmenlerimizin hâlâ devam eden sıkıntıları bir gerçektir. Bunu söylerken, bu bağlamda, Milliyetçi Hareket Partisi olarak gerek parti programımızda gerek seçim beyannamemizde ve yeni yasamayla birlikte verdiğimiz kanun tekliflerinde ısrarla savunduğumuz 3600 ek göstergenin ikinci 100 Günlük Program'a alınması da gerçekten yine takdire şayan bir karardır. Bu konuda da diğer kurumlarda çalışan benzeri beklentiler içerisinde olan arkadaşlarımıza da inşallah bu aynı şekilde yansıtılır diye ümit ediyoruz. Buna rağmen, hâlâ sözleşmeli öğretmenlerimizin -altı yıldan dört yıla indirme planı olmasına rağmen- yaşadıkları birtakım sıkıntılar var. Biz iyi niyetle ve gerçekten büyük bir beklenti içerisinde bunların da halledilmesi noktasında atılacak adımların takipçisi olacağız.

Ücret karşılığı çalışan kardeşlerimiz var. Gerçekten, evet, ders ücretlerine de, yine, bu plan içerisinde yüzde 100 zam öngörülüyor ama bu kardeşlerimizin statüleri de gerçekten belirsizliklerini koruyor. Bu konuda da daha ciddi önlemlerin alınması -onlar için verilen kadroların yetersizliği- bu sınava girerken ön koşul olarak sağlanan birtakım şartların daha da hafifleştirilmesi, hatta meslek gruplarına göre dağılımının daha sağlıklı yapılması da diğer bir beklentimizdir.

Saygıdeğer milletvekilleri, okul öncesi öğretmenlerinin yüklerinin ağırlığının farkındayız. Gerçekten, onların ders yükü sayısı konusunda mağduriyetlerini biliyoruz. İkinci sınıf öğretmen gibi bir algılanmaları var. Buradan bunu sizlerin aracılığıyla onlara seslenerek ifade etmek istiyoruz: Öğretmenler bizim için okul öncesinden ta üniversiteye kadar bizim toplumumuzun olmazsa olmazlarıdır, aralarında en ufak bir statü farkı, algı farkı yoktur.

Öte yandan, engelli öğretmenlerimizle ilgili, gerçekten, çalıştıkları mekânlardaki fiziki şartların iyileştirilmesi ve sağlanan kadrolarının kısmen artırılması da yine talep edilen bir durumdur.

Evet, bunları söyledikten sonra, millî eğitim bağlamında acil çözüm bekleyen sorunlardan bir tanesi de 3 Aralıkta hep birlikte bu Mecliste büyük bir zevkle, sevgiyle, sorunlarının farkındalığıyla tanımladığımız engelli kardeşlerimizin eğitimleri. Şimdi, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin ve dolayısıyla buralardan hizmet alan engellilerin ve ailelerinin karşılaştıkları sorunlar var. Aslında, 1889'lu yıllarda başlayıp 1951'de Millî Eğitim Bakanlığına devredilen, başlangıçta biri İzmir, biri Ankara'da açılan ilk engelliler okullarının çok trajik ve gerçekten çok acıklı bir tarihî serüveni var. Kısaca, günümüzde 5378 sayılı Kanun'la teminat altına alınan engellilerin eğitim hakları konusunda duyarlılığımızı ve sorumluluğumuzu artırmalıyız. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı ve özel olarak faaliyet gösteren okullarda eğitim alan, sayıları yüz binleri bulan evlatlarımızın kaynaştırma, normalleştirme, bütünleştirme adı altında, kısaca herkes gibi hak ettikleri yaşamı engelsiz yaşamaları adına koordineli çalışılması ve bu bağlamda hizmet vermeye çalışan kurumlara ve çalışanlarına gerekli birtakım hukuki, bürokratik ve ekonomik kolaylıkları sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.

Yine, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde hizmet veren yardımcı personelin özlük hakları ve kazanımları konusunda benzer adımları beklemekteyiz.

Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde bütün yönetim kademelerinde, ifade edildiği gibi, ehliyet ve liyakatin öncelenmesi ve bunun sözde kalmayarak somut, objektif ve bilimsel değerlendirme kriterlerine bağlı olması beklentilerimiz vardır. Bu anlamda, önümüzdeki yıla ertelenen görevde yükselme sınavlarının tamamen yazılı, objektif ve bilimsel kriterler ölçüsünde yapılması, bu bağlamda da mülakatın öngörülmemesi yine büyük beklentilerimiz arasındadır.

Hizmetlisinden yöneticisine ve her şeyden önce öğretmenine kadar eğitim-öğretim camiasında yok olmaya yüz tutan itibarın yeniden kazandırılması adına azami çabanın sarf edilmesi ve şiddete karşı caydırıcı önlemlerin alınması da yine elzemdir.

Öğretmenlik mülakatının kaldırılması ve yapılan sınavlarda haksızlıkların önüne geçilmesi için... Sanıyorum böyle bir öngörüsü var zaten Bakanımızın, inşallah bunu da bir an önce hayata geçirirler ve bu anlamda, gerçekten kuru ile yaş hesabı, sap ile saman hesabıyla son sınavlarda da -belki sayıları çok değil ama- ailesinden herhangi birisinin hukuki bir araştırmasından dolayı bu sözlü sınavlarda mağduriyete uğramaları da kabul edilecek bir durum değildir.

Saygıdeğer milletvekilleri, şimdi, konuşmamın ikinci bölümünde, farklı farklı düşündüğümüz ama ikisini birlikte deruhte edeceğimiz, özellikle YÖK ve üniversitelerle ilgili bir iki şey de söylemek istiyorum: Malumunuz, üniversitelerimiz, kendi öz değerleriyle barışık, irfanı hür, vicdanı hür Türk gençliğinin yetiştiği, öte yandan evrensel bilginin üretilerek paylaşıldığı kurumlarımızdır. Dolayısıyla üniversitelerimizde gerçekten bugüne kadar... Bakanlığın açıkladığı rakama göre 8 milyon civarında bir gencimiz eğitim almaktadır. Yaklaşık olarak, efendim, 150 binin üzerinde de bir öğretim kadrosu söz konusu. Bir taraftan nicelik açısından büyüme takdire şayandır. Evet, 200'ün üzerinde üniversitemiz vardır, olmalı mıdır? Olmalıdır. Ama bu niceliksel büyümenin aynı zamanda bir iz düşümü, daha sağlıklı olabilmesi için nitelikten de aynı katkıyı alması gerekir. Yani bu üniversitelerimizde üretilen bilginin de, efendim, yetiştirilen öğrencinin de kalitesi açısından nitelik noktasında aynı değerde olması çok önemlidir.

Efendim, niye böyle söylüyoruz? Çünkü bizim uluslararası rekabette her türlü gelişmemizin merkezinde olacak olan bilgi üretiminin ve bunun evrensel boyutlarda paylaşımının önemi çok belirgindir. Yaptığımız yapıcı eleştiriler ışığında birtakım, efendim, yeni istihdam alanları oluşturuldu YÖK nezdinde. YÖK Başkanımız buradalar, sayın vekilimiz buradalar. Ne idi bunlar? Yıllarca şikâyet ettiğimiz, burada mütemadiyen dile getirmeye çalıştığımız meselelerin merkezinde hep istihdam, istihdam odaklı beklentilerimiz vardı. İşte, "üniversite eğitimi" de deyince, geçen yapılan bir araştırmada gençlerin bu konuda çok duyarlı olduğunu gördük ve gerçekten sevindirici bir haber, tercih edilmeyen bölümler noktasında, puanı yetmesine rağmen tercih etmemelerinin nedeni olarak, büyük oranda, gelecek görememelerinin olduğunu söylediler. Yani "Herhangi bir iş, herhangi bir aşa vesile olmayacaksa orada okumanın bir anlamı yok." şeklinde bir anket tezahüründen söz ediyoruz.

Bunları da dikkate alarak bizim artık matruşka bebek misali iç içe geçmiş, tıpkısının aynısı fakültelere, bölümlere ve üniversitelere ihtiyacımız yok. İşte, misyon odaklı bir yapılanmaya gidildi, bu misyon odaklı yapılanma inşallah gerçekten sadece lafta kalmaz, bir iki üniversiteyle olmaz -araştırma üniversitelerimiz de dâhil buna- bunun bütün ülke sathındaki fakültelere ve bölümlere de şamil kılınması gerekir. Bunu niye söylüyoruz? İşte bugün hepimizin ajandasında çok net bir şekilde varlığını hissettiğimiz bir sorun var; yüzlerce, binlerce ziraat mühendisi arıyor, su ürünleri mezunu arıyor, veterinerlik, fen edebiyat, işletme mezunları arıyor; ne için? İş için. O zaman bir an önce "Zararın neresinden dönülürse kârdır." misali bu genç nüfusu fazla heba etmeden, ümitsizliğe kaptırmadan bizim gerçekten bu istihdam odaklı yeni bir misyon karşılığında artık istihdama yönelik birtakım bölümleşme, fakülteleşme ve üniversiteleşmeyi yoğun bir şekilde yapmalı ve takipçisi olmalıyız yani buna karar almak da yetmiyor.

Efendim, diğer önemli bir sıkıntımız... Üniversitelerimizde öğretim üyelerimiz var, yardımcı öğretim elemanlarımız var ama bir de isimsiz kahramanlarımız var yani "idari kadro" dediğimiz, her türlü hizmette hocasının, okulunun, dekanının, rektörünün yanında olan bir kitle var. Bu kitlenin de aynen öğretim üyelerine düşünülen birtakım iyileştirmelerden doğal olarak beklentileri yüksek yani adı "eğitim tazminatı" olsun, "kalkınma tazminatı" olsun, neyse adı, bu arkadaşlara da aynı imkânların sağlanması noktasında biz beklentilerimizi yüksek tutuyoruz, onların da takipçisi olacağız. Basit bir misal: Merkezî sınavlarda dahi bunlara görev verilmekte biraz imtina ediliyor hâlbuki bu arkadaşlarımız da eğitim camiasının, üniversitelerimizin birer parçası.

Öte yandan, son yıllarda YÖK'te bir yabancı öğrenci kabul etme noktasında gerçekten bir büyüme söz konusu yani verilen rakamlar şu: 40 bin civarında olan yabancı öğrenci sayımız bir anda 140 binlere ulaştı. Evet, bir ülke adına -gelişmiş ülkelerde- dışarıdan aldığınız yabancı öğrencilerin sayısındaki artış o ülkenin kalkınmışlığına da delalettir ama biz bu büyümeyi hormonlu değil, biraz daha kontrollü, biraz daha amacına matuf bir şekilde takip etmeli ve öngörüsünü sağlam bir temele oturtmalıyız. Yani kim geliyor, hangi şartlarda geliyor, ne amaçla geliyor, ne yapıyor?

Ben çok somut bir örnek vermek istiyorum. Üniversitemize gelen bir öğrenci, kaydını yaptırıp, uluslararası öğrenci statüsünde birtakım imkânlarını kullanıyor, daha sonra o üniversiteyle herhangi bir fiziki bağı kalmıyor, Türkiye'nin neresinde yaşadığını dahi takip etmekte zorlanabiliyoruz; bu tür sıkıntılara da mahal vermemek için şimdiden tedbirli olmakta fayda var diye düşünüyoruz.

Efendim, şimdi, diğer bir çözüm bekleyen sorunumuz da üniversitelerimizde -kısmen kararı alındı ama- yetki tartışmaları, yetki kargaşası. Neydi bu? YÖK, sanki bunu bir reform gibi anlattı; evet, kâğıt üzerinde gerçekten bir reform gibi gözüküyor, bu norm kadro sıkıntısı.

Efendim, göreve başlatma, kadro ilan etme ya da norm kadro bağlamında üniversiteler yetkili kılındı. Bu belki YÖK'ü rahatlattı ama uzun vadede bizim başımıza birtakım sıkıntılar açabilir. Neden? Çünkü malumunuz iki sene önce kötü bir tecrübemiz oldu -Allah korusun- artık sütten ağzımız yandı, biraz yoğurdu üflememizde yarar var.

Bu norm kadro ya da kadronun 2 misli ilan edilme hakkının üniversitelere verilmesi, evet, doğru gibi gözükse de bence dikkatle takip edilmesi gereken bir karar.

Niye bunu söylüyoruz? Çünkü devlet yapısı içerisinde yönetim hiyerarşisine bağlı birilerinin, bağlı bulunduğu hiyerarşiden ziyade, özel tercihi olan bir yapıdan talimat aldıklarına tanıklık ettik. Bu riski, tekrar, bu üniversitelerdeki, her ne kadar adı şu, bu şekilde yönetici olursa olsun, bana göre YÖK kurumsal bir yapıdır, yine de hakkı transfer olsa da, denetim noktasında, yargıya açık bir şekilde, takip etme noktasında da üzerine düşeni yapmalıdır.

Ben, bu bağlamda biraz daha somutlaştırayım daha iyi anlaşılsın diye. Malumunuz, son aylarda basına da düştü, medyada da polemik malzemeleri oldu, inanın, öyle yöneticilerimiz oluyor ki gerçekten o göreve liyakati noktasında eksikleri var ve buna da kanaat getirmeden, haddini aşan, yetkisini aşan birtakım söylemlerde, eylemlerde bulunduklarına tanıklık ediyoruz. Ben şunu biliyorum: Ben biliyorum, içimizde eğitim camiasından gelen bir sürü çok değerli arkadaşımız var; farklı meslek gruplarından burada milletvekili kardeşlerimiz var; bakın, milletvekili olarak çok güçlü akademisyen arkadaşlarımız var; üniversitede herhangi bir şekilde -tıpçılar da dâhil buna, sağlık uzmanları da dâhil buna- bir faaliyette bulunamıyorlar ama maalesef biz burada böyle bir faaliyette bulunamamamıza rağmen... Siyasi etik açısından doğru da olabilir ama aynı etiğin bilimsel etik ahlakıyla da yine örtüşmesi gerekir. Yani bilimsel etiğe bağlı bir yönetici de, bir üniversite yöneticisi de televizyonlarda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın, buyurun, toparlayalım.

KAMİL AYDIN (Devamla) - ...o televizyonda, bu televizyonda, o tartışmada, bu konuşmada sanki akademik kimliğini bir tarafa bırakmış, efendim, siyasi bir kimlikle her türlü tartışmaya, konuşmaya, spekülasyona katkıda bulunuyor. Bu kabul edilemez bir şeydir. Ben bunu gerçekten kabul edilemez görüyorum ve YÖK'ün de bu bağlamda bilimsel ahlak adına, bilimsel etik adına böyle bir kararı... Burada nasıl ki bizim çok doğal hakkımız olan siyaset yaparken aynı anda bilimsel kimliğimizi de icra edemediğimiz gibi siyasi etiğe uygun olarak, onların da siyaset ya da herhangi bir işle ilgili bir mevzuda, efendim, kendi asli görevlerini bırakıp bu tür faaliyetlerde bulunmaları çok kabul edilebilir bir şey değil; gerçekten toplumumuzu yaralayan, inciten bir husustur diye düşünüyorum.

Ben bu vesileyle Millî Eğitim Bakanlığı bütçemizin önce eğitim camiasına ve sonra tüm yüce Türk milletine hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, AK PARTİ ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Aydın.