| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 18.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmeleri esnasında ödediğimiz vergilerle Türkiye basınının ahvali arasındaki ilişkiyi konuşmamak olmaz. Bu nedenle biraz basın ve vergilerimiz konusuna değinmek istiyorum.
Türkiye'de medya ve basın, inşaat gibi rant sektörlerine göbekten bağlı. Ülkenin en büyük 40 medya kuruluşu medya haricinde inşaat, enerji, maden, turizm, telekomünikasyon, bankacılık ve finans alanında faaliyet gösteren şirketler tarafından kontrol ediliyor. Babıali basınını takip eden İkitelli medyası son on altı yılda yerini şantiye medyasına bırakmış durumda. Yani neyin gündem olacağı ve esasen neyin sansürleneceği tamamen kâr, siyaset ve çıkar ilişkileriyle belirleniyor. Mesela geçtiğimiz haftalarda Kuzey Marmara Otoyolu inşaatında yaşanan ve 3 işçinin hayatını kaybetmesine neden olan iş cinayetinin hemen ardından getirilen yayın yasağı bu al gülüm ver gülüm düzeninin bir ayağı.
Basın İlan Kurumunun ilanlarına baktığınız zaman ise yalnızca ilanların belli bir zümreye dağıtılıp yine bu al gülüm ver gülüm düzeninin devam ettiğini görüyorsunuz. İktidarın kurduğu devasa rant ağında medya patronları da topladıkları parsalar karşılığında basın özgürlüğünü AKP'ye rehin verdiler. Bu çark aslında yurttaşların vergileriyle ödeniyor. Medya, inşaat patronlarının girdiği ihalelerin çoğuna bakın arkadaşlar, devlet garantili kamu-özel yatırımları; şehir hastaneleri, duble yollar, HES'ler. Maalesef, AKP, medya üzerindeki bu tahakkümü vergilerle inşa ediyor ve bunu haber alma hakkımızı hiçe sayarak, ifade özgürlüğümüzü hiçe sayarak yapıyor. Bir zamanlar Gezi'de bu duruma "penguen medyası" demiştik ama artık işin tadı hepten kaçtı. Penguen medyanın etrafına sansürden kalın beton duvarlar örüldü, artık bunun adı "penguen" değil "beton" medya oldu.
Bizler Halkların Demokratik Partisi olarak bu basın ambargosu altında siyaset yapmaya çalışıyoruz. Tam Mart 2015'ten beri, evet, üç yılı aşkın bir süredir hiçbir özel kanal HDP grup toplantılarını yayınlamıyor. Güya halka ait olan ve finansmanı bizlerin vergileriyle sağlanan TRT'den hiç söz etmiyorum bile. Bu ülkenin en büyük 3'üncü partisi ne der, ne vadeder, kimi nasıl eleştirir; bunları bilmek halka yasak. Şimdi "O kadar da değil." diyeceksiniz. Hayır, o kadar, gerçekten o kadar.
Erdoğan günde 9 kez canlı yayında paylaşılırken örneğin, HDP'ye haberlerde bir dakika bile verilmiyor. O bir dakikayı bahşederlerse de kırk saniyeyi antipropaganda için harcıyorlar. Açık talimatlarla, iki yıldır HDP'lilerin programlara çıkması da yasak. Hakkımızda alenen yalan söylendiğinde söz hakkı doğmasına rağmen yayınlara bağlanıp meramımızı anlatmamız dahi yasak, buna da razı olunmuyor hem de üzerinden iki seçim, bir referandum geçmesine rağmen ve üçüncü bir seçim yaklaşırken bu ambargoyu sertleştirmek, mevcut adaletsizliği derinleştirmek üzere başka talimatlar olduğu da çok açık. Bir de geçen gün Erdoğan çıkmış "Seçimlerde gürültü kirliliği yapmayacağız, kâğıt kirliliği yapmayacağız." diyor. Tamam, biz basın ve yayın organlarında eşit olarak yer alabildiğimizde buna tabii ki hazırız, bir itirazımız olmaz. Ancak durum anlattığımız gibiyken sizin basında her daim yer alarak yarattığınız kirliliği biz nasıl ve nerede temizleyeceğiz? Sorarım gerçekten, o şekilde de propaganda yapamayacaksak bunu nerede yapacağız?
Burada iğneyi küçücük de olsa buradaki muhalefet temsilcilerine de dokundurmak istiyorum ama sadece erkeklere çünkü kadınlar zaten medyada yer bulamıyorlar. Sizler hâlâ tartışma programlarına çıkabiliyorsunuz ve bu yalan dolan sizlerin gözü önünde gerçekleşiyor. Buna HDP için değil ama hukuku, anayasayı, ifade özgürlüğünü savunmak için itiraz etmenizi beklerdik. Sizse çoğunlukla susmayı tercih ediyorsunuz. Bu sessizlik hepimizi yakar arkadaşlar. Patronlar bu şekilde rantla hizaya getirilirken peki basın emekçilerinin başına neler geliyor? Gazetecileri Koruma Komitesi 2018 raporuna göre, Türkiye, üçüncü kez en çok gazeteci hapseden ülke oldu. Tutuklu gazeteci sayısının ortalama 150'nin altına düşmediği bir yıl daha geçirdik. Türkiye'de 10 binden fazla gazeteci zaten işsizken basın organlarındaki ani yönetim değişiklikleri ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle birçok emekçi işinden olmaya devam ediyor. Gazeteci Fatih Portakal yalnızca ülkedeki vahim tabloyu tasvir etmişti. Onun sorularını tekrar etmek isterim: "Hadi bakalım barışçıl bir eylemle zamları, doğal gaz zamlarını protesto edelim. Hadi bakalım yapalım, yapabilecek miyiz? Kaç kişi çıkacak korkudan, endişeden sokağa? Kaç kişi çıkar sokağa Allah aşkına söyler misiniz?" demişti. Hemen ertesi gün Erdoğan "Edep fukarasının bir tanesi çıkmış, sokağa davet ediyor, ahlaksıza bak." dedi. Tabii yargıya talimat vermeyi ve tehdit etmeyi de ihmal etmedi. Dün de el artırarak "Mandalina mı, Portakal mı, ne? Bu millet patlatır enseni." dedi. Siz memnun musunuz bu dilden arkadaşlar? Gerçekten memnun musunuz bu dilden? Erdoğan'ın derhâl "Haddimi aştım, özür dilerim." demesi gerekiyor. Böyle konuşmaların ardından bu ülkede insanlar öldürüldü. Seçim kazanmak için insanların hayatını tehlikeye atmak kimsenin haddine değil. Fatih Portakal'ın sorusuna verilen tepkiler bile sorunun haklılığını ve durumun vahametini ortaya koyuyor, eylem yapmayı bırakın, "Eylem yapabilecek miyiz?" diye sormak dahi suç unsuru hâline getirilmeye çalışılıyor.
Diğer yandan, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla 53 gazeteciye toplam yetmiş beş yıl hapis cezası ve milyonları bulan tazminat cezaları verildi, son iki yılda açılan soruşturma sayısı 20.539'a ulaştı. Ama "Gezicilerin boğazları kesilsin, kanlarında duş alacağız." demek ya da AKP'lilerin nefret söylemlerine gelince ifade özgürlüğü oluyor. Siz bu dilden gerçekten memnun musunuz arkadaşlar? Böyle bir ülkede mi yaşamak istiyorsunuz? Mevcut siyasi kontrol belli ki yetmemiş, oldubittiye getirilerek Cumhurbaşkanlığı KHK'leriyle Basın Kartları Yönetmeliği değiştirildi. Bundan böyle sarı basın kartı taşıyacak gazetecilerin belirlenmesi artık tamamen Cumhurbaşkanlığının kontrolünde. Sadece Cumhurbaşkanına hakaretten açılan dava sayısını düşündüğünüzde, yakında sarı basın kartı olan gazeteci kalmayacak. Geçen gün Sayın Demirtaş'ın davasındaydık ve hâkim, basın sıraları boştu, neredeyse boştu, "Sarı basın kartlılar oturabilir." dedi orada. Gerçekten ülkede sarı basın kartlı gazeteci mi kaldı? Bunu da bırakmadınız. Bir de üstüne, antidemokratik biçimde, internet alanında sınırlandırma çabaları var.
Evet, medya üzerindeki bu olağanüstü baskı yurttaşlara da yansımış durumda. Yurttaşlar görüşlerini paylaşmaktan, eleştiri yapmaktan çekiniyor. Oxford Üniversitesinin yaptığı bir araştırma, Türkiye'den araştırmaya katılanların yüzde 65'inin, yetkililerle sorun yaşamamak için, internette siyasi görüşlerini açıkça ifade etme konusunda çekinceli olduğunu ortaya koyuyor.
Değerli arkadaşlar, gazeteciliğin suç olduğu bir yargı düzeni son bulmalıdır. Türkiye'nin yeni yasaklara değil, basın ve ifade özgürlüğünün sınırlanmasını engelleyecek içtihatlara ihtiyacı var. Basın kartını verecek komisyon, pek çok ülkede olduğu gibi, basın meslek örgütlerinden oluşmalıdır. Yine de ifade etmek isterim ki tablo bu kadar karanlıkken bile pek çok basın emekçisi ve alternatif medya kuruluşu haber alma hakkını savunmaya, basın özgürlüğünü savunmaya devam ediyor; onlara, huzurlarınızda, teşekkür etmek isterim.
Altmış yıldır yemek salonumuza girebilen Parlamento muhabirleri var, altmış yıldır. Ve bu arkadaşlarımız bugün bizim yemek salonumuza giremiyorlar. Neden? Biz çok mu ayrıcalıklıyız? Neden giremiyorlar?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Toparlayalım Sayın Milletvekili.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bakın, arkadaşlar, 12 Eylül bile bunu yapmamış, 12 Eylül bile. Sadece yirmi gün kulislere girememişler; sonra milletvekilleri, onların odalarına doluşuyor diye, bu sefer vazgeçmişler bu uygulamadan. Şimdi, Parlamento muhabirleri -Parlamento muhabiri toplam 30-40 kişi ki siz 600 gibi bir sayı çıkarmışsınız; kim kaybetmiş 600 Parlamento muhabirini, biz bulacağız?- yemek salonuna giremiyor.
Bu Mecliste, saat on ikiyi geçmezse eğer ertesi gün burada çalışan arkadaşlar izinli olamıyorlar; saat dokuzu geçmezse kalkıp servis kullanamıyorlar. "Terzi söküğünü dikemez, üstelik daha beter yırtar." bir Meclis hâlindeyiz. Bu sorunları çözmek zorundayız. İdare amirlerinin derhâl bu sorunlara el atması ve bu hakkaniyetsiz tutumu bitirmesi gerekiyor.
Ben de Sayın Cahit Özkan'a nispet olsun diye bir Fransızca sözcükle bitireyim: "..."(x)
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)