| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 19.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her siyasal iktidarın bir hikâyesi vardır. Bazıları, çekilen yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı eşitlik ve özgürlüğün hikâyesini yazarlar. Mesela, Şili'nin ünlü önderi Allende, bolluk olduğu hâlde aç yatan insanlara topraklarını geri verme sözüyle iktidara gelmişti. Onun hikâyesi, büyük malikânelerin yıkılması, toprakların yoksul çiftçilere dağıtılmasıyla başladı, ülkenin doğal kaynaklarını sömüren ve tüm zenginliği ülke dışına çıkaran maden sanayilerinin kamulaştırılmasıyla devam etti. Fakat Latin Amerika'da etkileyici bir sosyalist liderin, soğuk savaş döneminde ABD için yarattığı korkuyu tahmin edersiniz; Allende, diktatör Pinochet komutasındaki darbeci askerler tarafından öldürüldü. Gerçek bir kahramanlık hikâyesiydi bu.
Bazı iktidarların ise böyle hikâyeleri yoktur. O nedenle, ister istemez yoktan kahramanlık hikâyeleri üretilir. Üstelik, tek ülkeye de özgü değildir bu. Mesela, Filistin dostu kahraman olurlar, sonra Filistinlilere sürekli baskı, zulüm ve haksızlık yapan İsrail'le 2002 yılında 1,4 milyar dolar olan ticareti 2017 yılında 5 milyar dolara çıkarırlar. "Büyük Türkiye" ve "yerli ve millî" anlatılarıyla kahraman görünür, ülkeyi vidadan patates ve soğana, her şeyi yurt dışından ithal eder hâle getirirler. Ülkenin tüm kaynaklarını sömüren şirketleri ülkeden atmak yerine, kendileri de şirketler açıp yurttaşları mega projelerle, doğayı katleden köprülerle, şehir hastaneleriyle, dolarla borçlandırırlar. Kendileri dolarla kazanır, ülke krize girince "Aynı gemideyiz." demeye başlarlar. Kamu girişimlerini tek tek yabancı şirketlere satarlar.
Değerli milletvekilleri, TEKEL, PETKİM özelleştirmeleri, şeker fabrikaları... Yirmi beş yıl önce 653 bin kişinin çalıştığı KİT'lerde bugün kaç kişi çalışıyor biliyor musunuz? Sadece 105 bin. Doğru, KİT'lerin düzeltilecek çok yanı vardı. On yıllarca, sağ iktidarlar, KİT'leri özel sermayeye ucuz ara mal, kalifiye eleman deposu olarak kullandılar, KİT'lerde kadrolaştılar. Elbette, KİT'lerde değişime ihtiyaç vardı ama bu değişim özelleştirme, tasfiye ve kapama değildi. 70 milyar dolarlık kamu kurumu satıldı arkadaşlar, 70 milyar dolarlık kamu kurumu. Bir şey sattığınız zaman bir şey alırsınız -ama gerçekten- ya da ne bileyim, tasarruf edersiniz, olmaz yani yoksullara, emekçilere falan dağıtırsınız. Ne oldu bu 70 milyar dolarlık bütçe, biz bilmiyoruz. Köprüye mi gitti, havalimanına mı gitti; yanıt yok. Daha bunların borcunu da halka ödetiyorsunuz. İşte, arkadaşlar, eğer hikâyeniz böyle rantla, parayla başlarsa buna itiraz edenleri de susturmak için elinizden geleni yaparsınız. Çünkü bir iktidar, çıkar ve güç ilişkileriyle kirlenince halk ne yaşıyor, onu unutur ve göremez.
Mısra Öz aylardır Çorlu tren kazasında kaybettiği 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda'nın acısıyla hepimize seslenirken hiçbir şey olmamış gibi yolunuza devam ettiniz. Demiryolları gibi kökü Osmanlı'ya dayanan bir kurumu, en tecrübeli personelleri barındıran bir kurumu getirdiğiniz hâle bakın. "Seçime yetişsin." diye yine tren kazası. Sinyalizasyon olması zorunlu bir hattı sinyalizasyon sistemi bitmeden açtınız, 9 canımızı kaybettik. Pamukova'da da hızlı tren sırf "2014 seçimlerine yetişsin." diye 41 canımızı kaybetmiştik. Yetmedi mi? Artık aklımız, kalbimiz dayanmıyor. Bu neyin hırsı arkadaşlar? Hangi seçim galibiyeti değer buna?
Bakın, bugün şahane üçüncü havalimanınızın bazı bölümleri sular altında kalmış, işçileri arkadaşları ip atarak kurtarmışlar arabalara, servis araçlarına giderken. Maalesef hep doğa ve işçi katliamlarıyla anılacak olan üçüncü havalimanı işçileri, bakın, mahkemede ne diyordu: "Niye slogan attığımı açıklayayım; benim kuzenim iş kazası geçirdi, iskele olmadığı için 3'üncü kattan düştü. Onun için susma, sustukça sıra sana gelecek." dedik yani bir daha olmasın diye. (HDP sıralarından alkışlar) İşte böyle naif ifadeleri vardı işçilerin. Bu işçiler, onlarca arkadaşını havalimanı inşaatından defnettiler ve berbat koşullara, tahtakurularına isyan edince tutuklandılar arkadaşlar. Şimdi söyleyin, hadi yüzlerine bakıp söyleyin "Siz ölüyorsunuz, biz büyüyoruz ama aynı gemideyiz." deyin, eğer yapabiliyorsanız gidin yüzlerine karşı söyleyin.
İşçilerin duruşmasına katıldım, hepsi çok gençti, bir kısmı öğrenciydi, okumak için çalışıyorlardı, bir ikisi dışında hepsi İstanbul dışından, Van, Siirt, Şırnak gibi şehirlerden gelmişler yani ekmek parası göçü. İddianame ise hemen her temel hakkı suçmuş gibi düzenlemiş bir iddianameydi. "Sözde sendikacılar" tabiri kullanılarak sendikacıların iş sahasına girmesi ve işçilere haklarını anlatması, aralarında WhatsApp grubu kurmaları da suç sayılmıştı. Ve sendikacı, örgütlenme yapıyormuş. Sendikacı başka ne yapar arkadaşlar? Sendikacı örgütlenme yapar. Ha, bu arada, inşaat alanına gelen milletvekillerini işçilerin izlemeleri, onlara bakmaları da suç sayılmış, böyleydi iddianame.
Şöyle dedi bir işçi "Ayağımda terlik vardı, o hâldeyken kime karşı koyayım? Bir de bize saldırdılar ama hiç bunların kayıtlarını görmedim. İyi yönlerimizi hiç yazmamışlar." Evet, böyle naif ifadelerdi, "İyi yönlerimizi hiç yazmamışlar." diyorlardı. Sadece hakkını aradığı için hapse girebileceğinin hiç mi hiç farkında olmadan konuşuyorlardı. Birisi de "Üç ay önce işe girdim, para yetmediği için ayakkabı boyacılığı da yapıyordum." diyordu. İşçiler o kadar haklılar, o kadar haklılar ki bir gün mutlaka kazanacaklar; işte, aslında korku da bu yüzden.
Çocuklarını iş cinayetlerinde kaybeden ailelerden oluşan, adalet arayan işçi ailelerini, Cumartesi Annelerini, erkek şiddetine karşı 25 Kasımda yürüyen kadınları engelleyen de işte bu korku. İşte sizin hikâyeniz arkadaşlar, bu korku ve korkutma hikâyesi. Hikâyenizin fotoğrafı ise bu. Evet, siz bariyer iktidarısınız arkadaşlar. Türkiye'nin her yerine bariyerler kurdunuz ve bir insan hakları anıtını, şu başkentin ortasında bariyerlerle çevirmekle tarihe geçecek ve böyle anılacaksınız maalesef.
Bizim de bir hikâyemiz var tabii. Bakın, örneğin, Sırrı Süreyya gibi bir hikâye anlatıcısı, İdris Baluken gibi bir hatip gördü mü bu Meclis? Bazılarınızın belki başı öne eğilebilir "İdris Baluken" deyince, buradaki performansını, konuşmalarını hatırlayınca. Bu arkadaşlarımız bu ülkenin barışına bir tuğla koymak için, bunun için mücadele ettiler ve en önemli hikâyeleri buydu; işte bunun için hapisteler. Sizin hikâyeniz, gerçekten her şeye "terör" demek, korku yaratmak, güvenlik paranoyası ve boşanmaya bile "terör" diyebilen bir İnsan Hakları Kurumu Başkanı. Bir de galiba Koçtaş'tan sarı yelek satışlarında artış var mı diye sorduruyormuşsunuz, bu da bir başka enteresan hikâyeniz.
Evet, bu ülkenin en güzel hikâye anlatıcılarından birini, Sırrı Süreyya'yı hapsettiniz; bu ülkenin hikâyesini, özgürlüğünü hapsettiniz ayrıca. Ama bizim hikâyemiz bitmez, bizim hikâyemiz çocuğu yıllar önce devlet dersinde öldürülen bir Cumartesi Annesinin her cumartesi aynı meydanda bekleyen inadıdır arkadaşlar; bizim hikâyemiz budur. Hiçbir insanı ayırmadan, ardında bırakmadan kol kola verdiğimiz, evet, kol kola verdiğimiz insanlık mücadelesi. (HDP sıralarından alkışlar) Bizim hikâyemiz budur arkadaşlar. Bu hikâye bu ülkenin hikâyesi olacaktır, bu ülkenin hikâyesi bu ülkeyi özgürleştirecektir ve bundan siz de nasibinizi alacaksınız, hep birlikte özgürleşeceğiz çünkü İnsan Hakları Anıtı'nı bariyerlerle çevirmek bir hikâye değildir. Sizi de daha vicdanlı yeni hikâyeler yazmaya davet ediyoruz.
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.