GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:37
Tarih:19.12.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe kanununun 12'nci maddesi üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum ama konum hayli farklı. Ancak, biraz önce Filistin'le ilgili sıcak bir tartışma yaşandı, izninizle bu konuya bilgilerim ölçüsünde açıklık getirmek istiyorum.

Ben Sayın Dışişleri Bakanına Bütçe Komisyonu sırasında bazı sorular sordum, bunlardan biri Filistin'le ilgiliydi. Soru şuydu: Son on altı yılda Filistinli, Gazzeli kardeşlerimizin koşulları iyileşti mi? Bu sorunun çözümü bağlamında Türkiye'nin konumu -yani etki gücünü kastediyorum- ilerledi mi? Sayın Bakan soruma yazılı cevap verme nezaketini gösterdi. Cevapta, ayni yardımlardan, nakdî yardımlardan, "Şu kadar ton buğday, bu kadar milyon dolar." diye bilgi verilmekte, TİKA ve Türk Kızılayının katkılarından söz edilmekte, hülasa "2015-2017 yılları arasında Filistin'e yaptığımız yardımların değeri 460 milyon ABD dolarına ulaşmış." denilmektedir. Maalesef cevapta Filistinlilerin koşulları fiilen iyileşti mi, ağırlaştı mı buna bir yanıt göremedim; Filistin sorununda Türkiye'nin konumu ve etki gücü var mı, yok mu bu konuda da keza cevap bulamadım.

Şimdi arkadaşlar, son on altı yılda işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimlerinde çok büyük artışlar meydana gelmiştir. Batı Şeria'daki yerleşimci sayısında son on iki yılda müthiş bir artış yaşanmıştır. 2002'de 198 bin olan sayı bugün 400 bin civarında. İsrail'in Doğu Kudüs'teki yerleşimci sayısı da son on yıldaki artışla bugün 220 bin civarına ulaşmıştır. Sadece 2014'te İsrail Meclisi Knesset Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te 3.200 yeni yerleşimi daha onaylamıştır. Son on beş yıldaki artışlarla işgal altındaki topraklardaki Yahudi yerleşimcilerin sayısı 600 bini geçti. Bu rakamlar genel trendler tabii. Bazıları "550 bin" der, bazıları "650 bin" ama gerçek şu ki, son on-on beş yılda bu sayı çok çok arttı.

Sonra başka ne oldu? İsrail, Ulus Devlet Yasası'yla İsrail vatandaşı Filistinlilerin, Arapların statüsünü aşındırdı. Ayrıca, bu dönemde maalesef yüzlerce Filistinli öldürüldü, binlercesi yaralandı; tüm Filistinlilerin ekonomik koşulları, yaşam şartları çok ağırlaştı.

Şimdi, 21 Aralık 2017 tarihli BM Genel Kurulu kararına geliyorum; tartışma buydu, 128 oyla kabul edilen Kudüs kararı. Bu kararın hiçbir yerinde "Kudüs Filistin'in başkentidir." demiyor. Metin elimin altında. Metne İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri, birçok Avrupa Birliği ülkesi ve başka ülke oy vermişti. Bu karar, ABD'nin Kudüs'ü İsrail başkenti olarak tanıma şeklindeki oldubittisine fevkalade haklı bir tepkidir. Ama bağlayıcılığı olmadığı, evvelsi gün Avustralya'nın Washington'ın kararını izlemesinden de belli. Kararı sizlere okuyarak vakit geçirmeyeceğim ancak karar BM Güvenlik Konseyinin önceki kararlarına değiniyor. Bu kararlarda da zaten Doğu Kudüs'ün 1967 sınırları temelinde iki devletli formül çerçevesinde bulunacak nihai çözüm bağlamında Filistin'in başkenti olması gerektiğine atıf mevcut. Tabii, sözünü ettiğim metin bunu açıkça ifade etmiyor. BM Genel Kurulunun bu kararı elbette iyi oldu. Ancak kararın özü budur, yanlış bir algı oluşmasın veya oluşturulmasın.

Öte yandan, İsrail'le ticaret hacmimizdeki artıştan söz ediliyor. Bu tür eleştirilere karşı da iktidar "O, ticarettir; biz devlet olarak karışamayız. Bu iş özel sektörler arasındadır." diyor. Ben "İsrail'le ticareti durduralım." demiyorum, öyle bir önerim yok ama Dünya Ticaret Örgütü kurallarına ve uygulamaya göre, devletlerin böyle bir yetkisi vardır arkadaşlar. Hatırlayacaksınız, Rus uçağının düşürülmesi olayı sonrasında Moskova bazı hükümlere başvurmuş, "ulusal çıkar" ve "güvenlik" gerekçesiyle bizimle ticaretini durdurmuştu. Bu tür uygulamalar elbette zorlama uygulamalardır, yararlı değildir.

Sözün özü şu: Türkiye, hezeyanlara kapılmadan, çok daha makul bir yaklaşımla hem kadersiz Filistinlilere daha yardımcı olabilecek, onların çıkarlarını gerçekten koruyabilecek bir politika izleyebilirdi hem de Filistin sorununun çözümünde daha etkili bir oyuncu konumuna gelebilirdi. Haykırma, hezeyan ve öfke, uygun dış politika araçları değildir. İktidar bu konuda politikasızlık yapmıştır; bugün dolambaçlı yollardan bunu örtmeye çalışmak yerine bu hatasını üstlenmeli, yararlı ve etkin bir politikayı nasıl şekillendireceğini düşünmelidir.

Değerli arkadaşlar, tabii, şimdi, partimizin 12'nci maddeye ilişkin görüşlerini anlatmak için zaman daraldı. Maddeye göre, Hazine tarafından sağlanacak garantili imkân ve dış borcun ikraz limiti ile Hazinenin borç üstlenim taahhüdü 4,5 milyar dolar olarak düzenlenmektedir. Bu sistem, yap-işlet-devlet projelerinde ihaleyi alıp bitiremeyen firmaların dış borç yüklerini devletin üstlenmesini mümkün hâle getirerek borcu vatandaşın ve vergi mükellefinin sırtına yükleme ihtimalini de taşımaktadır. Böylelikle, yatırımı yapan şirket, iktidardan alacağını aldıktan sonra ortadan kaybolma imkânına sahip olmaktadır. Bunun da yandaş firmalar için yaratılmış bir fırsat olarak değerlendirilmemesi mümkün değildir.

Öte yandan, dikkat ederseniz 12'nci maddedeki her iki limit de ABD doları cinsinden ifade edilmektedir. Türk lirasına geçiş için zorlayıcı düzenlemelere giden iktidarın, ihaleleri döviz cinsinden öngörmesi, bütçe kanununu ABD doları cinsinden düzenlemesi tam bir tenakuzdur.

Malum, dış borcumuz dağ gibi birikmiştir. Bu yetmezmiş gibi yandaş şirketlerin dış borçlarının üstlenilmesi imkânı da yaratılmaktadır. Hâlihazırda kısa vadeli dış borç stokumuz 140 milyar dolardır. Brüt dış borç stoku ise haziran itibarıyla 457 milyar dolar olmuştur. 2018 yılında 4,5 milyar doları faiz olmak üzere toplam 45 milyar 227 milyon dolar dış borç ödenmiştir. Yeni alınacak olan borçların dışında, önümüzdeki dönemde yaklaşık 85 milyar doları faiz olmak üzere 400 milyar doların üzerinde borç mevcuttur. Çinli finans kuruluşlarından 3,6 milyar dolarlık kredi paketi gibi yeni borçlar da alıyoruz.

Bu borçlar, vatandaşımızın ve ekonomimizin geleceğini ipotek altına alırken dış politikamızı da etkiliyor. Çin'de Uygur Türkleri, soydaşlarımız açık ve ağır bir şekilde insanlığa karşı suçlara maruz kalıyor, esir kamplarında 1 milyonun üzerinde soydaşımız kötü ve insanlık dışı muameleye uğruyor; iktidar ise sessiz. Alınan krediler yüzünden mi Uygur Türklerine karşı bu sessizlik, Uygur Türklerinin gördüğü zulme bu sessizlik, yoksa Çin şirketleri üçüncü köprüyü satın alıyor, Konya doğal gaz deposu işini aldı, tüm yandaş şirketler Çin şirketlerinin kapısına iktidar tarafından yönlendirildi diye mi?

AK PARTİ hükûmetleri döneminde vatandaşların borcu da 79 kat artmış ve 522 milyar liraya çıkmıştır. Vatandaş borç batağında nefes alamaz hâle gelmiştir. Ekonominin durumu kötüye gitmektedir. Gösterge faiz sadece altı ayda yüzde 15'ten yüzde 24'e çıkmıştır. Yurt dışından temin edilen borcun faiziyse ortalama 2 kat artmıştır yani 2 kat yüksek maliyetle borçlanabilmekteyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Bir önceki konuşmamda da söyledim, kitaptan ve dergiden hınç alarak kaynak sağlamaya çalışan hiçbir ekonomik anlayış ayakta duramaz, ekonomi böyle düzelemez. Bu karar sadece ülkenin bugününü ve geleceğini karartır. Bizim muadili olmaya çalıştığımız hiçbir ülkede kitap, dergi ve gazetede KDV yüzde 18 değildir. İtalya'da yüzde 4, Fransa'da yüzde 5,5; Norveç'te ise sıfırdır. Bu kararı eğitim ve kültüre karşı işlenmiş büyük bir ayıp olarak addediyor, iktidarın insanlara "Sakın okumayın." dedikleri anlamını çıkartıyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)