| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 20.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi üzerinde Halkların Demokratik Partisi adına söz aldım. Buradan sizleri ve ekranları başındaki herkesi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe, toplumların cinsiyetler arasındaki uçurumu azaltmaya yarayan önemli araçlarından biridir. Bütçeler, ülkelerin eğitimden enerjiye, sağlıktan ticarete, ulaşımdan adalete toplumsal yaşamın tüm alanına dair yıllık planlamalarını içerir. Dağılımın nasıl yapıldığına dair fikir veren göstergelerden biri de bütçeleri kimin hazırladığıdır. Günlerdir tartışılan bütçeyi erkeklerin ve bir erkek aklın hazırladığı çok açık. Bütçeler, gelir, gider kalemleri gibi düşünülmemeli, toplumsal cinsiyet açısından da eşitliği sağlamaya katkı sunan bir perspektifle hazırlanmalıdır. Uluslararası raporlar Türkiye'de iki temel eşitsizliğin ciddi boyutlarda yaşandığını ve giderek derinleştiğini ifade ediyor. Bunlar, gelir ve servet eşitsizliği ve cinsiyet eşitsizliğidir. Buna karşın, bütçeyle ilgili açıklamalardan ve geliştirilen politikalardan iktidarın bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik bir kaygısının olmadığı aşikârdır. Hâlâ cinsiyete dayalı bir bütçeye gidilmemiş olması başlı başına bir sorundur.
Kadınların kaynaklardan yararlanması bir haktır. İlgili bakanlığın bütçesinin son yıllarda sosyal yardımlara ayrılması, AKP'nin hem kadınlara hem de sosyal politikalara yaklaşımını çok açık ifade ediyor. Kadınların kamusal alandan uzaklaştırılması, bakım hizmetlerinin yürütücüsü hâline getirerek eve hapsedilmesi, kadını aşağılayan, eşitliği hedef alan müfredatlar, kamu hizmetlerindeki cinsiyet eşitlikçi bir yaklaşımın belirleyici olmaması kadının kamusal hayata katılımının önündeki engelleri derinleştirmektedir. Toplumsal cinsiyete dayalı bir bütçe neden mi önemli? Eşitleyici, kamu hizmetlerinin tasarım ve uygulanması için, demokratik, kapsayıcı ve adil bir kalkınma için, kadın emeğinin sömürüsünün önlenmesi ve ev içi emeğin hakkının verilmesi için, bütçe uygulama süreçlerinde eşitsizliğin yeniden üretilmesini engellemek için önemli. Kuşkusuz nedenleri saymak ve artırmak çok mümkün ama burada bunları ifade edebilirim.
Değerli arkadaşlar, Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak da bazı şeyleri ifade etmek istiyorum. İnsan Hakları Komisyonunun bu ülkede gidemeyeceği, ziyaret edemeyeceği cezaevi var mı diye sorarsam verilecek cevap çok bellidir. Tabii ki Komisyonumuz istediği cezaevine girebilir, yerinde incelemelerde bulunabilir gibi bir cevap verilir. Ben de tersini söylüyorum, bu Komisyon istediği cezaevini ziyaret edemiyor. Eğer ziyaret edebilseydi yirmi yılı aşkın bir süredir cezaevinde olan ve Mart 2015 tarihinden itibaren İmralı Adası Cezaevinde kalan Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve yine birçok sağlık sorunu olan Hamili Yıldırım'ı ziyaret edebilirdi. Ceza Kanunu'nda yasal güvence altına alınmış olan en temel hakları olan aile ve avukat görüş haklarını neden yapamadıklarını sorabilirdi. Mesela Veysi Aktaş, yirmi beş yılı aşkındır cezaevinde, 68 yaşındaki annesi Faika Aktaş Mart 2015'ten beridir oğlundan hiçbir şekilde haber alamıyor. Sanırım bir anne için bundan daha zor bir durum olamaz. Yine Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım, daha önce kaldıkları Sincan Kapalı Cezaevinden Mart 2015 tarihine kadar, öncesinde aileleriyle ve avukatlarıyla görüşebiliyor, mektup yazabiliyor, telefon hakkını kullanabiliyorken İmralı Adası'na gittikleri andan itibaren dış dünyayla tüm bağları kesildi. Bunu neden kesildi diye sormak istiyorum buradan.
Değerli arkadaşlar, Abdullah Öcalan'ın toplumsal barış inşasındaki rolü ve yine politik öngörülerinin haklılığına dair söylenecek çok söz var ama ben bundan ziyade yasalarımızca güvence altına alınan hakların kullandırılmamasına değinmek istiyorum. Dünyanın en uzun ve tek avukat görüş yasağının uygulandığı cezaevinin İmralı Ada Cezaevi olduğunu biliyor musunuz? 27 Temmuz 2011'den bu yana uygulanıyor. Kardeşi kendisini en son 11 Eylül 2016 yılında ziyaret etti. Dört tarafı denizlerle çevrili bir cezaevini düşünün; yıllardır aile ziyaretleri olmuyor, yıllar yılıdır avukatlar gidemiyor ve hiçbir insan hakları kuruluşu gidemiyor. İnfaz kanunumuzun aile, avukat ve yine iletişim ve haberleşme hakkının düzenlendiği kesin hükümlerine rağmen bu haklar hukuksuz, keyfî şekilde engellenmektedir. Yasal güvence altındaki telefon, mektup hakkı keyfî şekilde kısıtlanmış durumda.
Değerli milletvekilleri, OHAL sürecinde bu keyfî uygulamalara KHK'ler gerekçe gösterildi. OHAL kalkınca da içeriği bilinmeyen infaz hâkimliği kararı gerekçe gösterilmeye başlandı. İçeriği bilinmeyen bir infaz hâkimliği kararı diyorum. Nitekim avukatlarının, hukuki süreci yürütebilmek için infaz kararına konu disiplin cezasının dosyasının tebliği ve suretinin, örneğinin alınmasına dair tüm başvuruları nedense reddedilmiş. Soruyorum: Bir dava dosyası, vekâleti olan bir avukata neden verilmez? Hangi hukuksuzluk gizleniyor burada?
Tüm hukukçular bilir, infaz hâkimliği tek hâkimlidir. Tek hâkimli bir infaz hâkimliğinde bir haftada 3 hâkimin görev yeri değiştirilirken UYAP sistemine işlenmesi gereken bir dosya nedense sisteme işlenmiyor. Bir talebi ret veya kabul ederken karar düzenlemesi bir hâkimin en temel görevlerinden biridir ama infaz hâkimliği karar düzenlemek yerine hukuki bir niteliği olmayan, bir itiraza veya başka bir kanun yoluna konu edilemeyecek bir tutanakla avukatların infaz kararı istemini reddediyor. Ve soruyorum buradan: Bu nasıl bir adliye, bu nasıl bir hukuk sistemidir? İmralı rejimiyle başlatılan tecrit zamanla F tipi cezaevleriyle tüm Türkiye'ye yayıldı; peki, amaçlanan neydi?
Değerli milletvekilleri, tecrit yok saymaktır, görmezden gelmektir; özetle, düşünmezsen yoktur demektir. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama tecridin amaçladığı her şey aslında bugün iktidar tarafından Türkiye toplumuna dayatılmak isteniyor. İktidar toplumun taleplerini görmezden gelen, yok sayan bir hâldedir. Evet, işte tecridin güncel olarak politikaya dönüşmüş hâli budur arkadaşlar.
Özgürlüklere karşı inşa edilmiş sistemlerin kötülük sınırı nedir? Birileri bir insana gökyüzünün dört köşeli olduğunu söylüyorsa, ona yaşamın birkaç adımlık bir beton ve bir duvardan ibaret olduğunu dayatıyor ve onun en ufak bir kıpırtısının etkilerinden çekiniyorsa ne yapar? Birileri bir başkasının sesinin yankısını dahi yok etmek istiyorsa ne yapar? Cevap çok basit: Tecrit eder.
Tarih tüm zamanlarda muktedirlerin, karşıtlarını yani muhaliflerini en acımasız biçimde cezalandırma politikalarına tanıklık etmiştir. Dünya örneklerinin tamamında iktidarlar kendi muhaliflerini tecrit etmiştir. Muktedirler olarak birileri, sizler kızabilirsiniz, bağırıp çağırabilirsiniz, tecrit sistemini uygulayabilirsiniz ama tecrit siyasetini uygulayanlar kendi düşünce gücünden, kendi doğrularından emin olmayan iktidarlardır. Tarihteki tüm örneklerinden anlıyoruz ki bu yöntemi deneyenler aslında toplumdan bazı gerçekleri saklamak isteyen iktidarlardır. Peki, sizler halktan neyi gizlemek istiyorsunuz? İmralı tecridiyle aslında bu sorunun cevabı çok basit. Bir an için 2013 yılına gidelim; Türkiye'nin son kırk yılına damgasını vurmuş, büyük acı ve kayıplara sebep olmuş Kürt meselesinin çözümüne dair filizlenen umutlar İmralı'dan gelen barışçıl ve çözüm yanlısı mesajlarla büyüyordu. Hükûmetin sonradan suç ve cezaya konu edeceği görüşmelerden anladık ki Öcalan ve Kürt hareketi çatışmalı sürecin sonlandırılması için adım atmaya, çözüm geliştirmeye hazırlar. Bu gerçeği Türkiye toplumunun büyük bir kısmı gözleriyle gördü. Aslında siz çözümden, çatışmalı sürecin bitmesinden ve Kürtlerin kendi haklarını elde etmesinden korktunuz. Bu korku ve paniğin sonucu olarak ilk adım tecridi derinleştirmek ve masayı devirmek oldu. O günlerde çözüm için canhıraş çalışıp akan kan dursun diye elini taşın altına koyan Sevgili Sırrı Süreyya Önder ve Sevgili İdris Baluken cezalandırılarak neyi amaçladınız biliyor musunuz? Bu sürece ait umudun son zerresini dahi yok etmeyi amaçladınız. Fakat şunun cevabını veremiyorsunuz. Barış ve kardeşliğin sesini susturabilirsiniz, çözüm umudunu tecrit edebilir misiniz? Tarih bütün zengin örnekleriyle gösteriyor ki her sorunun eninde sonunda bir çözümü vardır, bunu geciktirebilirsiniz ama asla bunu engelleyemezsiniz.
Değerli arkadaşlar, bugün Genel Kurula başlarken Sevgili İhsan Eliaçık'ın gözaltına alındığı haberi geldi ve şunu ifade etmek istiyorum: Çok komik bir gerekçeyle şu an gözaltında. Komik bir gerekçe diyorum çünkü İhsan Eliaçık'ın İstanbul dışına çıkması yasak bir mahkeme kararıyla, il dışına çıkması yasak ama Batman'da daha önce yaptığı bir konuşmadan kaynaklı, mahkeme, zorla getirme kararı vermiş. İl dışına çıkamadığı için, Batman'daki başka bir dosyada ifade veremediği için şu an gözaltında. Bu, yargının içerisine düştüğü komik, trajikomik durumu ifade ediyor ve bir an önce serbest bırakılmasını istiyorum.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)