| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 21.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA FATMA KURTULAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçe, parlamenter rejimlerin temel varoluş sebeplerinden biridir. Parlamenterler kendilerini seçen halk tarafından kamu gelir ve giderlerinin yine halk için kullanılmasını sağlamak üzere parlamentolara gönderilirler. Ancak, bugün üzerinde konuştuğumuz bütçe, iki haftadır ısrarla söylediğimiz gibi, halkın çıkarlarını gözetmekten ziyade, ne yazık ki saraya hizmet eden, sermayenin cebini doldurmaya hizmet eden bir hâle getirildi.
Bunun ilk resmî adımı 16 Nisan 2017 referandumunda atıldı. Bütçe bugün müdahale edemediğimiz bir kanun teklifi olarak önümüzde duruyor. Sadece bu kürsüden iki haftadır muhalefet ettiğimiz bu bütçeye kadınlar için, çocuklar için, gençler için, sağlık için, emek için, inançlar için bir kuruş maalesef ekleyemedik. Veya güvenlikçi politikalar için, savaş harcamaları için belirlenen meblağdan bir kuruş çıkaramadık. Tek bir yetki kaldı elimizde, bütçeyi reddetmek.
Peki, neden reddetmeliyiz? Halkın temsilcileri olarak geldiğimiz, halk adına söz söylemeye çalıştığımız bu Mecliste, Adalet Bakanlığına ayrılan bütçeyi konuşuyoruz ama gelin görün ki insanların ne adalete ne de hukuka inancı kalmış, ortada adalet diye bir şey yok. Adalet sarayları cezaevlerine, cezaevleriyse toplama kamplarına dönüşmüş durumda. 2002 yılında 59 bin kişinin bulunduğu cezaevlerinde bugün 259 bin kişi var. 743'ü annesiyle kalan bebekler olmak üzere, 3 bin çocuk cezaevinde. Birçok cezaevi işkence ve kötü muamele şikâyetleriyle gündemden düşmüyor. 267 cenaze gömülü oldukları Bitlis'teki bir mezarlıktan 19 Aralık 2017'de DNA testi gerekçe gösterilerek çıkarıldı. Aradan bir yılı aşkın süre geçmesine rağmen cenazelerden sadece 2'si ailelerine teslim edildi, kalan 265 cenazenin akıbeti belirsiz.
Ölüm herkesi eşit kılar. Bu, bütün dinlerin kabulüdür. Bu kabul, kralların, hükümdarların, erki elinde bulunduran bütün kişi ve kurumların üstündedir; yaşayanlara da bir emirdir ancak dehşet içinde şahitlik ediyoruz ki kemiklerden, çürümüş saçlardan dahi intikam alınıyor. Mezarlardan çıkarılan cenazelerle âdeta ailelere, yakınlarına işkence yapılıyor. Adaletsizlik işte böyle tesis ediliyor. Ne Roboski'nin ne Soma'nın ne Sivas'ın ne Uğurların, Berkinlerin, Ali İsmaillerin, Kemal Korkutların ne Şenyaşarların, Diyarbakır katliamının, Suruç katliamının, Gar katliamının hesabının sorulmamış olması adaletin değil, adaletsizliğin tesis edildiğinin göstergesidir. Katledilişinin üzerinden üç yıl geçen Tahir Elçi'nin faillerinin yargı önüne çıkarılmamış olmasının nedeni işte böyle açığa çıkıyor.
Sağlık Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Ne sağlık hizmeti alanın ne sağlık hizmeti verenin bırakın sağlıklı kalmayı sağ kalma güvencesi bile yok. Sağlık, ticaret kapısı gibi yandaşların emrine verilmiş, evinde de ölse, hastanede de ölse vatandaş, cebini dolduruyor bir yandaş. Kimi hastaneler doktor bulamıyor, bir sağlık çalışanına hasret; kimi sağlık emekçileri iktidarın gazabından çalışacak yer bulamıyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Sanayi ve teknoloji anlayışınız savaş sanayi ve teknolojisinden öteye geçmiyor.
Gençlik ve Spor Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Gençlerimiz sosyal politika yoksunluğundan ya madde bağımlılığı batağında ya cemaatin elinde. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi'nin 2017 Raporu'na göre Türkiye, sentetik uyuşturucu kullanımı sonucu ölümlerde Avrupa ülkeleri içinde ilk sırada.
Üniversite öğrencileri geri ödemesiz burstan yararlanabilecek kadar şanslıysa eğer giderinin ancak yarısına yetebilen bir bursa kavuşabiliyor. Tam 1 milyon 174 bin gencimiz işsiz. Gençlerin hayatlarının en güzel yılları yoksulluk ve işsizliğin pençesinde heba ediliyor.
Millî Eğitim Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Başarılıymış gibi övündüğünüz bu kulvarda Türkiye kendisiyle yarışıyor. On altı yılda 6 bakan değiştirebilmek de bu başarıya dâhil. Bakanlık eğitimin düsturunu yüzeysellik, ezbercilik, erkeklik ve tekçiliğe dönüştürmüş. Çocuklarımız Ensar'ın, Aladağ'ın vahşetinden kurtulursa cemaatlerin, tarikatların ellerinden sağ çıkarsa ne âlâ.
Beton politikasıyla iyi hâlden birbirine bağlanan Aile ve Çalışma Bakanlıklarına yeni adıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Her gün en az 1 kadın cinayeti haberi alıyoruz, her gün en az 5 işçi hayatını kaybediyor. İnsanca koşullarda her an ölebilme kaygısı taşımadan çalışmak isteyen yeni havaalanı işçilerinin yaşadıkları, emekçiye verilen değerin portresidir. Biz bu bütçeyi konuşurken iki sokak ötemizde Gülseren'in 44 yerinden bıçaklanarak katledilmesi, kadına verilen değerin göstergesidir.
İçişleri Bakanlığına bütçe ayırılıyor. Huzur da yok, güven ortamı da yok. 24 Haziran seçimlerinden on gün önce Suruç'ta bir vahşet yaşandı; huzuru, güveni tesis etmekle sorumlu İçişleri Bakanı cenazeler arasına bile ayrım koydu, vekil ağabeyinin cenazesine bizzat katıldı; Şenyaşar ailesine mensup 3 kişinin cenazesine katılanları biber gazına, tazyikli suya boğdurttu. Hastanede kameralar önünde gerçekleşen katliam karşısında İçişleri Bakanı kör nokta gibi davrandı, failler hâlâ yargı önüne çıkarılamadı. Geldikleri geleneğin bütün karanlığını ellerinde, yüzlerinde, kalplerinde ve dillerinde taşıyanlar, evlatlarının hiç değilse kemiklerini bulmak için yıllardır Galatasaray Meydanı'nda oturan Cumartesi Annelerine bu iktidarın döneminde hakaret etti. Eş Genel Başkanımız Sayın Pervin Buldan, bu iktidarın döneminde bizzat Bakan tarafından tehdit edildi.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Daha diğer faciaların acısı tazeyken burnumuzun dibinde milletvekili adayımız Yusuf Yetim'in de aralarında olduğu 9 insan "tren kazası" adı altında ölüme yollandı. Faciayla ilgili açıklama yapan her yetkili kaza sebebini farklı açıkladı ama bizce kazanın asıl sebebi bu iktidarın artık raydan çıkmış olmasıdır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Bakanlık doğa talanının ve rantının koordinasyon merkezine dönüştürülmüş durumda. Bakanlığın vizyonu "Beton, her daim beton." Bakanlığın ismi "beton ve çimento bakanlığı" olarak değiştirilse yeridir. (HDP sıralarından alkışlar)
Hazine ve Maliye Bakanlığına bütçe ayrılıyor. Nüfusun 16 milyondan fazlası açlık sınırının altında. Babalar çocuklarına bir pantolon alamadığı için intihar ediyor, Bakanlığa göre kriz yok çünkü hazine halkın değil, iktidarın elinde, saray nezdinde hazine sağlam ellerde.
Cumhurbaşkanlığına bütçe ayrılıyor. Tek adamın tahakkümü bütün kurumların bütçesini hazırlar oldu. Günlük harcaması 1.122 asgari ücretlinin bir aylık maaşına denk gelen sırça köşklerinden siyaset yapanlar KHK'lilerin açlığa mahkûm edilmesini görmüyor. "Erken yaşta emekli olup kırk yıl maaş alacaklar." deyip emeklilikte yaşa takılanları emeklilikte Cumhur İttifakı'na takılanlara dönüştüren zihniyet, ejder meyvesinin parası cebinden çıkıyormuş gibi kendi maaşına yüzde 26 zam yapıyor.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, dünyadaki düşük faiz oranıyla 600 milyar dolar ucuz kredi kullanıldı, 153 milyar dolar faiz ödendi. Alınan kredilerle fabrikalar açmak yerine var olan fabrikalar kapatılıp yerlerine AVM'ler dikildi. Ülke dev bir şantiyeye çevrildi, doğa talan edildi. Para betona, asfalta gömüldü ama artık yolun sonuna gelindi. Artık dünya küresel bir ekonomik durgunluğa giriyor. Düşük faizli ucuz dolar dönemi kapandı. Ülke döviz krizine, borç ödeyememe krizine girdi. Tüm bunlar büyük ekonomik krize dönüştü. Bu krizden kurtulmak için yapısal reformlar yapmak, hukuka olan inancı yeniden tesis etmek, güvenlikçi politikaları terk etmek yerine ne yazık ki tam tersi politikalarda ısrar ediliyor.
İktidarın tek bildiği, krizin faturasını geniş halk kesimlerine yıkmak. Batan firmalarda bile adaletsizlik yapıldı, yandaşı kurtarma formülleri geliştirildi. Daha fazla işsizlik, eriyen ücretleri daha da düşürmek, zam üstüne zam yapmak başlıca icraatlar oldu. Sadece 2018 yılında konut elektriğine yüzde 59, sanayi ve ticarethanelerin elektriğine yüzde 101, doğal gaza ise yüzde 32 zam yapıldı. Resmî işsizlik yüzde 12, fiilî işsizlik en az yüzde 20, enflasyon yüzde 25, cari faiz oranları yüzde 30'un üzerinde. Toplam borç stoku son 15 yılda 13,5 kat arttı, 5 trilyon liraya dayandı. "Mali disiplin" adı altında sosyal harcamalar kısılırken vergilerin yükü ÖTV ve KDV'yle halkın sırtına bindirildi. Gelir vergisinin dahi en az üçte 2'si emekçilerden alınıyor. Güvenlik harcamaları almış başını gidiyor. Ülke sanayisizleştirilirken aynı zamanda da tarımsızlaştırıldı. ABD'den Kanada'ya kadar dünyanın dört bir yanından tarım ürünlerini ithal eder hâle geldik. Sosyal devlet küçültülüp bitirilirken devletin baskı ve zor aygıtları büyütüldü.
Çözüm sürecinde barışa çok yakınlaşmışken iktidar bundan korktu ve kaçtı. Kürt sorununda müzakereci yöntem bırakıldı. Çözüm masası iktidar tarafından devrildi. Güvenlikçi politikalara, çatışmacı anlayışa geri dönüldü. İktidar savaş politikalarını aynı zamanda Suriye'ye de taşıdı ve halkların iradesini yok sayan hegemonik politikasını bütün Suriye üzerinde sürdürüyor.
Barış politikalarına yatırım yapmak yerine savaş politikalarına bütçe ayıran iktidarın bu zihniyeti bugün ülkenin önünde en büyük güvenlik sorunu olarak duruyor. Her gün savaş uçakları kalkıyor. Çatışmalar devam ediyor. Gençler hayatlarının baharında tabutlarda taşınıyor. Kırk yıl devam eden bu döngüde 40-50 bin insanımız yaşamını yitirdi. Biz buna Mecliste bir çözüm getirmeliyiz. HDP bunun için çaba gösteriyor, HDP bunun için konuşuyor. Ama burada HDP'ye "Kürt" demeden, "savaş" demeden, "çatışma" demeden konuşma yapması dayatılıyor. On beş gün boyunca yer yer kimi partiler arasında inkârcılığın ittifakı bu çatı altında yaşandı.
Barışın en güvenilir ve en maliyetsiz çözüm olduğu bir kez dahi akla getirilmiyor. Son yıllarda denenen ancak hep aynı kapıya çıkan yöntemler ayrışmaktan, kutuplaşmaktan başka bir işe yaramaz. Kutuplaştırmayı durduralım diyoruz. İnsanları ayrıştırmak hiç kimseye fayda sağlamaz. Bir de bizi dinleyin, barış için mücadele edenlerin sesine kulak verin.
Değerli arkadaşlar, bütçeye "hayır" dememiz için sebeplerimiz bunlardan ibaret değil. Bu bütçe, kadını eve kapatmaya devam eden, sosyal yardıma muhtaç hâle getiren bir erkek bütçesidir. Bu bütçenin öncelikleri, kadın emeği ve bedeni üzerinde tahakkümü kurumsallaştırıyor, kadının emeğini yok sayıyor, görünmez kılıyor. 1930'da Artvin Yusufeli Kılıçkaya beldesinden Sadiye Hanım, 1950'de Mersin'de Müfide İlhan, 1957'de Mardin Midyat'ta Zekiye Midyat'ların mirasıyla zenginleşen ve Behice Boranların emeğiyle perçinlenen kadın mücadelesinin birikimi bu bütçede yer almıyor. Oysaki eşitsizliğin kâğıt üzerinden kaldırılmasıyla yetinmediğimiz ve eşit temsiliyeti sağladığımız bir modeli yerel yönetimlerde hayata geçirdik. Yerel yönetimlere kadın elinin değmesini elimizden geldiğince artırmaya çalıştık. Her ne kadar kayyum politikalarıyla yerel yönetimlerde kadın kazanımları boğulmaya çalışılsa da kadınlar var oldukça bu çabalar boşa çıkacaktır. Daha katedecek çok yolumuz var çünkü iş gücüne dâhil olmayan 11 milyon kadın var ve bu kadınların emeği görünmüyor. İstihdamda görünen 9 milyon kadının yüzde 26'sı ücretsiz işlerde, yüzde 43'ü sigortasız işlerde çalışıyor, işverenlerin ise sadece 8'i kadın. Şu ana kadar yerel yönetimler için partilerin gösterdiği kadın aday sayısından fiilen eşitsizliğin devam ettiği net bir şekilde anlaşılıyor. Her alanda eşitsizlik bitene kadar kadın mücadelesi bitmeyecek. Toplumun yarısını oluşturan biz kadınların olmadığı bütçeyi kabul etmiyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)
Bu bütçede Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Araplar, tüm inanç ve kimlikler yok sayılıyor. Bu toprakların zenginliği olan halklar, inançlar ve kültürler görmezden geliniyor. Onlarca dilin doğduğu, onlarca dilin konuşulduğu bu topraklarda bütün diller unutulmaya, kaybedilmeye terk ediliyor. Örnek vermek gerekirse 20 milyonun üzerinde Kürt vatandaşın yaşadığı Türkiye'de Kürtçe dili öğretmenliği için Millî Eğitim Bakanlığınca 3 kontenjan açılıyor. Biliyoruz, Kürtler çalışkandır ama yine de 20 milyona 3 kişi biraz insaf dedirtiyor. (HDP sıralarından alkışlar) Burada iyi niyetli düşünüp 20 milyon insana değil, 3 kişiye haksızlık yapıldığını varsayarsak bile bütçe elimizde kalıyor, yine olmuyor.
Değerli arkadaşlar, muhalefetin bütçeye yönelik eleştirileri ne yazık ki halka ulaştırılmıyor. Bütçe görüşmeleri kamuoyuna yandaş medya üzerinden sunuluyor. Buradaki tartışmaların dozu yükseltiliyor, tansiyonun yükseltildiği anlar iktidarın bir çalışmasına dönüştürülüp yandaş medyasına servis ediliyor. Halka nereye kadar ödenek ayrılacağından çok Meclisin kavgası, tartışması sunuluyor. Kimi muhalif gazetecilere de bizzat AKP Genel Başkanı tarafından gözdağı veriliyor. Özgür medya bırakılmadığı için iktidarın politikaları ve bu bütçe üzerinde halkın, kamuoyunun denetimi yok. İktidarın istediği de budur, kapalı bir rejimle bu ülkeyi yönetmek.
Değerli arkadaşlar, AİHM'nin derhâl serbest bırakılması kararına rağmen, siyasi iktidarın sopası hâline gelen yargı, emri yerine getirdi ve karşı hamleyi yaptı, Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder'e hapis cezası verdi. Biz bütçeyi görüşürken partimizin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın 142 yıl hapis istemiyle yargılandığı davanın duruşması görüldü. Demirtaş "141 yıl verseniz hatırım kalır, onurumu size ezdirmem." diye seslendi. (HDP sıralarından alkışlar) Demirtaş'ın bu sözleri duymak isteyene bir manifestodur. Yine aynı günlerde, barış için risk alan Sayın İdris Baluken'in 7 yıl, 6 ay hapis cezası, önceki dönemki Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın 1 yıl, 6 aylık hapis cezası onandı. Tamamen siyasi olduğunu defalarca dile getirdiğimiz rehine politikası bir kez daha kanıtlandı. Selahattin Demirtaş'a, Figen Yüksekdağ'a, İdris Baluken'e, Sırrı Süreyya Önder'e verilen hapis cezaları siyasetçileri de halkı da dize getirmeyecek, boyun eğdirmeyecek. (HDP sıralarından alkışlar) Çözüm için siyasetin ateşten gömleğini giyenler, cezaevinde de olsa çözüm için, barış için ısrardan, mücadeleden asla vazgeçmeyecekler. Profesör Gençay Gürsoy'a, Profesör Şebnem Korur Fincancı'ya barışı savundukları için yine cezalar verildi. Bu ülkede barışı istemek oyları artırınca başarı, oyları düşürünce suç oluyor. Tarihe, barış ısrarından vazgeçmeyen, bir arada yaşam için gerekirse kendi yaşamından feragat edenler yazılacaktır. Sizin hukuk oyunlarıyla geliştirdiğiniz hamlelere karşı halklar da seçimlerde en güzel hamleyle karşılık verecektir, bundan kuşkunuz olmasın.
Değerli arkadaşlar, artık klasik birer seçim yatırımına dönüşmüş olan insan hayatının oy hesabına kurban edildiği Kuzey Suriye'ye operasyon bütçe görüşmeleri sırasında da gündeme getirildi. Amaç, savaş iklimi yaratarak herkesi korkutup sindirmek. Afrin'i çetelere emanet etmek, Afrinlinin malını mülkünü talan etmek, Afrinliyi yerinden etmek nasıl ki 24 Haziran seçimleri öncesinde zafer diye sunulduysa yine bir işgal "Huzur götürüyoruz." sözleriyle müjde gibi sunuldu. Savaş suçları olan yağmalama, demografiyi değiştirme politikaları müjde diye verildi. İçeride huzuru, dışarıda huzuru bekasına tehdit olarak gören hiçbir zihniyet ilelebet kalamaz, tıpkı yoldaşımız İbrahim Ayhan'ın söylediği gibi... "Tahakküme dönüşen her iktidar, yok olmaya mahkûmdur." Saygıyla anıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bu Meclisin bir üyesi olan Leyla Güven kırk dört gündür açlık grevinde. Leyla yine engin bir duruş gösterdi, "ben" demedi, "biz" dedi; şahsını düşünmedi, toplumu düşündü; kırk dört gündür bizlere İmralı'daki mutlak tecridin insani, hukuki, politik açıdan kabul edilemez olduğunu, bir an önce sonlandırılması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Cezaevlerinde insanlar aynı taleple süresiz, dönüşümsüz açlık grevlerine başladı. Yine, 12 Eylül faşizmini bizzat yaşayan Gültan Kışanak dört gündür açlık grevinde. Meclisin yapması gereken, bu taleplere kulak tıkamaktan vazgeçmektir.
Değerli arkadaşlar, HDP başka partilerin birbirini eleştirmelerinin zemini olarak görülmekten vazgeçilmelidir. Bakın, bütçe mesaimizin neredeyse tek gündemi Kürt sorunuydu. Kimi partiler o veya bu şekilde bize yüklendi, eller masalara vuruldu, bizlere yönelik "Konuşturmayız." tehditleri yükseldi, burada, bu kürsüde ifade ettiğimiz görüşlere tahammül gösterilmedi. Bunun nedeni, yaratılmaya çalışılan faşizm karşısında ses olmamızdır, halkın sorunlarını ve taleplerini buraya taşımış olmamızdır. Aynı düşünüyor olsaydık, aynı sıralarda otururduk ancak farklı düşüncelerimizle, farklı temsiliyetlerimizle varız. Ne yazık ki sizler sözünüzü söylemeye devam edeceksiniz. Nasıl ki sizler sözünüzü söylemeye devam edecekseniz, HDP de sözünü söyleme devam edecek.
Biz çözüm yollarını gösterirken, iktidar ve ortağı, çoğunlukçu anlayışla, çözüm yollarını kapatmaya çalıştı. Dikkat edilirse adaletten ekonomiye, kadın sorunundan Kürt sorununa varıncaya kadar ülkenin karşı karşıya bulunduğu temel sorunlarla ilgili, iktidar ve ortağının ürettiği tek bir çözüm bile yok. Burada bir cümle ana dilini konuşan vekilimize dahi tahammül gösterilmedi. Bu, sizin durduğunuz yeri gösteriyor.
Biz, ilkelerimizden, demokratik siyasetten asla taviz vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz. Farklılıklara, çok sesliliğe, çok renkliliğe, çok dilliliğe alışacaksınız. Sizin gibi düşünmeyen, bakmayan görüşlere alışacaksınız. Ana dillerin, farklı inançların varlığına, kadınların varlığına, sesine ve itirazına alışacaksınız. Tüm baskı ve engellemelere rağmen bu Meclise giren vekillerin varlığına alışacaksınız.
Bizler, vekili olduğumuz halkların taleplerini ifade etmek üzere buradayız, sorunlarına çözüm kanalları açmak için buradayız. Gelin, halkların bir arada eşit, özgür koşullarda yaşamasının yollarını açalım, bunun için çabalayalım. Bir gün mutlaka çözüm için diyalog kanalları açılacaktır. Gelin, bunu bizler yapalım, analar her birimizin adını "barış getirenler" diyen ansın. (HDP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, günlerdir burada konuşuyoruz ama sarayın yaptığı bütçenin noktasına, virgülüne, kuruşuna dahi dokunacak yetkimiz yok. Meclis, sadece, sarayın yaptığı bütçeyi onaylama, reddetme makamına dönüştürüldü. Gelin, bu bütçeye "hayır" diyelim, hazırlamadığımız, müdahale edemediğimiz, Meclisin varlık ruhuna aykırı şekilde hazırlanan bu bütçeye hep beraber "hayır" diyelim.
Bizler, iki hafta boyunca bütçeyi neden kabul etmediğimizi anlattık. Bu bütçede yapılan ve yapılması öngörülen, halkı doğrudan ilgilendiren politikalara yönelik eleştirilerimizi, yaklaşımlarımızı ve çözüm önerilerimizi dile getirdik.
Bu bütçede emekçinin, yoksulun, kadının, gencin, çocuğun adı yok. Bu bütçede üretim, tarım, doğa, kültür yok. Bu bütçe çiftçiden, çalışandan, emekliden yana değil, bu bütçe ranttan, sömürüden yanadır. Bu bütçe artık siyasi iktidarın eseri olan karanlık tabloyu pembe gösterme çabalarına yetmiyor. Bu çabanın maliyeti gittikçe artıyor. Halkın huzura, barışa, güvenliğe, insanca yaşam koşullarına, hayatını kaygısız idame ettirecek ekonomik koşullara, adil bölüşüme ihtiyacı var. Halkın sözünü söylemek için bu Meclise gelen vekiller olarak halktan aldığımız iradeyle bütçe kanun teklifini reddediyoruz. Halkın bütçesinin saray tarafından hazırlanmasını kabul etmiyoruz.
Neredeyse bütün milletvekilleri konuştu ama bir milletvekili, yüzde 70 oranla Hakkâri halkının iradesini temsil eden Leyla Güven sözünü söylemedi. Leyla Güven'in sözünü söylemediği bütçe kanun teklifini kabul etmiyor, reddediyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kurtulan.