GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra etmekte olduğu kararlı destek misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak amacıyla ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6/1/2015 tarihli ve 1079 sayılı Kararı'yla verilen ve 3/1/2017 tarihli ve 1133 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 6/1/2019 tarihinden itibaren iki yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/452) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:40
Tarih:25.12.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, bugün Iğdır'daki kazada şehit olan askerimize Allah'tan rahmet, yaralı gazilerimize acil şifalar diliyorum.

Hemen belirtmeliyim ki tezkereye olumlu oy kullanacağız.

Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 2001 yılından beri ISAF ve Kararlı Destek Misyonu çerçevesinde NATO'yla birlikte Afganistan'da barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik görevlere katkıları ve sağladığı hizmetler Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde yüz akı olarak adlandırılabilecek bir niteliktedir. İfa edilen bu görevler, gücünü uluslararası meşruiyetten, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarından almaktadır. Kararlı Destek Misyonu, Sayın Millî Savunma Bakanımızın ifadesiyle, Türkiye'nin güvenliğinde önemli bir yer tutan ve Türkiye'nin uluslararası kimliğinin bir parçası olan NATO'yla dayanışmamızın bir ifadesidir. Ama bu vazife, bilhassa, bariz geleneksel dostluk ilişkilerimizin bulunduğu, yüzyıllara giden derin kültürel bağlar yaşattığımız, soydaşlarımızı barındıran ve ülkemizin millî çıkarları bakımından çok önemli bir bölgede bulunan Afganistan'a ve Afgan halkına karşı vazgeçilmez bir ödev niteliğindedir.

Afganistan'la ilişkilerimizin tarihinin ayrıntılarına girmeye gerek yoktur. Ülkemiz için Afganistan'ın taşıdığı önemi ve Afgan halkıyla ilişkilerimizin değerini Atatürk daha cumhuriyet kurulmadan önce tespit etmiştir. Gönül coğrafyası anlayışı bir yana, Afganistan jeopolitik anlamda Türkiye'nin önceliğidir, öyle kalmalıdır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Afganistan'da bulunduğu her görevde ve bölgede, hem Afganistan özelinde hem de dünyadaki benzer uluslararası misyonlar bağlamında örnek bir başarı silsilesi ortaya koymuştur, bununla övünmeliyiz. Keza, Afganistan'da sivil hizmet veren kuruluşlarımız da önemli eserler ve süreçler gerçekleştirmişlerdir. Geçtiğimiz yıllarda NATO'nun Afganistan'daki kıdemli sivil temsilcisi olarak görev yapan Sayın Hikmet Çetin'in ve Büyükelçi İsmail Aramaz'ın olağanüstü hizmetleri ve etkin yönetimleri de hâlâ saygıyla anılmaktadır.

Maalesef özellikle son on yılda dış politikamız kurumsal geleneklerinden, uluslararası hukukun bazı normlarından, teamül ve kurallarından uzaklaştı ve savruldu. Türkiye'nin istikrar ihraç eden ve yayan bir ülke olma niteliği hayli aşındı, tıpkı Türkiye içinde iktidarın Türkiye'yi demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan hakları ve temel özgürlüklerden, etik kurallardan uzaklaştırmış olduğu gibi. Ulusal planda demokrasi ve hukukun üstünlüğünün egemenliği uluslararası ilişkilerde ve diplomaside başarının teminatıdır bilhassa Türkiye konumundaki ülkeler için. Mamafih, Afganistan politikamız bir istisna oluşturmaktadır ve bu bağlamda uluslararası iş birliğine katkılarımız ve ikili yardımlarımız bölge ve dünya barışına, istikrara, terörizmle mücadeleye katkı bakımından dış politikamızın bilançosunun aktifinde yüksek bir katsayıyla yer almaktadır. Bunu evvelemirde Dışişleri Bakanlığı kadrolarının ve elbette Türk Silahlı Kuvvetlerinin ferasetine, basiretine ve becerisine borçluyuz.

Afganistan sorununa çözüm için süregiden birçok inisiyatif meyanında Türkiye'nin öncülüğünde başlatılan İstanbul Süreci iyi niyetli ve ilgili tarafları bir araya getiren bir girişim olarak alkış hak etmektedir. Fakat, bugüne kadar sağladığı neticelerin mütevazı kaldığını kabullenmeliyiz. Bu durumun, son yıllarda dış politikamızdaki itibar ve güven kaybından mı kaynaklandığı sorusu da ister istemez akla gelmektedir. Uluslararası camia, uzun yıllardan beri Afganistan'ın bir yandan yarattığı risk ve tehditleri dizginlemeye çalışırken, diğer yandan bu ülkede vahşi teröre, kan, gözyaşı, sefalete, ülkenin en tehlikeli terör örgütlerine melce olmasına son vermeye çalışıyor; uyuşturucu üretiminin ve ticaretinin önüne geçmeye gayret ediyor, demokrasi ve adalet yolunda ufak tefek adımları teşvik ediyor, ülkenin birliğini dirliğini sağlamak için çaba sarf ediyor ama başarılı olamıyor.

Merkezî hükûmet, ülkenin ancak yüzde 55'ini kontrol edebiliyor. Terör örgütleri ülke nüfusunun yüzde 12'sini hâkimiyeti altında tutuyor, bu oran zaman zaman yükseliyor. Taliban örgütü de kendini muhatap olarak kabul ettirebilecek bir konuma geldi. IŞİD (DEAŞ) ülkeye köklü şekilde yerleşiyor ve Afganistan hâlâ içinden çıkılmaz bir felaketler örgüsü hâlinde çürüyor. Afyon üretimi kontrolden çıkmış şekilde artıyor. Bölgeyi haklı olarak kendi güvenliği açısından önemli bir risk ve tehdit olarak gören Rusya Federasyonu'nun hem siyasi süreçlerde hem de arazide etkisi artıyor.

En önemlisi, Afganistan yeniden kanlı bir iç savaşa sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya. Her hafta ortalama 50 Afgan askeri öldürülmektedir. Afganistan'ın iç sorunlarına ve Afganlar arası ağır ihtilaflara taraf olmadan Afganistan'ın komşularıyla vaki güven bunalımının azaltılmasına yönelik temas ve teşebbüslere daha inançlı ve kararlı bir ivme kazandırılmalı, bölgede istikrarın daha da kırılmasının ve güç boşluğunun derinleşmesinin önüne geçilmeli, Afganistan'a destek ve yardımlar her açıdan artırılmalıdır. Oysa Trump, Suriye'den asker çekme kararını açıkladıktan hemen sonra, Afganistan'dan da 7 bin askerini çekeceğini beyan etmiştir; bu önemli bir rakamdır.

Afganistan'ın bugünkü perişan hâli NATO'nun, uluslararası camianın bu ülkedeki mevcudiyetinin bir neticesi değildir. Muhtemelen kendi hâline bırakılması durumunda bilanço hem Afganistan hem bölge ve dünya için çok daha ağır olacaktı.

Evet, bu bölgede Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan bir canavar yaratmışlardır. El Kaide'yle özdeşleşen bu canavar, dünya verilerinin değişmesinde, bizatihi insanlığın huzurunun sarsılmasında acımasızca rol oynamıştır. Bir yandan Peştun milliyetçiliğinin, diğer yandan dinî radikalizmin en kötü örneğinin birleşerek yarattıkları sürekli bir deprem durumu vardır. Buna bir de etniler, kabileler, çıkarlar arası ağır mücadelenin vahim tesirleri eklenmiştir.

Evet, ABD ve Suudi Arabistan dünyanın başına büyük bir bela sarmışlardır ama kendi hâlinde belirli bir denge içinde yaşayıp giden bu ülkeyi işgal eden Sovyetler Birliği'nin hiç günahı yok mudur? Sevgili dostumuz Pakistan'ın, bugüne kadar izlediği zararlı siyaseti. soruna olumlu katkı sağlayacak bir şekilde dönüştürecek sahici bir siyasi iradeye dönüştürmesi mümkün değil midir? Türkiye, bugüne kadar harcadığı olumlu çabalara ilaveten, kendi diplomatik hafızasını canlandırarak yeni formüller tasarlayamaz mı? Örneğin, Afganistan zemininde ABD, Rusya ve Türkiye'nin kolektif güç ve akıllarının harekete geçmesine öncülük yapamaz mı? Böylelikle sonuç üretici bir barış ve uzlaşı sürecine ulaşılamaz mı?

Afganistan'a gerçek bir çare bulunamadığı takdirde, bizim de bölgemiz sayılan o bölge, Türk cumhuriyetlerinden başlamak suretiyle tüm dünyayı yeni türbülanslara sürükleyecektir. Türkiye'nin böyle bir çözüm istikametinde etkin sonuç sağlayacak diplomatik enerjisi vardır, yeter ki bu enerji israfçı bir anlayışla, verimsiz bir şekilde kullanılmasın. Kaynayan ve dünyayı da kanatan Afganistan yarası daha büyük tehlikelere yol açmadan sonlandırılabilmelidir.

Sayın milletvekilleri, Suriye de, yanı başımızdaki savaş da sık sık Afganistan benzetmesine tabi tutulmuştur. Bu benzetmenin çok belirgin gerçeklikler taşıdığı bir süreç yaşanmıştır. Bu tehdit, şimdi biraz görünüm değiştirmiş olarak devam etmektedir. Esasen bu benzetme kuvvetli bir olasılık olarak 2012'nin ortalarından itibaren yoğun telkin ve uyarılara konu olmuş, maalesef AK PARTİ iktidarı bunlara kulak tıkamış, arazideki gerçekliği görmek istememiştir. Suriye konusunda kendinden farklı politikalar uygulayan ülkelerin kararlılıklarını hafife almıştır. Bugün Suriye krizinin AK PARTİ iktidarının politikalarından kaynaklanan ve millî güvenlik çıkarlarımız üzerinde ağır riskler oluşturan etkilerinin onarılması, dizginlenmesi vaktidir.

Millî Savunma Bakanlığı bütçe görüşmeleri sırasında, 17 Aralık günü, millî güvenlik çıkarlarımızı ilgilendiren konuları polemik yapmayacağız dedik. Menbic'se Menbic, Fırat'ın doğsuysa Fırat'ın doğusu, bu kesimlere yönelik hamlelerde geciktiğimizi, İYİ PARTİ olarak olası harekâtları destekleyeceğimizi, ABD'nin de gölge etmemesi gerektiğini vurgulamıştık. Trump'ın bölgeden ABD askerlerini çekme kararı elbette hayırlıdır. Trump bu karara yönelik düşüncelerini önceden de müteaddit defalar tekrarlamıştır. Afganistan'dan da 7 bin askerini eksiltme kararı ile bu kararı arasında mutlaka bir koşutluk mevcuttur. Bilindiği gibi, ABD'de konu enine boyuna tartışılmaktadır. Kararın uygulamasını, azami dikkatle izleyip göreceğiz. Ancak ABD'nin DEAŞ'la Mücadele Koordinatörü yeteneksiz, muhteris McGurk'ün istifası bile bu noktada kayda değerdir ve ABD'nin, sıkça, işinin ehli olmayan vizyonsuz gariplerle büyük işlere kalkışma hatasına da düşebildiğini gösteren yeni bir numunedir.

Çekilme gerçekleştiği takdirde, bazı komplo teorisi uzmanları da sohbetlerini baştan sona yeniden yazmak zorunda kalacaklardır. Ancak iş ABD'nin çekilmesiyle bitmemektedir, terörist PYD/YPG'nin elindeki silahlar, araç gereç ne olacaktır? Bunlar, uzun vadeli tehdit unsurları olarak bölgede kalacak mıdır? Bir kısmının kalması mukadder gözükmektedir, bunların yaratacağı ve tetikleyeceği riskler nasıl önlenebilecektir? Ayrıca, burada rakip görüşler ve çıkarlara sahip başka güçler mevcudiyetlerini sürdüreceklerdir. Ucu açık bir durum söz konusudur ve henüz, muhatap olduğumuz risklerin azalacağını söylemek mümkün değildir. Buna, öncelikle dikkat çekmek istiyoruz.

ABD'nin askerlerini geri çekmesi kararının Sayın Millî Savunma Bakanının, NATO'yla ilişkilerimizin ve transatlantik bağların önemini vurgulayan, dış politikamızdaki ve ittifak ilişkilerimizdeki kurumsal geleneklere dönüşü anımsatan söyleminin özüyle bir bağlantısı bulunuyor ise bunun da omuzlarımıza ve tutumumuza yüklediği ciddi bir sorumluluk mevcuttur. Örneğin DEAŞ, Suriye coğrafyasının derinliklerindedir, oraya gidip DEAŞ'ı etkisiz hâle getirmek büyük ve tehlikeli bir sınavdır. Muhakkak başka tehlikeler de başka denklem ve baskılar da belirecektir. Böyle bir sorumluluk ve sınama yerel seçimlerle sınırlı herhangi bir manevranın çok ötesinde bir yük tahmil eder; azami özen, dikkat, hassasiyet, sağduyu, ölçü, denge ve isabet gerektirir; hezeyandan uzak durmayı icap ettirir. Bambaşka bir politikaya ve stratejiye yönelmemiz gerekecektir.

Diğer bir deyişle, iktidarın bugüne dek ortaya koyduğu kötü alışkanlardan uzak durması elzemdir. Aksi takdirde, bugüne kadar karşılaştığımız risk ve tehditlerin çok ötesini barındıran bir girdabın içine düşmemiz kaçınılmazdır. Dolayısıyla ihtiyatı elden bırakmadan muhataplarımızı ve ortaklarımızı bu muhataplarla ve ortaklarla nereye kadar birlikte hareket edebileceğimizi düzgün bir şekilde tespit edebilmeliyiz. İhvan gibi bazı yanlış mihmandarlardan da uzaklaşmalıyız. Özetle, bugüne kadar sürdürülen ikircikli, mübeddel tutumdan kurtulmalıyız.

İran konusu diğer bir faktördür. Öngörülebilir senaryolar çerçevesinde, İran'ın Türkiye için büyük zorluk kaynağı olması beklenmelidir. Astana süreci öncesinde geliştirdiğimiz ve dünyaya anlatmaya çalıştığımız temel savlar arasında İran'ın kendi tercih ve menfaatlerine uygun bir aks, kemer inşa etmekte olduğu hususu yok muydu? Öte yandan, İran'ın Suriye'nin geleceğine bakışı da bizimkinden çok farklı unsurlar ihtiva etmektedir. Önümüzdeki dönemde İran'ın bu sabitlerinin değişmesi de çok zordur ve çok önemli, Şam rejimi ve Şam ordusuyla nasıl bir denklem içinde birlikte olunacaktır? Nasıl bir denklem inşa edilecektir arazide? Her hâlükârda böyle bir harekât ve eylem planı öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde ulusal bir mutabakat oluşturma çalışmasının bir an önce başlatılması gerekmektedir. İktidarın açıklamaları gerçekten ciddiyse önümüzdeki manzara Fırat Kalkanı Operasyonu'ndan da Afrin Harekâtı'ndan da daha tehditkârdır; uzun vadeli olma ihtimali hayli yüksektir; yurt içinde kuvvetli yansımalar yaratma olasılığı da mevcuttur. Bu çerçevede bambaşka bir anlayış ve vizyon icap edecektir. Bu vizyonu en iyi tayin edecek, buna en olumlu katkıları sağlayacak yer de Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Sayın milletvekilleri, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin Komisyonda görüşülmesi sırasında İYİ PARTİ, 2019 bütçesinin enflasyon oranı göz önünde bulundurulduğunda 2018'e göre yüzde 10'luk bir düşüşle malul olduğunu oysa iktidarın muhtelif hataları nedeniyle Türkiye'nin maruz kaldığı risk ve tehditlerin arttığını, tasarıda öngörülen meblağın artırılmasına katkıda bulunmaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Maalesef, bu önerimiz de reddedildi. Şimdi, ucu açık bir sorunla karşılaşmamız hâlinde, Millî Savunma Bakanlığımızın bütçesinin miktarı da muhtemelen sorgulamaya konu olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Afganistan'dan hayli uzaklaştık. Ancak Millî Savunma bütçesinin Genel Kurulda görüşülmesi sırasında S400 projesinin tercihi ve akıbeti konusunda iddia öne sürmek istemediğimizi söylemiştik. Bu vasatta S400'lerin alınmayabileceğini veya alınıp da atıl tutulabileceğini ima etmek istemiştik. Beliren yeni koşullar bu kanaatimizi kuvvetlendiriyor. Sayın Dışişleri Bakanı da birkaç gün önce sistemin F35'lere zarar vermeyeceğini ve NATO'dan bağımsız şekilde kullanımı yollarını ifade eden bir açıklamada bulundu. Bunun ne ölçüde mümkün olabileceğini bilemeyiz ama Sayın Dışişleri Bakanının ifadelerini, sorunun vahametinin iktidar tarafından idrak edildiğine dair bir işaret olarak görmek mümkündür. Bu meseleye makul ve siyasi bir çözüm bulunması icap etmektedir.

Sayın milletvekilleri, devamlı tehlikeli sinyaller veren İdlib konusuna da kısaca değineceğim. Hâlâ İdlib'deki ağır silahların, teröristlerin, azılı militanların nereye tahliye edileceği, hangi envantere kaydedileceğine dair somut bir cevap bulunamamaktadır. Mevcut koşullar altında İdlib, her türlü senaryo ve ihtiyat planlaması bakımından ağır bir tehdit oluşturmaktadır. Öyle ümit edelim ki bu ağır tehdit de iktidarın en makul çözümler yelpazesini nihayet yakalayabilmesi sonucunda bertaraf edilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

Buyurun.

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Sayın milletvekilleri, ülkemizde sıkça beka sorunu seslendirilmektedir. Türkiye'nin bekasının en büyük teminatı gelişmiş bir demokrasi, gerçek bir hukuk devleti ve insan hak ve özgürlüklerinin azami ölçüde genişletilmesidir.

Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)