| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra etmekte olduğu kararlı destek misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak amacıyla ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6/1/2015 tarihli ve 1079 sayılı Kararı'yla verilen ve 3/1/2017 tarihli ve 1133 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 6/1/2019 tarihinden itibaren iki yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/452) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 25.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; NATO'nun Afganistan'da icra ettiği "ISAF" adlı Kararlı Destek Misyonuna Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının gönderilmesi, yine aynı amaçla yabancı silahlı kuvvetlerin, anılan misyona katılmak amacıyla ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali, "geri intikal" kapsamında Türkiye'de bulunması amacıyla düzenlenen Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, tezkere üzerine söyleyeceğim birkaç şey var. Bunlara geçmeden önce, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda birkaç şey söylemek isterim; bunun nedeni de daha dün, 2 önemli sanatçının, sadece düşünceleri nedeniyle, gözaltına alınmasıdır. Bakınız, bu 2 sanatçının düşüncelerine katılabiliriz veya katılmayabiliriz ama biliyor musunuz, bu sözlerden bin kat ağırını söyleyenler, bu ülkenin mahkemeleri tarafından, düşüncelerini özgürce ifade etsin diye serbest bırakıldı, özgür bırakıldı. "Kanlarında yüzeceğiz." diyen bir mafya babasına bu ülkenin mahkemeleri beraat kararı verdi. Sadece barış bildirisine imza atan akademisyenler cezalandırıldı ve barış akademisyenlerine "Kanlarında yüzeceğiz." diyen mafya babasının düşünceleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildi.
Aynı ülkede, Müjdat Gezen ve Metin Akpınar gibi sanatçılar hakkında kendi konuşmasının bütünlüğü içerisinde, eleştirilebilecek konuşma bütünlüğü içerisinde, eleştirilebilecek bir konuşma nedeniyle hafta sonu apar topar işlem başlatılması, Emniyet görevlilerinin kapılarına dayanması ve ifadelerinin alınması kabul edilemez.
Şimdi, bu düşünce ve ifade özgürlüğü meselesi gerçekten önemli bir konu çünkü bu konuda her geçen gün geriye gidiyoruz. Bakınız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diyor ki: "Yaşam hakkından sonraki en önemli, en temel hak düşünce ve ifade özgürlüğüdür." Neden? Eğer bir ülkede düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa esasen orada din ve vicdan özgürlüğü yoktur çünkü hiç kimse dinini özgürce yaşayamaz, vicdani kanaatlerini açıklayamaz. Yine, "Bir ülkede eğer düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa esasen o ülkede örgütlenme özgürlüğü de yoktur." diyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çünkü bildiğimiz örgütler düşünce ve ifadelerin kolektif olarak kullanılabilmesi amacıyla kurulur; siyasi partiler böyledir, sendikalar böyledir, dernekler böyledir. Eğer düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa bir ülkede, o ülkede esasen örgütlenme özgürlüğü de yoktur. Eğer düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa bir ülkede, o ülkede, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da yoktur çünkü insanlar ne için toplantı yapar, ne için gösteri yürüyüşü yaparlar; düşüncelerini topluca ifade edebilmek için. Ama bu ülkede maalesef, düşünce ve ifade özgürlüğü özgürce kullanılamıyor, eleştirileri nedeniyle her gün onlarca, yüzlerce insan gözaltına alınıyor. Resmî rakamlar ayda ortalama 500 kişi hakkında Cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma başlatıldığı yönünde.
Şimdi, bu toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili yeni bir icat çıktı başımıza. 5442 sayılı Kanun'un 8/C maddesi uyarınca valiler her şeyi yasaklayabileceklerini düşünüyorlar, her şeyi, bir cenaze törenini bile, cenaze töreninden sonra açılan bir taziyeevinde gidip Fatiha okumayı bile yasaklayabileceklerini düşünüyorlar. Ben Milletvekili olduğum Batman'da bunlardan en az üç tanesine tanık oldum; valilik taziyede Fatiha okunmasına izin vermedi, insanların taziyeevine gitmesine izin vermedi.
Bakın, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı diyoruz ya, bu toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkındaki Anayasa'nın 34'üncü maddesinden falan söz etmeyeceğim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden söz etmeyeceğim, bu kapsamda değerlendirilemeyecek basın açıklamalarına bile izin verilmiyor. Yani valilik, Emniyet görevlilerini gönderiyor... Siz bir konuyla ilgili açıklama yapacaksınız; bakın, yürüyüş yapmıyorsunuz, büyük bir meydanda toplantı yapmıyorsunuz, kentin ana arterlerini trafiğe kapatmıyorsunuz, kamu kurum ve kuruluşlarının işleyişini engellemiyorsunuz, sadece basın toplantısı yapıyorsunuz; bizim Mecliste yaptığımız basın toplantısının sokakta yapılmış hâlini düşünün; valilik, güvenlik görevlilerini gönderiyor "Basın açıklaması yasak, basın açıklaması yapamazsınız." diyor.
Ben sadece bir iki ay içerisinde yaşadıklarımdan birkaç tane örnek vereyim. 4 Kasımda bizim milletvekillerimizin gözaltına alınmasının -biz buna "siyasi soykırım operasyonu" diyoruz, siz katılmayabilirsiniz- yıl dönümüydü. Cezaevleri önünde açıklama yapmak istedik, ben Sincan Kapalı Cezaevinin önüne açıklama yapmak için gittim, yüzlerce güvenlik görevlisi gelmişti. Bakın, biz toplam 10 kişiydik. TOMA'lar, askerî araçlar, polisler, minibüsler, yarım otobüsler, yüzlerce güvenlik görevlisi geldi; ne için? Basın açıklaması yapmayalım diye. Bakın, aynı cezaevinin önünde neredeyse her gün onlarca basın açıklaması yapılıyor, onlarca televizyon orada canlı yayın yapıyor çünkü 15 Temmuz darbe girişiminin sanıkları orada yargılanıyorlar, içinizde o mahkemelere giden onlarca milletvekili vardır ve mutlaka kapının önünde açıklama yapmıştır. Fakat bize, cezaevinin önünde 3 partili arkadaşımızla birlikte basın açıklaması yapmamıza bile izin verilmiyor. Yine aynı gün, ben parti binasının önünde, bakın, bir meydanda değil, parti üyesi arkadaşlarımla, yönetici arkadaşlarımla birlikte Ankara il binasının önünde basın açıklaması yapmak istedim; onlarca polis binanın etrafını abluka altına aldılar, kapının önünde basın açıklaması yapmamıza izin vermediler. Bu ülkenin düşünce, ifade özgürlüğü açısından karnesi budur.
Bir adım daha ileri gidelim, parti binalarımızın içerisine giriyor polisler. Parti binalarının içerisindeki açlık grevi en barışçıl eylem biçimlerinden biridir. Bakın, toplumsal yaşamı hiçbir şekilde olumsuz etkilemeyecek bir protesto biçiminden bahsediyoruz; açlık grevi eylemleri Türkiye'de icat edilmiş bir eylem biçimi değil, onlarca yıldır dünyanın onlarca ülkesinde uygulanagelen bir protesto yöntemi biçimi; doğru veya yanlış, insani olarak doğru bulabilirsiniz, eleştirebilirsiniz fakat "Açlık grevine katıldı." diye tülbentli analar yaka paça parti binalarına girilerek gözaltına alınıyor. Bu ülkenin düşünce ve ifade özgürlüğü açısından karnesi bu kadar dramatik bir durumdadır. Ve o anaların tülbentleri, birbirleri için tehdit oluşturacak diye gözaltındayken alınıyor, el konuluyor. İstediğiniz kadar inkâr edin, istediğiniz kadar "Başka amaçlarla yapılıyor." deyin, tülbentlerine el konulan, başları açılan annelerle bizzat ben konuştum. Türkiye'nin demokrasi karnesi bu durumdadır.
Şimdi, bunu uzun uzun anlatabiliriz, ben birkaç başlık hâlinde bunu söylemek istedim. Bu, hepimiz açısından olumsuz bir tablo. Bundan on yıl sonra, yirmi yıl sonra geriye döndüklerinde "Nasıl bir Türkiye var?" diye baktıklarında görecekleri manzara benim biraz önce anlattığım manzara olacaktır.
Bundan sonra, size bu Kararlı Destek Misyonu konusunda, ISAF'a asker gönderme konusunda birkaç şeyi söylemek isterim.
Şimdi, önce hikâyeyi başa sarmakta yarar var. Afganistan, tarihsel olarak Mezopotamya'yla aynı kaderi yaşamış bir ülkedir yani bütün tarihi işgallerle geçmiş bir ülkedir. Makedon Kralı Büyük İskender, Sakalar, Akhunlar, Gazneliler, Harzemşahlar, Moğollar, Babürler gibi onlarca toplum tarafından işgal edilmiştir Afgan toprakları. 1919'da İngilizlere karşı bağımsızlığını ilan etse de bu bağımsızlığı çok uzun sürmemiştir; hepinizin bildiği, Sovyetlerin Afganistan'a meşhur müdahalesi... Peki, bu Sovyetlerin Afganistan'a müdahalesinden sonra Afganistan'da ne oldu? Afganistan korkunç bir kıyım sarmalına girdi. Bundan sonra onlarca cihatçı örgüt türedi Afganistan'da ve bu cihatçı örgütlere NATO, ABD ve Batılılar bir biçimde destek verdiler. Bu cihatçı örgütlerin, bugün bütün dünyaya yayılan cihatçı örgütlerin belki de temeli Afganistan'da atıldı. Bir tanesini hatırlatalım. Bu cihatçı örgütlere, bizde böyle İslami cemaatler içerisinde yer alanların yazdığı -80'li yılları yaşayan herkes bilir- içinde yüzlerce güzelleme olan makaleler vardır; hepiniz bunların örneklerini okudunuz. Hatta, bizim Cumhurbaşkanımızın da Gulbeddin Hikmetyar'ın dizinin dibinde, Afganistan'da çekilmiş fotoğrafları var. İşte, güzelleme yapılan o cihatçı örgütler, Sovyetlere karşı direniyor diye desteklenen o örgütler bugün bütün dünyayı kana bulayan örgütlerdir. Bugün Afrika'da, Suriye'de, Irak'ta, dünyanın dört bir yanını kanatan örgütlerin temeli orada atılmıştır.
11 Eylül saldırısıyla birlikte Afganistan'da yeni bir tarihsel süreç yaşandı. Bu 11 Eylül saldırılarının arkasında Usame Bin Ladin var, Usame Bin Ladin El Kaide'nin lideri. El Kaide de Afganistan'da Taliban rejiminin altında yaşıyor, besleniyor diye ABD öncülüğünde koalisyon güçleri Afganistan'a çok büyük bir operasyon başlattılar. Bizim ilk gördüğümüz canlı yayınlarda füzelerle bir ülkenin bombalanması vardı ya işte o zaman -Tomahawkları, bu füzelerin isimlerini hep o zaman duyduk- Afganistan'a büyük bir operasyon gerçekleştirildi.
Peki, on yedi yıl boyunca ne oldu? Bu bahsettiğimiz süre 2001 yılı. Daha sonra, bu koalisyon güçlerinin yerini 2006'dan sonra NATO önderliğindeki ISAF aldı. Peki, 2001-2018, aradan geçen on yedi yıl içerisinde Afganistan'da ne yaşandı, rejim değişikliği dışında ne yaşandı? Taliban gitti, yerine başka bir rejim geldi. Afganistan'a bunun dışında, kan ve gözyaşı dışında bu uluslararası örgütler, koalisyon güçleri, NATO ne götürdü? Hiçbir şey.
Şimdi, bu uluslararası örgütler bazı rakamlar yayınlarlar, hepimiz görmüşüzdür; işte, bu insani kalkınmışlık endeksi, yoksulluk, kadın istihdamı; çocuk, bebek ölüm oranları falan. Bunların hepsinde en kötü birkaç ülkeden biri Afganistan'dır yani âdeta insanlığın bittiği, tükendiği ülkelerden biri Afganistan'dır. Peki, bu on yedi yıl boyunca dünyanın dört bir yanından dünyanın en güçlü, en büyük ülkeleri "Afganistan'ın sorunlarını çözeceğiz." dedi, bunların hangisine çözüm buldular. Şimdi Afganistan'da sizce kim yaşamak ister? İçimizden herhangi birisi için Afganistan'ın en küçük bir cazibesi var mı? Elbette yok.
Şimdi, burada ilginç bir şey daha var, onu da söylemek istiyorum: ABD'nin Afganistan'a müdahalesi genel olarak olumsuz bir şeymiş gibi yansıtılmıyor; Adalet ve Kalkınma Partili hiçbir milletvekili veya hiçbir bakan, Cumhurbaşkanı, ABD'nin Afganistan'a müdahalesine hiçbir şey demiyor, hatta NATO'da ABD'yle birlikte operasyona katılmamızı normal karşılıyor ama aynı Hükûmet, ABD'nin Suriye'de olmasını istemiyor. Yani burada bir çelişki yok mu? Yani ABD, Afganistan'da iyi de Suriye'de mi kötü veya Suriye'de iyi de Afganistan'da mı kötü? Eğer Afganistan'da bir emperyalist müdahale yoksa niye Suriye'deki emperyalist müdahale olsun? Hepiniz sevinç naraları attınız, bir sürü insan attı; televizyonları, radyoları, gazeteleri açın, ABD Suriye'den çekiliyor diye milyonlarca insan seviniyor. Peki, aynı insanlara soralım: Afganistan'da asker bulunmasına da aynı tepkiyi gösteriyor musunuz? Sonra da sizin gibi düşünmeyen bizim gibilere ne diyorsunuz? "Siz antiemperyalist değilsiniz." Biz antiemperyalist değiliz, öyle mi? Afganistan'da ABD'ye evet, Suriye'de ABD'ye hayır; sonra buna karşı çıkanlar antiemperyalist değil.
Şimdi, acı ve gözyaşı sürüyor dedim. Yani acı ve gözyaşı sürüyor derken hani böyle ara ara değil, daha dün bayındırlık bakanlığının önünde bir intihar eylemi gerçekleştirildi, en az 43 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi yaralandı; daha dün Afganistan'da yaşandı bu.
HASAN ÇİLEZ (Amasya) - Suriye'deki ABD'ye bir şey diyor musunuz?
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bu savaş ve operasyonlar nedeniyle on yedi yıldır -yaklaşık rakamlar, bunun resmî rakamlarını kimse tam olarak bilmiyor ama- 5 milyon 700 bin kişinin, 5 milyon 700 bin Afgan'ın ülkesini terk ettiği tahmin ediliyor. Bunların çok büyük bir bölümü Pakistan'da ve İran'da yaşıyor. Pakistan'ın, İran'ın; o yoksul Pakistan'ın, yoksul İran'ın en yoksul varoşlarında yaşıyor ya da üçüncü ülkelere, Avrupa'ya, dünyanın başka ülkelerine gitmek istiyorlar. Bunlardan 170 bininin bugüne kadar Türkiye'ye gelip Birleşmiş Milletlere başvurduğu söyleniyor yani gelen kişi sayısı bundan çok fazla fakat Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin Türkiye temsilciliğine başvuran kişi sayısının 170 bin olduğu söyleniyor. Peki, biz bu 170 bin kişiye ne yapıyoruz biliyor musunuz? Bunlar, Birleşmiş Milletlere başvuran kişiler, üçüncü ülkelere gitmek istiyorlar, Türkiye'de kalmak için gelmiyorlar. Biz bunlara mülteci statüsü tanımıyoruz. Daha önceki bir konuşmamda da söylemiştim. Türkiye, Batı'dan gelenlere mültecilik hakkı tanıyor, yani Almanlar, Fransızlar, İngilizler -zaten sıraya girmiş durumdalar- Türkiye'ye geliyorlar, biz onlara mültecilik hakkı tanıyoruz fakat Türkiye'nin doğusundan gelen hiçbir ülkenin yurttaşına mültecilik hakkı tanımıyoruz. Bu konuda Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerin ikisinde de Türkiye'nin çekincesi var. Peki, biz ne yapıyoruz? Üçüncü bir ülkeye gitmesi için kolaylık göstermek bir yana bunları kendi ülkelerine göndermeye çalışıyoruz. Nisan ayından bugüne 5 binin üzerinde Afganlının ülkesine iade edildiği söyleniyor. Yine gayriresmî rakamlar bunlar. Uluslararası Af Örgütü'nün açıkladığı şöyle bir rakam var: Gözaltında tutulan 2 bin Afganlı olduğu söyleniyor, 2 bin Afganlı. Bunlar da ülkesindeki savaştan, ülkesindeki yoksulluktan, öldürülme korkusundan kaçıp başka ülkelere gitmek isteyen insanlar; onları da geri göndermeye çalışıyoruz. Bir adım daha ileri gidelim, ne yapıyoruz biliyor musunuz? Türkçe bilmeyen bu insanlara... Uluslararası raporlarda yer aldığı için söylüyorum, kendi gözlemime dayalı veya bilgiye dayalı değil, bunun belgelerini görmüş değilim fakat uluslararası örgütlerin bu konuda raporları var; diyorlar ki: "Türkçe bilmeyen bu kişilere, bu Afganlılara yurt dışına dönmeleri için belge imzalatılıyor." Bakın, korkunç bir dram yaşayan bu insanlar bizim ülkemize sığınıyorlar. 3 milyon Suriyeli barındırıyoruz diye övünüyoruz ya 2 bin Afgan'ı gözaltında tutup iade etmeye çalışıyoruz, 5 binini bugüne kadar geri gönderdik. Bu ülke, 5 bin veya -tamamı için söyleyeyim- 170 bin Afganlıyı barındıracak güçte bir ülkedir. Bu konuda yapılabilecek çok şey olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, biz bu tezkereye bütün bu anlattıklarım ışığında "hayır" diyeceğiz. Bu tezkereye "hayır" dememizin nedeni şu: Çünkü bu anlattığım utanç tablosuna "evet" demiş olacağız yani bu tezkereye "evet" dersek bu utanç tablosuna bir parça da katkı sunmuş olacağız. Ama gerçekten Afgan halkıyla dayanışmak istiyorsak yapabileceğimiz başka şeyler var. Bu askerleri göndermek yerine, bu harcadığımız paralar yerine -çünkü Afganistan için bu ülke, bu yönetim gerçekten yabana atılmayacak bir para harcıyor- bunu 170 bin Afgan için harcayabiliriz; onların insani sorunlarının, Afganistan'daki insani sorunların çözümü için harcayabiliriz. Yeter ki bu drama katkı sunmak istemeyelim. Meclisin, bu nedenle bu tezkereye "hayır" demesini istiyoruz.
Bu tezkere, Afganistan'a kan ve gözyaşı dışında hiçbir şey getirmeyecek. Evet, biz bu tezkereye "hayır" desek de NATO ve ABD oraya asker göndermeye devam edecek. Biz bunu bitirecek ülke değiliz, bu müdahaleyi bitirecek ülke değiliz fakat bu günaha ortak olmayabiliriz.
Şimdi, ilginç bir şey daha söylemek isterim. Aslında Afganistan'ın böyle zengin yer altı kaynakları yok yani petrolü yok, enerji kaynakları yok; buna rağmen, insanlığın, bütün ülkelerin garip biçimde Afganistan'a bir müdahalesi söz konusu. Bu konuda yazılmış birçok tez var. Hani bazıları daha sonraki müdahalelere hazırlık için Afganistan'ın işgal edildiğini söylüyorlar. Sovyetlerin bu amaçla rejim değişikliği için müdahale ettiğini söyleyenler var. ABD'nin aslında El Kaide ve Taliban rejim değişikliği için değil, daha sonraki İran veya başka bir ülkeye müdahale için Afganistan'da asker bulundurduğunu, bu ülkede varlığını sürdürmek istediğini söyleyenler var. Dolayısıyla burada bir yer altı kaynağı da yok. Burada benden önce konuşan bir milletvekilli, işte fellik fellik ülkenin dört bir yanını arıyorlar diyor ama sene 2018, olsaydı emin olun bulurlardı. Bir yer altı zenginliği falan yok, başka siyasi amaçlarla Afganistan işgal ediliyor.
Şimdi, ünlü Fransız siyasetçi Talleyrand, 1815 Viyana Kongresi'nin de mimarlarından biri. Ben çok diplomasi bilen birisi değilim fakat 1815 Viyana Kongresi'nin uluslararası diplomasinin temellerinin atıldığı kongre olduğu söylenir. Talleyrand'ın ünlü bir sözü var, der ki Talleyrand: "Süngülerle çok şey başarabilirsiniz ama üstünde oturmak o kadar da rahat değildir." On yedi yıllık pratik, bize Afganistan'da bu süngülerin üzerinde oturmanın hiç de rahat olmadığını göstermiştir.
Son olarak sözlerimi şöyle bağlamak isterim, Benjamin Franklin'in bir sözü var, diyor ki: "Demokrasi, iki kurt ile bir kuzunun akşam yemeğinde ne yiyeceklerini oylamasıdır; özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylamaya karşı çıkmasıdır." Biz, Afganistan'da ya "demokrasi" adı altındaki bu işgale onay vereceğiz ya da Afgan halkının özgürlüğünü destekleyeceğiz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)