| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ile Anlaşmaya Dair Protokol ve Mektupların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 25.12.2018 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilgili ikili anlaşma üzerinde konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, 21'inci yüzyılda ulaşım ve iletişim imkânlarının artması sonucu mesafelerin kısalarak dünyanın küresel bir köy hâline gelmesiyle birlikte, yaşananlara ilgisiz, dünyadan soyutlanmış, bağımsız oluşum ve yapılardan söz etmek mümkün değildir. Yani dünyanın bir ucundaki ekonomik, ticari, sosyal bir hareketlilik veya yaşanılan bir terör olayı aynı anda domino etkisiyle dünyanın öteki ucunda da kendisini çok net bir şekilde hissettirmektedir.
Dolayısıyla, böylesine birebir etkileşimin söz konusu olduğu dünya gerçeğini göz önünde bulundurarak oluşan sorun ve sıkıntılardan kurtulmak adına çok taraflı, bölgesel veya en azından ikili anlaşmalara dayalı oluşturulan uluslararası kurum, kuruluş ve yapılarla birlikte uyum içinde çalışılması gerekmektedir. İşte, bugün görüşmekte olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ile Anlaşmaya Dair Protokol ve Mektupların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi'ni bu bağlamda ele almak gerekir.
Saygıdeğer milletvekilleri, genel çerçevesini kısaca ifade etmeye çalıştığımız uluslararası ilişkilerde yakın iletişim ve iş birliğinin anlamını ve önemini kavrama adına içinde bulunduğumuz genel dünya konjonktürüne ve özelde Türkiye'nin hâliahvaline kısa bir göz atmakta yarar vardır.
Bilindiği üzere, soğuk savaş sonrası belirgin hatlarıyla her bağlamda varlığını hissettiren iki kutuplu dünya düzeni 90'lı yıllarda Doğu Bloku veya Demir Perde'nin yıkılmasıyla tek kutuplu hâle gelmiştir. Bugün gelinen nokta itibarıyla ise artık dünyadaki güç dengelerini ve bu anlamda siyasi öngörüleri boşa çıkaran yeni, çok kutuplu, güç merkezli bir yapıya yönelim söz konusudur. Bu yönelimi yakından okumak gerekirse güçler mücadelesinin sürekli ve hızlı bir biçimde alan, yöntem ve kullanılan enstrüman veya vasıta değişimine uğradığını çok net bir şekilde görmekteyiz. Öyle ki soğuk savaş yıllarında tanıklık ettiğimiz konvansiyonel silahların biyolojik, kimyasal, siber veya hepsinin karışımı hibrit bir yapıya dönüştüğünü, savaş kavramının ve alanının da beraberinde ticaret, ekonomi, iletişim, teknoloji, algı, yönlendirme ve dezenformasyon gibi yeni boyutlar kazandığını bilmekteyiz.
İşte, çok merkezli bir rekabetin hâkim olduğu günümüz dünyasında farklı sorunlu alanların doğmasına ve bunların çözümünde farklı arayışlara, yönelimlere şahitlik etmekteyiz. Bu bağlamda, dünyanın her yerinde yaşanan sosyal, ekonomik, ticari ve insani sıkıntıların neden olduğu küresel bir göç olgusu ve terör bu yeni, sorunlu alanların başında gelmektedir. Bugün bu sorunların neden olduğu görüş ayrılıklarından dolayı Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve NATO gibi elli yılı aşkın uluslararası yapıların dahi sarsılmakta ve sorgulanmakta olduğuna tanıklık etmekteyiz.
Somut birkaç örnekle açıklamak gerekirse, son dönemlerde özellikle NATO şemsiyesi altındaki alanın büyümesinden, ülke sayısının artmasından dolayı artan harcamaların paylaşımı noktasında NATO'nun yetkililerince tüm üye ülkelerden bütçelerinin yüzde 2'sinin güvenlik harcamalarına ayrılması söz konusu edilmiş ve bu, karar altına alınmıştır. Maalesef, bu karar alınmış olmasına rağmen, NATO'nun bu bağlamda, beklenilen birtakım sorunlara çözüm üretememesinden dolayı öncelikle Avrupa Birliği ülkelerinin kendi öz savunmalarını kendilerinin yapması düşüncesiyle hareket ettiğine ve hatta bunu bir ordulaşmaya kadar götüreceklerine tanıklık ettik.
Bir taraftan Çin'in ve Kore'nin İran'la birlikte nükleer denemeleri artırması, yine, İran'ın 2015'te Batılı ülkelerle yaptığı nükleer anlaşmasının Amerika Birleşik Devletleri tarafından tek taraflı yok sayılması diğer Avrupa ülkelerini de bu bağlamda ikileme düşürmüştür, onlar devamından yana bir taraf sergilemişlerdir. Öte yandan, ABD'nin İran'a tek taraflı bir ambargo uygulamaya gitmesi ve bunu da diğer Batılı ülkelerden aynı şekilde istemesi yine birtakım çelişkilere, yine birtakım yapı içerisindeki tartışmalara yol açmıştır; gerçi bundan Türkiye'nin de içinde bulunduğu 8 ülkeyi muaf tutmasına rağmen. Öte yandan, Çin'in, tabii, yeni, bu biraz önce ifade ettiğim mücadelenin farklı alanlara çekilmesi, özellikle ekonomik bir rekabete girmesi diğer birliği rahatsız eden bir oluşumun adı olmuştur.
Sayın milletvekilleri, kısaca ifade etmeye çalıştığımız bu uluslararası çerçeve ışığında Türkiye Cumhuriyeti devleti, içinde bulunduğu jeopolitik koşulların farkında olarak bir yandan yukarıda saymaya çalıştığımız küresel sorunlara çözüm önerileri üreterek üzerine düşeni yapmaya çalışırken, öte yandan bölgesinde birebir muhatap olduğu sorunların da üstesinden gelmeye gayret etmektedir. Bunları birkaç başlık altında ifade etmek gerekirse küresel özelliği de olan göç sorunu öncelikli gündemimiz hâline gelmiştir maalesef. Çünkü Türkiye göç konusunda çok ağır bedeller ödemiştir.
Sayın milletvekilleri, özellikle göç konusunda hafızalarınızı yenileme adına yakın tarihimizden karşılaştığımız somut birkaç örnekle ifade etmek isterim ki malumunuz, 1980'li yıllarda Todor Jivkov'lu Bulgaristan'ın oradaki dindaşlarımıza, soydaşlarımıza yaptığı zulümden dolayı bir anda Türkiye büyük bir göç dalgasıyla baş başa kalmıştır ve bunun gerçekten siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik birtakım yükleri beraberinde gelmiştir. İkinci bir göç dalgasına 1990'ların başında tanıklık ettik. Yine, Irak'ta Saddam rejiminden kaçan, onun zulmünden kaçan ve sığınacak bir liman gördüğü ülkemize gelen peşmergelerin yüz binlerce sayıyla ifade edildiği ve buna kucağını açıp her türlü yardım ve desteği sağlayan ülkemizin yine içine düştüğü birtakım sıkıntıları unutmadık.
Bu dalganın üçüncü boyutu, maalesef son yıllarda artık daha yüksek boyutta kendini hissettirmektedir. Malumunuz Suriye'deki olaylardan mütevellit milyonlarla ifade edilen yeni bir göç dalgası, buna üstüne üstlük bir de doğudan, Afganistan üzerinden gelen göçü de ilave ettiğimizde altından kalkılası bir durum söz konusu değildir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu göçün yanı sıra bizim gerçekten otuz beş yılı aşkın maruz bırakıldığımız, mücadele etmek zorunda kaldığımız bir de bir terör sarmalı söz konusu. Efendim, farklı terörist yapıların saldırılarına uğrayan ülkemiz bu bağlamda da elinden gelen bütün gayreti, çabayı, mücadele, azim ve kararlılığını göstermektedir. Aslında bu bağlamda işte uluslararası birtakım kurumların güvenilirliğini kaybetmesinin bir nedeni de ilgili maddelere atfen yardım edilmesi gerekirken, müttefik bir ülkenin sorununu kendi sorunu olarak kabul edip gereğini yapması gerekirken bigâne kaldıklarına şahitlik ettik yakın tarihimizde, hatta bunun daha da ötesine geçerek yardım bir tarafa, hani gölge etme ihsan istemem misali, tam tersine bizim mücadele içinde olduğumuz yapılara mühimmat ve lojistik destek sağlamaktan da imtina etmediklerine tanıklık ettik.
Saygıdeğer milletvekilleri, bütün bunların yanı sıra özellikle 11 Eylül saldırısı sonrası servis edilen, çok ince ayarla düzenlenmiş İslam'ın terörle eklektik bir yapı hâline getirilip bunu uluslararası boyutta genelde bir İslamofobi ve özelde de bir Türkofobi hâline getirdiklerine de tanıklık etmekteyiz. Bu da bizim ülkece, milletçe mücadele etmemiz gereken diğer önemli bir alandır. Bunu neden söylüyorum?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Aydın.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Çok teşekkür ederim.
Aslında bunun tarihsel kökenlerine inmek gerekir. Yani İslamofobik ya da Türkofobik davranışlar çok yeni olmuş bir şeyler değil ne 11 Eylül sonrası ne 1978 yapımı Midnight Express denen, o Geceyarısı Ekspresi filmiyle başlamış bir süreç değil, aslında ta tarihî kökenleri Orta Çağ'daki Haçlı Seferlerine kadar giden bir olgudan bahsediyorum. Niye? Çünkü gerçekten Kudüs işgal altındayken kendine tebessümü dahi haram kılan Selahaddin Eyyubi'nin o yüzyıllarda Kudüs'ü tekrar İslam coğrafyası, İslam beldesi yaptıktan sonra getirdiği adalet, hoşgörü ve yardımseverlik ışığında, bu tür bir davranıştan dahi etkilenmeyen bir Fransız generalinin 20'nci yüzyılın başlarında Şam'ı işgal ettikten sonra ilk ziyaret ettiği yer Selahaddin Eyyubi'nin mezarı olmuş ve mezarı başına giderek, tekmeleyerek "Kalk Selahaddin, kalk, ben, biz yine buradayız." demesiyle başlayan çok uzun yüzyıllara, geçmişe dayanan bir süreçten bahsediyoruz. Bugün de maalesef bunun daha postmodern birtakım formatta 17 milyon Müslüman'ı barındıran, buna bile tahammül edilemeyen özellikle Batı Avrupa'da birebir yaşandığına tanıklık ediyoruz.
İşte, Solingen faciasını bilenler bilir. Diri diri yakılan soydaşlarımızın hatıraları maşeri vicdanımızda hâlâ tazeliğini korurken buna ilaveten gün yok ki bir cami kundaklanmasın, bir Türk iş yeri bombalanmasın, bir aile tacize, tecavüze uğramasın. En son Amerika Birleşik Devletleri'nde -YouTube üzerinden medyaya da yansıdı- bir evladımızın bir ortak kullanım olan lavaboda dahi -kullanım izni olmaksızın- büyük bir saldırıya maruz kaldığına tanıklık ettik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aydın...
KAMİL AYDIN (Devamla) - Bir dakika daha rica edebilir miyim.
BAŞKAN - Tabii.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Saygıdeğer milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak şunu ifade etmek isteriz ki bütün bu yaşananlar ışığında kadim bir devlet geleneğinin son halkası olan Türkiye Cumhuriyeti devleti, millî beraberlik ruhuyla, bir yandan uluslararası platformlarda diplomatik mücadelesini vermeli, öte yandan kimseden himmet beklemeden son terörist yok edilinceye kadar sınır içinde ve ötesinde büyük bir azim ve kararlılıkla mücadelesini sürdürerek bekasını muhafaza etmelidir. Bu anlamda Irak'ın kuzeyinde yapılan hatalara düşmeksizin olanlara "Bekle gör" politikalarıyla bakmamalı, aksine proaktif yapıda Menbic'te de, Fırat'ın doğusunda da mücadele kararlılığımızı sürdürmeliyiz. Binlerce kilometre uzaktan gelip orada varlıklarına yapay mazeretler üretenler şunu iyi bilmeliler ki Türkiye, güvenliği ve bekası adına her türlü suni yapılanmalara müsamaha göstermeyecektir. Bu kapsamda söz konusu ikili anlaşmaya Milliyetçi Hareket Partisi olarak destek vereceğimizi ifade eder, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)