GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ile Anlaşmaya Dair Protokol ve Mektupların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:40
Tarih:25.12.2018

HDP GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben sözlerime Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ın "Yasaklar" kabaresiyle başlamak istiyorum. O kadar çok mantıksız yasaklar silsilesini repliklere taşımışlardı ki yemek yemek yasak, içmek yasak, oturmak yasak, kalkmak yasak, yasak da yasak. En son diyor ki hasta doktoruna: "Ya, her şey yasak, sen ne biçim doktorsun." "Ben doktor değilim ki, ben hükûmetin sözcüsüyüm." diyor. Şu an onları dün adliye koridorlarına çağıran, gözaltına alan, ifadelerini alan zihniyet tıpkı kendilerinin 1980 darbesinin iklimine yaptıkları eleştirinin aynısıyla karşılaşmalarına sebep oldu, o yargıçlar yargıç değil, o yargıçlar Hükûmetin sözcülüğünü yapıyor, bunu bir kez daha göstermiş oldular.

Değerli arkadaşlar, Orta Doğu en bildik tanımıyla tam bir kaynar kazan ve gerçekten bir ateş çemberi. Tabii ki bu on dakikalık süre zarfında her şeye değinmeye imkânımız olmayacak ama belli başlı birkaç konuya değinerek devam etmek istiyorum.

Bakın, bu karma karışık durumun içinde Yemen'e özel olarak bakmamız gerekiyor. Hani, biz büyük devletiz ve yardımseveriz ya, Yemen'de insanlar açlıktan, susuzluktan kırılıyor; Husilere dönük Suudi Arabistan'ın gerçekleştirmiş olduğu operasyon sözüm ona bitti bitecek ama bitmiyor, bitmeyecek gibi de görünüyor. Fakat orada çok ciddi bir insanlık dramı yaşanmasına rağmen, açlık yaşanmasına ve çocuk ölümleri bariz bir biçimde görülmesine rağmen, hiç kimse destek elini uzatmıyor ve bunun arkasında, Suudi Arabistan'ın Prens Salman'ı, Arabistan'ın 2030 vizyonunu tam bir kan ve çatışma üzerine kurmuş durumda. Körfez ülkelerinin liderliğine oynamaya kalkışan Arabistan, Husilere dönük acımasızca katliamlarını sürdürüyor. Bizde ise, Türkiye'de sadece Arabistan'ın kamburu olmayan, aynı zamanda Türkiye'nin eğer bununla ilgili ciddi bir hesaplaşma yaşamazsa her daim kamburu olarak kalacak olan Kaşıkçı cinayeti ortada duruyor ve hiçbir şey yokmuş gibi, "Suudi Arabistan'dan, Birleşik Arap Emirlikleri'nden, Katar'dan gelen sıcak parayla nasılsa doların ateşini düşüreceğiz." fikriyle, sizler hiçbir şey yapmıyor ve bunları izliyorsunuz. Bakın, bugün Kaşıkçı cinayeti bu topraklarda işlendi ve aydınlatılmak zorundadır.

Değerli arkadaşlar, evet, bugün Katar'la ilgili konuşacağız. Bir kanun teklifi geldi, onu görüşeceğiz. Ama ben Katar'la ilgili şu birkaç noktaya şöyle değinmek istiyorum: Suudi Arabistan, daha doğrusu Trump'ın Suudi Arabistan'a düzenlemiş olduğu seferden sonra, ekonomik kaygılarla ve başka kaygılarla İran'a yakınlaşan Katar'a bir çizgi çizildi. Arabistan, Trump'ın kendisini ziyaret etmesinin şımarıklığını yaşayarak birçok Körfez ülkesinin Katar'a ambargo uygulamasını, hatta ve hatta kırk sekiz saat içinde diplomatların orayı boşaltmasını istediler, kendi ülkelerinde Katarlı diplomatların oradan çekilmesi için süre verdiler. En nihayetinde Katar, evet, Türkiye'ye güvenlik kaygısıyla ve ekonomik kaygılarla yakınlaşmış durumda. Fakat bunun karşılığında Türkiye'nin yaptığı ne? Kendi askerini oraya gönderdi; benden önceki hatipler de buna değindi. Siz Türkiye askerini Katar'a niye gönderiyorsunuz? Türkiye'de askerlik yapan yoksul halkın çocuklarını, yoksul ailelerin çocuklarını Katar'a niye gönderiyorsunuz? "Katar'ı korumak", bu mudur yani Türkiye'nin yürüteceği dış politika? Öte yandan, bunun karşılığında, Karadeniz toprakları peşkeş çekilmek isteniyor Katarlı prenslere. Tekirdağ'da Marmaraereğlisi, Çorlu ve Kapaklı ilçelerinde birçok hazine arazisi prenslere, emirlere satılmak isteniyor.

Katar Emiri es-Sani Türkiye'ye geldiği zaman Trabzonspor'un stadının açılışına katılmış Cumhurbaşkanıyla, orada şu karara varıyor: "Çaykur Rizespor Kulübünü satın alabiliriz." Bununla yetinmiyor, Cumhurbaşkanıyla helikopterle yaptığı gezide... Karadeniz'i çok beğeniyormuş. Karadeniz çünkü çok güzel, elbette beğenilebilir; bir yanı yemyeşil ormanlık araziler, öte yanı Karadeniz. Ancak, değerli arkadaşlar, Türkiye kendi arazilerini ve malını bu emirlere satışa çıkartmakta bir beis görmüyor çünkü bunun karşılığında uçan sarayları hediye olarak kabul etmekte bir beis görmeyen bir iktidar elbette bu vatanın topraklarını parça parça satmada da bir beis görmez.

Değerli arkadaşlar, çok sıcak bir gündem ve Türkiye'yi yakinen ilgilendiren Fırat'ın doğusu meselesi. Evet, Türkiye bir operasyon hazırlığı içindeyken, sürpriz bir şekilde, Trump ABD askerlerinin Suriye topraklarından çekileceğini ifade etti; bunun karşılığında, operasyona bir ara verildi. Ben buradan şunları açık bir biçimde sormak istiyorum: Türkiye bu konudaki stratejisini değiştirmeye niyet etmeyecek mi? Fırat'ın doğusunu bir kırmızı çizgi olarak görüp, orada yaşayan ve bugüne kadar Suriye'deki savaşı, bütün senaryosunu IŞİD'i yok etme üzerine kuran, başta koalisyon güçleri Rusya ve İran olmak üzere, buralarda IŞİD'e karşı en ciddi mücadeleyi yürüten Kürt halkını yok etmeyi nasıl düşünüyorsunuz, buna biz bir anlam veremiyoruz. Orada yaşayan, paraşütle gelmiş olmayan, doğma büyüme yerli, oranın kadim halkı olan bir kesime siz hâlâ buradan "terör" "terörist" "teröristleri yok etme" diyebiliyorsunuz. Bunun hiçbir anlaşılır yanı yoktur, olmayacaktır da.

Bakın, Türkiye garantör ülke olarak Rusya, İran ve Birleşmiş Milletlerden de oluşan bir komisyon kurdu 18 Aralıkta Cenevre'de, bu komisyon çalışmalarına başlamış durumda ve Suriye Anayasası yeniden yazılacak. Bu anayasa yazılırken orada yaşayan bütün halkların eşit vatandaşlık ilkesi temelinde kendi varlıklarını devam ettirebilmeleri, anayasal güvence altına alınması talebi söz konusudur oradaki halklar açısından. Ancak ne yazık ki bu komitenin tanımladığı görev... Şunu sizinle paylaşmak istiyorum özellikle: Anayasa Komitesinin çalışması Suriye halkının mümkün olan en geniş desteği verebilmesi için üyelerinin genel anlaşmaya varmasını hedefleyen bir yapıcı angajman ve uzlaşmaya yöneltilmelidir. Fakat burada angajman ve uzlaşı halklar arasında değil, o masa başında, parsel parsel Suriye toprakları üzerinde, kendinde tasarruf hakkını gören ülkelerdir. Bunların birisi de ne yazık ki Türkiye'dir. Dolayısıyla biz buradan şunu ifade ediyoruz: Hiç kimse yorganı kendine çekmesin. Yorganı sizler masa başında oturarak kendinize çektiğiniz için orada yaşayan halkların üstü açık kalıyor, üşüyor, ölüyor, yaşamlarını kaybediyor, en ağır bedeli oradaki halklar ödüyor.

Dolayısıyla şunu ifade etmek istiyoruz: 31 Mart seçimlerinin yaklaştığı şu dönemde, hatta her seçimin arifesinde artık mevcut olan iktidar kendi yıpranmışlığını ve güçsüzlüğünü örtmek için "Terörizmle mücadele ediyoruz." adı altında ya sınır içinde ya sınır ötesinde büyük olaylar patlatıyor. Biz, Fırat'ın doğusuna yapmayı planladığınız bu operasyonun AKP'nin seçim kazanma operasyonu olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Bakın, ABD'nin çekildiği yere siz gidiyorsunuz. Orası bir bataklık, sizin ne işiniz var orada? Niye Türkiye'nin askerini oraya götürüyorsunuz, biz bunları anlamıyoruz. Bugün Trump Beyaz Saray'da oturacak ve şarabını yudumlarken Türkiye'nin oraya gidişini ve aynı coğrafyanın insanlarının, Müslümanların birbirini katledişini izleme zevkine sahip olacak. Siz ise burada kardeşler olarak birbirimizle kavga etmeyi bir devlet stratejisi hâline getirmiş durumdasınız.

Değerli arkadaşlar, şunu ifade etmek istiyorum: Suriye'de tek çözüm en geniş toplumsal mutabakattan geçiyor, çözüm orada yaşayan Kürtlerin, Arapların, Ermenilerin, Süryanilerin -bütün halklar ortak bir dinamik olarak- bütün halkların ortak kararıyla bir sonuca varmak ve yepyeni bir anayasayı, barışa, kardeşliğe dayalı bir anayasayı yeniden yazmaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Sözlerime son verirken, İbni Haldun "Coğrafya bir kaderdir." der. Bu kader, yaşadığımız coğrafya için her zaman kardeş kavgası, kan, gözyaşı olmak zorunda değildir. Bakın, Sykes-Picot Anlaşması'nda sınırlar cetvelle çizildi. Şimdi bizler aynı Sykes-Picot'ları beklemekteyiz. Fırat Nehri kırmızı çizginiz olmuş doğu, batı ayrımlarınızla. Fırat Nehri Türkiye, Suriye ve Irak'ın sert topraklarını yara yara kendine hayat bulmuş ve oluk oluk akmaktadır. Bırakın, halklar, eşit temelde kardeşliği Fırat'ın Nehri gibi gürül gürül akarak yaşasın. Sykes-Picot'lar değil, barış ve kardeşlik beslesin bu toprakları, bu coğrafyayı.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)