| Konu: | Karayolları Trafik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 26.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bugün, açlık grevinde olan Hakkâri Milletvekilimiz Leyla Güven'in 49'uncu gününde olduğunu ve Leyla Güven'in serbest bırakılması gerektiğini ve talebinin de dikkate alınması gerektiğini tekrar kürsüden hatırlatıyorum.
Değerli arkadaşlar, diğer taraftan da FOX TV ve Halk TV'ye yönelik kesilen cezaları kınadığımızı buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum. Medya üzerinde oluşturulan tahakkümün çok daha derinleşeceğini ve bu konuda RTÜK'ün de bir şekilde devreye sokulduğunu ifade etmek isterim.
Burada çeşitli tartışmalar olurken -gerek RTÜK üzerinde gerek hukuk üzerinde- eski örneklerin verilmesi yani geçmişte de bunların kötü olduğunun söylenmesi bizim hedeflediğimiz bir nokta değildir. Yani geçmişte de, evet, çok sayıda kötü örnek vardır; yargı kararı açısından da tarafsız olmayışıyla ilgili, RTÜK'le ilgili birçok şey söylenebilir. Ancak bunlara sığınarak bugünkü durumu savunmak da mümkün değildir. Yani geçmişteki kötü uygulamaların bugün de aynı şeylerin devam etmesi gerektiğini savunur hâle getirmemesi gerekir. Geçmişteki kötüyü de eleştireceğiz, bugünkü kötüye de karşı çıkacağız. Bizim hedefimiz hak, hukuk, adaletten yana demokratik bir Türkiye ise bunu savunacak bütün argümanları ortaya koymamız lazım. Geçmişte oluyor diye bunun arkasına sığınmak da doğru bir uygulama değil.
Sayın milletvekilleri, Karayolları Trafik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin birinci bölümü üzerinde grubumuz adına söz aldım.
Tabii, burada, öncelikle torba kanunun mantığını eleştirdiğimizi sözcülerimiz de ifade etti. Yani birbirinden bağımsız birçok konunun yeteri kadar kamuoyunda tartışılmaması, konunun STK'ler tarafından ele alınmaması, meslek örgütleri tarafından ele alınmaması ya da muhatapları tarafından görüşlerin aktarılmadan bir torbaya atılarak oradan da alelacele komisyona getirilmesi, komisyondan da Genel Kurula getirilmesi... Yani bunun doğru bir kanun yapma yöntemi olmadığını tekraren ifade etmek isteriz. Bu şekliyle, bu yapılan kanunlardan da toplumun hayrına bir şey çıkmayacağını tekraren ifade etme gereği, ihtiyacı duyuyoruz. Hemen alelacele bütçe kanunu görüşmelerinden sonra getirilen bu kanunların tabii ki bizim açımızdan da bir seçim hazırlığı olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Şimdi, bu teklifin 1'inci maddesiyle ilgili. Emniyet teşkilatındaki sandığa zorunluğu üyeliğin, bunun doğru olmadığı ifade edildi, Anayasa'ya aykırılığından bahsedildi. Komisyon Başkanı çeşitli örnekler vererek bunun daha önceki uygulamalarından bahsetti ama şunu tekrar söylemek lazım: Yani bununla ilgili örnekler, bunun da kanuna ya da Anayasa'ya uygun olduğunu göstermez, demek ki onlarda da bir problem var çünkü bunda -zorunluluk ilkesi- olmaması gereken bir durum var.
Yine, madde 2'de, odalarla ilgili giriş ücretleri ve aidatlar yüzde 2'den yüzde 1 oranına getiriliyor ancak üst sınırda bir değişiklik yok. Bununla ilgili de bir değişikliğin olması uygun olur.
Diğer taraftan, 3'üncü madde Karayolları Trafik Kanunu'nun... Biz bunu tamamen bir seçim kanunu olarak görüyoruz. Sayın Binali Yıldırım İstanbul'daki adaylığının startını da bu kanunu müjdeleyerek vermişti yani bunu böyle okumak gerekir. Kendisinin müjdesinden sonra da kanun teklifi önümüze geldi ve şimdi de büyük ihtimalle kanunlaşacak. Dolayısıyla bunun bir seçim startından başka bir şey olduğunu söylemek de mümkün değil.
Diğer taraftan, bu Boğaz'la ilgili imar kayıt belgeleriyle ilgili 4'üncü maddede, bu rant uyarısını MHP sözcüsünün dahi buradan dile getirmesi yani ittifak ortağının dahi dile getirmesi manidardır. Evet, burada ciddi anlamda rantla ilgili bir kaygı söz konusudur ve bu kaygıyı burada herkes taşımaktadır. Bunu da belirtmek gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, 6'ncı maddede şöyle bir şey var: Tabii ki burada getirilen husus 2022'ye ertelenmesiyle ilgili yani Büyükşehir Yasası'yla ilgili bir durum. Ben burada başka bir konuya değinmek istiyorum: Bu Büyükşehir Yasası'nın getirdiği köy tüzel kişiliğinin ortadan kaldırılmasıyla ilgili ayrıyeten mağduriyet yaratan bir durum var.
Bir köyü bağımsız kılan en önemli unsur, mal edinebilme ve yerel varlıklar üzerinde tasarruf hakkı olmasıdır. Daha önceden getirilen 6360 sayılı Kanun'la, Büyükşehir Yasası'yla bu köylerin tüzel kişilikleri ve mal edinme ya da mevcut mallar üzerindeki hakları, bunlar üzerindeki mülkiyetleri de ortadan kaldırıldı ve bunların Büyükşehir Yasası'yla belediyelere, hazineye ya da işte orada kurulan bir komisyonla ilgili birimlere aktarılması yönünde bir uygulama da başlatıldı. Tabii, bu şöyle bir şeye yol açıyor, bunun en önemli sorunu şuydu: Örneğin Süryanilere ait kiliseler ve manastırlar... Çünkü köylerde bunlar köy tüzel kişiliklerine ait ve bu yasadan sonra, örneğin Mardin'de kilise, manastır, mezarlık ve bağlı tapuların yani bunlara bağlı malların, taşınmazların 110 tanesi bu yolla hazineye devredildi, oradan da Diyanet İşleri Başkanlığına teslim edildi. Daha sonra kamuoyundaki yoğun tepkilerle bununla ilgili birtakım geri düzenlemeler yapıldı ve 54 tanesi iade edildi ilgili vakıflara ancak bunun tamamı düzeltilmiş değil. Süryanilerin mallarının bu kanundan kaynaklı olarak hâlen dahi hazinede ya da belediyede ya da ilgili, kendilerinde olmayan kurumlarda olduğunu belirtmek gerekiyor.
Ayrıca, bununla ilgili sıkıntı yaşayan diğer bir inançsal topluluk da Alevilerdir çünkü Alevi köylerinde cemevleri dernek ya da vakıf mülkiyetinde değil, çoğunlukla muhtarlıklara bağlı yani muhtarlığın mülkiyetinde olan, köyün ortak malı olan bir yere yapılan ibadethaneler ve o Alevi köyünde de insanlar orada inançlarının özgünlüğü çerçevesinde bu cemevlerini yönetiyorlar ve burada inançlarını, ibadetlerini kendi imkânlarıyla yerine getiriyorlar. Büyükşehir Kanunu'yla birlikte bu cemevlerinin mülkiyetleri de o köy tüzel kişiliğinden çıktı, ya ilgili ilçe belediyesine geçti, eğer merkeze bağlıysa büyükşehir belediyesine geçti veya buradaki komisyonla başka bir kuruma aktarıldı ve bu da aslında ibadethanelere ayrı bir el koyma yöntemi olarak kamuoyunda değerlendiriliyor çünkü çıkarttığı sonuç böyle bir şey. Bu da tabii, inanca müdahale oluyor yani oradaki Alevi köyünün kendi inançsal çerçevesinde yönettiği cemevinin başka bir inanca mensup belediye başkanının uhdesine geçmesini ya da oradaki meclisin uhdesine geçmesini bu inancın özgünlüğüne ve oradaki inanç özgürlüğüne de müdahale olarak görmek gerekiyor. Bu şekilde, bu yasada aslında bu 6'ncı maddeyle ilgili, bu konuyla ilgili düzenlemeler getirilmesi gerekiyordu, bu maddeye konulabilirdi, konulmamış. Esas mağduriyetin burada yaşandığını ifade etmek isterim.
Bir de seçim bölgemde, İstanbul üçüncü bölgede, Küçükçekmece'de başka bir konu var. Kadriye Moroğlu Lisesinde, biliyorsunuz, bir taciz olayı meydana gelmişti. Okulda bir öğretmen öğrencileri taciz etmişti, bununla ilgili şikâyetler olmuştu. Daha sonra yeni bir açıklamayla öğrendik ki bu dosya kapatılmış, öğretmen de şu anda başka bir okulda tekrar görev yapıyor. Yani bu, kabul edilecek bir durum değil arkadaşlar. Tacizci olduğu belli olan -bunun artık bir tartışması da yok- bu kişi, şu anda okul değiştirerek başka bir okulda görevlendirilmiş ve oradaki öğrencilere öğretmenlik yapmaya devam ediyor. Bunun hiçbir şekilde kabul edilebilir bir tarafı yok, bunun göz yumulacak bir tarafı da yok. Bu bir öğretmen ve her gün o öğrencilerle muhatap yani benzer öğrencilerle muhatap, aynı yaştaki çocuklarımızla. Dolayısıyla bu, kesinlikle kabul edilecek bir durum değildir ve mutlaka bu öğretmenin görevine son verilmeli ve cezai işleme tabi tutulmalıdır.
Bugün ayrıca dile getirmek istediğim bir konu... Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin yöneticilerinin ve Alevilerin sesi olan TV10 emekçilerinin Silivri Cezaevinde tutulduklarını daha önce birkaç kez dile getirmiştik. Bunlarla ilgili bugün Silivri Cezaevinde, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği üyeleri ve kimi Alevi kurumları bir açıklama yapmak istediler ancak bugün bu açıklamaya müsaade edilmedi. Çünkü haksız bir şekilde, hukuksuz bir şekilde bu kişilerin burada tutulduğunu ifade etmek, buna dikkat çekmek için bu yapılmak isteniyordu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Ancak, bugün Silivri Cezaevi önünde Alevilerin açıklama yapmasına müsaade edilmedi.
Burada TV10'dan, Veli Büyükşahin, Veli Haydar Güleç, Kemal Demir arkadaşlarımız yargılanıyor ve bir hukuk skandalı arkadaşlar, bir yıldır cezaevinde tutuluyorlar. İddianame 3-4 kez gitmiş gelmiş. Yani iddianame hazırlanıyor, savcı mahkemeye veriyor, hâkim savcıya geri gönderiyor, tekrar savcı hâkime gönderiyor, hâkim tekrar geri gönderiyor; bir üst mahkemeye gönderiyor, bir üst mahkeme bakıyor, eksik diye tekrar savcıya geri gönderiyor, böyle bir durum. Hâlâ, şu anda -aradan bir yıl geçmiş- bir yargılama söz konusu değil ve bunların kendi aralarındaki tutarsızlıklar ve dosyadaki eksiklikler yüzünden bir türlü iddianame hazırlanamaması nedeniyle de bir yıldır arkadaşlarımız haksız ve hukuksuz bir şekilde tutuluyorlar. Onların da bir an önce serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.