| Konu: | (10/184, 185, 281, 403, 585, 604, 734, 914, 915, 917, 920, 921) No.lu ALS, SMA, DMD, MS Hastalıklarında ve Kesin Tedavisi Bilinmeyen Diğer Hastalıklarda Uygulanan Tedavi ve Bakım Yöntemleri ile Bu Hastalıklara Sahip Kişiler ve Yakınlarının Yaşadıkları Sorunların ve Çözümlerinin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 48 |
| Tarih: | 05.02.2019 |
HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, komisyon kurulması için oturumu açıyoruz fakat gerek benden önceki arkadaşların konuşmalarında gerek bugünkü grup toplantımızda dikkat çekmek istediğimiz bir konu vardı. Bildiğiniz gibi, 27'nci Dönem milletvekilleri olarak seçildikten sonra göreve başladığımızda 2 parlamenter cezaevindeydi ve bu 2 arkadaşla ilgili o dönem herkes konuşma yaptı ve ihlal edilmesi artık vakayiadiyeye dönen Anayasa'ya göre 2 vekilin derhâl serbest bırakılması lazımdı fakat yapılmadı. Halkların Demokratik Partisinden Hakkâri'de yüzde 70'e yakın oy alan arkadaşımız Leyla Güven tutuklu kalmaya devam etti. Leyla Güven bugün 90'ıncı gününde açlık grevinde ve evinde artık yürüyecek durumda değil ve kendisi Türkiye'de toplumun barış içinde yaşaması için tecride karşı çıkmak amacıyla bu eylemi başlattığını bütün kamuoyuna duyurmuştu. Türkiye'nin barışı, demokratikleşmesi açısından fırsat olarak değerlendirilmesi gereken bu konu hep gündem dışı tutulmaya çalışıldı ve nitekim, baktığımızda, son dönemde artık herkesle ilgili bir infaz tarzında cezalar kesilmekte, yargıda kimse dinlenilmemekte. Nitekim, hâlen Diyarbakır Büyükşehir Eş Başkanı olan Gültan Kışanak'a -tekrar arkadaşlarımızın belirttiği gibi- daha önce parlamenterlik yapan Sebahat Tuncel'e on dört, on beş yıllık cezalar verildi. Artık Türkiye'de duruşmalar özellikle bir mahkeme salonundan öte bir tiyatral oyuna dönüşüyor. Niçin?
Bakın, arkadaşlar, Leyla Güven'in -her konuşmamızda dile getirdiğimizde- Haziran ayının 29'unda mahkemesi vardı. Birçok arkadaşımızla beraber mahkemeye gidildi, avukatlar katıldı. Parlamentoda bu konu gündeme getirilmiş, dokunulmazlık meselesi var, Anayasa ihlali var. Tahliye kararı çıktı -anımsarsınız- peşinden, cumhuriyet savcısı karara itiraz etti ve itiraz sonucu ne oldu? Tekrar, tutukluluk hâlinin devamına karar verildi. Nitekim, Ocak ayının 25'ine yani iki hafta öncesine kadar Leyla arkadaşımız cezaevinde bu eylemini sürdürürken ve yaşadıklarının bütün hepsinin Türkiye'de, dünyada, artık Avrupa Parlamentosunda konuşulduğu dönemde... 25 Ocaktaki mahkemesine tekrar buradan bir grup arkadaş ve yurt dışından siyasetçiler, sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri, birçok kişi geldi ve orada mahkemenin tiyatro salonuna dönüştüğünden dolayı avukatlar dâhil hiç kimse duruşmaya girmedi ve daha insanlar yola çıkarken tahliye edildi. Bu arkadaşımız niçin o dönem bırakılmadı, niçin şu anda tahliye edildi?
Tahliye edilmesinin gerekçesi, aslında, gerek dışarıda gerek bu süreçte bu başlattığı ve birçok arkadaşın eşlik ettiği tecride karşı yapılan süreçle ilgiliydi, belki de bunu boşa çıkarmaktı. Nitekim -hiç konuşulmuyor- aynı dönemde Mehmet Öcalan İmralı'da bir görüşme yaptı ve ondan sonra bu karar alındı, belki bu iş noktalanır diye. Fakat devam etti çünkü asıl hedef, bir lütuf gibi, bir tutuklunun yakınıyla görüşmesi değil, anayasal hakkı olan avukatlarıyla süreçle ilgili görüşmesiydi. Ve nitekim ne oldu? Şu anda eylem birçok yerde devam etmekte.
Duruşmaların tiyatro salonuna dönüşmesinden, Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel'den daha sonra, arkadaşlar, şu anda birçok vekil arkadaşımızın bildiği, Kocaeli Milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu, ekim ayında partimizin Diyarbakır'da düzenlediği bir etkinlikte Eş Genel Başkanlarımızdan Pervin Buldan konuşma yaptığı sırada tepki göstermediği için buraya fezlekesi geliyor. Yani şimdi nasıl tepki gösterecek? Ne yapacağız, bilmiyoruz. Bu nedenle -bugün grup toplantımızda da dile getirdik- bugün aslında "Artık yeter." dediğimiz süreç için, barış, demokrasi, adalet için bu Parlamentoda sabaha kadar -Eş Genel Başkanlarımız da burada- oturmuş olacağız. Çünkü bu yaşadığımız süreç, gerek Gültan Kışanak'ın gerek Leyla Güven'in gerek birçok parlamenter arkadaşımızın yaşadığı süreç ve yöneticilerimizin yaşadığı süreç hukuka uygun değil, tümüyle siyasi kararlardır, keyfî kararlardır.
Arkadaşlar, otoriter dönemlerde, diktatöryal dönemlerde, faşizan dönemlerde konuşma yasağı değil, eğer söz daha çok konuşulursa, dile getirilirse önümüzü açarız. Şimdi, bunu, bu gündemle ilgili, komisyonla ilgili, araştırma önergesiyle ilgili niçin gündeme getiriyorum? Bu konuyla ilgili arkadaşlarımızla beraber çalıştığımızda, biz araştırma önergesinde, özellikle tedavisi güç olan, tedavi edilmeyen hastalıklarla ilgili ne yapabiliriz diye konuştuk ve maalesef Türkiye'de, aslında tedavisi belli olan ve birçok insanın ölümüne neden olan barış, demokrasi ve adalet konusunda bir girişim yapsak belki de birçok insanın hayatını kurtarmış olacağız ve geleceğe bir miras bırakacağız. Bakın, dernekler ne diyor biliyor musunuz? Dernekler kendi sayfalarında "Yaşamak yetmez, yaşatmak gerekir." diyorlar. Biz Türkiye'de bu Parlamentodaysak yaşatmamız lazım, insanları barış içinde, huzur içinde yaşatmamız lazım.
Bakın, bu komisyon kurulacak. Arkadaşlar, mizah oyunlarına bazen konu oluyordu, nitekim destek vereceğiz. Süreyi uzatmak için en iyi yöntem komisyon kurmaktır. Şu anda biz komisyon kurarsak ilaç alamayıp yaşamını yitirecek olan insanlar vardır ve bu insanlar sorunlarını gündeme getirdiklerinde -2014'ten beri- birçoğunun Türkiye'de haberi yoktu bu hastalıklardan ve birçok kişi sosyal medya üzerinden, Parlamentoyu ziyaret ederek, gazeteleri televizyonları ziyaret ederek durumlarını anlattı ve biz filmlerde Oscar'a aday olan, Einstein'dan sonra en büyük ödülü alan fizikçinin yaşamını konu alan ALS hastalığını izlerken biliyoruz ama kendi yakınımızdakileri göremiyorduk. Yoksulluğun dibe çöktüğü dönemde bu insanların sadece ilaç alıp bir kısmının düzelebileceğini... Bir kısmına kolaylık sağlandı ve özellikle "S2, S3" denilen hastalıklarla ilgili ilaca hep ambargo konuldu, hiç verilmedi. Nitekim, geçen hafta konuşulmaya başlandı ama biliyor musunuz, 2017'den bugüne kadar 60'tan fazla kişi yaşamını yitirdi. Böyle bir lüksümüz yok. Eğer bunu bugün, bir gecede geçirebiliyorsak niçin daha önce geçirmedik? Şimdi, korkarım ki komisyon kurup bunu da çok uzun bir sürece yayarsak tehlikeli olabilir. Biz, Halkların Demokratik Partisi olarak bu komisyonu destekliyoruz ama komisyon dışında da acilen yapılması gerekenler konusunda komisyon hemen toplanıp yarın karar alması lazım çünkü yapmadığımız zaman bu insanlar yaşamlarını yitirecekler, hayatlarını riske atmış olacaklar.
Bu hastalıkları sadece bir ilaç gibi düşünmemek lazım. Türkiye'de olması gereken sosyal devlet anlayışıdır. Sosyal devlet anlayışı her insanın yaşamından sorumludur. Az önce hatibin belirttiği gibi, önemli olan hastalık değil, hastalıkların önlenmesidir, rehabilite edilmesidir. Biz, hastalıkların nedenlerini çözemezsek, önleyemezsek birçok problemle karşı karşıya kalabiliriz. İlaç verdiğimiz hastalar... Evet, devlet sosyal devlet görevini yerine getirecek. Peki, bu tür ağır hastalıklarda kullanacağı araç, bineceği akülü araba, bu akünün değiştirilmesi, kullanacağı sedye, başına takacağı havalı yastık, boğazının delinmesinde kullanacağı kanüller, birçok şey masraf gerektiriyor ve bu masrafı devletin üstlenmesi lazım.
Bir diğeri, bunlar hastane şartlarında yaşamlarını sürdürememekteler çünkü tedavi olmalarının özellikle aile denetiminde ve aile hekimlerinde olması lazım. Bakın, bir taraftan diyoruz ki: "Bunlarla ilgili psikologların, hekimlerin, hemşirelerin, sosyal hizmet uzmanlarının görev alması lazım." bir taraftan da hemşirelik hizmeti verdiği için, hekimlik yaptığı için işten atılanlar var, bir taraftan da daha önce burada konuştuğumuz hâlde, 4/C'yi sözde kaldırdık, 4/C nedeniyle üç aydır, dört aydır hâlâ ataması yapılmayan çalışanlar var ve insanları keyfimize göre belirtiyor, orada bırakmış oluyoruz.
Bakın, biz, sevdikleriyle birlikte bu insanların yaşaması için her türlü görevi üstlenmeliyiz. Bu hastalar nasıl yaşıyorlar, ne yapıyorlar, nelere gereksinimleri var, nasıl bir evde oturuyorlar, ev sağlık açısından uygun mudur, nasıl yer değiştiriyorlar, herhangi bir transfer anında neler yapıyorlar, bu insanlar içme suyunu nasıl alıyorlar, doğal gazı nasıl ödüyorlar, elektrik parasını nasıl ödüyorlar, kirada mı, değil mi; bunları düşünmeden, böyle özellikle sonu da kötü biten ve her an dünyada herhangi bir değişiklikle gelişmesi olabilecek bir şeyi takip eden ailelere sadece ilaç verip sorunu çözemeyiz. Bunların tümüyle her şeyini araştırmak ve dikkat çekmemiz lazım. Sosyal devlet anlayışı budur ve nitekim başta da belirttiğim gibi yaşamak değil, yaşatmak da gerekiyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)