GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:52
Tarih:13.02.2019

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 41 sıra sayılı Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin ikinci bölümü üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Gecenin bu ilerleyen saatlerinde hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yılardır tartışılan ancak Soma'daki katliamla gün yüzüne çıkan Türkiye'nin politikası, mevcut siyasi iktidarın rant kıskacındaki madencilik anlayışını su yüzüne çıkarmış, görünür kılmıştır. Tıpkı Soma'da olduğu gibi, başta tarım alanları olmak üzere orman ve diğer alanlar rant uğruna yok edilirken yaşamını tarımla sürdüren kırsal alanda yaşayan yurttaşlar güvencesiz bir şekilde madenciliğe mahkûm edilmiştir. Sadece Soma'da değil, Zonguldak'ta, Şırnak'ta ve madenciliğin yoğun olduğu hemen her yerde aynı sonuçlarla karşılaşmaktayız.

Soma'da tütünün yok edilmesiyle bölge halkı madenciliğe mahkûm edildiği gibi, diğer bölgelerde de benzer biçimde, güvencesiz bir şekilde yurttaşlar maden ocaklarında çalışmaya mahkûm edilmiştir. Sadece tarım alanlarındaki kayıplara baktığımızda, Tarım ve Orman Bakanlığının Türkiye'de tarım alanları tablosuna göre son dört yıldaki tarım alanlarında ciddi bir azalma söz konusudur. 2014 yılında 23 milyon 939 bin hektar olan tarım alanları 2015'te 5 bin hektarlık düşüşle 23 milyon 934 bin hektara, 2016'da ise 23 milyon 711 hektara gerilemiştir. 2017 yılında tarım alanları önceki yıllara göre 336 bin hektar azalarak 23 milyon 375 bin hektara gerilemiştir. Böylesi bir gerilemeye yol açan başlıca nedenlerden bir tanesi, tarım alanlarının rant kıskacındaki madenciliğe açılmasıdır. Sürekli gündeme gelen madencilik sektöründeki facialar göz önüne getirildiğinde, bu alanda iş sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasından sorumlu olan devletin, kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanmasına yönelik düzenleyici ve denetleyici rolünü yerine yeterince getirmediği anlaşılmaktadır. Devletin sermaye lehine ortaya koyduğu bu anlayış, son on altı yılda çok daha derin bir noktaya evrilmiştir ve tam da bu sebeple Maden Yasası, 14 kez değiştirilmiştir. Yandaş firmalar, maden alanındaki rant uğruna bütün ekosistemi yok sayan bir tutumla bu alanda rekabete girişmişlerdir. Yaşanan facialar göz önüne getirildiğinde devletin madencilik alanındaki denetleyici ve düzenleyici rolünün askıya alındığını söylemek, yanlış olmayacaktır.

Aydınlanma düşüncesinin yarattığı metaforun etkisiyle bütün toplumsal duyarlılık, ekolojik yaşam ve tepkiler göz ardı edilerek sistematik şekilde tarım alanlarının ve ormanların yağmalanması, suyun ticarileştirilmesi, verimli toprakların başta termik santraller olmak üzere her türlü enerji projesine, sanayi kuruluşuna, maden ocaklarına peşkeş çekilmesi, yer küre açısından son derece tehditkâr sonuçlar doğurmuştur.

Bu anlayış bağlamında, iktidarın ekonomi politikaları ile kalkınmacılık anlayışını mercek altına almak, mevcut sorunlarla birlikte, iktidarın bu konuya ilişkin gelecek projeksiyonu ve şekillenmesini anlamak açısından büyük bir önem arz etmektedir. Özellikle madencilik, inşaat sektörü ve kentsel mekânların yeniden dağıtımı üzerinden yeni bir sermaye birikimi rejimi oluşturulduğu gerçeği, göz ardı edilemeyecek denli görünür, bilinir olmuştur. Kentsel dönüşüm sürecinde mekân yeniden üretilirken, planlayıcı otorite olarak Hükûmet ve mekânı dönüştürecek olan sermaye sınıfının ortak çıkarı olan rant kavramı, iktidarın kalkınmacı politikasının temel anlayışını oluşturmaktadır.

Dünyanın bir kısmı, yer altı kaynaklarıyla bir anda zengin olma ihtirasından doğan hücum ve talanın ortaya çıkardığı başıbozukluk ve kargaşanın en azından yol açacağı toplumsal ve kültürel yıkımın zararlarını geç de olsa fark ederek, buna yönelik yasal düzenlemelerini geliştirerek söz konusu zararı önleyici kararlar almıştır ancak yine de bu ihtirastan bütünüyle vazgeçildiğini söylemek mümkün gözükmemektedir.

Belli bir yatırım faaliyeti alanıyla ilgili düzenleyici ve denetleyici kurallar, aynı zamanda o alanda uyulması gereken standartlarla birlikte bazı zorunlu yükümlülükler ve sınırlamalar getirmektedir. Buna karşılık, kısa ve en hızlı yoldan servet edinme ihtirası, söz konusu yükümlülüklerin ve kuralların görmezden gelinmesine veya yok sayılmasına yol açmaktadır. Türkiye'de madencilik sektöründeki çoğunluk temsilcileri de hedefledikleri kazanca ulaşma yolunda hiçbir engel tanımamakta, sınırsız keyfîlikle hareket etmektedir. Nitekim, Soma katliamı bunun en bariz göstergesidir.

Maden sektörüyle birlikte diğer bütün sektörlerde iş cinayetlerini en aza indirmeyi sağlayacak yükümlülükleri yerine getirmek için öncelikli olarak teknik ve idari önlemler ele alınmalıdır. Madencilik gibi işçi sağlığı ve güvenliğinin korunması yönünden devletin düzenleyici ve denetleyici rolünün en ileri düzeyde olması gereken bir alanda kamu düzeninin önceliği, en temelde bu sahalarda çalışan emekçinin can güvenliğini ve menfaatini korumaya yönelik olmalıdır. Maden sahalarında gerçekleştirilecek denetimin işverene bağlı daimî nezaretçilere devredilmesi ise Soma'da yaşanan katliama rağmen, tam tersi bir anlayışın devam edeceğini göstermektedir.

Teklifte özellikle karşı çıktığımız birkaç başlıkla ilgili de görüşlerimi sizinle paylaşmak isterim.

Teklifin görüşülmesi sırasında demokratik kitle örgütlerinin görüşlerine yeterince önem verilmemiş, teklif, Komisyona gelmeden birkaç gün önce, bu alanda örgütlü olan demokratik kitle örgütleriyle paylaşılmıştır. Buna rağmen demokratik kitle örgütleri, bu teklif üzerindeki görüşlerini, eleştirilerini alt komisyonda paylaşmışlardır.

Teklifin 31'inci maddesiyle Batman Rafinerisi kapatılma noktasına gelebilecektir. Gerekçesine baktığımızda şöyle bir şey söyleniyor, deniliyor ki: "Yerli üretici firmaların petrolü, piyasa fiyatının altına sattığı, bu yüzden emsal fiyat olarak Ras Gharib yerine Arab Heavy esas alınacaktır." Fakat bunun Batman Petrol Rafinerisine maliyetinin tam olarak ne kadar olacağını Komisyonda teklifin sahipleri hiçbir şekilde bizimle paylaşmadı. Bu yeni ücret sistemiyle rafinerinin faaliyetlerini sürdürüp sürdüremeyeceğini tam olarak hiçbirimiz bilmiyoruz.

Teklifin 32'nci maddesinde belirtilen, faaliyetin durdurulması veya lisansın iptaline yol açacak düzeltilebilir veya düzeltilemez ihlallerin neler olduğu kesin bir şekilde belirtilmemiştir. Bu belirsizliğin hukuksal bir boşluk yaratacağı açıktır. Kaldı ki düzeltilebilecek veya düzeltilemeyecek ihlallerin belirtilmemesi durumunda ne tür ihlallerin suç olarak değerlendirileceği de anlaşılamayacaktır. Bu hukuksal boşluk, rüşvet ve nepotizme yol açabilecektir. Bunun için, düzeltilebilecek veya düzeltilemeyecek fiillerin tek tek belirtilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Teklifin 43'üncü maddesi, insanı merkeze koyan bir anlayışla hazırlanmış; doğa ve ekosistem, kâr, enerji ve teknokratik bir bakışla yok sayılmıştır. Doğanın en ücra, en mikro alanlarına kadar sirayet etme iddiası taşıyan bu yaklaşım, "daha fazla kâr" bakışıyla doğayı maksimum düzeyde tüketim nesnesi hâline getirmenin yollarını aramaktadır. Bununla ilgili Türkiye ölçeğindeki tehlike haritası her geçen gün artmaktadır. Örneğin Sinop İnceburun'da yapılmakta olan nükleer santral sahasında santral binasının inşa edilmesi için kesilen ağaç sayısının 600 binin üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Doğa ve ekosistem, ekonomik ve siyasal çıkarlar amacıyla talan edilmemelidir. Ekolojik bütünlüğü tehdit eden insan merkezli enerji kavrayışı yerine doğanın kendisini yenilemesine olanak tanıyacak alternatif ve tahakkümcü olmayan bir enerji politikası modeli benimsenmelidir.

Teklifin 48'inci maddesi, belki de en tehlikeli maddelerinden birisi çünkü 48'inci maddeyle nükleer atık ve radyoaktif maddelerin denetiminin özel hukuk tüzel kişilerine devredilmesi öngörülmektedir. Bu yetki devri, toplum sağlığını ve doğayı son derece ciddi bir şekilde tehdit edecek cinstendir çünkü daha fazla kâr için özel hukuk tüzel kişileri denetim sürecini manipüle edebilecektir. 1986 yılında Çernobil, 2011 yılında Fukuşima'da yaşanan facialar sonucunda tüm dünya, nükleer santrallerini kapatmaya çalışırken, her nedense Türkiye'de nükleer santraller kurulmaktadır. Nükleer santraller kurulması, enerji gereksinimi gerekçesine dayandırılmaktadır. Oysa TEİAŞ'ın uzun dönem projeksiyonlarında ve elektrik tüketim çizelgelerinde Türkiye'nin nükleer santrallere ihtiyacı olmadığı açıkça ifade edilmektedir. Ayrıca Türkiye'nin kendi olanakları ve teknolojisi, nükleer santral yapımına yetmemektedir, bunun için de teknoloji ithal edilecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Son olarak iki konunun altını çizmek isterim. İlki şu: Madencilik sorunları, maden mühendislerine bütün sorumlulukları yükleyerek veya bu alanda cezaların artırılmasıyla çözülemez. Kuşkusuz, maden sahalarında görevli maden mühendislerinin sorumlulukları vardır fakat bütün yükümlülüğün bunlara tevdi edilmesi sorunları çözmeyecektir.

İkincisi ve belki de en önemlisi: Bu yasa teklifi, redevans sözleşmelerine bir biçimde meşruiyet kazandırmaktadır. Dün de söylendi, bugün de dile getirildi, Sayıştay raporlarında da Soma raporlarında da dile getirildiği gibi maden sahalarında redevans artışı, kaçak madenciliği geliştirdiği gibi, işçi sağlığı ve iş güvenliğini riskli hâle getirmektedir. Maden yasalarında öteden beri arama ruhsatının, ön işletme ruhsatının ve işletme ruhsatının hisselere bölünmemesi kabul edilmiştir, dolayısıyla ruhsatların tek bir gerçek veya tüzel kişiye ait olması gerekir. Bunun aksi her türlü düzenleme, işçi sağlığını, iş güvenliğini zora sokacak düzenleme anlamına gelecektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)