GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı Arasında Temel Anlaşma'ya Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:72
Tarih:30.04.2019

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Gazi Meclisimizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı Arasında Temel Anlaşma'ya Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi'nin 1'inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu anlaşmayı desteklediğimizi ifade etmekle beraber, dış politikada son dönemde yaşanan bazı gelişmelerle ilgili fikirlerimizi Gazi Meclisimizle paylaşmak istiyorum.

Son günlerde bazı ülkelerde rejim değişiklikleriyle alakalı yürütülen gündemlerin olduğunu dikkatle takip ediyoruz. Sudan, Libya, Cezayir ve son olarak Venezuela'da yaşanan ibret verici hadiseler mevcuttur. İran da aynı kapsamda uygulamaya konulan tek taraflı ambargo girişimleriyle hedefte olan bir ülkedir. Bunların bir kısmında toplumsal hareketlilik ve demokrasi talebine yönelik arayışlar varken diğer yanda hiç kuşku yok ki dış müdahalelerin mevcudiyetinin olduğu gerçeği karşımızda durmaktadır. Petrol zengini olan Libya'da Kaddafi sonrası siyasal uzlaşının tesisi ve ülkenin normalleşmesine yönelik adımların atılmak istendiği bir sırada çatışmaların şiddetlenmesi dikkatlerden kaçmamıştır. Bu ülkenin başkentine yönelik silahlı hareketliliğin arttığı, aynı zamanda önemli petrol kuyularının ele geçirilmeye çalışıldığı bir dönemde bazı Körfez ülkelerinden gelen manidar "eylemlere destek" mesajları bir başka düşündürücü noktadır.

Diğer yandan, Sudan'da yaşanan ekonomik kriz ve yoğun hayat pahalılığı gerekçesiyle şiddetlenen protesto gösterileri, neticede askerî bir darbeyi beraberinde getirmiştir. Libya'da yaşanan gelişmelerde parmağı görünen ülkelerin Sudan'da da ortaya çıkmaları, bölgesel bir ajandanın yürütüldüğü kuşkularına katkı sağlamaktadır. Bundan sonraki hedefin Körfez, Kızıldeniz yahut Doğu Akdeniz sahilleri boyunca uzanan hangi ülke ya da ülkeler olacağı hususu da dikkatle takip edilmelidir. Bütün bu çabalar, bölgenin barış ve istikrarına katkı sağlamayı değil, farklı bir gündemin oluşturulması girişimleriyle ilgili kuşkuları ne yazık ki beslemekte, dahası haklı çıkarmaktadır.

Daha uzak coğrafyada yer alan Venezuela'da ise henüz bugün devreye sokulan askerî darbe girişiminin vardırılmaya çalışılan nihai aşaması da bizce malumdur. Asıl düşündürücü olan, sadece ismi anılan bu ülkelere yönelik müdahale girişimleri değil, aynı ülkelerin küresel enerji ticaretinde öne çıkan ülkeler olmasıdır. Bir çırpıda bu ülkelerde olağanüstü hareketliliğin yaşanmaya başlaması her ülkenin kendisine has iç gündemlerinden kaynaklanıyor olsa bile, peşi sıra kimi çevrelerin bu gelişmelere yönelik açıktan taraf tutan pozisyon almaları düşündürücüdür.

Dikkat edilirse, bahse konu olan ülkelerdeki iç gelişmelerin ve ABD tarafından uygulamaya konulan yeni dönem yaptırımlarının akabinde, küresel seviyede petrol fiyatları bir anda yükselmeye başlamış, peşi sıra ABD Başkanının Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği olan OPEC'e çağrıda bulunarak fiyatların düşürülmesi için üretimin artırılmasını istemesi bir başka önemli işaret noktasıdır. Görünüşe göre, önümüzdeki yakın vadede, petrol alanlarının bulunduğu sahalardaki istikrarsızlıklar daha da kaşınacaktır. Bütün bunlar küresel üstünlük rekabetinde tarafların artık daha sert hamleler uygulayabileceğinin işaretidir.

Hazar, Kızıldeniz, Doğu Akdeniz ve Karadeniz dörtgeni arasında bulunan alan ise ana hesaplaşmanın yaşandığı bölgeler olarak öne çıkmaktadır. Zira enerji kaynakları buradadır, aynı kaynakların küresel piyasaya arz güzergâhları da yine bu alanın içerisinden geçmektedir. Bütün bunlara yeni ve alternatif senaryolarla uygulamaya konulan ticaret yollarıyla ilgili süreç de eklendiğinde ne derecede kızgın küresel şartların içerisinde bulunduğumuz daha açık bir şekilde görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki ekonominin bir silah olarak kullanılması sürecine yaptırımların ilave edilmesi anlayışı yakın dönemde de devam edecektir. Bu sürecin işletilmesi, enerji hatlarının kontrolü ve enerji piyasalarının etkilenmesiyle desteklenecektir. Ardından, bu etkinin tesir altına alacağı ülkelerde siyasetin dönüşümü yahut rejim değişikliği çabalarına hız verilecektir. Türkiye olarak böylesi bir döneme hazırlıklı olma mecburiyeti taşıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz son derece hareketli ve istikrarsızlıklarla çevrili bir coğrafyada bulunmaktadır, dolayısıyla savunma alanında dışa olan bağımlılığımızın mümkün olan en az seviyeye indirilmesi öncelikli ve hayati bir durumdur yani ihtiyacımız olan savunma sanayisi gereksinimlerini yerli ve millî kaynaklardan elde edebilmek esastır. Bugün gelinen noktada savunma sanayisi alanında yerlilik oranının yüzde 70'lere yaklaşmış olması son derece önemlidir. Temennimiz, bu oranın daha da artması ve dışa olan bağımlılığımızın mümkün olan en azami seviyeye düşürülmesidir.

İkinci aşamadaysa hiç kuşku yok ki doğrudan alımı yapılacak savunma sanayisi ürünlerinin çeşitliliğinin sağlanması gelir. Tek bir yere ve kaynağa bağımlı kalmak, günümüz şartlarında olası kriz hâlleri düşünüldüğünde en ölümcül ihmallerin başında gelir. Bu kapsamda tedarik kaynağının çeşitlendirilmesi elzemdir.

Bu genel gerekçelerden sonra, ülkemizin etrafında bulunan tehdit ve tehlikelerle birlikte olası riskler düşünüldüğünde, aynı anda balistik füze tehditlerine karşı koyabilmekle birlikte, uzun menzilli hava savunma olanağımızı sağlayacak sistemlere duyduğumuz acil ihtiyaç ortadadır. Türkiye aynı anda çok sayıda ülkenin sahip olduğu balistik füzelerin menzili içerisinde yer alan bir ülkedir. Böylesine acil bir konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, ülkemiz haklı olarak kendi gereksinimlerinin neler olduğunun ve hangi konuları kapsadığının ilanıyla birlikte, geride bıraktığımız yıllarda uzun menzilli hava savunma sistemi ihale sürecini başlatmıştır. Bu dönemden sonra ise anlaşma aşaması nihayete erdirilmiş ve Rusya'yla varılan mutabakat kapsamında üretime geçilmiştir. Bütün bu zaman zarfında net bir tutum sergilemeyen başta ABD olmak üzere diğer bazı NATO müttefiklerimizin durum teslimat aşamasına yaklaştığında Türkiye'yi kararından vazgeçirmeye yönelik baskı içeren tutum takınmaları doğru değildir, kabul edilmesi de elbette mümkün olmayacaktır.

Türkiye bağımsız ve egemen bir ülkedir. Ne yapacağımıza, neyi alıp almayacağımıza biz karar veririz. Hele hele konu bizim millî güvenliğimiz olduğunda başka hiç kimsenin, hiçbir ülkenin müdahale etmesine göz yumacak değiliz, yumamayız. Özellikle, ABD'nin bunca zaman boyunca bekleyip Suriye'de iç savaşın bitirilmesine yönelik adımların atıldığı, İran'a yönelik tek taraflı ambargo girişimleri şartlarının yoğunlaştığı, Doğu Akdeniz'deki askerî hareketliliğin şiddetlendiği, Kuzey Afrika bölgesinde rejim değişikliği çabalarının somut hâle dönüştüğü, Karadeniz'de gerginliklerin nüksettiği, hepsinden daha önemlisi, Orta Doğu'da İsrail merkezli olmak üzere "Yüzyılın projesini hayata geçireceğiz." türünden ifadelerin geldiği bir dönemde S400'ler konusunda yaptırım tehdidinde bulunması manidar bir zamanlamayı hiç şüphe yok ki işaret etmektedir. Geride kalan yıllarda, başta Yunanistan olmak üzere, diğer bazı NATO ülkelerinin Rusya'dan benzer silah sistemlerini almasına ses çıkarmayıp hatta göz yumanların, sıra Türkiye'ye geldiğinde ikircikli bir tutum takındığı dikkatlerimizden kaçmamaktadır. Bütün bunlar olurken Türkiye'yi bir yandan ABD'nin hasım ülkeler için uyguladığı yaptırımlara muhatap kılmaya yeltenmek müttefiklikle bağdaşmayan bir tutumdur. Dahası, ABD'nin bu tutumu Türkiye'yi müttefik olarak değerlendirmediği seçeneğine ne yazık ki hizmet eder, ki bugün bölgesel bazda geliştirmeye koyulduğumuz anlayışın tabii olarak ABD'yle uyuşmamasının sorumluluğu yine Washington yönetiminin boynuna asılı olduğu gibi, başkaca sonuçları doğuracaktır. Artık açıkça anlaşılmalıdır ki Türkiye, birine karşı diğerini tercih eden basit bir anlayış yürütmemektedir. Tavır ve tutumumuzun doğru anlaşılması lazımdır. Türkiye, kendi millî güvenliğini kendi bakış açısıyla tespit ve tayin etmektedir yani bağımsız bir ülke olarak yapmamız gereken neyse savunma anlamında da onu yapıyoruz. Bu, hava savunma sistemleri için de geçerlidir, terörle mücadele anlamında da var olan ana gündem meselemizdir. Yıllardan bu yana Suriye'de terör örgütü PKK'nın kolu olan PYD'yi destekleyecek ve bu yapılanmayı meşrulaştırmaya yeltenecek kadar büyük bir yanlışın içerisine düşen ABD yönetimi, açık ki Türkiye'ye yönelik yanlışlarında ısrar edecektir. Parasını ödediğimiz, dahası, üretimine ortak olduğumuz, "beşinci nesil" olarak adlandırılan F35 savaş uçaklarının teslimatını yapmama gibi bir anlayışın aynı ülkede hâkim olması bunun bir göstergesidir.

Tarih ve coğrafya şahittir ki Türkiye, dostluğu aranan bir ülkedir. Aksi yola girenlerin kazandığı görülmemiştir, görülemeyecektir. Diplomaside elbette her ülkeyle karşılıklı saygı çerçevesinde şekillenecek her türlü iş birliğine açığız ancak önceliğimiz daima Türkiye'dir, ufkumuz, Türklüğün yılmaz ve sarsılmaz, çelikleşmiş iradesinden rotasını tayin eder. "Her şey Türk milletine göre ve Türkiye için." haykırışımızın esası da burada yatmaktadır. Bizler bunun için tam bağımsızlıkta karar kıldık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın Sayın Milletvekili.

İSMAİL ÖZDEMİR (Devamla) - 99'uncu yıl dönümünü kutladığımız Gazi Meclisimizin bu kutlu anlayışın sahiplerinden ve şahitlerinden olduğu ortadadır. Bu kapsamda, kan ve irfanla kurulmuş cumhuriyetimizi yaptırımlarla tehdit etmenin bir sonuç vermeyeceğinin dost ve düşman çevrelerce iyi anlaşılması lazımdır diyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)