| Konu: | Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 81 |
| Tarih: | 22.05.2019 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, teklifin genel gerekçesi üzerine birkaç şey söyleyeceğim, birkaç başlık hakkında söz almak istiyorum. Şimdi, gerekçede şöyle bir bölüm var, teklifin amacıyla ilgili olarak kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezlerinde yer alan taşınmazların bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilebilmesi, işlemlerin önündeki bürokratik engellerin kaldırılarak yatırımların hızla hayata geçirilmesi ve sektöre ivme kazandırılmasının amaçlandığı söyleniyor. Yani ne demek? Bürokratik engeller kaldırılacak ve her şey düzelecek.
Şimdi, bu ifadenin kendisinin tehlikeli bir ifade olduğunu düşünüyorum. Neden? Evet, bürokrasi zaman zaman kamu hizmetlerinin sunulmasında bir dizi sorun yaratabilir ancak idarenin keyfî uygulamalarının önüne geçilebilmesinin en etkili yollarından bir tanesi de yasal güvenceye kavuşturulmuş bürokratik işlemlerdir. Yani bürokratik işlemlerin bir bütün olarak kaldırılması, kamu hizmetini nitelikli hâle getirmez. Özellikle kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezlerinde bulunan taşınmazların satılmasında bürokrasinin azaltılması, kaş yapayım derken göz çıkarılması anlamına gelebilecektir. Kuşkusuz, bu durumda yapılacak her türlü satış kuşkulara yol açacaktır.
Yine, teklifin genel gerekçesinde şöyle bir şey daha var: Turizmin gelişimine katkı sağlamak amacıyla, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezleri sınırları içinde ve bu bölge ve merkezlere hizmet verecek alanlarda altyapı yatırımlarının Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılabilmesinin amaçlandığı belirtiliyor. Hangi yatırımları Turizm Bakanlığı yapacak? Altyapı yatırımlarını. Yatırımcı bakanlıklar değil, belediyeler değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı altyapı yatırımlarını yapacak. Gerçekten, turizmin gelişimine katkı sunmak istiyorsanız Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezlerini sınırları içinde barındıran belediyelerin bütçesini hesaplarken kış nüfusunu değil, yaz nüfusunu hesaplayın, buraya yapacağınız en büyük katkı bu olacaktır.
Yine genel gerekçede, Türk Bayraklı yatların rekabet gücünün artırılması ve yabancı bayraklı yatların ticari faaliyetlerinden dolayı devletimizin vergi kaybının önlenmesi için ülkemiz kara sularında yabancı bayraklı yatların ticari faaliyetlerine izin verilmemesinin amaçlandığı belirtiliyor. Şimdi, bir an için okuyunca millî duygularınızı kabartan bir ifade, değil mi? Oysa mevcut ekonomik düzen içinde bunu anlamlandırmak mümkün değil. Her gün yabancı sermaye çekme, yabancı yatırımcı çekme propagandası yapan Hükûmet, neden üç tane yabancı yatın ticari faaliyetlerini engeller? Ayrıca, rekabet gücünün gelişmesine bu, nasıl katkı sunacak? Dünyayla rekabet mi edecek üç tane yabancı yatın Türkiye'de turizm faaliyetlerine katkı sunmasını engellemek? Üstelik yabancı yatların ticari faaliyetleri yasaklanırken uluslararası hukuk ve ticaretin temel ilkelerinden birisi olan mütekabiliyete ilişkin en ufak bir istisna da konulmamış.
Yine, genel gerekçede Orman Genel Müdürlüğüne ait konaklamaya uygun tesisler ve mesire yerleri içerisindeki konaklama tesislerinin Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmesinin amaçlandığı söyleniyor. Yani Orman Bakanlığına ait bir kısım gayrimenkul, Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilecek. Yani şu: Şimdi, turizmi geliştirmek mi istiyorsunuz? Yatırımcı bakanlıkların zaten yaptığını, belediyelerin zaten yaptığını, yapma yetkisini Kültür ve Turizm Bakanlığına vereceksiniz, Orman Genel Müdürlüğünün konaklama tesislerini yine Kültür ve Turizm Bakanlığına vereceksiniz, böylece ülkenin turizmi uçacak. Yani yeni hiçbir şey yapmayacaksınız. Bayındırlık Bakanlığının yapacağı şeyi, Kültür ve Turizm Bakanlığına vereceksiniz; belediyenin yapacağı şeyi, Kültür ve Turizm Bakanlığına vereceksiniz. Zaten bu ülkeye ait, Orman Genel Müdürlüğüne ait gayrimenkulleri, Kültür ve Turizm Bakanlığına vereceksiniz ve böylece turizmin sorunlarını aşacaksınız. Yani yapılan yeni hiçbir şey yok, birinden al, öbürüne ver, böylece sorunlar çözülsün.
Ayrıca bir örneğini yine Kapadokya Kanunu'nda, bugün görüşmesini tamamladığımız Kapadokya Alan Kanunu'nda da yaptık. Ne dedik? Bürokrasi zor, belediyeler ayrı bir iş yapıyorlar, şu ayrı bir iş yapıyor, o ayrı bir iş yapıyor; biz bunların hepsinin yetkisini alalım, Kapadokya alanının yönetimine verelim, böylece bütün sorunlarımız çözülsün. Böyle bir sorun çözme biçiminin doğru olmadığını düşünüyorum.
Şimdi, milletvekili arkadaşlarımız, muhalefet şerhlerinde de ayrıntılı bir şekilde belirtmişlerdi: Turizm sektörü, dış politikadan da iç politikadan da doğrudan ve ayrıntılı bir şekilde etkileniyor, en fazla hissedildiği alanlardan biri. Özellikle, bir ülkede hak ihlalleri çoğalmışsa, özgürlükler azalmışsa, çatışmalar yoğunlaşmışsa o ülkedeki turizm doğrudan etkileniyor. Dünyanın her yerinde insanlar tatillerini daha güvenli ve daha istikrarlı ülkelerde yapmak istiyorlar. Ülkemizin sadece son dört yılını düşünelim: Çözüm süreci sona erdi, çatışmalı süreçler başladı, Suriye savaşı yaşandı, göçlerde büyük bir tırmanış, 15 Temmuz darbe girişimi, yaklaşık iki yıl OHAL ilan edildi, sözde, OHAL uzatılmadı ama OHAL kalıcı hâle getirildi. Demokratik protesto hakkı neredeyse yasak, düşünce, ifade özgürlüğü yok. Her gün, düşüncesini açıklayan bir insan içeri giriyor, her gün bir akademisyen yalnızca barış istediği için cezaevine giriyor.
Bakın, çözüm süreci ve demokratikleşme adımlarının atıldığı 2012 yılında turizm gelirleri 29 milyar dolarken 2013 yılında 32 milyar dolara, 2014 yılında da 34 milyar dolara yükselmiş. Peki, Rusya'yla uçak krizinin yaşanmasından, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL'den sonra ne olmuş? Turizm geliri, bir anda 22 milyar dolara gerilemiş. Bunun dışında, doğrudan Suriye savaşının bir yansıması olarak Diyarbakır, Antep, Suruç ve Ankara gar katliamları, bunların takipsizlikle sonuçlanması, cezasız bırakılması, ülkemizi güvensizliğe sürüklemiş hem iç hem de dışarıdan gelen turistler açısından Türkiye'yi -tırnak içerisinde- "tehlikeli" hâle getirmiştir. Özetle, demokratikleşme, ülkemizin pek çok derdine olduğu gibi turizmine de deva olacaktır.
Oscar Wilde'ın bir sözü var, diyor ki: "Kimse, geçmişini geri satın alabilecek kadar zengin değildir." Hiçbirimiz, geçmişimizi satın alamayız. 2014'te, 2015'te, 2016'da yaşananları geri getiremeyiz ama geleceğimize hep birlikte karar verebiliriz, daha demokratik bir ülkede yaşamak şansına sahibiz, yeter ki bu konuda ortak bir karar alalım.
Konuşmamın son bölümünde ülkenin demokratik düzenden uzaklaştığını gösteren birkaç konuyla ilgili fikirlerimi sizinle paylaşmak isterim, Grup Başkan Vekilimiz de paylaştı: 18 Mayıs günü Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesinde bir tane çatışma yaşandıktan sonra 54 yurttaş gözaltına alınıyor, 54 yurttaş; içinde 18 yaşından küçük çocuklar da var, 70 yaşında ihtiyarlar da var, kadınlar da var, gençler de var, 54 yurttaş. Bu 54 yurttaş gözaltına alındıktan sonra avukatlar, müvekkillerinin işkenceye uğradığını söylediler ancak işkenceye uğradıklarına dair elimize somut bir veri sunamadılar. Şanlıurfa Barosu ve avukatlar, gözaltındaki müvekkilleriyle görüşmek istediler fakat görüşemediler. Daha sonra iki tane görüntü yansıdı. Birincisinde, bu gözaltına alınan yurttaşlar, gözaltı merkezinde ters kelepçeli olarak betona yatırılmış hâlde görüntülendiler. İkinci görüntü de muayene için götürüldükleri hastanedeydi. Darp içerisinde oldukları çok açıktı, üstleri başları yırtılmıştı, bir kısmı sadece atletle duruyordu.
Bunu niye söylüyorum: Bu gözaltında işkence meselesi, gerçekten çok önemli bir mesele. Neden? Ben, size iki tane düzenleme söyleyeceğim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3'üncü maddesi: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işleme tabi tutulamaz." İşkenceye Karşı 1984 Tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 1'inci maddesi, işkenceyi bakın şöyle tarif ediyor, tam Halfeti'de yaşananlar, diyor ki: "Bir şahsa veya üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için..."
BAŞKAN - Buyurun, devam edin Sayın Tiryaki.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - "...veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya onayıyla uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya ızdırap veren fiildir."
Halfeti'de tam olarak -işkenceye karşı- 1984 tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 1'inci maddesinde tarif edilen işkence uygulamıştır, Hükûmet bu işkenceci uygulamalardan bir an önce vazgeçmelidir. Evet, şöyle söyleyebiliriz: Bizim Anayasa'mızda, Türk Ceza Kanunu'nda işkenceye karşı cezalandırmaya ilişkin hükümler var ama asıl sorun şu: Bakın, bir kez daha söyleyeyim: İşkence cezasız kalıyor. Ya soruşturma başlatılmıyor, soruşturma başlatılırsa eğer idare tarafından soruşturma izni verilmiyor, soruşturma izni verilirse takipsizlik kararı veriliyor, takipsizlik kararı verilmez de ceza davası açılırsa daha sonra beraat kararı veriliyor. Vatandaşın, işkenceye uğrayan vatandaşın yapabileceği tek şey Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de on yıl, on beş yıl sonra diyor ki: "Türkiye Cumhuriyeti'nin bu vatandaşı Türkiye Cumhuriyeti'nin kamu görevlileri tarafından işkenceye tabi tutulmuştur." Garip bir şekilde biz buna "hukuk" diyoruz, olmayan şeye "hukuk" diyoruz.
Son olarak bir şeyin altını çizmek istiyorum: Bakın, Tatvan'da 9 belediye meclis üyemiz görevden uzaklaştırıldı. Neden? Haklarında terör örgütü üyeliği nedeniyle soruşturma varmış. 6 tane belediyemizi gasbettiniz, 6 belediyemizi: Edremit'i, Tuşba'yı, Çaldıran'ı, Dağpınar'ı, Bağlar'ı gasbettiniz, çok açık söyleyeyim, gasbettiniz.
Toparlıyorum, son cümlem Sayın Başkan, çok özür dilerim.
BAŞKAN - Tamam, bir dakika daha süre veriyorum Sayın Tiryaki.
Buyurun.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Yetmedi, 57 meclis üyemizin meclis üyeliğini düşürdünüz. Yetmedi, İstanbul seçimlerini iptal ettirdiniz. Yetmedi, itirazlarımıza rağmen geçersizleri bile saydıramadığımız Tatvan'da -14 belediye Meclis üyeliğiyle çoğunluktaydık, sizin 11 belediye meclis üyeliğiniz vardı, ona da bir yol buldunuz- soruşturma açtırdınız savcılara ve şimdi de "Haklarında örgüt üyeliğinden soruşturma var." diye görevden uzaklaştırıyorsunuz. Bunun ismi "hukuk" değil, bunun ismi "seçim sonuçlarına saygı duymak" değil. Herkes, hepimiz seçim sonuçlarına saygı duymak zorundayız, bunun gereğini yerine getirmek zorundayız. Kaybettiğiniz belediyelere göz dikmeyin, bir dahaki seçimlere hazırlanın çünkü bizler öyle yapıyoruz, muhalefet öyle yapıyor.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Tiryaki.