| Konu: | AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 78 |
| Tarih: | 14.03.2012 |
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 180 sıra sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı'na ilişkin Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum.
Ülkemizde 74 milyon yurttaşımız 19 milyonu aşkın bina stoku içerisinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Yıllardır sürdürülen yanlış politikalar çerçevesinde Anayasa'nın 56'ncı maddesinin hak olarak saydığı sağlıklı, dengeli ve güvenli bir çevrede yaşama olanağından yurttaşlarımızın önemli ölçüde yoksun olduğunu hepimiz biliyoruz. Yine aynı şekilde Anayasa'mızın 23'üncü maddesinde devletin görevleri arasında sayılan sağlıklı ve düzenli bir kentleşme olgusundan Türkiye'nin ne kadar uzak olduğu hepimizin bilgileri arasındadır.
Geçen sene sonbaharda Van'da büyük bir deprem yaşadık ve Van depremi sonrasında Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüleri giderek sıklaşan söylemleriyle Türkiye'nin 25 bin kilometrelik bir fay hattı üzerinde bulunduğunu, dolayısıyla insanlarımızın mal ve can güvenliğini koruyabilmek için 9 ila 11 milyonluk yapı stokunun yıkılması ve yenilenmesi gerektiğini, bunun için de 400 ila 500 milyar dolar civarında bir kaynağa ihtiyaç bulunduğunu söylemeye başladılar.
Çevre ve Şehircilik Bakanı ile Başbakanın söylemlerini karşılaştırdığınızda yıkılması gereken yapı stokunda 2 milyonluk bir fark görüyorsunuz, birisi "9 milyon" diyor, öbürü "11 milyon" diyor. Sonra "Ne kadar kaynak harcanmalı?" sorusunda 100 milyar dolarlık bir fark görüyorsunuz, birisi "400 milyar dolar" diyor, öbürü "500 milyar dolar" diyor. Neyse, bu kadar kusur kadı kızında da bulunur diyelim ve bunu çok önemsemeyelim.
Bu tartışmalar içerisinde, değerli milletvekilleri, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı 2 Şubat 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edildi. Aslında asıl komisyon olarak Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu gösterildi, tali komisyon olarak da İçişleri, Adalet ve Plan ve Bütçe komisyonları gösterildi. Ancak, tali komisyonların hiçbirinde görüşülmeden bu tasarı doğrudan asıl komisyona getirildi ve 22 ila 23 Şubat tarihleri arasında iki güne sıkıştırılarak geçirildi. Oysa bu tasarının yerel yönetimlerin yetkilerini düzenleyen önemli hükümleri var, yerel yönetimlerin yetkilerini merkezî hükûmete devrediyor, bu hâliyle mutlaka İçişleri Komisyonunun görüşünden ve denetiminden geçmesi gerekiyor.
Yine bu tasarı, bu tasarıyla çelişen 11 kanunu uygulanamaz kılıyor, Anayasa'ya aykırılık iddiaları var. Dolayısıyla bu hâliyle de Anayasa Komisyonunun görüşmesinden, denetiminden geçirilmesi gerekiyor ve elbette, başlangıçta da söylediğim gibi, çok sayıda ve önemli mali hükümler getiriyor. Bu anlamıyla, bu yönüyle de Plan ve Bütçe Komisyonunun incelemesinden geçirilmek zorunda. Ancak hiçbir incelemeden geçirilmeden bu tasarı Genel Kurula indirildi ve bugün görüşüyoruz. Bunun gerekçesi neymiş? Çünkü bu çok acil bir tasarıymış ve derhâl, daha fazla gecikmeden yasalaşması gerekiyormuş.
Peki, o zaman soralım. 2002'nin sonbaharında iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi 2012'nin Martında, on yıl sonra bir tasarıyı acil diye önünüze getiriyorsa şu soruyu sormak bizim hakkımız değil midir? Ey AKP, on yıldır getirmediğin bu tasarıyı on gün daha bekleyip de tali komisyonların incelemesinden geçirsen ve bu anlamda da Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 37'nci maddesi hükmüne uygun davransan daha doğru olmaz mı? Şüphesiz daha doğru olur çünkü İç Tüzük'ün 37'nci maddesi -aynen okuyorum- diyor ki: "Başkanlıkça esas komisyon dışında, tali komisyonlara da havale edilmiş olan bir konu bu komisyonlarca on gün içinde sonuçlandırılır. Bu süre Başkanlıkça kısaltılabileceği gibi komisyonun müracaatı hâlinde en çok on gün daha uzatılabilir." "İç Tüzük ne yazarsa yazsın, biz, bildiğimizi yaparız. Dolayısıyla tali komisyonlardan geçmeden esas komisyonda görüşür, Genel Kurula da getiririz." diyorsunuz. Hadi bunu da mesele yapmayalım, mesele yapacağımız başka şeyler var çünkü! İç Tüzük bir kere çiğnenivermiş, ne olur?
Değerli arkadaşlarım, bir kere şu saptamayı öncelikle yapalım: Türkiye'de ilk kentsel dönüşüm uygulamasını yapanlar sosyal demokrat belediyelerdir. Bundan yirmi yıl evvel "kentsel dönüşüm" diye bir tema Türkiye'de yokken Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi'ni yapan, Portakal Çiçeği Vadisi Kentsel Dönüşümü'nü yapan sosyal demokrat belediyedir. Ancak bu kentsel dönüşümde sizlerin anladığından bir fark vardır. Bizim kentsel dönüşümümüzde polis yoktur, jandarma yoktur, gözyaşları yoktur, insanların evlerinin zorla yıkılması yoktur ve elbette bomba yoktur, dayak yoktur. Ne vardır yerine? Gönüllü bir uygulama vardır. Çünkü sosyal demokrat belediyecilik anlayışında oranın sakinine sorulur. İster mülkiyet hakkına sahip olsun, ister sınırlı ayni hak sahibi olsun, isterse gecekondu sahibi olsun barınma hakkı denilen bir şey vardır, mülkiyet hakkı denilen bir şey vardır. Sorarız "Biz burada böyle bir proje getirmek istiyoruz. Ne dersiniz? Gelin, hep beraber konuşalım. Katılımcı bir anlayışla bu projenin içinin nasıl doldurulacağına karar verelim." Eğer siz karar mekanizmasını mahalle sakiniyle birlikte oluşturursanız orada ranta geçit olmaz. Rantsal dönüşüm değil, halkçı ve halksal dönüşüm olur ve bu çerçevede Türkiye'nin ilk kentsel dönüşüm uygulamalarını biber gazı olmadan, buldozer olmadan, jandarma, polis olmadan sosyal demokrat belediyeler gerçekleştirmişlerdir. Biz buna "Halkçı Kentsel Dönüşüm" diyoruz. Halkla beraber yapılan, sevinçle yapılan kentsel dönüşüm diyoruz.
Bir de bunun karşısında bir anlayış var: Yeşil gördü mü, orman gördü mü, mera gördü mü avucu kaşınan, zamanında kent yoksullarının kendilerine yurt yaptıkları, emeklerini döktükleri ve zamanla kentin ortasında kalarak rant alanı hâline gelmiş alanları gördükçe gözünde dolarlar çakan bir anlayış var. O anlayış sizin anlayışınızdır ve bu anlayışın gönüllülük ilkesiyle uzaktan yakından bir alakası olamaz. Çünkü diyorsunuz ki afet alanlarında kentsel dönüşüme ilişkin yasa tasarısının gerekçesinde: "7269 sayılı Yasa, umumi hayata müessir afetlere yönelik düzenlemeleri yaparken bazı olağanüstü tedbirler getiriyor. Bu, sosyal hayata olumsuz etki ediyor. Biz onun için gönüllülük ilkesini getirmek istiyoruz." Peki, ben bakıyorum, bu tasarıda gönüllülük ilkesi var mı? Arkadaşlar, gönüllülük ilkesi bir aşama olarak var ama bu aşamanın dışında, doğrudan zor kullanma devreye girmektedir.
Bakınız, ben size tasarının işleyiş mekanizmasını anlatayım da söylediklerim somutlansın. Diyelim ki siz evinizde oturuyorsunuz, birileri size diyor ki: "Sizin alanınız riskli mi değil mi bir bakın." Eğer siz risklilik tespitini kendiniz yaptırmazsanız Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ sizin alanınızda, sizin binanızda riskli tespiti yapabilir. Buna itiraz edebilir misiniz? Evet, buna itiraz edebilirsiniz. Nereye edeceksiniz itiraz? 5 kişilik bir komisyona. Bu komisyonun 2 kişisi Bakanlık görevlisi, 3 kişisi de Bakanlığın seçtiği öğretim üyesi. Yani, sizin evinize riskli tespiti yapanların bu tespitlerine itiraz ediyorsunuz ve itiraz görüşmesini yapacak komisyon tamamen Bakanlığın emir komutası altında çalışıyor. Böyle bir itiraz mercisi, böyle bir bağımsız komisyon olabilir mi arkadaşlar? Bu ancak, evlere şenlik, totaliter, ne yapmak istediğine odaklanan bir anlayış içerisinde söz konusu olabilir. İtirazınız doğal olarak reddedildi. Sizin riskli yapı tespitiniz ortaya çıktı ve siz, derhâl, yürütmeyi durdurmayı da içeren bir dava açmak istiyorsunuz. Yasa diyor ki: "Olmaz." Dava açabilirsiniz, davada sorun yok ama bir küçük sorun var, yürütmeyi durdurma isteyemezsiniz. Arkadaşlar, ben sizlere soruyorum: İçimizde hukukçu olan var ama hepimiz hayatın içinde olan insanlarız. Benim evim riskli tespiti yapıldıktan sonra, benim evim otuz gün içinde yıkıldıktan sonra, benim evimin yerine başkaları bina yapıp oralarda oturmaya başladıktan sonra ben yürütmeyi durdurma alamamışsam ve bu dava görüşülüyorsa, üç yıl sonra evimin yerinde yeller esip başka bir binada başkaları otururken ben o davayı kazanırsam bu davanın ne tür bir hukuki sonucu olabilir? Siz, özetle, fiili bir durum yaratıyorsunuz ve vatandaşın bu memlekette idari yargıdan sonuç alma hakkını fiilen ortadan kaldırıyorsunuz. Bu bir hukuk devleti ilkesiyle bağdaşamaz, hele hele kanunun gerekçesinde söylenildiği gibi "Anayasa'nın 125'inci maddesi hangi alanlarda yürütmeyi durdurma kararı verilemezi sayıyor. Burada kamu yararı vardır, dolayısıyla bu Anayasa'ya uygundur." diyemezsiniz. Çünkü vatandaş eğer riskli, canına mal olacak bir binada oturmakta ısrar ediyorsa onun mutlaka bir nedeni vardır. Nedir bu neden? Çünkü o geçiş sürecinde onun için hayatını idame ettirecek bir mekanizma kuramamışsınızdır. Onun cezalandırması nedir? Onun cezalandırması evinin yıkılmasıdır ve hiçbir hakkın kendisine verilmemesidir.
Devam edelim. Risk tespiti yapıldı, size diyorlar ki: "Evinizi otuz gün içinde yıkın. Eğer tebligattan itibaren verilen süre içerisinde yıkmazsanız eviniz idare, TOKİ ya da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yıkılır ve bunun ücreti de sizden tahsil edilir." Eskiden üzerinde bina olan, artık arsa hâline gelmiş olan alanda paydaşlar var, ne yapacakmışsınız? Üçte 2 oranında paydaşlar anlaşacakmışsınız, eğer anlaşırsanız size geçici konut, geçici iş yeri tahsisi ya da kira yardımı yapılabilirmiş. "Yapılır" değil arkadaşlar, "yapılabilir." Kime yapılacağına, kime yapılmayacağına kim karar verecek? AKP'nin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bürokrasisi karar verecek. Sizin bu kararları adaletten ne kadar uzak verdiğinizi herkes biliyor. Dolayısıyla, böyle bir kanun maddesinde bu kadar ayrımcılığa olanak veren bir düzenlemenin yapılabilmesinin de ayrı bir skandal olduğunu ortaya koyalım.
Peki, üçte 2 çoğunlukla biz anlaşamadık, ne olacak? Geriye kalanlar, paydaşlar diğerlerinin haklarını satın alabilecekler. Almazlarsa ne olacak? Almazlarsa Hazine rayiç bedel üzerinden satın alacak. Diyelim ki değerli milletvekili arkadaşlarım, "Biz bu arsamızı size vermek istemiyoruz, size güvenmiyoruz, sizin projenizi bize yararlı bulmuyoruz." dedik, ne yapacaklar biliyor musunuz? Acele kamulaştırma. Üstelik de eğer anlaşma yoluna gitmezsen, acele kamulaştırmayla eviniz elinizden alınırsa kira yardımını unut, geçici konut yardımını unut. Yani bu havuç ve sopa ilişkisidir. "Benimle beraber çalışırsan havuç olabilir." "Olur" değil "olabilir." "Ama benimle beraber çalışmazsan sopa zaten hazır!"
Böyle bir düzenlemeyi, biz "gönüllü kentsel dönüşüm uygulaması" diye Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirmeye çalışıyoruz; bu da ayrı bir skandaldır.
Nihayetinde arkadaşlar, bir madde daha var, diyor ki: Bu Kanun'un uygulanmasına zorluk çıkartan olursa Türk Ceza Kanunu'nun ilgili hükümleri uyarınca suç duyurusunda bulunulabilir. Ben size soruyorum: Hukukun genel ilkeleri uyarınca, Türk Ceza Kanunu uyarınca birisi zaten kanunlarda tanımlanmış bir fiili suç tanımına göre işlerse yine yasa devleti, hukuk devleti olarak ona yaptırım uygularsınız. Ne diye bu kanuna ayrıca yazmak durumundasınız, hangi gereksinimle bu kanuna ayrıca yazıyorsunuz, yazmazsanız bu uygulamayı yapamaz mısınız? Yaparsınız, bunu herkes görüyor. Niye yazıyorsunuz biliyor musunuz? Bunu vatandaşa kahvelerde okuyacaklar ve diyecekler ki: "Bak ha, o buldozerin önüne çıkarsan, o polisin önünde durursan tıpkı Tortum'da HES'e karşı çıktığı için cezalandırılan on dokuz yaşındaki kız çocuğu gibi seni de içeri atarlar, seni de yargılamaya başlarlar." Yani vatandaşa gözdağı veriyorsunuz ve bunu da kanun metni üzerinden yapıyorsunuz. Bunların kabul edilebilir şeyler olmadığı açıktır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de kentsel dönüşüm acil bir gereksinimdir ancak "kentsel dönüşüm" adı altında yurttaşın alanlarına, doğal kaynaklarımıza, meralarımıza, ormanlarımıza, kıyılarımıza göz koyan bir rant anlayışı, elbette, Cumhuriyet Halk Partisinden destek görmeyecektir.
Maddeler hakkında arkadaşlarım konuşacaklar ancak birkaç konuyu hızla bahsetmek istiyorum. Yerel yönetimlere değer verdiğinizi söylersiniz. Mevcut Belediyeler Kanunu'nun 73'üncü maddesi, kamu arazisi kullanmayan belediyeye kentsel dönüşüm yapabilme hakkı tanır. Ancak hazine arazisi kullanacaksa Bakanlar Kurulundan onay alması gerekir belediyelerin. İzmir Büyükşehir Belediyesinin sekiz projesine bir yıldır geçit vermezsiniz, İçişleri Bakanlığından geçirtmezsiniz. Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin üç tane Kentsel Dönüşüm Projesi'ni bir Valilikten, bir Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünden geçirirsiniz ancak Ankara Büyükşehir Belediyesinin projelerini on beş gün içerisinde Resmî Gazete'de yayınlarsınız.
Şimdi yetki ne? Şimdi, yetki diyor ki: "Hiçbir belediye, eğer Bakanlar Kurulu kararı edinemezse Kentsel Dönüşüm Projesi uygulayamaz." Bu, belediyeler üzerinde nasıl bir ayrımcı uygulama yapabileceğinizin de şimdiden kanıtı niteliğindedir.
Örnekler vereceğim. Zamanımız da daralıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesinin Kentsel Dönüşüm Projesi'ne bir bakın. "Asrın projesi." dediğiniz Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi'nin -Esenboğa Havaalanı'na doğru giderken sağ tarafta- Altındağ'daki binalarına bir bakın, o binaları göremezsiniz. Niye göremezsiniz biliyor musunuz? Vadinin dibindedir. Orada vatandaş diyor ki: "AKP milletvekili gelsin, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı gelsin, Çevre ve Şehircilik Bakanı gelsin buraya. Neden hak sahibinden 2.000 fazla kişiye kura çektirildi? Neden o kuralarda hak sahibi olmaması gerekenler, Keçiören tarafından ciddi ve güzel binalar aldılar ve neden biz hak sahipleri vadinin dibinde ancak su tutma bölgesi olabilecek bir yerde, birinci katta, bodrum katında yerlere muhatap olabildik." O binaları gidin görün, gökyüzünü görebilmek için binadan çıkmak ve başınızı yukarıya kaldırmanız gerekiyor. İnsanları oralara mahkûm ediyorsunuz, kentsel dönüşümle yapacaklarınız da budur.
Son olarak, değerli milletvekili arkadaşlarım, Kamu ihale Kurumu üzerinde skandallar bu kadar ayyuka çıkmışken siz bu yasa uygulaması çerçevesindeki ihale ve yapım işlerini Kamu İhale Kurumu denetiminden tümüyle çıkartıyorsunuz. Hiç olmazsa bugünlerde bunu yapmaktan birazcık tereddüt etseydiniz. Kamu İhale Kurumunda neler yaptığınızı herkes biliyor. Kamu İhale Kurumunun başkanı on aydır yok. Kilit noktalara on bir atama yaptınız, ben size hatırlatayım mı? Başkan yardımcılıklarına Maliye Bakanının sınıf arkadaşını getirdiniz. Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'nun yeğenini daire başkanı yaptınız. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın danışmanını, Hüseyin Çelik'in danışmanını?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - ?Maliye Bakanının danışmanını yine daire başkanı yaptınız. Plan Bütçe Komisyonu Başkanının eşi müşavirlik görevine getirildi. Sadullah Ergin'in danışmanı müşavirlik görevine getirildi. Anayasa Mahkemesinde hemşire olarak çalışan kişiyi müşavir yaptınız. Sonra ne oldu? Adapazarı Su ve Kanalizasyon İdaresi Müdürünü Kamu İhale Kurumuna üye yaptınız. Kanalizasyondan çıkan kokular şimdi Kamu İhale Kurumundan çıkmaya başladı. (CHP sıralarından alkışlar) Yolsuzluğun bedeli 1 milyar liranın üzerinde tahmin ediliyor. 4 tane yandaş iş adamını bir türlü bulamıyorsunuz. 23 tane kişi, içlerinde raportörler, tutuklu.
Şimdi, ben soruyu şöyle soruyorum: Kamu İhale Kurumunu bu noktaya getirmişseniz ve bu yasayı da Kamu İhale Kurumunun denetiminden tümüyle dışarı çıkartmak istiyorsanız yapmak istediğiniz nedir? Bu 500 milyar doları birilerine paylaştırmak.
Tevfik Fikret'in bir şiiri var. Okumanızı öneririm.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Günaydın.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Bitiriyorum. On beş saniye verir misiniz.
BAŞKAN - Lütfen bitiriniz.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Teşekkür ederim.
"Yiyin efendiler, yiyin. Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin." (CHP sıralarından alkışlar) Ama bu dünyanın öbür dünyası da var, unutmayın.
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Günaydın.