| Konu: | Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 99 |
| Tarih: | 09.07.2019 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 94 sıra sayılı Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı Hakkında Kanun Teklifi'nin geneli üzerine Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, şu "ajans" kavramı üzerine birkaç şey söylemek istiyorum. "Ajans" denilince, biliyorsunuz, herkesin aklına, haber toplayıp yayma işiyle uğraşan kuruluşlar geliyordu eskiden, "ajans" denilince hepimizin aklına gelen şey buydu. Önce reklam sektörü bütün hayatımızı işgal etti, daha sonra reklam sektörünün ve reklam ajanslarının yaptıkları işlerin büyük bir bölümünün abartılı olduğu ve gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı ve yine aynı reklam kuruluşları, reklam kuruluşlarına "ajans" ismini vererek yeni bir saygınlık kazandırmaya -tırnak içerisinde- "profesyonellik" adı altında havalı bir isim vermeye başladılar. Şimdi, akla gelecek her türlü tanıtım ve reklam türünün önüne veya arkasına "ajans" diyerek havalı bir isim veriyoruz. Nasıl? Grafik ajansı, kast ajansı, organizasyon ajansı, dijital ajans, manken ajansı, gençlik ajansı, çevre ajansı, "web" tasarım ajansı, fotoğraf ajansı, kreatif ajans gibi yüzlerce çeşit ajans var. Bir de kamuda kullanılan ajanslar var birkaç tip: Kalkınma ajansı, yatırım geliştirme ajansı.
Bunu niye söyledim biliyor musunuz? Aslında, kanun yaparken kullandığımız kavramları bile reklam şirketlerinden alıyoruz. Reklam şirketlerinin stratejisi kanun yapma tekniğine bile müdahale anlamına geliyor. Şu anda üzerinde tartıştığımız kanun teklifinin isminin de esasen "turizm tanıtım reklam şirketi kanun teklifi" olmalıydı ama biz buna "ajans" diyerek daha profesyonel, daha havalı bir isim vermiş oluyoruz.
Yasa teklifine gelince: En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim, bu hâliyle bu teklifi doğru bulmuyoruz, bu teklifi kabul etmiyoruz çünkü bu ajansın kuruluş amacını gerçekleştirmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı içerisinde bir genel müdürlük var ve bu genel müdürlüğün adı da "Tanıtma Genel Müdürlüğü." Tanıtma Genel Müdürlüğüyle neredeyse aynı işi yapacak bir ajans kurulması yalnızca yeni bürokratlar yaratacak -birazdan anlatacağım- yeni rant alanları yaratacak; ülkemize kazandıracağı hiçbir şey yok.
Bu ajans, Türkiye ekonomisi için çok çok önemli bir yer tutan turizm sektörüne yalnızca salma salacaktır. Bir yandan turizmin önemine vurgu yaparken diğer yandan ülke ekonomisine çok önemli katkısı olan turizm şirketlerinden, bakın, kârları üzerinden değil bütün gelirleri üzerinden, kanundaki ifadeyle faaliyetleri sonucunda elde ettikleri net satış ve kira gelirlerinin toplamı üzerinden ve verdikleri vergiler dışında yüzde 1'lik pay almak başka biçimde açıklanamaz; bunun ismi "salma salmak"tır.
Kurulacak olan Tanıtım ve Geliştirme Ajansında turizm emekçilerinin de yerel yönetimlerin de sözü de yeri de olmayacaktır. Ajansın karar organı olan ve 13 üyeden oluşan ajansın yönetim kurulu üyelerinde, ajansın yürütme organı olan ve 5 üyeden oluşan ajansın icra kurulunda da danışma kurulunda da turizm emekçilerini temsilen ne işçi sendikaları ne kamu görevlileri sendikaları yer alacaktır. Yine, yerel yönetimlerin bu ajanslarda hiçbir sözü olmayacaktır.
Yine, kurulacak olan Tanıtma ve Geliştirme Ajansının yapacağı yatırım alanlarını ve oranlarını tek başına Cumhurbaşkanı belirleyecektir. Bir yandan turizm gelirlerinin neredeyse yüzde 1'inin kurulacak ajansa devredilmesi, diğer yandan bu gelirlerin nerelere harcanacağına Cumhurbaşkanının karar vermesi, bir biçimde Cumhurbaşkanına her geçen gün büyüyen örtülü ödenek yanında bir de örtüsüz ödenek tahsis etmek anlamına gelmektedir.
Kurulacak olan tanıtım ve geliştirme ajansı her nedense Kamu İhale Kanunu'ndan ve Sayıştay denetiminden de muaf olacaktır. Esasen kamu yararını gerçekleştirme vasfından çoktan uzaklaşmış Kamu İhale Kanunu kapsamı dışına çıkarılmasını anlayabilmiş değiliz. Zaten Kamu İhale Kanunu'muz kamu yararını gerçekleştirme amacından uzaktır. On yedi yılda defalarca kez değiştirilmiş, dönüştürülmüş bir Kamu İhale Kanunu kapsamı dışına çıkarılmasının hukuk devletiyle ve kamu yararıyla bağdaştırılmasına olanak yok. Teklif sahipleri bu konuda hem bize hem de kamuoyuna bir açıklama yapmak zorundadır.
Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansının, Anayasa'nın 160'ıncı maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yetkisini, denetim görevini yerine getiren Sayıştay denetimi dışında tutulması da kabul edilemez. Kaldı ki Sayıştay denetimi, esasen bir yerindelik denetimi değildir, bir uygunluk denetimidir. 6085 sayılı Sayıştay Yasası'nın 1'inci maddesinde de belirtildiği gibi, Sayıştay, kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim görevini yerine getirmektedir. "Tanıtım ve Geliştirme Ajansının elde ettiği kamusal kaynağın hukuka uygun olarak muhafaza edilip edilmediğini, kullanılıp kullanılmadığını Sayıştay denetlemesin." demek Anayasa'nın 160'ıncı maddesiyle korunmak istenen kamu menfaatleriyle de bağdaştırılamaz. Kanımca ajansın ekonomik faaliyetlerinin Sayıştay denetimi dışında tutulmak istenmesinin, uygunluk denetimi bile yapılmasının istenmemesinin tek nedeni son dönem çokça tartışılan Sayıştay raporlarıdır. Bu konuda da iktidar, anlaşılan o ki yeni bir Sayıştay raporu görmek istemiyor.
Son olarak, yasa teklifiyle ilgili birkaç şey söyleyeceğim. Burada yasa yapma tekniği açısından ciddi sorunlar var. Bakın, arkadaşlarımız diyor ki: "3 Temmuz günü saat 15.00'te bize, Komisyon üyelerine bilgi verildi ve denildi ki '5 Temmuz günü saat 15.00'te toplantı yapılacak.'" Yani iki gün öncesinden kendilerine haber verilmiş. Daha sonra bir kez daha haber verilmiş ve 4 Temmuz saat 11.00'de Komisyon toplanmış. Dolayısıyla tarafların da Komisyon üyelerinin de bu yasa teklifi üzerinde çalışmasının olanağı ortadan kaldırılmış.
Ayrıca, bir tür vergi anlamına gelen bir iş yapıyorsunuz çünkü sektörün tamamından neredeyse yüzde 1'lik pay istiyorsunuz, bütün gelirleri üzerinden. Bunun ismi, ne ad altında olursa olsun "vergi toplamak"tır ve bir biçimde kamu maliyesini de doğrudan ilgilendirmektedir, parasal konular içermektedir fakat bu yasa teklifi -esas komisyon mu dersiniz, tali komisyon mu dersiniz, ne derseniz deyin- Plan ve Bütçe Komisyonunda da tartışılmamıştır. Bu hız neden? Bu hızın bir tek anlamı var: Neredeyse 10 milyarı bulacak, belki de üstündeki bir paranın denetimini doğrudan Cumhurbaşkanına vermek. Bu yasanın bu kadar hızlı çıkarılmak istenmesinin başkaca bir amacı yoktur. Umarım bu son örnek olur ve komisyonlar da ilgililer de bir hazırlık yaparak yasa koyucuyu etkileme şansına sahip olurlar.
Konuşmamın ikinci bölümünde birkaç başlıkla ilgili görüşlerimi paylaşmak isterim. Aynı zamanda Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyesi olarak... Millî Eğitim Bakanlığınca kısa süre önce "ABİDE" diye bir rapor yayınlandı, Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi Raporu. Bu raporu çoğunuz okumuşsunuzdur; üzerinde de çokça yazıldı, çizildi. Şimdi, önceki hafta bu Meclis kürsüsünden ana dilde eğitimle ilgili birkaç şey söylemiştim; bu önümüzdeki dört yılda seçim baskısı olmadan bu ülkenin bazı temel sorunlarını birbirimizi dinleyerek tartışabileceğimizi ve bu konularda bir dizi adım atabileceğimizi söylemiştim, bunlardan biri de ana dilde eğitim konusu. Bu ana dilde eğitim konusu ile bu ABİDE raporu hakkındaki ilişkiyi anlatmaya çalışacağım.
Şimdi, ana dilde eğitim kuşkusuz siyasi bir talep, hiç kuşkunuz olmasın siyasi bir talep. Neden? Çünkü bu ana dilde eğitim konusunda siyasi iktidarın atması gereken adımlar var. Evet, ana dilde eğitim talebi siyasi bir talep çünkü bu Mecliste, bu Parlamentoda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuya ilişkin bir dizi yasal düzenleme yapılması gerekiyor ama siyasi olduğu kadar, aynı zamanda eğitime ve kültüre dair, temel insan haklarına dair bir talep. Bu yüzden bunun tartışılmasının bu ülkede yaşayan milyonlar açısından çok yaşamsal bir önemi var.
Şimdi, ikisi arasında nasıl bir ilişki kurduğumu anlatayım. Önce şunu söyleyeyim: Evet, bu ülkede eğitim iyiye gitmiyor, hepimiz bunun üzerine çok şey söyleyebiliriz. İlk 500 üniversite arasında 2 tane üniversitemiz var, ilk 300 üniversite arasında Türkiye'den 1 tane üniversite yok.
Yine, OECD ülkeleri arasında 70 ülkeden 540 bin civarında öğrencinin katılımıyla yapılan PISA sınavları var ve bu PISA sınav sonuçlarına göre de çocuklarımız eğitim seviyesi açısından diğer ülkelerin çok çok gerisinde, hatta pek çok alanda neredeyse son sırada; daha önce de söyledim, kendi dillerinde kendilerini ifade edemiyorlar. Bakın "Ana dili Türkçe olan çocuklar kendilerini Türkçe ifade edemiyorlar." diyor bu PISA raporları.
Yine, bu yeni hazırlanan ABİDE raporuna göre, 8'inci sınıf öğrencilerinin yüzde 16'sı yani her 100 çocuğumuzdan 16'sı dört işlemi bilmiyor, 8'inci sınıfa gelmiş her 100 öğrenciden 16'sı dört işlemi bilmiyor. Bu çocuklar bizim çocuklarımız, bu çocuklar bu ülkenin çocukları ve hepimizin geleceği. Bu açıdan bakıldığında eğitimin çok temel sorunları var, bunların hepsinin tartışılması gerekir. Bütün bunlar ortak sorunlarımız, bütün ülkenin ortak sorunları.
Yine, bu ortak sorunlardan bir tanesi de -esasen ortak sorundur, ben öyle görüyorum- ana dilde eğitim sorunu. Bakın, LGS sonuçları açıklandı, il bazlı başarı sıralamasını söyleyeceğim, il bazlı başarı sıralamasını. 81 il içerisinde son 20 ilin 18 tanesi bizim "Kürt illeri" dediğimiz, Kürtlerin daha yoğunlukta yaşadığı kentler -nasıl nitelendirirseniz nitelendirin- son 20 ilin 18 tanesi bunlar. Ben size son 10 ili okuyacağım şimdi: 70'inci sırada Bitlis var, 71'inci sırada Ardahan var, 72'nci sırada milletvekili olarak seçildiğim Batman, 73'üncü sırada Diyarbakır, 74'üncü sırada Muş, 75'inci sırada Van, 76'ncı sırada Mardin, 77'nci sırada Ağrı, 78'inci sırada Şanlıurfa, 79'uncu sırada Siirt, 80'inci sırada Hakkâri ve 81'inci sırada da Şırnak var. Evet, kendi ana dillerinde, Kürt çocukları kendi ana dillerinde eğitim alamadıkları için bunu yaşıyorlar.
Bakın, Boğaziçi Üniversitesinin akademisyenleri "Çocuklara sadece 1'inci sınıfta -öyle dört yıl, sekiz yıl, on iki yıl, üniversiteye kadar değil- sadece bir yıl kendi ana dillerinde eğitim verin, sorunu önemli oranda çözebilirsiniz." demişlerdi; sadece bir yıl, 1'inci sınıfta. Ama çocuklarımızın, milyonlarca Kürt çocuğunun onlarca yıldır okula gittiklerinde en büyük sorunları kendi ana dillerinde eğitim almamış olmaları. Belki sizin için çok önemli olmayabilir -çoğu kişi için- ama biz çokça paylaştık bunu; bir öğretmen, bir Kürt çocuğuna, okula yeni başlamış Kürt çocuğuna Türkçe "3 elma ile 2 elma kaç elma eder?" diye soruyor 3 kez arka arkaya, çocuk bunu yanıtlayamıyor ama öğretmen Kürtçe biliyor, aynı soruyu Kürtçe soruyor, soruyu tamamlamadan çocuk Kürtçe "5" diyor yani çocuk aslında matematik biliyor ama çocuk Türkçe bilmiyor. O yüzden, çocuklarımızın ana dilde eğitim sorunu hepimizin sorunu, bu sorunu ancak böyle çözebiliriz diyorum. Bunun için bir temel önerim vardı, Millî Eğitim Bakanlığında bu amaçla bir çalışma grubu oluşturulabileceğini ve dışarıdan akademisyenlerin, siyasilerin, konuyla ilgilenenlerin de bu çalışma grubuna destek verebileceklerini söylemiştim. Bu, bir ilk adım olabilir, Millî Eğitim Bakanlığı bu konuda bir çalışma grubu oluşturabilir.
Az evvel reddedildi ama şimdi bu SETA Vakfının "rapor" denilemeyecek andıcı üzerine birkaç şey söylemek istiyorum. Gerçekten bu, hepimiz açısından çok önemli bir sorun. Şimdi bir araştırma komisyonu kurulması önerisi reddedildi; bu, reddedilebilir, bunda hiçbir sorun yok yani burada onlarca, yüzlerce araştırma komisyonu kurulması önerisi reddedildi. Bizce çok önemli bu araştırma komisyonunun kurulması ama buna rağmen reddedilebilir, bunda da bir sorun yok. Asıl sorun şu: İktidarı oluşturan partinin milletvekillerinin bu raporu desteklemesi, bu raporu olumlaması. Bakın bir milletvekiliniz çıktı, bu raporu destekledi, grup başkan vekiliniz de SETA raporunu destekledi. "Türkiye Büyük Millet Meclisinin araştıracak daha önemli konuları var." diyebilirsiniz, "Türkiye Büyük Millet Meclisi için önemli değil." diyebilirsiniz, "Bu araştırma komisyonunu gerekli görmüyoruz." diyebilirsiniz; bunu anlayabiliriz ama SETA Vakfının bu raporunu desteklemenizi anlayamıyoruz çünkü yıllarca bu andıçlara karşı çıktınız. Demek ki karşı çıktığınız andıçlanma değilmiş, karşı çıktığınız sizin andıçlanmanızmış. Yani birileri sizi andıçlıyorsa, birileri sizi fişliyorsa siz buna karşısınız ama size yakın duranlar başka gazetecileri fişliyorsa, başka gazetecileri andıçlıyorsa siz bunu destekliyorsunuz demektir. Bu durumda demokratlığınızı hiç kimseyle tartışamazsınız, hiç kimse sizlere demokrat gözüyle bakmaz. Buna bir bütün olarak karşı çıkacaksınız yani "Ben andıçlanırsam sorun var, başkası andıçlanırsa sorun yok." diyemezsiniz, bu kabul edilemez.
Ayrıca, bu yöntem, özel olarak tartışılması gereken bir yöntem. Bakın gazetecilerin çalıştıkları kurumlar, gazetecilerin öz geçmişleri ve gazetecilerin sosyal medya etkileşimlerini paylaştılar. Bu sosyal medya etkileşimleri nedir, biliyor musunuz, hiç incelediniz mi bilmiyorum ama bizler bu sosyal medya etkileşimlerinin ne olduğunu biliyoruz. FETÖ soruşturmalarında çok önemli bir yer tutardı bu sosyal medya etkileşimleri "Kimin, kiminle ilişkisi var; kim, kimi takip ediyor; kim, kimi okuyor?" diye. Bu, içine FETÖ kaçmış bir rapordur, bunun arkasında durmamalısınız, bunun arkasında durmamalıydınız; emin olun, yarın öbür gün bundan utanç duyacaksınız, bu raporun arkasında durmaktan utanç duyacaksınız çünkü bütün milletvekilleri bunu destekledi, bu da tarihe bir not olarak düşecektir.
Burada önemli olan şey şu: İşte, bu yüzden biz 180 ülke arasında basın özgürlüğü açısından 157'nci sıradayız. Demek ki bundan rahatsız olanlar var. Bu SETA Vakfı gibiler 157'nci sıradan da rahatsızlar, illa 180'inci yapacaklar Türkiye'yi, 180'inci, 157 çok demokrat gözüküyor. 3-5 tane uluslararası basın-yayın ajansı var, 3-5 tane muhalif gazete var diye, muhalefetin sesine yer veriyor diye hâlâ 157'nci sıradayız, onları da susturursanız, emin olun, 180'inci sıraya ramak kaldı diyeceğiz.
İki konu hakkında fikirlerimi paylaşıp konuşmamı tamamlayacağım. Bir tanesi şu: Japonya'da yalnız kadınların gittiği üniversiteler varmış ve Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanı bununla ilgilendiğini söylemiş. 1950'li yıllarda Amerika'da da böyle kolejler vardı. Amerika'daki bu kadın kolejlerinin amacı da iyi bir ev kadını, iyi bir eş yetiştirmekti. Bakın, akademisyenlere sordular ve akademisyenlerin Japonya'daki bu kadın üniversiteleri için söyledikleri şey de buydu; bu üniversitelerin akademik olarak hiçbir değeri yok, bu üniversiteler iyi bir eş, iyi bir ev kadını yetiştiriyor; yoksa akademisyen yetiştiren, akademik eğitim veren kuruluşlar değil. Evet, Japonya'dan öğreneceklerimiz var; Japonya'dan öğreneceğimiz onurlu siyasetçiler, Japonya'dan öğreneceğimiz iyi bir sanayi, gelişmiş bir sanayi, gelişmiş bir teknoloji ama kadın üniversitesi değil. Uzağa gitmeye gerek yok; çevrenizdeki kadınlara sorun, onlar da eşit ve özgür birer yurttaş olmak istiyorlar. Bu konuda çok önemli bir film tavsiyem de olacak: "Mona Lisa Gülüşü" diye bir film. Julia Roberts'ın 2003 yapımı bir filmiydi; o da böyle bir koleje öğretmen olarak atanıyordu, onun başından geçenleri izlemenizi öneririm.
Son olarak bir şey daha söyleyip bitireceğim: Bitlis'te bir il genel meclisimizi daha görevden uzaklaştırdınız. Bakın, kaybettiğiniz her yeri gasbetmeye devam ediyorsunuz.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Uzaklaştırmıyoruz.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Gasbetmeye devam ediyorsunuz Recep Bey. Kaybettiğiniz 6 tane belediyeyi gasbettiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Tiryaki.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
6 tane belediyeyi gasbettiniz, Bağlar'ı gasbettiniz, Van'da 3 belediyemizi gasbettiniz, Erzurum'da 1 belediyemizi gasbettiniz, Kars'ta 1 belediyemizi gasbettiniz. Meclis üyesi 57 arkadaşımızın üyeliğini KHK'li oldukları gerekçesiyle düşürdünüz. Yetmedi -daha önce de söyledim- Tatvan'da ilçe belediye meclis üyesi çoğunluğu elimizdeydi; haklarında Cumhuriyet Savcılığınca soruşturma başlatıp 9 belediye meclis üyesini görevden uzaklaştırdınız ve böylece, hileli bir şekilde çoğunluğu elde ettiniz. Bitlis'le oynamaya devam ediyorsunuz. Kürtçe tabelaları indirdiniz. Şimdi de bir il genel meclisi üyesini, soruşturma gerekçesiyle, uzaklaştırdınız. Tekrar söylüyorum: Kaybettiğiniz yerleri kazanmak için çalışın, gasbetmeyin. Biz buna sonuna kadar direneceğiz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)