GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: On Birinci Kalkınma Planı'nın (2019-2023) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:105
Tarih:18.07.2019

HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bir yönetimin kalkınmadan ne anladığının, o yönetimin nasıl bir rejim olduğunun ipucunu aslında kalkınma planları ele verir. Herhangi bir yerdeki bir yönetim -iki yıllık, üç yıllık veya beş yıllık, ne olursa olsun- gelecekle ilgili bir kurgu kurduğunda siz o yönetimin gelecekle ilgili neler düşündüğünü, vizyonunun nasıl olduğunu anlamış olursunuz. Eğer "kalkınma" dediğinizde sadece para pul, ekonomi düşünüyorsanız... Bunu herkes dile getirebilir ve bütün her şeye şirket gibi bakabilir, para kazancıyla bakabilir ama her para kazanan şirket, her parayı hedefleyen demokratik midir, barıştan yana mıdır, çözümden yana mıdır, şartların daha olgunlaşmasından yana mıdır; beraber, birlikte çalıştığı insanlardan, ekipten yana mıdır, emekten yana mıdır? Bunların hepsi meçhul, nereye bakarsanız bakın. Önümüzdeki beş yıl için düşünülen ve "2023" denilen... Arkadaşlar -100'üncü yıl dönümü- demokrasiyle, barışla ilgili bir tek hedef, vizyon yok. Niye yok birazdan anlatacağım çünkü benden önce Halkların Demokratik Partisi adına konuşan konuşmacılar işsizlik, ekonomi ve toplumsal cinsiyet anlamında birçok konuya değindiler.

Bakın, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki bütün kalkınma planlarında, bütün çalışmalarda bölgeler arası eşitsizlik için her zaman bir şeyler söylenmiş; kiminde "şark hizmeti" demişler, kiminde "mecburi hizmet" demişler, kiminde "bölgeler arasındaki eşitsizliği gidermek" demişler, kiminde "teşvik" demişler ve geldiğimiz nokta ne? Aynı yerdeyiz. Türkiye nasıl ilerlemişse oradaki makas kapanmamış. Birileri "Sayılar değişti." diyebilir ama Türkiye'de de sayılar değişti; makas durdu veya daha da açıldı.

Bakın, dün üniversite sınav sonuçları açıklandı, bir ay önce liseye giriş sınav sonuçları açıklandı. Sondan 5 kenti sayayım; 1'i vekil olduğum kent Batman, diğerleri de Urfa, Siirt, Şırnak, Diyarbakır gibi sıralanıyor. Yoksulluk, Türkiye haritasını bir gözümüzün önüne getirelim, Türkiye'nin en yoksul illeri hangileridir? Bu iller. Türkiye'de bebeklerin en çok hastalandığı iller hangileridir? Bu illerdir. Türkiye'de annelerin en çok muzdarip olduğu, hastalandığı kentler hangileridir? Bu illerdir. Peki, bu illerdeki her şey kader midir arkadaşlar? Siz, barışı, demokratik müzakereyi, Kürt meselesini görmezlikten gelirseniz, bu beş yıllık kalkınma planının önüne sadece ekonomiyi koyarsanız inanın ekonomik planlar, programlar tutmaz, tutmamış. Bir daha da böyle olmayacaktır diye belirtmek istiyorum çünkü siz, sadece paraya, pula bakarsanız bunu geliştiremezsiniz.

Türkiye'nin ekonomik sorunları var, kriz var; bunu, bu koltukta oturan arkadaşlarımız da artık kabul ediyor ama Türkiye'nin ekonomik krizi olduğu kadar demokrasi sorunu da var. Bunu nasıl söylüyoruz? Bunu biz söylemiyoruz, dünyada, Avrupa'da çeşitli veriler var. Bu verileri buradan söylemek de doğru değil ama demokrasi endeksi gibi, özellikle düşünce özgürlüğünden, sendikalaşmadan, örgütlenmeden ve yaşamla ilgili çeşitli verilerden oluşan endeksler var. Bu endekslerde Türkiye keşke üst sıralarda olsaydı. Türkiye'nin bölgeleri arasında nasıl ki fark varsa Türkiye'nin Batı'yla, çağdaş ülkelerle arasında da bir fark var. Demokrasi endeksinde geride, fikir özgürlüğünde geride, sendikalaşmada gerilerde, basın özgürlüğünde gerilerde ve bunları birçok kez sıralayabiliriz, hepsinde geriye düşmekte.

Şimdi, hukuk diyoruz, hukukun üstünlüğü diyoruz. Hukukun üstünlüğüne son kısımlarda yer ayrılmış fakat hukuk denilen bir şey kalmamış. Arkadaşlar, insanlar temel haklardan yoksun. Yani birazdan ana dil meselesini de anlatacağım ve demokratik bir şekilde nelerin olması gerektiğini de anlatacağım. Ama Türkiye'deki uygulamalardan söz etmek istiyorum, hukuk neden yok? Aslında birçok kurum bu işe emek vermiş -Plan ve Bütçe Komisyonunda da konuştuk- birçok daire başkanı, bürokrat çalışmış -partimiz adına konuşan arkadaşımız, sevgili Garo Paylan sabahleyin belirtti- yüzde 80'i belki de tümüyle konuşulabilir ama yüzde 20'si, belki de en hayati olan şeyler görmezden gelinmiş, dikkate alınmamış veya saklanmış. Bakın, kutuplaşmayla ilgili bir kelime, hiçbir şey yok. Her gün, Suriye'den gelenlerle ilgili -insanlar savaştan kaçmış, gelmiş- giderek ırkçılığa varan, ayrımcı ve linç tarzı bir şeyler var ama bu konuda bir tane çalışma yok.

Bakın, demokratik müzakereyle ilgili bir şey yok, iyi bir anayasa için bir çalışma yok, bu sistemin nasıl revize edileceğiyle ilgili hiçbir çalışma yok. Ama nedir? Kalkınmadan, hep paradan puldan... İşte "Özel okullar açılacak, özel hastaneler açılacak, şehir hastanelerinde şunlar yapılacak, ajanslar kurulacak..." Buna dönüşürseniz kesinlikle gider.

Bu listeye baktığınızda, ekonomik verilere baktığınızda "barış" kelimesi ekonomik konularda geçiyor, toplumsal yaşamda geçmiyor arkadaşlar. Nerede "barış" geçiyor? İmar barışında, varlık barışında geçiyor -ki daha önce de bunlar geçti- insanla ilgili, yaşadığı ortamla ilgili hiçbir yerde geçmiyor.

Hukukta çifte standart uygulanıyor. Bakın, arkadaşlar, bugün ayın 18'i. Sabah gazetesinde ayın 9'unda yayımlanan haber, başlık şu: "İşkenceye davasında flaş karar" Çok güzel bir karar. Dokuz yıl önce işkence yapan, İstanbul Emniyetinde çalışanlar cezaevine giriyor, bir dönem kalıyorlar, sonra yargılanmadan bırakılıyorlar, müebbet alıyorlar, müebbet. Bunu aslında -altın harflerle- hepimizin koruması gerekiyor, sahip çıkması gerekiyor. Peki, şu anda cezaevinde mi? Hayır. Nerede? Hakkâri Çukurca'da Emniyet Müdürü. Arkadaşlar, el insaf!

Sayın Demirtaş, on iki yıl milletvekilliği yaptı, Cumhurbaşkanı adayı oldu, düşünce ve ifadelerinden içeride ve dün yargılandı, "Sizin hukukunuz hukuk değildir, çifte standart uyguluyorsunuz." dedi.

Bakın, başka bir haber Şırnak Silopi'den. Furkan ve Furkan'la beraber kardeşi Muhammet'in olduğu eve panzer eve girdi, 2'si de yaşamını yitirdi. Yargılananlar serbest, dışarıda, hâlâ görevlerinin başındalar ve dava devam ediyor. Ne zamanki insanlarla ilgili bir problem çıksa, hakla ilgili bir problem çıksa işkenceyle ilgili bir problem çıksa ya dava açılamıyor ya da dava açılsa bile sürüncemede kalıyor, genelde de terfi ettiriliyorlar. Bu, böyle olduğunda çifte standart olur. O yüzden, Selahattin Demirtaş'la başlayan buradaki listede, sevgili İdris Baluken, Figen Yüksekdağ, Sırrı Süreyya Önder ve belediye başkanlarımızın birçoğu düşünce ve ifadelerinden dolayı içerideler. Bu mu? Bakın, Çağdaş Gazeteciler Derneğinin listesi; 1 numaradan başlıyor, 137'ye kadar gidiyor, 180'lere kadar gittiğini biliyorum, insanlar cezaevinde. Bunları niçin söylüyorum? Hukuk bu aşamaya gelmiş; hukuk kâğıt üzerinde olduğu sürece, uygulamada olmadığı sürece hiçbir anlamı yok.

Dün İnsan Hakları Derneğinin kuruluşunun 33'üncü yılıydı. İnsan Hakları Derneği sürekli veriler yayınlıyor, bu verilerin birçoğunda da ülkenin geldiği durumdan bahsediyor, geleceğiyle ilgili bir vizyon oluşturulması gerektiğini söylüyor ve nasıl olması gerektiği konusunda sürekli ilgili bakanlıklarla, Meclisle iletişime geçmekte ancak hiçbiri de yapılmıyor.

Arkadaşlar, son dönemde ne oldu? Veriler saklanıyor. Geçmişte İçişleri Bakanlığı her hafta şöyle bir veri yayınlıyordu: "Sosyal medya hesaplarından dolayı şu kadar dava açılmış." Artık açıklanmıyor. Adalet Bakanlığı veriler açıklıyordu, artık açıklamıyor. Bizim -parlamenterlerin, vekillerin- birçok sorumuza kimse cevap vermiyor. Çünkü bizim sorduğumuz sorular can alıcı sorular, toplumun gerçekten istediği sorular. Bunlara cevap verilmediği sürece biz vizyon oluşturamayız, kalkınamayız; bunların olması lazım.

Nedir? Bakın, öyle bir hâle geldi ki eğitimle ilgili her yıl bir düzenleme geliyor, her yıl. Aslında eğitim, bizim çocukluğumuzdan beri en önemli konulardan biri, geleceğin vizyonu açısından en önemli konulardan biri ve buradaki politikaların hepimizin katılımıyla, sendikaların, bizlerin, velilerin, öğretmenlerin katılımıyla yapılması lazım. Bugünkü konuşmaya çalışırken Millî Eğitim Bakanlığının mayıs ayındaki Millî Eğitim dergisinde yayınlanan yüksek lisans tezlerinin birinde şundan söz ediliyor: Hâlâ Türkiye'nin bir bölgesinde birleştirilmiş sınıflarda insanlar eğitim görüyor. Bakın, liseye giriş sınavında insanların yüzde 84'ü seçilebilecek okullara giremediler, yüzde 4'ü seçilebilecek okullara girebildi. Böyle bir eşitsizliğin olduğu ortamda eğitimden söz edemeyiz.

Bir taraftan da eğitimde -biraz önce söz ettiğim gibi- dil meselesi çok önemli, özellikle, okul öncesi eğitimde ana dili meselesi çok çok önemli.

Bakın, arkadaşlar, biz, Almanya'da, Bulgaristan'da, birçok ülkede Türkçe bilenler için savunduğumuz şeyleri niçin Kürtçe bilenler için savunmuyoruz? Geldiğimiz aşamada, Kürtçeyle ilgili bir şey söylediğimizde hemen tepki geliyor. Bakın, Japonya, Kürtçe seçmeli ders. Bakın, Almanya, Kürtçenin bir lehçesi Zazaca -eyalette- ders. Ama Türkiye'de ne? Seçmeli derslerde Hükûmet bir düzenleme yaptı, televizyon yayını başladı, doğru. Pratikteki uygulama nasıl? Ben tekrar söyleyeyim, sayın yetkililer burada, onlar da sorabilirler: Van'da okul müdürü, okulda Kürtçe konuştuğu için Van'ın içinde öğretmeni sürgün ediyor. Siz böyle yaptığınızda nasıl olacak ya? Kürtçede bir laf var, sevgili hocam, Kürtçede "dıl" yürek demektir, "dil yarası" aynı zamanda "dıl yarası"dır, yürek yarasıdır. Her dille ilgili konuşma bir travmadır, her dille ilgili konuşma "dıl"a vurulan bir darbedir. Bunu önlemediğimiz zaman sıkıntı olur. Nereden nereye geliyoruz?

Bakın, Batman, vekili olduğum il. "Batman'da Türkçe bilmeyen kadına para cezası." Olay ne, biliyor musunuz? Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) gidip bir soru soruyor; okuryazar değil, Türkçe bilmiyor. "Sen ankete cevap vermediğin için..." Tebligat gidiyor, para cezası... Böyle bir şey olur mu ya? Bunu dile getirdiğimizde kıyamet kopuyor. Siz bunlarla yüzleşmediğiniz sürece, siz bunları görmezlikten geldiğiniz sürece bir yığın problem çıkmış olur. Ne olur? Giderek kutuplaşma olur, gerginlik olur. İnsanlar haklarını söylemekten çekinirlerse siz, kalkınma ve vizyonu sağlayamazsınız, gerçekle yüzleşemezsiniz.

Üniversitelerle ilgili birçok şey söyleyebiliriz ama barış için imza atan akademisyenler Çağlayan'da üniversite kurdular, Çağlayan Adliyesi artık adalet sarayı değil, Çağlayan üniversitesi gibi. Orada, onlar mahkemelerde verdiği ifadelerle tarihe birer not düşeceklerdir, özerk üniversitenin, özgür üniversitenin nasıl olduğu konusu ileride ders konuları olarak anlatılacaktır. Ve o akademisyenler bu toplumun, bu dönemin altın insanları olacaktır, yüz akımız olacaktır.

Bir taraftan hukuktaki çifte standartlardan söz ederken, hukuksuzluktan söz ederken, medyada... Bakın, bugün Osman Kavala yargılandı, beş yüz seksen gün sonra mahkemeye çıktı, duruşma bir ay sonraya ertelendi. İnsanlar bu şekildeyken siz hukukta çifte standardı uyguladığınızda birçok problem yaşanmış olur.

Ne oluyor sağlıkta? Bakın, ben de sağlık çalışanıyım, yıllarca tabip odasında yöneticilik, başkanlık yaptım, Tabipler Birliğinde çalıştım. Performans sistemi ilk çıktığında biz dedik ki: Bunu getirirseniz çalışma ortamını bozarsınız, çalışma barışını bozarsınız ve siz hastaneleri, sağlık kurumlarını işletmeye dönüştürürseniz, hastayı müşteriye dönüştürürsünüz. Ve bugün geldiğimiz aşama da o. Bakın, sağlığı öyle bir hâle getirdik ki sağlık turizmi diyoruz, yurt dışından insan gelecek diyoruz ama Hakkâri'den gelecek Berivan, Trabzon'dan gelecek Temel, Yozgat'tan gelecek Ali, Sivas'tan gelecek Rıza ne yapacak, Fadime ne yapacak? Peki, bunlar ne yapacak? Onlar kanser hastası olduğunda bir ay bekleyecekler, iki ay bekleyecekler ama yurt dışından gelen A sınıfı, parayı veren hemen işlem mi görecek? Biz, önce kendi ülkemizde eşitliği sağlamalıyız, kendi ülkemizde sağlığa erişilebilirliği sağlamalıyız. Siz Sağlık Bakanlığını bir şirkete dönüştürürseniz, şirket gibi yönetirseniz performans ön plana çıkar, kamu olmaz ve üstüne üstlük Bakanı şirket yöneticisi yaparsınız, özel hastane yöneticisi yaparsınız. Vizyon böyle olmaz, vizyon böyle olduğu sürece biz ilerlemeyiz, gerçekle yüzleşemeyiz. Ne olur?

Vizyon böyle olmadığı gibi bu kalkınma planında ruh yok, ruh. Neden ruh yok? Hep ekonomik veriler "Şunu yapacağız, bunu yapağız, -cağız, cağız, -cağız." Kanun hükmünde kararnameler nedeniyle binlerce insan mağdur, bu yazılmamış. Olağanüstü hâlle ilgili binlerce insan mağdur, bu yazılmamış. Yoksullar nasıl kalkınacak? Yok. Yardım var ama yardımı vermemek için yoksullukla mücadeleyle ilgili sürdürülebilir ne yapılacağı yazılmamış. Siz iş cinayetlerini yazmıyorsunuz; bunlar kaza değil, cinayet. İşsizlik artıyor, insanlar işsiz olduğu için intihar ediyor. Bunları yazmadığınız zaman cumhuriyetin 100'üncü yılında siz 2023'ü hedef koyduğunuzda hiçbir yere ilerleyemeyiz. Neden ilerleyemeyiz? Çünkü ruhu olmaz. İnsanın olmadığı yerde, ekonomiyi sadece parayla pulla düşünürseniz evet, birileri kalkınabilir ama büyük çoğunluk perişan olur. Sizin bunun için geleceği iyi kurgulamanız lazım. Nasıl kurgulayacaksınız? Muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle geliştirmemiz lazım. Bakın yerel yönetim seçimlerinden yeni çıktık; yerel yönetim seçimlerinde, ister istemez Türkiye'nin birçok yerinde, bütün her şeye rağmen, her şeye rağmen sonuçlar açıklandı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım, tamamlayalım Sayın İpekyüz.

NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - ...ama siz onları, hâlâ yerel yönetimleri özerk kılmadığınız sürece, merkeze bağladığınız sürece, tekçi bir anlayışa bağladığınız sürece yine bir problem çözülmeyecek. Bu kalkınma planında yerel yönetimlere iki üç sayfalık yer ayrılmış, madde ayrılmış, orada bile bunların geleceğiyle ilgili bir düzenleme yok, daha çok merkeze bağlamayla ilgili düzenleme düşünülmekte.

Arkadaşlar, toplumsal katılım olmadığı, toplumsal uzlaşma olmadığı, demokratik müzakere süreci olmadığı, demokratik bir Anayasa düzenlenmediği, evrensel hukuk ilkelerine sahip çıkmadığımız sürece biz kutuplaşmadan kurtulamayız. Biz Kürt meselesi ve Türkiye'nin geleceğiyle ilgili birçok konuyla yüzleşmediğimiz sürece geleceği kurgulayamayız. Daha iyi bir gelecek için sadece ekonomik kalkınma değil, siyasi ve ekonomik bir kalkınmayı hedefleyen bir kalkınma projesine ihtiyacımız var. Cumhuriyetin, 100'üncü yılında barış içinde, huzur içinde, daha kardeşçe bir yaşama evrilmesi lazım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)