| Konu: | Asya Verimlilik Teşkilatı Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 02.10.2019 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de yeni yasama yılının ülkemize, devletimize, milletimize hayırlara vesile olmasını Yüce Allah'tan temenni ediyorum.
Asya Verimlilik Teşkilatı Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Asya Verimlilik Teşkilatı, Asya ve Pasifik'te verimliliği artıracak sosyoekonomik gelişmelere katkı sağlamak misyonuyla 1961 yılında Tokyo'da kurulan ve kâr amacı gütmeyen uluslararası bölgesel bir kuruluştur ve toplamda da 20 ülkeden oluşmaktadır. Çalışma alanı oldukça geniş ve kapsamlı olan Asya Verimlilik Teşkilatı, özellikle ulusal verimlilik merkezlerinin güçlendirilmesi yoluyla KOBİ'lerin geliştirilmesi, inovasyona dayalı verimlilik artışı ve "yeşil verimlilik" kavramının yaygınlaştırılması ve bu alandaki çalışmalar konusunda öncü kuruluşlardan bir tanesidir.
Anlaşıldığı üzere, Asya Verimlilik Teşkilatının, KOBİ'lerin desteklenmesi, inovasyon kaynaklı verimlilik artışına ivme kazandırılması ve yeşil verimliliğin artırılmasına yönelik hedefleri Türk sanayi stratejisinin stratejik amaçlarıyla da örtüşmektedir.
Ülkemizin Asya Verimlilik Teşkilatına üyeliğiyle kamu kurumu, üniversite ve özel sektör çalışan ve yöneticilerinin Asya Verimlilik Teşkilatı tarafından verilen özgün içerikli eğitim, seminer ve çalıştaylara katılımı sağlanarak ve tüm sektörlerde verimlilik odaklı yapısal dönüşümün altyapısına katkıda bulunularak sosyoekonomik gelişim açısından olumlu getiriler elde edilmesi değerlendirilmektedir. Bu anlamda, Asya Verimlilik Teşkilatının organizasyon yapısı içindeki birimlerde bizim vatandaşlarımızın da görev alması ilerleyen aşamalarda ve şimdi de mümkün olabilecek, bu sayede de uluslararası kuruluşlardaki hem görünürlüğümüz hem de etkinliğimiz artmış olabilecektir. Dolayısıyla anlaşmaya katılmamızın ülkemize sağlayacağı katkı hiç şüphe yok ki fazladır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizler de bu anlaşmaya destek verdiğimizi ifade etmek isterim.
Dünya nüfusu 2017 verilerine göre yaklaşık 7 milyar 550 milyon kişiden oluşuyor ve yine Asya Kıtası'nın nüfusuna baktığımızdaysa 4 milyar 504 milyonluk bir nüfusla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla Asya Kıtası'nın nüfusunun dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ını oluşturduğu bilgisi karşımızda bulunuyor. Yine, nüfusu 5 milyondan fazla olan 15 başkent de Asya Kıtası'nda bulunuyor. Dünya gayrisafi yurt içi hasılasının toplamı 2018 yılında 85,8 trilyon dolarken bunun yüzde 35'ten fazlası doğrudan Asya Kıtası'nda bulunmaktadır.
Bu bağlamda, Asya Kıtası'nda öne çıkan bazı ekonomik kuruluşların olduğunu da yeri gelmişken ifade etmemiz lazım. Şanghay İşbirliği Örgütü, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu, Avrasya Ekonomik Topluluğu, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği, Asya Kalkınma Bankası, Asya İşbirliği Teşkilatı Diyaloğu, Güney Asya Bölgesel İşbirliği Örgütü gibi küresel ticaret açısından son derece önem arz eden kuruluşlar Asya merkezli olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Dünyanın enerji ve güvenliğini dolayısıyla da istikrarını etkileyen potansiyel rezerv ve gelişmelerin kaynağında da yine Asya Kıtası'nın bulunduğuna da dikkat çekmemiz gerekiyor. Bunu, özellikle de böylesi bir küresel dönem içerisinde bulunuyorken ifade etmemizin anlam ve önemi büyük, hele ki bugün Gazi Meclisimizde Asya'yı ilgilendiren böylesine önemli gördüğümüz bir anlaşmayı konuşurken değerlendirebilmek de anlamlıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, özellikle de Dışişleri Bakanlığımız, gerçekleştirmiş olduğu son büyükelçiler konferansında yine Dışişleri Bakanımızın ifadeleriyle Asya'ya yönelik bundan sonraki dönem açısından iki önemli girişimde bulunacağını ifade etmiştir. Bunlardan birinin de yeniden Asya girişimiyle ilan olunan bir amaç ve stratejiler bütününü kapsadığı anlaşılıyor ve burada da yine Türkiye'nin Avrupa ve Asya arasındaki birleştirici konumu pekiştirilirken sürdürülebilir kalkınmamıza ve bilgi toplumu olarak ilerleyişimize de katkıda bulunmayı hedeflediği ifade ediliyor. Bu, son derece yerindedir çünkü gerek nüfus itibarıyla gerek ekonomik veriler itibarıyla gerekse biraz önce ifade ettiğimiz ekonomik, güvenlik konuları başta olmak üzere diğer alanlarda da Asya Kıtası, hemen her ülke açısından küresel siyaseti yönlendirici, aynı zamanda ülkelerin sadece kendi toprakları içerisinde olmayıp bölgesel siyasetleri de dikkate alındığında istikrarlarını tesis etmeleri anlamında, küresel barışın korunması anlamında da büyük anlam ve önem kazanıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte tam da bu noktada Asya Kıtası'nı konuşmuşken Gazi Meclisimizin dikkatini Türk dünyasına çekmek istiyorum. Türk dünyası ülkeleri, sahip olduğu yaklaşık 167 milyonluk nüfusu, 6 milyon 373 bin 613 kilometrekarelik yüz ölçümü, 1 milyar 107 milyonluk gayrisafi yurt içi hasılası, 267 milyarlık toplam ihracatı ve 302 milyar 480 milyonluk toplam ithalat, ihracatıyla hakikaten küresel seviyede önem arz eden bir bölge.
Yine, Türk dünyası ülkeleri, Asya Kıtası'nın nüfusunun yüzde 3,7'sini oluştururken gayrisafi yurt içi hasılasının da yüzde 1,286'sına sahiptir. Dünyanın siyasi, enerji, güvenlik ve ekonomik istikrar ve kontrolünü etkileyebilecek, hatta kontrol edebilecek jeopolitik ve jeostratejik bir alanını Türk dünyası ülkeleri kontrol etmektedir. Gerek Asya gerek küresel ölçekteki siyasetimiz açısından, Türk dünyası ülkeleriyle geliştirilecek ilişki, büyük öneme, hatta merkezî bir etkiye sahiptir.
Bu anlamda da hiç şüphe yok ki geliştirilecek ortak stratejilere odaklanılmasının faydası büyüktür. Türkiye de bu anlamda, Türk dünyasını merkeze alacak bir Asya stratejisini benimsemelidir. Özellikle Türk dünyası ülkeleriyle ortak üretim, ortak pazar, ortak güvenlik ve en önemlisi de ortak gelecek stratejisi benimsenmelidir. Bugün baktığımızda, yine dost ve kardeş olduğumuz, dilimizin, inancımızın, kültürümüzün, tarihimizin bir olduğu Türk dünyası ülkeleri ile pek çok ülke, örneğin, vergisiz bir şekilde ticaret yapabilirken bizler ne yazık ki hâlâ bazı vergilendirmelere tabi tutularak bu ilişkilerimizi, özellikle de ekonomik ilişkilerimizi sürdürüyoruz. Temennimiz, Dışişleri Bakanlığımızın ilan ettiği yeni Asya açılımında bu konuların da dikkate alınmasıdır.
Ve böylesi bir gündemde Türk dünyasını konuşuyorsak devletimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün şu ifadelerine dikkatlerinizi çekmek istiyorum: "Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben göremesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacak. Dünya, sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı, bu köhne âleme yeni ufuklar açacak. Güneş ne demek, ufuk ne demek; işte o zaman görülecek. Hayatta yegâne varlığım ve servetim, Türk olarak doğmamdır. Bizim dini bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır: Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların, yani Türk dünyasının bize yakınlaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yakınlaşmamız gerekli."
Evet, Ulu Önder'imiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk böyle derken, "benim fikir babam" dediği millî şairlerimizden ve fikir dünyamızın kutup yıldızlarından olan Ziya Gökalp ise "Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan / Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan." haykırışıyla yüz yıl öncesinden belki de bugünlere sesleniyordu. İşte şimdi bu seslenişlerin, yüz yıl önceki bu ülkülerin hayata geçmesinin zamanı gelmiştir düşüncesindeyiz. Bizler bunun bir hayal olmadığının, Türk dünyasının birliğinin gerçeklik olduğunun ve beşeriyetin huzur ve refahının tesis edilebilmesi için mutlak bir gereklilik olduğunun inancındayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bundan sonraki bölümünde ülkemizin, bölgemizin ve hatta küresel siyasetin gündeminde olduğu gibi Suriye'de yaşanan son dönemki gelişmelere dikkatinizi çekmek istiyorum. 2011 yılında başlayan iç savaşın hemen sonrasında ülkemiz, bu krizden en fazla etkilenen ülke oldu. Mevcut verilere baktığımızda yaklaşık 4 milyon Suriyeli kardeşimizi misafir ediyoruz ve hakikaten de Türkiye bu anlamdaki insani dış politikasıyla hem tarihî geleneklerine yakışır bir pozisyon almıştır hem de bununla beraber gelecek noktasında da örnek bir vasfı sürdürmektedir. Ancak elbette ki bizim de kendimize yetebilecek imkân ve potansiyelimiz var ve bunun da gelinen aşamada hakikaten sınırlarına varmış buluyoruz.
İşte böylesi bir dönemde Suriyeli sığınmacıların, Suriyeli kardeşlerimizin, ülkelerinde yaşanan iç savaş bitirildikten sonra sağ salim bir şekilde kendi topraklarına, kendi vatanlarına dönmeleri temennimizdir. Bununla beraber hem Suriyeli sığınmacılar, Suriyeli kardeşlerimiz hem de Irak'tan olsun Afganistan'dan olsun, ülkemize gelerek burada misafir konumunda bulunan bazı kardeşlerimiz mevcut. Milliyetçi Hareket Partisi böylesi bir dönemde, Sınırı Aşan Göçler Komisyonu Raporu'yla, AR-GE merkezimizin hazırlamış olduğu bir çalışmayla bunu hem Türk kamuoyu hem uluslararası kamuoyuyla paylaşmış; sınırı aşan göçlerin tarihsel etkileri, bugünkü yaratmış olduğu etkiler ve gelecek noktasında yaratabileceği olası sorun ve problemlerle alakalı çalışmalarını sürdürmüştür ve ifade ettiğim gibi, bunu da zaten hem ülkemiz kamuoyuyla hem de uluslararası kamuoyuyla paylaşmıştır. Yeri gelmişken bunu yüce Meclisimizin dikkatine sunmak istedim.
Tabii, Suriye'de böylesine sancılı bir süreç yaşanırken ülkemiz, iki önemli askerî harekât icra ederek hem sahada hem diplomasi alanında önemli kazanımlar elde etti. Fırat Kalkanı Harekâtı ve Zeytin Dalı Harekâtı sonrasında, bu bölgelerin terörden arındırılmasının akabinde aynı bölgelere Türkiye'de yaşayan, sayıları 300 binin üzerinde olan Suriyeli kardeşlerimiz geri döndü ve Suriye'de yine aynı bölgelerde hayatın normalleşmesi tesis edildi. Dikkatinizi çekmek istiyorum, Suriye iç savaşına, Suriye krizine pek çok ülke taraf oldu ancak Türkiye gibi, gerek IŞİD'le mücadele gerek PKK/PYD terör örgütüyle mücadele gerekse diğer terör örgütleriyle mücadele anlamında, hayatın normalleşmesini tesis edip bu anlamda istikrarlı bir yapıya Suriye'deki belirli ve sınırlı bir bölge olsa da Suriyeli kardeşlerimizi kavuşturan ülke, sadece Türkiye oldu; bunun altının çizilmesi gerekiyor.
İşte böylesi bir dönemde, Ankara'da, geride bıraktığımız haftalarda önemli bir zirve gerçekleştirildi. Sayın Cumhurbaşkanımız, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin katılımıyla gerçekleşen toplantıda Suriye'de anayasa yapım sürecine geçişin altının çizilmesi ve bununla alakalı hazırlıkların tamamlandığının ifade edilmesi gerçekten anlamlıdır. Çünkü bu zamana kadar Birleşmiş Milletler bünyesinde süregelen Cenevre merkezli çalışmalar, Astana süreci hayata geçirilene kadar netice alamamıştı. Şimdi baktığımızdaysa, yine Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin ifadelerine göre Suriye'de artık Anayasa Komitesi oluşturulmuş ve çalışmalarına başlayacak duruma gelmiştir. Böylesi bir dönemde de, işin açıkçası, rejimin de Birleşmiş Milletlere başvurarak PKK/PYD terör örgütünün kullandığı paravan örgüt olan SDG'yi "terör örgütü" olarak tanımlamasını da kaydettiğimizi ifade etmek lazım.
Yine, Amerika Birleşik Devletleri'yle Fırat'ın doğusuna yönelik olarak icra edilen müşterek faaliyetler ise gelinen aşamada, baktığımızda, Türkiye'nin beklentilerini karşılamamaktadır. Menbic konusunda Türkiye'ye verilen taahhütler tutulmamıştır. Ve Sayın Genel Başkanımızın da daha evvel defaatle ifade ettiği gibi, Fırat Nehri'nin doğu yakasında kalan alanlarda da Türkiye'yi oyaladıklarına dair şüphe ve endişeler kuvvetlidir; bu şüphelerin de zaten neden kuvvetlendiğine dair gerçeklikler hepimizin karşısında bulunmaktadır.
Yine, Sayın Genel Başkanımız, Suriye'de 30-35 kilometre derinlikte kurulacak bir güvenli bölgeyle yalnızca Türkiye'nin değil, bölgenin de güvenliğe kavuşturulacağını ifade etmişlerdir ve "Bu güvenli bölge PKK/PYD terör örgütünün güvenliğini değil, Türkiye'nin güvenliğini muhafaza etmelidir." çağrısıyla devletimizin özellikle 21'inci yüzyıldaki başlangıç noktasındaki ve yine bölgesel istikrar ve barışa katkı sağlama anlamındaki hassasiyetlerimiz ifade edilmiştir.
Ve Sayın Cumhurbaşkanımızın gerek Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki son derece önemli, değerli ve tarihî konuşması gerekse yine dün Mecliste yapmış oldukları yeni yasama yılı açılışındaki konuşmalarıyla kendi hassasiyet ve kararlılığımızı kendimizin sağlamasının zamanının geldiği bir kez daha tüm dünya kamuoyuna ilan olunmuştur. Mazlumların gözyaşlarını dindirmek, onları terör belasından kurtarmak, kendi topraklarına huzur içinde dönmelerini sağlamak, bölgesel karanlık tertipleri yerle yeksan etmek için Türk'ün kudretinin bir gece ansızın zulmün kalbine saplanmasının zamanının geldiğini düşünüyoruz; inşallah da Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu kararlılığı gerçekleşecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeri gelmişken, böylesi bir dönemde özellikle Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve -altını çizerek ifade etmek isterim- demografik yapısının korunmasının son derece hayati olduğunun ifade edilmesi lazım çünkü iç savaş sebebiyle gerek rejimin gerekse PKK/PYD terör örgütünün gerekse IŞİD terör örgütünün mezalimleri yüzünden çok sayıda Suriyeli, yerlerinden yurtlarından edildi. Ancak bugün özellikle ve altını çizerek ifade etmek istiyorum, Suriye'de PKK/PYD terör örgütünün kontrol ettiği sahalarda "müttefik" dediğimiz veyahut müttefiklik ilişkileri içerisinde bulunduğumuz iddia edilen ülkelerin desteğiyle demografik yapı değiştirilmiştir. Dolayısıyla Türkiye'yi gelinen aşamada nüfus mühendisliğiyle suçlamak, Amerika Birleşik Devletleri ve daha dün bazı yakışıksız ve kabul edemeyeceğimiz beyanatlarda bulunan Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un tezlerine sarılmak anlamını taşır. Bu anlamda iç savaşın yaratmış olduğu hem tarihî hem sosyolojik yaraların ve sorunların neler olduğuna hassasiyetle yaklaşılması lazımdır. Suriye'de var olan yerleşim birimlerinde iç savaş öncesinde bu toprakların sahipleri kimlerse onlar geri dönmelidir.
Türkiye, böylesi bir dönemde nüfus mühendisliği yapmıyor, aksine hak sahiplerine haklarını teslim edip kendi topraklarında huzurla yaşayacak gayretler içerisinde bulunuyor. Suriye'de nüfus mühendisliği yapan PKK/PYD ve onu destekleyen ülkeler olmuştur. Çok sayıda Türkmen ve Arap kardeşlerimiz ve hatta PKK/PYD'yi desteklemeyen Kürt kardeşlerimiz yerlerinden edilmiş, buralarda hem Suriye'nin hem de Irak'ın çeşitli yerlerinden PKK/PYD terör örgütüne tabi unsurlar yerleştirilmiştir.
Bu anlamda da inşallah Suriye'de Birleşmiş Milletler gözetiminde kurulacak olan Anayasa Komisyonunun ve siyasi sürece geçiş çabalarının bir an evvel netice vermesi de beklentilerimiz arasındadır. Böylelikle Suriye'de normalleşmenin tesis edilmesiyle beraber ülkemizde bulunan, misafir hâlde bulunan Suriyeli kardeşlerimiz huzur içinde topraklarına dönebilsinler.
İkincisi: PKK/PYD terör örgütünün gerek ülkemiz gerekse bölgemize yaratmış olduğu bu tehdit, istikrarı ve barışı doğrudan etkileyen bu tehdit ortadan kaldırılmış olsun ve yine bölgemize dışarıdan dayatılan sınır çizme girişimleri de yine Türkiye'nin girişimleriyle engellenmiş olsun.
Sözlerimi burada bitirirken Gazi Meclisimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)