GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 2/10/2018 tarihli ve 1198 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2019 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/879) münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:3
Tarih:08.10.2019

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 25/4/2013 tarihli ve 2100 (2013) sayılı Kararı'yla Mali'de Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu -bir başka adıyla MINUSMA- ve 10/4/2014 tarihli ve 2149 sayılı Kararı'yla Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu yani MINUSCA kurulmuştur. Mali ve Orta Afrika'ya asker gönderilmesinin bu kapsamda bir yıl daha uzatılmasına dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresiyle alakalı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afrika Kıtası yaklaşık 30 milyon kilometrekarelik toplam alanıyla dünya yüz ölçümünün yüzde 6'sını, kara alanlarınınsa yüzde 24'ünü kapsamaktadır. 1 milyar 200 milyonu aşan nüfusuyla dünyanın toplam nüfusunun yüzde 16,6'sını yani bir başka deyişle yüzde 17'sini Afrika Kıtası kendi bünyesinde barındırmaktadır.

Tabii, Afrika Kıtası bizim millî tarihimizde de önemli ve stratejik alanlardan biri olarak kabul edilegelmiştir. Bu kıtayla olan ilişkimiz yalnızca Osmanlı Devleti zamanında olmamış, daha da evveliyatına gidildiğinde Tolunoğulları, İhşidiler, Eyyubiler ve Memlükler gibi Türk devletleriyle tarihsel bir arka plana baktığımızda 950'li yıllardan bu yana süregelmiştir. Üstelik Türk milleti bu kıtada kurduğu çok sayıda devletle Asya ve Avrupa'da olduğu gibi, tarihin yok sayamayacağı büyük ve önemli işler başarmıştır.

Yine Afrika'da derin izler bıraktığımızı ve bu izleri bugün dahi Afrika'nın pek çok bölgesinde görmemizin mümkün olduğunu ifade etmemiz gerekir. Dolayısıyla Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinde Afrika asla görmezden gelinmemiş, yok sayılmamış, tam tersine, adalet, barış, huzur, istikrar ve refahın tesis edildiği, kader birlikteliği yaptığımız bir coğrafya olarak görülmüştür.

Yavuz Sultan Selim Han'ın Mısır seferiyle birlikte Türk hâkimiyetine girmeye başlayan Afrika, ilerleyen yıllarda bölgede görevlendirilen Özdemir Paşa'nın başarılı faaliyetleri sayesinde önemi giderek artan bir hâle gelmiştir ve Afrika Kıtası'nda Türk hâkimiyetinin tesis edilmesiyle Akdeniz ve Hint Okyanusu'nun emniyeti sağlanmış, aynı şekilde kutsal topraklarımız da bu emniyetin, bu huzurun güvenini tatmıştır.

Küresel ticaret Osmanlı Dönemi'nde Afrika Kıtası'ndaki etkinliğimizin sağlanmasıyla büyük ölçüde bizim etki alanımıza ve kontrolümüze girmiştir. Aynı dönemde bölgenin imar sürecinin hızlı şekilde işlemesi Afrika'nın potansiyelini daha da artırmıştır ki bugün dahi Afrika'daki pek çok ülkeye gittiğiniz takdirde ne kadar geri kalmış olduklarını görürseniz görün orada mutlaka bir Türk eserinin, bir Türk mimarisinin hâlâ ayakta olduğunu görürsünüz.

Tabii, Türk milletinin himayesinde Afrika Kıtası'nda kurulan... Afrika Kıtası da kurulmuş olan dünya nizamı ve sulhu içerisinde yaşamış, devletin tebaası olan diğerleri gibi burada yaşayanlar da herhangi bir endişeye sahip olmadan huzur ve güven ikliminden nasibini almışlardır. Afrika'daki dört yüz yıla yaklaşan hâkimiyetimiz ve hâlâ buralarda ecdadımızın hayırla anılıyor oluşu bunun en bariz göstergesidir.

Bütün bu gelişmeler 19'uncu yüzyıla kadar süregelse de Orta Doğu gibi Afrika'nın da elimizden çıkması ne yazık ki bölgedeki sömürgeye dayalı eylemlerin artmasına sebep olmuştur. Başkaları bu güzide kıtaya gelirken misyonerlik faaliyeti altında, kendi inançları çerçevesinde İncillerini getirmiş ancak insanları köleleştirip kaynaklarını sömürerek geri dönmüşlerdir. Bugünün demokrasi ve insan hakları havarileri kesilen, dünyanın en demokratik ülkeleri olarak gösterilen kimi çevreler, yine en büyük günahlarını da Afrika'da işlemişlerdir. İnsanlık suçunun her çeşidinden türevi burada Batılı emperyalistler tarafından uygulanmış, Afrika'nın dört bir yanına yayılmıştır. Zenginlikleri sömürülen ve köleleştirilen Afrikalılar olmuş, kaynakları kullanarak zenginleşenler ise sömürü düzeninin vahşi temsilcileri olarak tarihe not edilmiştir. Bugün gelinen noktada ise Afrika Kıtası'nın ne derecede büyük öneme sahip olduğu hemen her ülke tarafından anlaşılmaya başlanılmıştır. Çünkü önemli sayıda ve rezerve sahip olan, bakir olarak nitelendirilebilecek kaynakları, yer altı zenginlikleri, dünyanın diğer bölgelerine göre yüksek seyredeceği değerlendirilen nüfus artışı ve potansiyeli, önemli küresel ulaşım güzergâhlarına olan yakınlığı sebebiyle Afrika Kıtası öne çıkmaktadır. Bununla birlikte, yine güvenlik ve istikrar noktasında hiç şüphe yok ki ciddi sorunlar baş göstermiştir.

Afrika'nın genelinde var olan zenginlik, terör örgütleri ve iç savaşlar vasıtasıyla yönlendirilmeye çalışılmaktadır. El Kaide, Boko Haram, DEAŞ veyahut bir başka adıyla IŞİD gibi terör örgütlerinin bu çerçevede sahaya birinci aktör olarak sunulmuş olmaları malumdur ki yine Afrika Kıtası'nda yaşanan istikrarsızlığın ana sebeplerinden ve gözle görülen yüzlerinden bir tanesi de bu terör örgütleri eliyle yayılmaya çalışılmaktadır.

Bugünlerde yine aynı terör örgütlerine baktığımızda, bu terör örgütleri vasıtasıyla yüce dinimiz İslam'ı bir ve beraber gösterme gibi karanlık bir amacın da haksızlığın ve hadsizliğin de olduğunu hep beraber takip ediyoruz. Ancak ne yazık ki Afrika'da Hristiyan olduğunu açıkça söyleyen gruplarca düzenlenen terör eylemleri ise ne hikmetse gündeme getirilmemektedir. Buradaki amacımız bir haksızlık yapmak değildir ancak öyle görülüyor ki terörizmin dininin olmadığı kabulünün dünya kamuoyu tarafından yapılması elzemdir ve gereklidir.

Terörizm konusu gündeme geldiğinde kabul edilen bir başka gerçeklik ise terör faaliyetlerinin artık sadece doğduğu coğrafyalarla sınırlı kalmadığı, zira gelişen şartlar sebebiyle çok çabuk ve bir çırpıda diğer yakın bölgelere ve hatta küresel seviyeye yayılabildiği hususudur. Bu anlamda Afrika'nın istikrar ve güvenliğinin tesis edilmesi yalnızca bu bölgenin bir sorunu değil, dünyanın geri kalanının da sorumluluğudur.

Tabii, bununla beraber, Afrika'da giderek büyüyen yatırım olanakları pek çok fırsatı beraberinde bulundururken karşılıklı saygı temelinde yürütülecek iş birlikleri ülkemizin ekonomisine de hiç şüphe yok ki katkı sağlayacaktır. Hâlihazırda Afrika'da yatırım yapan çok sayıdaki Türk şirketinin varlığı kıtadaki istikrar ortamının artmasına paralel olarak diğer ülkelerle geliştirilecek iş birlikleri sayesinde yükselebilecektir. Bugün çok sayıdaki Afrika ülkesi kalkınma hamlesini hayata geçirebilmek isterken Türkiye'nin kıtada bulunan ülkelerle yapacağı iş birliği önümüzdeki yüzyılda erişmeyi arzuladığımız değerlere büyük bir ivme kazandırabilecektir. Dahası, bizim ve Afrika'daki diğer ülkelerin iş birliği haricinde geliştirebileceği güçlü mekanizmalara dayalı iş birliği sayesinde de hem ülkemizin ekonomik ve diplomasi anlamındaki potansiyelinin gelişmesine katkı sağlanabilecek hem de Afrika'daki diğer olanaklardan ve imkânlardan yine Afrikalıların kendileri de yararlanabilecektir.

Bununla birlikte, Afrika Kıtası'nın genelinde diplomatik misyon sayımızın son dönemlerde giderek artması bu coğrafyayla ilişkilerimizin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Bizler bu sebepten dolayı, hem tarihsel gerçekler hem de bugünün gerçekleri münasebetiyle Afrika'ya sırtımızı dönemeyiz, uzak görüp eylemsiz kalamayız. Çünkü 21'inci yüzyıldaki küresel rekabetin yaşanacağı ve hangi coğrafyada bulunursa bulunsun ülkelerin kaderinin şekilleneceği ana alanlardan bir tanesi Afrika'dır. Giderek çok kutuplu hâle geldiği tescil ve tespit edilen dünyada artık gelişen teknolojinin ve erişim şartlarının evrimiyle birlikte rekabet alanları da fazlalaşmaktadır. Güvenlik, istikrar ve millî menfaat konuları sadece her ülkenin kendi sınırlarından yahut yakın çevresinden başlayan bir kalıpta değil, çok daha geniş bir kapsamda ele alınmaktadır. Sonuç olarak, ayağı yere sağlam basan stratejik bir bakış açısıyla Afrika konusunu bütüncül olarak değerlendirmek elzemdir.

Başta tarihî ve kültürel bağlarımız olan Kuzey Afrika ülkeleri olmak üzere, tüm Afrika ülkeleriyle diplomatik, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler geliştirilmeli ve derinleştirilmelidir. Bu ilişkiler uzun vadede Türkiye'yi küresel bir güç hâline getirme hedefimizin, tüm kıtalarda güvenilir dostluklar kurma vizyonumuzun ve çok boyutlu, aynı zamanda insani bir dış politika izleme anlayışının somut göstergesi olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde çok sayıdaki ülkenin Afrika'da varlık gösterme girişimleri ve sebepleri akıllardan çıkarılmamalıdır. Bu ülkeler, başta altyapı yatırımları olmak üzere, Afrika ülkeleriyle siyasi ve ekonomik iş birliklerini geliştirirken şimdiden kendilerine yeni pazarlar oluşturmanın arayışındadır. Aynı ülkelerin Afrika'da yine sayıları giderek artan seviyede askerî üs kurma girişimlerinin ne anlama geldiği şimdiden doğru idrak edilmelidir. Dünyanın gözü çoktandır Afrika'dadır, ayağı da Afrika'ya basmaya başlamıştır. Özellikle Afrika Kıtası'nın kuzey, doğu ve güney bölgesinde yer alan kıyı şeridinin stratejik değeri Türkiye tarafından doğru değerlendirilmelidir.

Bununla birlikte, FETÖ terör örgütünün özellikle 15 Temmuz 2016'dan itibaren etki alanını artırmaya çalıştığı yerlerden birinin de Afrika olduğu malumumuzdur. FETÖ'yle mücadele çerçevesinde sergilenecek uluslararası çabalarda Afrika'nın yok sayılamayacağı, görmezlikten gelinemeyeceği gerçeği karşımızda durmaktadır. Türkiye'nin güvenliğinin mevcut şartlar itibarıyla neden Afrika'yı da içerisine aldığının bir başka göstergesi de budur. Dolayısıyla, Ankara merkezli küresel bakış açımız ve hedefimizde Afrika'nın sahip olduğu yerin anlam ve öneminin büyük olduğunun bilinmesi gerekir. Bu çerçevede Afrika'nın barış ve istikrarına katkı sağlayacak çabalarda ülkemizin yer alması küresel hedeflerimiz açısından oldukça değerlidir. İkincisi: Bu durum, saygın bir iş birliği tesisiyle birlikte, yine dış politikamızın başarılı bir şekilde uygulanması noktasında diğer ülkelere vereceği, hayata geçirilmiş açık bir cevap anlamını da taşıyacaktır. Bu kapsamda, ilgili tezkereye Milliyetçi Hareket Partisi olarak destek verdiğimizi yeri gelmişken ifade etmek isterim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiç şüphe yok ki Afrika'yı konuşuyorken yani Türkiye'den uzak coğrafyaları konuşuyorken dünyanın içerisinde bulunduğu şartlar sebebiyle her ülkenin ki özellikle de üstünlük mücadelesine giren ve bölgesel seviyede birbiriyle rekabet seviyesini artırmış olan ülkelerin geliştirmeye başladığı, uygulamaya koyduğu strateji ve politikalarının önemli gördüğümüz bir alanına da dikkatinizi çekmek istiyorum. Değişen küresel koşullar yaklaşık son on yıl içerisinde neredeyse tüm ülkelerin güvenlikle ilgili algılama ve politikalarının da revize edilmesine neden olmuştur. Mevcut durumda Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Çin ve Rusya gibi ülkelere ilave olarak çok sayıdaki ülkenin, bölgesel ve küresel çıkarları için yeni koşulların getirdiği zorluklarla baş etmeye çalışırlarken kendi menfaatlerini koruyup geliştirebilmek adına diğer ülkelerle girdikleri rekabetten de yine kendileri adına başarılı olarak çıkabilmek için uğraş verdiği ortadadır. Çok yönlü çıkar çatışmasına ilave olarak terörizm gibi ortak tehdit algılamalarının da vuku bulduğu bu zaman diliminde göze çarpan en hassas konuysa su yolları ve denizlerin öneminin giderek artıyor olmasıdır. Sorunun denizlerle ilgili boyutu artık öylesine genişledi ki her ülke kendi kıta sahanlığı yahut münhasır ekonomik bölgesini korumak bir yana, ticaret malları ile enerji kaynaklarının taşınması konusunda da deniz yollarının giderek artan bir öneme sahip olması gelişen teknolojiyle beraber düşünüldüğünde yine her ülke açısından en hassas kabul edilen millî güvenlik meseleleri ve algılaması hâline geldi.

Yine, yakın zamanlara kadar yapılan pek çok akademik çalışmaya göre, deniz taşımacılığının hâlen dünyada en çok tercih edilen ulaşım şekli olduğuna vurgu yapılmakta, ülkelerin ticari rekabet gücünün uluslararası deniz ulaştırma sistemlerinden istifade edebilmesine bağlı olduğunun altı çizilmektedir. Küresel ticaret hacminin yüzde 80'inin, petrol taşımacılığının yüzde 60'ının ve doğal gaz taşımacılığının yine yüzde 25'inin deniz yoluyla yapılıyor olması bu alanın her ülke nazarında çıkarlarının daha çok çatıştığı bir zaman diliminde ne derecede büyük bir önem arz ettiği ortadadır.

Çok uzağa gitmeyelim, yakın bir zaman öncesine kadar Çin'in hâlihazırda alışılagelindik bir şekilde kullanmış olduğu Pasifik Okyanusu'ndan Malakka Boğazı üzerinden Hint Okyanusu ve Kızıldeniz'i aşarak Akdeniz ve Avrupa'ya ulaştığı ticaret güzergâhını değiştirerek Kuzey Buz Denizi'nden bir ticaret gemisini geride bıraktığımız aylarda Avrupa Kıtası'na göndermesi ve bunun bahse konu olan güzergâhtan günler, hatta haftalar mesabesinde değerlendirildiğinde daha kısa bir süre tutması burada bahse konu ettiğimiz hususun ne derece de büyük önem arz ettiğini yine karşımıza getirmektedir.

Türkiye gibi dünya enerji ve ticaretinin önemli bir kısmına erişim olanağı sunan Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının önemi önümüzdeki yıllarda daha da artacakken Karadeniz'le beraber özellikle de Doğu Akdeniz'de bulunan yeni petrol, doğal gaz kaynaklarının, ifade edildiği üzere, varlığı ve bu alanlardaki haklarımızın korunması açısından sağlıklı, tutarlı, caydırıcı ve sonuç alıcı bir politika izlememiz gerektiği sonucu karşımıza çıkıyor. Ayrıca, Afrika Kıtası'nın en uç noktalarından olan Somali'yle beraber, yine bir başka denizaşırı ülkede, Katar'da bulunan askerî üslerimizin varlığı, ismi anılan bu iki ülkeyle beraber yapılan anlaşmalar gereğince deniz yollarında gücümüzü artırma zorunluluğunu ve ihtiyacını bir kez daha karşımıza çıkarmaktır, hele ki aynı şekilde yenilerini kurmamızın muhtemel olduğu diğer askerî üsler de dikkate alındığında.

Küresel enerji taşımacılığı anlamında stratejik noktalarda bulunan Katar ve Somali gibi iki önemli ülkede askerî üslerimiz vasıtasıyla bulunmamız, mevcut durumdaki potansiyelimizi geliştirme gerekliliğini ortaya çıkarırken aynı çerçevede diğer ülkelerle rekabet edebilir kapsamlı bir politikanın uygulanması gerektiği de açıktır. Dolayısıyla, küresel rekabette deniz yollarının önemi her ülke açısından artık öncelikli bir mesele hâline gelmeye başlamıştır ve ülkemizin önündeki hedeflere erişebilmesi açısından bu alanda olan bitenleri dikkatle takip etme zorunluluğu bulunduğu gibi, kendi perspektifiyle geliştirip uygulamaya koyacağı millî bir stratejisinin de var olması mutlak suretle gereklidir.

Bütün bu gelişmeler beraber değerlendirildiğinde, ülkemizin donanma gücünü geliştirme faaliyetlerini artan bir ivmeyle sürdürmesinin yine ülkemiz açısından hayatiyet derecesinde önemli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Konu ve sorun sadece kendi deniz yetki alanlarımızda kendi sahamızı, bize ait olan münhasır ekonomik bölgeleri ve yer altı kaynaklarını, burada var olan haklarımızı müdafaa değildir; aksine, çok daha geniş bir perspektifle ele alınması gereken geniş ve daha büyük bir vizyonun yine ürünleri olmalıdır. Bu kapsamda da pek tabii donanmamızın imkân ve kabiliyeti, sadece kendi deniz alanlarımızın ve vatanımızın, mavi vatan hudutlarımızın korunmasıyla sınırlandırılmamalı, farklı bölgelerde ikili anlaşmalarla inşa ettiğimiz üslere hızlı, emniyetli ve kolay erişim çabaları da göz önünde bulundurulmalıdır. Dahası, dünyadaki hemen her ülkenin iddiasını artırmak istediği bir dönem içerisinde Türkiye de donanma potansiyelini geliştirirken kendi iddiasını en üst seviyeye yerleştirecek bir stratejiyi benimsemeli, tüm denizlerde var olabilecek ama tüm denizlerde icap ettiğinde var olabilecek imkân ve kabiliyete erişebilmelidir. Bu çerçevede, donanma gücü olarak askerî sahayı kapsadığı gibi ticaret malları ve bilhassa da enerji nakli konuları ile denizaltı sahalarındaki enerji arama ve tarama alanlarını da içerisine alan, geniş bir yelpazeyi oluşturan büyük bir politika ve strateji benimsenmelidir. Tarihin gerçekliğine bakıldığında, Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin hayat bulduğu her dönemde Türk milletinin kara gücüyle konuşlandırdığı stratejisini mutlaka deniz gücüyle birleştirip bütünleştirdikten sonra ortaya koyduğu küresel stratejisi sayesinde arzu ettiği başarıya ulaşmış olduğu gerçeği akıllardan çıkarılmamalıdır. Özellikle de gerek Kara Hâkimiyet Teorisi gerekse Deniz Hâkimiyet Teorisi alanında çok farklı senaryoların ve seçeneklerin konuşulduğu bir dönemde ülkemizin bu anlamda denizle alakalı faaliyet ve çabalarını artırması, bunların kapsamını genişletmesi hakikaten büyük önem taşıyor.

Tabii, yeri gelmişken ve sözlerimi de bitirirken bugün burada Meclis olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Irak ve Suriye'ye asker gönderilmesi konusunda kabul ettiğimiz tezkerenin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. İlgili bölgelerde harekâta başlayacak olan kahraman Mehmetçik'imize de üstün başarılar diliyorum ki aynı zamanda Cenab-ı Allah inşallah kendilerinden başarıyı, zaferi ve muzafferiyeti eksik eylemesin diyorum.

Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)