| Konu: | Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 4 |
| Tarih: | 09.10.2019 |
CHP GRUBU ADINA ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 105 sıra sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu kanun teklifine dayanak yapılan belge, Yargı Reformu Strateji Belgesi, gerekçede bu söyleniyor.
Şimdi, Yargı Reformu Strateji Belgesi'ne baktığımızda, büyük amaçlardan, büyük hedeflerden; işte yargının bağımsızlığının, tarafsızlığının pekişeceğinden, amaç, sürelerden vesaire bahsediliyor. Ama en önemli noktalardan biri de şu ki bundan önce AKP iktidarları döneminde, 2009 ve 2015 dönemlerinde birinci ve ikinci yargı reformu yapıldığı, bu paketin de bu ilk 2 yargı reformunun devamı niteliğinde olduğu söyleniyor.
Değerli arkadaşlar, bakın, 2009 yılında yapılan yargı reformu sonrasında Türkiye 2010 yılında bir Anayasa değişikliğine gitti ve bu Anayasa değişikliği sonrasında yargı bütünüyle FETÖ'nün eline geçti. Bunu bugün sadece bizler söylemiyoruz. Bugün cumhuriyet savcılarının yazdığı iddianamelerde, FETÖ'nün darbe yapacak güce nasıl eriştiği gerekçesi yazılırken anlatılıyor. Hâl böyleyken, hâlâ o gün yaptıklarınızı bugün sahiplenerek yola başlıyorsanız, buradan bir şey çıkmaz arkadaşlar, üzülerek bunu ifade edeyim. En azından "Biz yanlış yaptık, özür dileriz." deyin, insanların yüreğine bir su serpin, belki bundan sonra yapacağınız düzenlemelere insanların güveni gelir, birincisi bu.
İkincisi, yine aynı belgede, OHAL döneminde çıkartılan yasaların ölçülülük ve orantılılık ilkelerine uyularak kanun hükmünde kararname çıkarıldığından bahsediliyor. Şimdi, defalarca o zaman biz bunları söyledik. Siyaseten amacınıza ulaşmak için kullandınız bunları. Eyvallah, o da geldi geçti. Ama bugün bunu, bu belgeyi nasıl yazar, nasıl sahip çıkarsınız? Allah aşkına, terör örgütleriyle mücadele edeceğiz diye çıkarttığınız OHAL, sonrasında, evlilik programlarından arabaların cam filmine kadar, su altı adamlarının nasıl davranacağına kadar her türlü düzenleme KHK'yle gelmedi mi? Hangi orantılılıktan bahsedebiliriz?
Bir diğeri, bakın aynı belgede yine: Düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin AKP iktidarları döneminde kaldırıldığını söylüyorsunuz. Şimdi buna gerçekten sizler inanıyorsanız değerli arkadaşlar, inanın sizle aynı evrende yaşamıyoruz, yani aynı perspektifte bakmayı bırakın, aynı evrende yaşamıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu ben farklı iddia ederim, siz farklı bir şey söylersiniz. Ya, Türkiye'de ve dünyada yapılan tüm araştırmalarda ifade özgürlüğünde geri gidiyoruz. Siz bunu nasıl belgeye yazarsınız insanların aklıyla dalga geçer gibi?
Bakın, görüşülmekte olan kanun teklifi bir iddia barındırıyor değil mi? Türkiye'nin kanayan bir yarası var, o yara adalet yarası; işte bir türlü dinmeyen, gün geçtikçe de bütün vücut bütünlüğümüzü etkileyen yara, değil mi, bunu çözeceğiz? Ülkemizde birileri dışında -onları da hepimiz çok iyi biliyoruz- hemen herkes adalet arayışında. Muhalefet milletvekillerinden "tweet" attığı için gözaltına alınan gençlere, hukuksuzca işinden edilen ve masum olduğu ispatlanmasına rağmen görevine iade edilmeyen kadını, erkeği, genci, yaşlısı, ne yazık ki bitmeyen bir adalet arayışımız var. Bu durumun ulaştığı noktanın ciddiyetini en iyi anlatan yakın tarihteki olay Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıcdaroğlu'nun 432 kilometrelik mesafeyi yirmi beş günde yürüyerek dünyanın gündemine taşımasıdır. Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanını günlerce yürütecek kadar ciddi bir aşamaya gelen Türkiye'deki adaletin yokluğu ülkemizin yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. Bugün, adalet sistemimize de ekonomi sistemimize de eğitim sistemimize de kültür hayatımıza da hatta özel hayatımıza da karışan, her şeyi ben bilirim diye buyurgan bir anlayışa sahip olan bir tehdit dili tüm Türkiye'ye hâkim olmuş durumda. Emin olun arkadaşlar, dünya da ülkemiz de işte bu buyurgan dilden çok çekiyor. Ne zaman ki dünyanın bir yerinde bir karmaşa var, çatışma var, savaş yaşanıyorsa istisnasız orada her şeyi bilen bir bilen var. Bunun en yakın örneği, daha iki gün önce ülkemizi tehdit eden Amerika Başkanı Trump, tehdidini savururken, o hadsizliği yaparken kendini aynen şöyle tarif etmekten geri kalmadı: "Benim büyük, emsalsiz bilgeliğim." İşte, bu yaklaşım, dünyayı uçuruma sürüklemekte. Oysa "Gerçek ve değerli olan ne?" dersek; gerçek ve değerli olan, karşıdaki tarafından sınanabilen, karşıdakinin düşüncesine önem veren, ortaklaşabilen, birlikte üretebilen bilgilidir. Ne yazık ki sizin iktidarınızın on yedi yıllık döneminde iç siyasetten dış siyasete, her şeyde o "Ben bilirim."ci anlayışınız devam ediyor ve bunun ceremesini de hep birlikte çekiyoruz. Ben dört yıldır bu Parlamentodayım, ortak aklın arandığı hiçbir dönemi hatırlamıyorum, neredeyse hiçbir yerde böyle bir şey görmedik biz. Ve yargıya ilişkin güvenin yerlerde süründüğü, yüzde 20'lere kadar düşen bir ortamda âdeta kendin çal, kendin oyna anlayışı devam ediyor.
Değerli arkadaşlar, bakın, parlamentolar, ulusal meclisler demokratik ülkelerde iki temel özellik taşır. Bunlardan ilki, toplumsal dokudaki farklılıkları ortak bir potada eritebilmek; ikincisi de toplumsal hayata yönelik düzenlemelerin bilimsel temelde teknik niteliği yüksek bir şekilde hazırlanmasına olanak sağlamaktır. Şimdi, biz bütün bu imkânlardan mahrum bir şekilde yasaları çıkarıyoruz, o nedenle de ülkemizdeki yargıya ilişkin sorunlar bitmiyor.
AKP iktidarında uzunca bir süre Meclis kanun fabrikası gibi çalıştırıldı, binlerce kanun yapıldı. Öyle ki bir konuda bir kanun yaptınız, çok kısa bir süre sonra yine onu siz değiştirdiniz; ötekini de siz getirmiştiniz, sonrakini de siz değiştirdiniz. Ama iki temel konuda çıkan kanun kadar bu Mecliste kanun çıkmadı. Bunlardan birincisi, Türk Ceza Kanunu'yla ilgili değişiklikler; ikincisi de Kamu İhale Yasası. Neredeyse her yıl ortalama 15 olmak üzere, iktidarınız süresince Kamu İhale Kanunu 200 kez değişti. Kamu İhale Kanunu 200 kez neden değişir değerli arkadaşlar? Bakın, birinde hedef ne biliyor musunuz? Birinde kendinize bağlı bir yargı düzeni oluşturmak ve bu oluşturduğunuz yargı düzeniyle de kendi muhaliflerinizi sindirmek, baskılamak, iktidarınızı egemen kılmak, diğeriyle de kendinize yandaş müteahhitleri zengin etmek, rant sağlamaktır. Bu kadar açıktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Bugün Türkiye'de biz yargısallaşan bir siyaset anlayışıyla karşı karşıyayız. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının tehditlerle, tazminat davalarıyla susturulmaya çalışılmasına kadar, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerini, parti meclisi üyelerini, il başkanlarını sindirmeye yönelik kararlar bizleri asla yolumuzdan döndürmeyecektir. Sözcü gazetesi, Cumhuriyet gazetesi yazarları ve çalışanlarına yönelik davalar FETÖ soruşturmalarını sulandırmak ve aynı zamanda basına verilen bir gözdağından öte gitmeyecektir. Diğer tüm kumpas davaları gibi bu kumpas davaları da çökecektir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, İnfaz Kanunu'na ilişkin tekliflerin muhakkak Parlamentoda bir an önce görüşülüp karara varılması lazım. İnsanların hayalleriyle, umutlarıyla kimsenin oynamaya hakkı yok. Kabul edilir ya da edilmez. Tüm Türkiye bilmelidir ki bu konuda infaz düzenlemesi nettir, ortaya çıkacak düzenlemeleriyle bütün tereddütler giderilmelidir. Bu beklenti içinde vatandaşımızı yaşatmaya hakkımız yok. Dolayısıyla bu teklifleri kim vermiş olursa versin öncelikli olarak bu çatı altında görüşülüp karara bağlanması lazım.
Bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum değerli arkadaşlar. Bakın, bugün Türkiye'de yanlış politikalarınız sonucunda ciddi bir ekonomik kriz var. Sizin uyguladığınız yanlış politikalar sonucunda vatandaşlarımız iflas etti, esnaflar kepenk kapattı. Yüzbinlerce insan çok güç durumda, on binlercesi de çeklerini ödeyemedikleri için bugün cezaevlerinde. Kimisi 10 bin lira, kimisi 20 bin lira, kimisi 30 bin lira, bunları karşılayamadı, ödeyemedi.
Peki, değerli arkadaşlar -bunu özellikle vatan, millet, Sakarya edebiyatı yapıp ülkesini, vatanını, milletini düşünmeyenlere söylüyorum, özellikle onlara söylüyorum- Türkiye Varlık Fonu'ndan eski parayla 1 katrilyon 670 trilyon parayı İstanbul Finans Projesi'ne verirken, yandaş müteahhidi kurtarmaya çalışırken milletin hâlini hiç düşünmediniz mi? Bu milletin hâli ne olacak? Parasını ödeyemeyen insanlar cezaevine gidecek, siz kendi yandaşlarınızı kurtarmak için milyarlarca lirayı götürüp vereceksiniz. Bunun neresinde adalet var? (CHP sıralarından alkışlar) Kim inanır bu şekilde çıkardığınız yasaların adil olduğuna?
Avukatlara pasaport verilmesi: Bakın, değerli milletvekilleri, biz hukuk alanında birçok eksiklik olduğunu biliyoruz. Belki de bir İçişleri Komisyonundan geçecek Pasaport Kanunu'nda yapılacak bir düzenlemenin yargı reformunun ilk maddesi olarak gelmesi işte o "makyaj" dediğimiz, "gerçeği saklama" dediğimiz hususun en büyük göstergesidir. Bu pekâlâ yapılabilecek bir düzenleme. Biz bunu desteklediğimizi Komisyonda ifade ettik, hatta önerge verdik, on beş yıllık olan süre on yıla düşsün dedik. Ama bir gerçek daha var, bugün Türkiye'de avukatlık yapanlar bilir, bir avukatın vize alması zaten problemli değil, bu vizeleri alıyor. Hatta yeşil pasaport verdiğinizde Amerika, Kanada, İngiltere gibi ülkeler zaten "Yine git, vize al." diyor, onu da tanımıyorlar. Dolayısıyla bunu yargı reformunun ilk maddesi olarak getirip insanlara alkışlatmanız kimsenin gözünden kaçmıyor. İnsanların gözünü boyamaya çalışıyorsunuz.
Hukuk mesleğine giriş sınavı: Biz burada bir standart olması taraftarıyız. İnsanların kazanılmış haklarına halel getirmeden her türlü düzenleme yapılabilir yeter ki meslekteki kalite artsın. Şimdi, özellikle OHAL KHK'leriyle ilgili bizim yargı sistemimizde, mevzuatımızda yapılan bir tahribat var. Bu tahribatın bir an önce önlenmesi lazım. Anayasa'mızda yazmışız, Türkiye'de yargılama yetkisi bağımsız mahkemelere aittir. Mahkemeler de millet adına karar verir. Mahkemelerin verdiği kararın üstüne hiçbir komisyonun bir üst mahkeme sıfatı yoktur. Eğer bir mahkeme herhangi bir şekilde hakkında kovuşturma açılmış, soruşturma açılmış, takipsizlik verilmiş ya da herhangi bir işlem yapılmadan ihraç edilmiş insanların, herhangi bir şekilde mahkûmiyeti yoksa, bunların hepsi bir an evvel aynı pozisyonlarına, haklarına gelmelidir. Hukuk devleti bunun gereğidir. Biz gerek Anayasa'mızda gerek mevzuatımızda gerek altına imza attığımız uluslararası sözleşmelerde bu taahhütlerimizi koyduk ortaya. Yarın öbür gün sizin bu hatalarınız yüzünden bu ülke milyonlarca, belki yüzlerce milyon, belki milyarlarca tazminatlarla karşılaşacak. Dolayısıyla, bu hatadan dönün, bu meseleyi daha fazla uzatmanın anlamı yok.
Yine, teklifte gelen, Adalet Akademisinin kurulması: Komisyonda dedik ki: Bakın, biz buna itiraz etmiyoruz. Daha önce de Adalet Akademisi kurdunuz ama FETÖ'cüler teslim aldı, sonra gittiniz onu kapattınız. Şimdi, Adalet Akademisi kurulsun ama Allah aşkına bu sefer tarikatlara teslim etmeyin. (CHP sıralarından alkışlar) Artık Türkiye'de tarikatlar üzerinden bir kadrolaşma dönemi son bulsun.
Terörle Mücadele Yasası'nın 7'nci maddesinin ikinci fıkrasına bir ibare ekleniyor, deniyor ki: Eleştiri ve ifade kapsamında olan, düşünce açıklama kapsamında olan, haber verme niteliği taşıyanlar suç olmaz. Şimdi, bu madde niye yazılıyor buraya biliyor musunuz? Yazılmasın demiyorum ama biz defaatle kürsüye sürekli çıktık, dedik ki: Kardeşim, bu kanun kullanılarak insanlar mağdur ediliyor, sizler de geldiniz burada yapılanları savundunuz. Hâlbuki Türk Ceza Kanunu'nun ayrı ayrı birçok maddesinde zaten burada yazdığınız yazıyor, düşünce açıklamak suç değil zaten, eleştirmek suç değil, haber vermek de suç değil. Buraya yazıyorsunuz çünkü görüyorsunuz ki öyle bir uygulama metodu gelişti ki kontrolden çıktı, gelene gidene yanlış ceza veriliyor, istinaf vasıtasıyla da onanıyor, yüksek yargı bile görmüyor.
Şimdi, burada bir olumlu gelişme var, bu ve benzeri bazı hassas suçlarla ilgili temyiz yolunun açılması önemli bir adım. Ama büyük resmi düzeltmeden bunlar bir şey ifade etmez.
Bazı detaylar söyleyebiliriz, anlatabiliriz ancak değerli arkadaşlar, gerçek konu şu, gerçeğe gelmek lazım: Şimdi, Türkiye'de yargının tarafsız ve bağımsızlığını belgelere yazarak asla sağlayamazsınız. Pratikte öyle olması lazım. Şu anda Türkiye'de yargı bağımsız falan değil, bu bir gerçek. Bir bağımlılık ilişkisi yaratıldı. Dünyada ve Türkiye'de de böyledir, Anayasa tarihimizde, geçmişimizde de böyledir. Anayasacılık devlet iktidarının hukukla sınırlandırılması ve bu suretle siyasal iktidarların keyfî yönetiminin önlenmesi amaçlanmıştır. Anayasacılığın temeli budur. Bir insanın nüfus cüzdanı neyse o ülkenin kimliği de anayasasıdır. Dolayısıyla toplumsal mutabakatın en üst kademesi sistemin temel dayanağıdır çünkü biz niye bazı suçlarla ilgili Anayasa ihlalini en ağır suç olarak Ceza Kanunu'nda belirtmişiz? Bu, en büyük sözleşme, Anayasa'ya sadakat. Her birimizin ayrı ayrı bu kürsüye gelip Anayasa'ya sadık kalacağımıza, namusumuz ve şerefimiz üzerine ant içtiğimiz bir ortamda...
Bakın, Anayasa'nın giriş kısmından, başlangıç metninden bir bölümü burada müsaadenizle okuyacağım: Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel nitelikleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası çerçevesinde belirtilmiştir. Anayasa'mızın başlangıç metninde Türkiye Cumhuriyeti devletinin vasıflarına yer verilerek millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu, bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun bu Anayasa'da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı, kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği olduğu ve bu üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlerle Türkiye Cumhuriyeti'nin çevresindeki monarşi, totaliter ve teokratik yönetimlerden ayrılarak kalkınmış çağdaş ülkeler kategorisine yükselmesi amaçlanmıştır.
Değerli arkadaşlar, şimdi, Anayasa'da Cumhurbaşkanının tarafsızlığının kaldırılması, parlamenter sistemden Türk tipi başkanlık modeline geçilmesi yani bütün bir Anayasa'dan sadece bazı kanun maddelerini değiştirerek o Anayasa'nın ruhuna aykırı iş yapılması, denetim mekanizmalarının kısıtlanması, yüksek yargı başta olmak üzere devletin tüm kurumlarına bir kişinin atama yapabilmesini öngören söz konusu değişiklikler 16 Nisan referandumu sonrasında ülkedeki bütün anayasal sistemi ve ona bağlı kanunları sıkıntılı bir hâle getirmiştir. Birçok işlem yürürlüktedir ancak meşruluğu tartışmalı durumdadır.
Değerli arkadaşlar, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerine yapılacak en akıllı iş mevcut Hâkimler ve Savcılar Kurulu ve Anayasa Mahkemesi üye seçimini değiştirip demokratik, çoğulcu bir yapıya kavuşturmaktır. Bir siyasi partinin genel başkanının Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin 12'sini atadığı, HSK'nin yarısını atadığı, yarısını da hâkim olduğu, çoğunluğu sağladığı Meclis eliyle atadığı bir ortamdan bağımsız bir yargı çıkarmamız mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi tamamlamadan evvel... Boğazı kesilerek öldürülen Emine Bulut cinayetinin yargılaması, biliyorsunuz, Kırıkkale'de başladı. Bu olay sırasında orada bulunan kişilerin müdahale etmeyip cep telefonuyla görüntü almasının birilerinin basit duyarsızlığı olarak değerlendirilmemesi gerekir; yaşanan durum toplumsal dayanışmamızın, mağdurun yanında olma tavrımızın, adalet duygumuzun yok sayılmasıdır.
Aynı şekilde, Emine Bulut cinayetinden on altı gün sonra Batman'da otogarda kan davası nedeniyle katledilen birini, Emniyet kuvvetleri dahi dokunmadan, herkesin kameraya çekmesi de bu durumun üzüntü verici bir örneğidir.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi bu Meclisin kurulmasında, bu ülkenin kurulmasında, bu vatanın bizlere armağan edilmesinde en büyük payı olan Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözüyle tamamlamak istiyorum: "Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet hâlinde varlığı kabul olunmaz."
Bu düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)