GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:11
Tarih:30.10.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi kırk sekiz yıl sonra değiştirilmek üzere Meclisimizin Genel Kuruluna gelmiştir. Bu durum, üç tarafı denizlerle çevrili olan ve 8.333 kilometre kıyısı olan ülkemizde su ürünlerine dair yasama çalışmalarımızın eksikliğini gösteriyor.

Su ürünleri, günlük yaşantımızda tükettiğimiz gıda içinde genetiğiyle oynanmamış, doğal ve sağlıklı gıda ürünleri arasında ilk sırada yer alıyor ancak ülkemizde 2000 yılında kişi başına düşen yıllık balık tüketim miktarı 8 kilogram iken 2017'de 5,5 kilograma gerilemiştir. Balık popülasyonunun korunmasında ve kaçak avcılığın engellenmesinde ruhsata el koymanın ve para cezalarının yeterli olmadığı görülmektedir. Caydırıcılığın yeterli olmaması yasak ve kontrolsüz avlanmanın önünü açmış, denizlerdeki su ürünleri çeşitliliği azalmıştır. Orman Kanunu'nda uygulanan kamu alanında izinsiz ağaç kesimlerinde verilen hapis cezaları gibi caydırıcı cezalar bu kanun teklifinde de yer bulmalıydı çünkü denizlerimiz de en az ormanlarımız kadar kıymetli ve önemlidir.

Türkiye'yi çevreleyen denizlerde avlanan balık türü sayısı 100 civarında olup bu sayı her geçen gün azalmaktadır. Ülkemiz denizlerinden en verimlisi olan, avcılık yoluyla yapılan balık üretimimizin yaklaşık yüzde 70'ini karşılayan Karadeniz'de geçmişte 26 ekonomik balık türü avlanırken bugün bu sayı 6 türe kadar inmiştir. Denizlerimizde son otuz yılda gözlenen biyolojik çeşitlilik kayıpları, yabancı türlerin girişinden, aşırı ve yasa dışı avcılıktan, kirlilikten, habitat tahribinden, iklimsel salınımlardan, su rejimine yapılan müdahalelerden kaynaklanmaktadır. Aşırı ve yasa dışı avcılık denizlerimizde birçok türde görülmektedir. Bu durum, balık stoklarımızın yıpranmasına ve azalmasına vesile olmaktadır. Marmara Denizi'nde ve diğer denizlerimizin bazı bölgelerinde trol avcılığı yasak olmasına rağmen bu avcılık şekli de kaçak olarak devam etmektedir. Balıkçılarımızın çeşitli yasaklara karşı yaptığı ihlaller maalesef yetkili otoritelerce yeterince kontrol edilememektedir.

Türkiye'nin balıkçılık politikası sürdürülebilir değildir. Balıkçılık biliminde sürdürülebilirlik, bir sonraki dönemde de avlanabilecek balık olmasını sağlayabilmek için bugün avlanan balık miktarının belli bir düzeyde tutularak stokların doğru yönetilmesidir. Sürdürülebilir balıkçılık yalnız ekonomik değil, ekolojik ve sosyal içeriği olan da bir ifadedir.

Ülkemizde balık stoklarını tehdit eden bir diğer önemli etken ise denizlerimizin ve iç sularımızın kirlenmesidir. Kentsel ve endüstriyel atık suların denize deşarjı, kıyı yapılaşmaları, tarım arazilerinden ve kentlerden yüzey akışıyla taşınan kirleticiler, katı atıklar ve denizlerde hidrokarbon arama faaliyetleri denizlerimizin kirlenmesine neden teşkil etmektedir. Kirlilik ve aşırı avcılık, Karadeniz'de mersin balığının neslinin tükenmesine, hamsi başta olmak üzere diğer ekonomik balık türlerinin stoklarının azalmasına neden olmuştur. Yine, denizlerimizde uskumru ve kılıç balığının neredeyse yok olmasında, mezgit ve levrek başta olmak üzere pek çok balık türünün azalmasında en önemli etken aşırı avcılık ve kirliliktir.

Kanun ve değişiklik getiren taslak, balıkçılık yönetimi için ülkemizin de kabul ettiği ekosistem temelli yaklaşım esasından uzaktır. Yararlandığımız türlerin içinde bulunduğu ortamın yönetimine, ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bir düzenleme de getirmemektedir. 2002 yılından itibaren Avrupa Birliği ilişkilerinde sağlanan ilerlemeler genelinde tavsiye edilen, eğitimi verilen, taslakları hazırlanmış ve hâlen Bakanlık raflarında duran balıkçılık yönetim planlarının hazırlanması ve devreye sokulması konusunda hiçbir ifade yer almamaktadır. Her tür veya her deniz için farklı balıkçılık yönetim planlarına da ihtiyaç duyulmaktadır. Sadece ticari öneme sahip türlere odaklanarak balıkçılığın ilerlemesi sağlanamaz. Ekosistemde yer alan -avlansın avlanmasın, korunsun korunmasın- bütün türler birbirleriyle ilişki hâlindedirler. Bu ilişkiyi korumak için, zemini taradıkları sırada zeminde yaşayan bitkisel ve hayvansal dip canlılarına zarar veren yöntemlerin de yasaklanması gerekmektedir.

Ekosistem dengesini öngören ve uzmanların denetim ve gözetiminde işlenmesi gereken bir anlayış yerine, kanun teklifinin 2'nci maddesinde gördüğümüz gibi, doğayı, çevreyi, kültürel yapıları tahrip edecek rant odaklı projelerin önünü açan kanun maddelerini kabul etmiyoruz.

2'nci maddede, deniz ve iç sularda veya bu yerlerden su alınarak karadaki su ürünleri yetiştiricilik bölgelerinin belirlenmesinde, tahsis edilecek ticari yapılarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ve Kültür ve Turizm Bakanlığının altmış gün içinde görüş bildirmemesi durumunda olumlu görüş alındığını varsaymak ve projeyi onaylamak art niyetli bir değişiklik talebidir. Bu teklif onaylanırsa ülkemizde kültür ve doğaya zarar verecek her proje, bakanlıklarda altmış gün sümen altı edildiği takdirde onaylanmış sayılacaktır. Yetiştiricilik bölgelerinin belirlenmesinde bakanlıkların altmış gün içinde izin vermesi bir zorunluluk hâline getirilmelidir. Türkiye'de balıkçılık kaynaklarını inceleyen, stoklar ve popülasyonlarla ilgili önemli verilerin toplanmasını sağlayan, sürdürülebilir balıkçılık için önemli çözüm önerileri sunan, çok önemli çalışmaları yapan ve bu konularda mühendisler yetiştiren deniz bilimleri, su ürünleri ve su bilimleri fakülteleri mevcuttur. Bu fakültelerde yetiştirilen balıkçılık teknolojisi mühendisi, su ürünleri mühendisi ve su bilimleri mühendislerinin sayısı bugün 15 bine ulaşmış durumdadır ancak bu mühendislerin büyük bir çoğunluğu işsiz ya da kendi mesleği dışında çalışmak durumunda kalmış insanlardır.

Kanun teklifinin 8'inci maddesiyle, su ürünleri kontrol görevlilerine yardımcı olarak "fahri su ürünleri görevlisi" adıyla yeni bir görev yetkisi getirilmektedir. Maddede belirtilen "fahri su ürünleri görevlisi" ibaresi tartışmaya açık bir ibaredir. Balıkçılık, su ürünleri alanında eğitim almış olanların dışında bu ibareyle yapılacak görevlendirmelerin çok yararlı olmayacağı da aşikârdır. Bu sebeple, fahri su ürünleri görevlisi yerine, alanında uzman, akademik mesleki bilgi almış su ürünleri mühendisi, su bilimleri mühendisi, balıkçılık teknolojisi mühendisi gibi dört yıllık ve dengi, hâlihazırda çok sayıda mezunu olan ancak işsiz durumdaki üniversite mezunlarına istihdam sağlanması da çok önemlidir. Dolayısıyla kanunun ilgili maddelerinde balıkçılık teknolojisi mühendisliği, su ürünleri mühendisliği ile su bilimleri ve mühendisliğine yer verilmesini talep ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti, 24 Haziran 2018'den itibaren resmî olarak Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş yapmış ve bugüne kadar on beş aydan fazla bir süreyi de bu sistemle geçirmiştir. Sistemin yol açacağı çarpıklıklar ve işlevsizliği üzerine yoğun eleştiriler yapılmasına rağmen geri adım atılmamış ve maalesef ve maatteessüf bugün tek adam rejimi gibi algılanan bu garabet rejim yürürlüğe girmiştir.

Sağlam bir ekonomi için olmazsa olmazlardan "hukukun üstünlüğü" "yargının bağımsızlığı" "kuvvetler ayrılığı" "kurumların bağımsızlığı" gibi kavramların zedelenecek olması dahi ekonomi çevrelerinde endişeyle karşılanmıştır. Nitekim 24 Hazirandan sonra özellikle iç siyasette yaşanan yozlaşma, hukuksuzluk ve kurumlar üzerindeki iktidar baskısı ile dış siyasetteki gelişmeler bir araya gelince ekonomik verilerin neredeyse tamamında önemli ölçüde bir gerileme yaşandığı gözlenmektedir.

Yabancı yatırımlara oldukça ihtiyaç duyan ekonomimiz açısından demokrasiden uzaklaşmanın etkileri son derece yıkıcı olmuştur. Yabancı ve yerli yatırımcının güven ortamı olmadan yatırım yapamadığı aşikârken bu güveni zedeleyecek hemen her etmenin meydana gelmesi, yeni sistemin henüz altı ay sonra ekonomik küçülmeyle karşılaşmasına sebep olmuştur.

Türkiye ekonomisi 2018'in son çeyreğinde yüzde 3 küçülmeyle karşı karşıya kalmıştır. Bunu 2019'un ilk çeyreğinde yüzde 2,6; ikinci çeyreğinde ise yüzde 1,5 oranında küçülme takip etmiş ve ekonomimiz resesyona girmiştir.

Geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Berat Albayrak tarafından açıklanan yeni ekonomi programında 2019 için beklenen büyüme oranımız yüzde 0,5 olarak açıklanmıştır. Bunun anlamı şudur: Yeni sistemin ilk yılında Türkiye ekonomisi yerinde saymaktan öteye gidemeyecektir.

Dolar kuru 4,73 seviyelerindeyken 2018 yaz sonunda tırmanışa geçmiş, bugün itibarıyla 5,76 seviyelerindedir. Döviz kurundaki bir yıllık artış yüzde 22 civarındadır. İthal girdili üretimimizin yaygın olması sebebiyle, özellikle imalat ve sanayi sektöründe firmalarımız ciddi bir ödeme sorunuyla karşı karşıya kalmış, konkordato ve iflas süreçleri başlamıştır. "Yeni sistemle beraber istikrar sağlanacak, üretim kanadı güçlenecek." denilirken henüz ilk aylardan itibaren üreticimiz iflasla burun buruna gelmiştir.

Mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranımız 2008 küresel krizindeki seviyelere yeniden ulaşmıştır. O dönemde küresel çapta meydana gelen kriz neticesinde işsizlik oranımız aniden yükselişe geçmiş ve daha sonra yine küresel boyutta oluşan iyimser ortamla birlikte tekrar tek haneli rakamlara dönmüştü. Bugün ise on yıl öncesinde olduğu gibi küresel bir kriz olmamasına rağmen işsizlik seviyemiz aynı oranlara yükselmiştir.

Çözüm reçetesinin olmazsa olmazlarından "demokrasi" ve "hukukun üstünlüğü" kavramlarını göz ardı ederek atılacak tüm adımlar arzulanan etkiyi göstermekten uzak kalacaktır. Ekonomimiz öngörülür olmaktan çıkmış, uluslararası piyasalar nezdinde güven kaybetmiştir. Kısacası, uçuşa geçeceğimizi dile getirdiğiniz bu yeni sistemle birlikte ekonomimiz tam anlamıyla yere çakılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır.

Tüm yetkilerin tek kişide toplandığı, "güçler ayrılığı" ilkesinin ortadan kalktığı, "hukukun üstünlüğü" ve "yargının bağımsızlığı" kavramlarının yok edildiği, bağımsız kurumlarımızın iktidarın emrine girdiği, demokrasinin rafa kaldırıldığı bu sistemle ekonomik kalkınma ve istikrar mümkün değildir. Ekonomi, güven ve öngörü ister. Yarın ne olacağı bir kişinin iki dudağı arasında iken ne yatırımcı ne işveren ne de ücretli çalışan kendini güvende hisseder. Böyle bir ortamda ne sağlıklı tüketim ne sağlıklı üretim ne de sağlıklı yatırım gerçekleştirilebilir.

Maalesef, siyasi irade on yedi yıllık iktidarında "ekonomik kalkınma" olgusunun manasını unutmuş ve kendini sayısal olarak büyütmeye motive etmiş, ancak onu da başaramamıştır. Bunun sonucu olarak, istenilen büyüme performansına ulaşılamadığı gibi eğitimde, sağlıkta, sosyal ve kültürel alanlarda, çevre sorunlarında dünya standartlarının gerisinde kalınmıştır.

İnsanoğlu var olduğundan beri çevreyle iç içe yaşamış ve ondan yararlanmıştır. Rant ve sermaye odaklı kontrolsüz üretim zamanla çevrenin tahrip olmasına neden olmuş, sonuçta doğa, insanların ihtiyaçlarına cevap veremez hâle gelmiştir. Günümüzde sağlıklı yaşanabilir çevre alanları azalmış, özellikle vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı kentlerde havamız, denizlerimiz ve toprağımız ciddi oranda niteliğini kaybetmiştir.

Reel sektörün ve sanayinin her zaman ekonomik gelişmenin temel itici gücü olduğuna inanan bir siyasi partiyiz ancak ekonomik kalkınmanın mutlak surette insani, ahlaki ve vicdani yönlerini de dikkate almak mecburiyetindeyiz. Salt tüketime dayalı, sınırsız, fütursuz ve yozlaşmış bir ekonomik büyüme modeli, telafisi mümkün olmayan çevre tahribatına da sebep olmaktadır. Dolayısıyla bir yandan ekonomik büyüme hedeflerimizi gerçekleştirirken diğer yandan Türkiye'nin kültürel ve kentsel mirasını koruyacak tedbirleri de geliştirmek mecburiyetindeyiz.

Bu kanun teklifinin bütünü hakkında hazır söz almışken ekonominin gerçeklerini de heyetinizle paylaşmak istedim. Su Ürünleri Kanunu'nda değişiklik istenen maddeler üzerinde milletvekili arkadaşlarımız İYİ PARTİ'nin görüş ve kanaatlerini paylaşmaya devam edecektir.

Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum efendim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)