| Konu: | Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 31.10.2019 |
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 106 sıra sayılı Su Ürünleri Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Teklifi'nin 9'uncu maddesi üzerine söz aldım. Aslında, daha önce de söyledim, bu "Madde üzerine söz aldım." lafı genel geçer bir laf, böyle bir yöntem yok, temel yasa olmadığı için, işte bir tane önerge veriyoruz ki madde üzerine konuşabilelim veya genel olarak fikirlerimizi beyan edelim.
Şimdi, teklifin 9'uncu maddesi şu başlığı taşıyor: "El konulan su ürünleri ve istihsal vasıtaları." Keşke daha anlaşılır olması için "istihsal vasıtaları" yerine "üretim araçları" kavramını kullansak. Emin olun, Meclis çatısı altında bulunan 600 milletvekilinin önemli bir bölümü "istihsal vasıtaları" deyince bunun "üretim araçları" anlamına gelmediğini çok iyi biliyor. Dolayısıyla böyle ayrıntılara önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, yeni Türkçe, Osmanlıca tartışması açısından söylemiyorum fakat yasa metinlerinin anlaşılır olması hepimiz açısından büyük önem taşımaktadır.
Madde metninde hekimliğe dair bir eksiklik, bir yanlış düzenleme vardı, sanırım teklif sahipleri buna ilişkin de bir öneri getirecekler. Dolayısıyla teklifte bazı meslek gruplarına yer verilmemesi dışında 9'uncu maddede genel bir sorun yok, umarım bazı sorunları çözecektir.
Ben, biraz önceki konuşmamda ifade ettiğim gibi, bir başka konuya değinmek istiyorum, "terör" ve "terörizm" kavramıyla ilgili. Bu "terör" kavramının olur olmaz biçimde kullanılması gerçekten büyük bir sorun. Daha önce de söyledim, bizim ülkemize ait değil bu sorun elbette; devletler ve yönetimler her tür muhalefeti susturmanın aracı olarak "terör" kavramını kullanıyor. Bu, aynı zamanda, kavramın muğlaklaştırılması anlamına geliyor. Devlet politikalarına karşı çıkan herkes "terörist" olarak lanse ediliyor ya da terör örgütü propagandasıyla suçlanıyor. Örnekse: Bir gün PYD yöneticileriyle görüşüyor bu devletin en üst düzey yöneticileri, diğer gün PYD'ye, YPG'ye "terör örgütü" diyor. Bir gün, IŞİD'e karşı savaşan YPG'liler -bakın, çok önemli bir şey- bu ülkenin devlet hastanelerinde tedavi edildi ve bunların tedavi giderlerinin tamamı bu ülkenin bütçesinden karşılandı; Ankara'da, Antep'te, Mardin'de YPG'liler tedavi edildi ve bütün giderleri Hazineden karşılandı.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Doğru.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Fakat şimdi, YPG'yi İngilizce okuyorsunuz "vay-pi-ci" oluyor ve "terörist" diyorsunuz.
Şimdi, biraz önce yine söylemiştim, bu terör meselesi... Bir milletvekili bunu biraz daha abarttı, ne dedi? "Çevreci teröristler." Durum şu: Statükoya, Hükûmetin politikalarına, şovenist, ırkçı ve başka kimlikleri yok sayan otoriter milliyetçiliğe karşı çıkan herkes "terörist" olarak damgalanabilir. Yani, terörizm bir fiil, bir eylem üzerinden tartışılmıyor; terörizm düşünceler üzerinden tartışılıyor. Bunu gerçekten tartışmaya da ihtiyacımız var. Bu muğlaklık ve bu egemen söylem mahkeme kararlarına da sirayet ediyor; düşüncesi nedeniyle binlerce kişi "terörist" olarak yargılanıyor ve cezalandırılıyor.
Şimdi, bu değişikliği bir örnekle daha iyi anlatmakta yarar var. 1991 tarihli 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası var. Kaç kez değişmiş olabilir; 10 kez, 20 kez, 30 kez, 40 kez? Tam 57 kez değişti Terörle Mücadele Yasası. "Terör" tanımı yasanın 1'inci maddesinde var; daha, önceki hafta değiştirdik. Ne yaptık biliyor musunuz? "Haber amaçlı düşünce açıklamaları suç değildir." diye bir şey ekledik "terör" tanımına. Şimdi, bu ne demek? Demek ki haber amaçlı düşünce açıklamalarından insanlar önceki haftaya kadar "terör propagandası" olarak yargılanmış, bu nedenle cezalandırılmış. Yoksa böyle bir değişikliğe neden ihtiyaç duyulsun? O yüzden, lütfen, düşüncelerine yanıt veremediğiniz muhaliflerinize "terör" "terörist" diyerek cevap vermeye çalışmayın; bunun çok tehlikeli sonuçları var. Siz söyleyince herhangi bir konuda düşüncelerinizi, mahkemeler diyor ki: "İfade özgürlüğü var." "Savaş bir halk sağlığı sorunudur." diyen hekimlere, barış için imza atan akademisyenlere... "Onların kanında banyo yapacağız." diyen mafya çetelerine de savcılar "Düşünceyi ifade özgürlüğü var." diyor. Peki, bu düşüncelerle hedef hâline getirilen kişiler ne oluyor? Siyasetçiler, akademisyenler ve meslek örgütü yöneticileri ise mahkûm ediliyor terör örgütü propagandası yapmaktan.
Karl Marx'ın bir sözü var -çok ünlü bir söz- "Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere." diye. Lütfen, bakın, çok samimi bir şekilde söylüyorum, kimlerle bir arada olduğunuza dikkat edin.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tiryaki, sözlerinizi tamamlayın.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Dikkat etmezseniz eğer, aslında öyle olmadığınızı düşündüğüm ve inandığım, ırkçı, faşist milliyetçiliğin içinde yok olup gidersiniz.
Son olarak şunu söyleyeyim: Gerçek yurtseverler, devrimciler, sosyalistler yalnız bugün değil geçmişte de vatan hainliğiyle suçlanıyordu ve bence buna en iyi yanıtı büyük şair Nazım Hikmet vermişti. Uzun uzun bu şiiri tekrar buradan okumayacağım, zamanım yetmiyor fakat şunu söyleyeyim: Türkiye'nin bir başka ülkenin topraklarına girerek başlattığı ve "işgal" dememizi istemediğiniz savaşa, harekâta -her neyse- karşı çıkmak ve halklar arasında barışı savunmak vatan hainliği ise, siz böyle söylemeye devam edin, bizler coğrafyamızda halkların kardeşliğini ve barışı savunmaya devam edeceğiz diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)