GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:13
Tarih:05.11.2019

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin ikinci bölümü üzerine partim Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve Genel Kurulun sevgili emekçilerini saygıyla selamlıyorum.

Ekolojik krizin deniz ekosistemi üzerindeki yıkıcı etkisi artık telafi edilemez noktalara ulaşmıştır. Dünyanın denizleri ve okyanusları plastik atıkların istilası altındadır. Yaşamın ve varlığımızın kaynağı olan suyun kirleniyor olması, aslında bizzat kendimizin de kirleniyor olması anlamına gelir. Deniz canlıları da ekosistemdeki kirlenme ve bozulmayla birlikte tükeniyor, oysa denizlerden elde edilen canlılarla insanlara her yıl 90 milyon ton gıda üretiliyor. Bu, balıkçılıkla geçinen 1 milyar insanın da bildiği yaşam biçiminin yavaş yavaş yok olması anlamına geliyor.

Teklif, tam olarak ülkenin şu andaki rejimine uygun bir şekilde hazırlanmış; su ürünleri alanındaki tüm yetkiler kooperatiflerin elinden alınarak Tarım ve Orman Bakanlığına devredilmiş. Devleti tek kişiyle yönetme aklınızın yansıması, su ürünleri alanında hazırlanan kanuna kadar sirayet etmiş. Kanun kapsamına giren alanlarda yetkilendirilmiş olan tek bir uzman kişi yoktur. Bu kanun teklifinin oluşturulmasında, diğer birçok kanun teklifinde olduğu gibi, muhatap kurum ve kişilerden yeterli görüş alınmadığı ve katkı istenmediği açıktır. Ekolojik krizin olumsuz etkisi ve endüstriyel balıkçılığın baskısı altındaki denizlerimizin ve balıkçılığımızın kurtuluş reçetesi, küçük ölçekli ve kooperatiflerde örgütlenmiş balıkçılığın desteklenmesidir.

Nehirler, deniz ekosistemi açısından besin yoğunlukları yüksek kaynaklardır. Denizleri besleyici rolü olan nehirlerin, derelerin üzerine HES yapıldığında deniz canlıları besinsiz kalmaktadır. Bu durum, deniz ekosistemini altüst etmektedir.

Balık avcılığındaki kabahat ve suçlarla ilgili denetlemelerde üniversitelerin su ürünleri fakültelerinden mezun olmuş yetkin, eğitimli personel kanunda dikkate alınmamaktadır. Hâlbuki meslek grubu belirtilmiş olsa, su ürünleri fakültelerinden mezun olan kişiler açıktan yetkilendirilmiş olsa en azından bu alandan mezun olmuş kişilere istihdam imkânı yaratılmış olur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öte yandan, cumhuriyetin 96'ncı kuruluş yıl dönümünde Cizre'ye kayyum atanması, şimdiye kadar 4,5 milyona yakın insanın iradesinin yok sayılarak 21 belediyenin gasbı ve birçok belediye eş başkanımızın tutuklanması cumhuriyeti demokratikleştirmenin zaruretini ortaya koymaktadır. Cizre Belediye Başkanının hem de Cumhuriyet Bayramı'nda görevden alınması bize şunu gösteriyor ki cumhuriyetin en kısa tanımı "Halkın kendi kendini yönetmesi." değilmiş; AKP iktidarı bu tanımı değiştirmiş, cumhuriyetin en kısa tanımı "Erdoğan iktidarında halkı kayyumların yönetmesi." olmuş.

Kayyum politikanızla halka yönelik tecrit uyguluyorsunuz. İktidarınıza destek verenleri millet iradesi olarak görüyorsunuz ama politikalarınıza karşı çıkanları, itiraz edenleri, eleştirenleri düşman ilan ediyorsunuz. Kayyum atamalarında insan haklarına yönelik bir darbe gerçekleştiriyorsunuz, kayyum politikanızla seçme ve seçilme hakkını yok ediyorsunuz. Utanmasanız "Bundan sonra bizim kazanmadığımız yerlerde seçim yapılmayacaktır." diyeceksiniz.

Neden kayyum atıyorsunuz? Çünkü çaresizsiniz. Neden kayyum atıyorsunuz? Çünkü siyasetsiz kalmışsınız. Neden kayyum atıyorsunuz? Çünkü korkuyorsunuz. Yönetemeyen bir iktidarla karşı karşıyayız ve korkuyorlar. Basın açıklamalarından korkuyorsunuz, insanların düşüncelerini ifade etmelerinden korkuyorsunuz, sosyal medyadan korkuyorsunuz. Bu korkuyla aslında bir bütün olarak ülkeyi açık bir cezaevine çevirmiş durumdasınız.

Kayyumlar korkuyor çünkü bizler HDP olarak toplumcu belediyecilik anlayışımızla, radikal demokrasi anlayışımızla halkın kaynaklarını halkla beraber yöneteceğimizi söylüyoruz. Sizler ise halkın kaynaklarını gasbeden, ranttan beslenen bir anlayışa sahipsiniz. İşte bu rantı kaybetmekten korkuyorsunuz ve bu yüzden de vesayet rejimini her yere yaymak istiyorsunuz.

Türkiye'de yönetimin adını değiştirdiniz -belki farkındasınız, belki değilsiniz- yönetimin adı artık "cumhuriyet" falan değil, yönetimin adı "kayyum" oldu. Belediyelerimize yönelik ikinci kez geliştirmiş olduğunuz kayyum uygulaması bunun açık kanıtıdır. Kadınların, gençlerin, bütün halkların ilmek ilmek dokudukları emeklerini gasbettiniz. Bugünler de geçecek; nasıl ki daha önceki kayyum uygulamanıza bu halk karşılık verdiyse, gereken cevabı verdiyse bu durumda da elbet size cevap verecektir; bu halk, iradesine sahip çıkacaktır.

Seçilmişseniz ve kayyumlara karşı sessiz kalıyorsanız bu utanç boynunuza asılmış bir belgedir. Kayyumlara karşı çıkmak en temel vatandaşlık görevidir. Bugün kayyumlara sessiz kalıyorsanız vatandaşlık hakkından feragat ediyorsunuz demektir, seçme ve seçilme hakkından feragat ediyorsunuz demektir. Hele hele sizler seçilmişlerseniz, sizler halkın temsilcileriyseniz; sizler belediye başkanı, meclis üyesi, muhtar veya milletvekiliyseniz ve bu kayyumlara sessiz kalıyorsanız bu utanç sizin boynunuza asılı kalmıştır. Kayyumlara sessiz kalmak, hangi partiden olursanız olun, aslında kendinizi inkâr etmek demektir; kendisini inkâr edenden de bu halka bir yarar gelmez. O yüzden, buradan hem Meclise hem tüm Türkiye'ye bir kez daha sesleniyorum: Gelin, bu kayyumlara son vermek için inisiyatif alalım.

Bizim belediyelerimize kayyum atıyorsunuz, kayyum atayamadığınız ve sizin yönetiminizde olmayan yerlerde ise yetkileri törpüleyerek üstü kapalı bir kayyum politikası uyguluyorsunuz. Bunun en iyi örneği, boğazların yönetiminin İstanbul Büyükşehir Belediyesinden alınıp Cumhurbaşkanına verilmek istenmesidir ve aynı şekilde, büyükşehir belediyelerindeki genel sekreterlerin ve genel müdürlerin de Cumhurbaşkanı tarafından atanacağını duyuyoruz.

Burada özellikle muhalefete seslenmek istiyorum: Bu politikalara hep birlikte karşı çıkmazsak bunun vebali sizler için de çok ağır olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başkaca ülkelerde "Savaşa hayır." demek sıradan bir olaydır ve herkes tarafından desteklenir, yürüyüşler düzenlenir; günümüz Türkiyesinde artık bu mümkün değil, "Savaşa hayır." demek suç sayılıyor. Bunu söylediğimiz zaman diyorsunuz ki: "Durum aynı değil." Yahu, her durum birbirine benzemek zorunda değil ama sonuçta silah var ama sonuçta kurşun sıkılıyor ve insanlar ölüyor. Bakın, Irak işgali döneminde İngiltere'de 1 milyon insan sokaklara çıktı ve o dönemki başbakanlarına "Yalancı." dedi. Daha bir başka örnek: Fransa'nın Cezayir işgali döneminde ünlü Fransız yazar Jean-Paul Sartre, Fransa'ya "işgalci" demekle kalmadı, aynı zamanda "katil Fransa" dedi ve bunun üzerine Sartre'ın cezalandırılmasını isteyen milliyetçilere o dönemin Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle'ün cevabı hepimiz için ibret verici olmalıdır. De Gaulle, o çevrelere "Sartre Fransa'nın vicdanıdır." cevabını veriyor. Bizdeyse bunları söylemek, böyle bir şey söylemek mümkün değil, günümüz Türkiyesinde artık bu mümkün değil

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar. Türkiye'nin sürekli dile getirdiği bir diğer önemli şey var: Türkiye'nin güvenli bölge istemesi. Bunun nedeni basit bir sınır güvenliği tehdidi değildir; Kürtlerin geniş bir coğrafyada, kendilerine ait özerk yönetim oluşturmasına katlanılamıyor. Siyasi iktidarın temel sorunu güvenlik değil, Kürtlerin kazanımlarını yok ederek yeni Suriye'nin inşasında siyasi statü elde etmesini önlemektir. Bu amaçla, bütün enerjisini ve imkânlarını ABD ve Rusya arasında tüketmekte ve Türkiye'yi dünya kamuoyu önünde IŞİD türevi çetelere hamilik yapan bir ülke konumuna düşürmektedir. İdlib'te çetelere hamilik, Rojava'da Kürtlere düşmanlık politikası, siyasi iktidarı Suriye iç savaşının sona ermesi ve siyasal çözüm sürecinin önünün açılmasının en büyük engellerinden birine dönüştürmüştür.

Sayın Başkan, bu politika, Suriye'de mültecilerin yaşam ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktır. Adına "güvenli bölge" denilen yerlerin ne kadar güvenli olduğu ortaya çıkmıştır. Demokratik Suriye Güçleri ve ABD'nin ortak operasyonuyla öldürülen IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi'nin aylardır bu güvenli bölgede barındığının açıklanmasıyla söz konusu bölgelerin ne kadar güvenilir olduğu da ortaya çıkmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - İktidarın mevcut politikasının Suriye iç savaşının derinleşmesine, Suriyeli mülteciler sorununun devasa boyutlara ulaşmasına, Kürt sorununun da 90'lı yılları aratacak yere sürüklenmesine, savaş ve yıkımlara neden olduğu aşikârdır.

"Son yıllarda siyasi iktidar buraya nasıl sürüklendi?" sorusunun yanıtı zor değil. Suriye politikasının ilk mimarlarından olan ve bugün kenarda oturtulan Davutoğlu ve iktidarınızın öngörüsüzlüklerinin sonucu bizi buralara kadar sürükledi.

Kürt meselesinde ortaya çıkan her çözüm önerisinin üzerine topla tüfekle gidiyorsunuz. Bırakın çözüm üretmeyi, Kürt meselesini daha da çözülemez, içinden çıkılamaz hâle getirdiniz. Daha önce sizi uyarmıştık, çözmezseniz Kürt sorunu küreselleşir demiştik; nitekim öyle de oldu. Şimdi bu küresel meselenin çözümüne siz katkı sağlamak yerine, ortaya çıkan her çözüm önerisinin üzerine topla tüfekle ve savaş çığırtkanlığıyla, ayrımcılıkla, nefretle gidiyorsunuz. Bu, böyle çözülmez. Biz diyoruz ki halklar, inançlar arasına nifak tohumları ekmeyin ve bu mutlak tecridi kaldırın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım, lütfen son bir...

BAŞKAN - Verdim, buyurun.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Tamam, teşekkür ederim.

Halkların üzerindeki tecrit kaldırılmalı, halkların düşüncelerini özgürce ifade etmesinin imkânı yaratılmalı. Müzakere, diyalog ve konuşma kültürünü oluşturmak zorundayız.

Türkiye halklarına karşı sorumluluğumuz gereği siyasi iktidarı bir kez daha uyarıyoruz: Başlattığınız savaş yıllarca sürse de dönüp dolaşacağınız yer yine demokratik siyasal çözüm olacaktır, olmak zorundadır. Yol yakınken başta Kürtler olmak üzere Türkiye halklarına ağır bedeller ödeten savaştan, şiddetten, halklar arası düşmanlığı körükleyen politikalardan vazgeçin. Washington'da, Moskova'da çözüm üretmenize gerek yok. Çözümün adresi bir adım ötenizdedir; İmralı'dadır, seçilmişlerdedir, belediye eş başkanlarındadır, milletvekillerindedir, Kürt halkının siyasi iradesini yansıtan siyasi partilerdedir. Aksi yaklaşımların tamamı çözümsüzlüktür, çıkmazdır ve bir bütün olarak ülkeye kurulmuş karanlık bir tuzaktan başka bir şey değildir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)