GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Dijital Hizmet Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:17
Tarih:13.11.2019

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 128 sıra sayılı Dijital Hizmet Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin birinci bölümü üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yasa teklifinin ilk 7 maddesiyle yeni bir vergi ihdas ediyorsunuz. Buna ilişkin mükellefleri ve sorumluları, muafiyet ve istisnaları, verginin matrah ve oranını, vergilendirmenin dönemi, beyanı, tarhı, ödenmesi ve güvenliğini düzenliyorsunuz. Evet, gerçekten de dijital hizmet sunan özellikle çok uluslu şirketler, yerleşik olmadıkları ülkelerde önemli bir fiziki varlıkları olmadan ticari faaliyette bulunuyor ve faaliyette oldukları ülkede kamu gelirlerine hiçbir katkı sunmuyorlar. Bu şirketlerin gelirleri oranında adil bir vergi vermeleri gerektiğine hiç kuşku yok. Bu konuda bir mevzuat eksikliği var. 7 maddelik bu düzenleme bu derde ne kadar derman olur, elbette bunu zaman gösterecek. Dolayısıyla dijital hizmet sunan çok uluslu şirketlerin gelirleri oranında adil bir vergi ödemelerine karşı değiliz ama asıl sorun şu: Yeni bir vergi ihdas ediyorsunuz ve bu vergi bütün dünyada tartışılıyor ancak kimse tam olarak, bu konuyu derli ve toplu olarak çözebilmiş değil. OECD'de de tartışılıyor, Avrupa ülkelerinde de tartışılıyor. Az evvel bir vekil arkadaşımız söyledi, yalnız Fransa gibi birkaç ülkede uygulamaya geçti. Bunun bir tek açıklaması var, yeterince tartışılmadan bu verginin getirilmesinin bir tek açıklaması var: Acilen yeni gelire ihtiyacınız var, gerisi teferruat, yeter ki yeni bir gelir elde edilsin.

Yine, Komisyonda arkadaşlarımızın üzerinde ısrarla durduğu bir konu var, o da Hükûmetin hasılat esaslı vergi konusunda ısrar etmesi. Evet, bunu siz bulmadınız, bundan önce de hasılat esaslı vergiler vardı fakat getirdiğiniz her düzenlemede kazanç üzerinden değil, hasılat üzerinden vergi almaya devam ediyorsunuz. Oysa herkes bilir ki bazı sektörlerde hasılat çok yüksek de olsa kazanç çok düşük olabilir, bazı sektörlerde hasılat çok düşük de olsa yüksek kazançlar elde edilebilir. Dolayısıyla hasılat üzerinden değil, kazanç üzerinden bir verginin adil olduğunu düşünüyoruz.

Teklifin 4'üncü maddesinde diyorsunuz ki: "Çok uluslu şirket dijital hizmetten Türkiye'de 20 milyon TL ve üzerinde hasılat elde ettiyse veya yurt dışında 750 milyon avro ve üzerinde gelir elde ettiyse vergilendirilecek". Bu hasılat eşiğini neye göre belirlediniz? Amaç, adını anmadan bazı şirketlerin hedef alınması mı; bu hasılat eşikleri belirlenirken sektörün dengeleri gözetildi mi, bunları bilmiyoruz.

Bir başka soru şu: Teklifin 5'inci maddesine göre vergi, hasılatın yüzde 7,5'u olacak. Ancak asıl sorun şu: Cumhurbaşkanlığı bunu yüzde 7,5'tan yüzde 1'e veya yüzde 7,5'tan 15'e kadar çıkarabilecek. Bu ne demek? 1 milyar avrodan 10 milyon avro da isteyebilir, 150 milyon avro da. 1 milyar avrodan 63 milyon TL de vergi alabilirsiniz, 952 milyon TL de. Böyle bir skala olmaz. Cumhurbaşkanlığına böyle bir yetki verilemez.

Yine, teklifin 7'nci maddeleriyle göre vergi yükümlülüğünü yerine getirmeyenlere sundukları dijital hizmetler bir vergi güvenliği olarak engellenebilecek. Buna da Maliye ve Hazine Bakanlığı karar verecek. Evet, bu da bir sansür sonucunu doğurabilir. Umarız böyle bir sonuç doğurmaz.

Teklifin 9 ve 10'uncu maddeleriyle yeni bir vergi daha ihdas ediyorsunuz, konaklama vergisi. Geçen hafta burada söylemiştim, üç, dört, beş yıldızlı otellerde kişi başı 18 TL'lik bir vergi öngörüyorsunuz. O arada otel fiyatlarının farkından bahsetmeyeceğim ama şunu söyleyeyim -Sayın Cumhurbaşkanı 3 çocuklu bir aileden bahsediyor, 3 çocuğu teşvik ediyor- 2 çocuklu bir aile için söyleyeyim: On gün tatil yaptıklarında 720 TL vergi verecek 4 kişilik bir aile.

Şimdi diyebilirsiniz ki bu vergiyi aileler vermeyecek. Kim verecek? Otel sahipleri verecek. Peki, otel sahipleri bunu yansıtmayacaklar mı? Elbette yansıtacaklar. 4 kişilik bir aile on günlük tatile gittiğinde bugünden sonra 720 TL vergi verecek.

Eğer bu konuda bir düzenleme yapmak istiyorsanız bence gözden geçirin. Neden? Çünkü turizm sektörü en önemli gelir kalemlerinden birisi ve Türkiye'nin cazip olmasının nedenlerinden birisi de otel fiyatlarının uygunluğu. Bu düzenleme geçerse Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilirsiniz.

Son olarak, bir şey daha yapıyorsunuz: Vergi diliminde 4'üncü bir dilim daha getiriyorsunuz. Bu, büyük iş insanlarını değil, inanın beyaz yakalıları vuracak. Yine geçen hafta söyledim, ülkemizin en zeki gençleri, en yetenekli gençleri ABD'ye, Avrupa'ya gidiyorlar. Yurt dışına gitmeyip işe atılmış olan bu gençleri, bu genç iş insanlarını bu değişiklikle emin olun yurt dışına göndermeye çalışıyorsunuz.

Şimdi, teklifin birinci bölümüyle ilgili olarak özetle söyleyeceklerim bunlar. Arkadaşlarımız ayrıntılı olarak bu konudaki fikirlerimizi sizlerle paylaşacak. Fakat sürem yettiğince birkaç konudaki görüşlerimi paylaşmak isterim. Özellikle yargılamalar konusunda büyük sorunlar yaşıyoruz, bu konuda görüşlerimi kısaca sizinle paylaşacağım. Şimdi, öteden beri yargı üzerine eleştiriler var. Hiçbir siyasi parti yoktur ki geçmişten bugüne kadar yargıyı eleştirmemiş olsun. Peki, bu eleştiriler sırasında en yaygın duyduğumuz söz ne? Öteden beri herkes yargının siyasallaşmasından bahseder. On yıl önce de, yirmi yıl önce de, otuz yıl önce de bu böyleydi; yargı siyasal kararlar veriyor. Doğru mu? Elbette doğru, yargı siyasal kararlar veriyor ama bence bugün başka bir sorun var, o da şu: Bir süredir, daha spesifik hâle getirelim, 2009 yılından beri bence yargının siyasallaşmasından değil, siyasetin yargı eliyle yürütülmesinden söz etmeliyiz. Ne demek bu? Yargı yürütmenin emrine o kadar girdi ki tarım müdürlüğü gibi, bayındırlık il müdürlüğü gibi, millî eğitim müdürlüğü gibi, sağlık müdürlüğü gibi... İnanın yargı organlarının bunlardan hiçbir farkı yok. Şimdi, bunun üzerine siz ne yaptınız? Bir de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, yargısal hiçbir karara dayanmadan binlerce savcı ve hâkimin görevine son verdiniz ve bunların yerine partili hâkim ve savcıları atadınız. Şu anda adliye koridorlarında yüzlerce partili hâkim ve savcı var. Evet, görevden alınan hâkim ve savcıların önemli bir bölümü, haksız ve hukuka aykırı bir şekilde atanmıştı. Evet, görevden aldığınız hâkim ve savcıların önemli bir bölümü haksız ve hukuka aykırı bir şekilde yükseltilmişti, buna kuşku yok. Ama bunların önemli bir bölümünü siz göreve aldınız ve neredeyse tamamını görevde siz yükselttiniz. Hatta Cumhurbaşkanımız tarafından zırhlı araç tahsis ettiniz bu hâkim ve savcılara. Yargısal hiçbir karar olmadan, disiplin hükümlerini bile işletmeden, savunma haklarını kısıtlayarak, yargı yolunu kapatarak bu hâkim ve savcıları OHAL KHK'leriyle ihraç ettikten sonra geri kalan hâkim ve savcıların kendilerini güvende hissederek bir karar vermeleri mümkün müydü? Elbette değil ve vermiyorlar. Partili Cumhurbaşkanı yetmedi, artık partili hâkim ve savcılarımız var.

"Barış istiyoruz." diyen akademisyenlere "Kanınızda yüzeceğiz." diyen bir mafya babasına bu hâkim ve savcılar ne dedi biliyor musunuz? "Düşünce ve ifade özgürlüğü hakkını kullanıyor." dedi. Ama öte yandan "Savaşa hayır, barış hemen şimdi." diyen gençleri, önceki hafta İstanbul'da 9 genci bu hâkim ve savcılar tutukladı.

Ana Muhalefet Partisi Liderine yumruk atan, sığınmak zorunda kaldığı evi taşlayan insanlara, herhâlde protesto hakkını kullanıyor diye düşünmüş olmalı ki, hiçbirisini tutuklamayan mahkemeler Cumhurbaşkanının bir düğüne katılacağı sırada konvoyunun geçişi sırasında, yolların kapatılması nedeniyle "Hepsi bir düğün için mi?" diyen avukat arkadaşımızı Cumhurbaşkanı polisleri ne yaptı? Yüzünü, ağzını dağıttı, yetmedi savcı tutuklamaya sevk etti. İşte, yargının durumu budur.

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Sevgili Selahattin Demirtaş'la ilgili haksızlık, hukuksuzluk diz boyu. Onlarca kez anlattık. Ben 3 tane şeyi söyleyeceğim. Mahkemeler -bakın, başka bir kavram bulamadığım için söylüyorum- Selahattin Başkanı, önceki dönem Eş Genel Başkanımızı tahliye etmemek için her taklayı attılar. AİHM'in tedbir kararını vereceğini anlayınca, bakın, her duruşmaya katılan Sevgili Eş Genel Başkanımız ve avukatları 1 kez katılmadılar, mazeret bildirdiler. O duruşmada ne oldu biliyor musunuz? Tahliye kararı verildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tiryaki, bağlayın sözlerinizi.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sayın Başkan, çok anlamlı konuşmalar yapıyor hatip bey; biraz uzun süre verirseniz yararlanmış oluruz biz de.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Topluyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Şimdi, ardından, AİHM'in kararı anlaşılınca birden, apar topar, bakın, bir konuşma nedeniyle, bir mahkeme, dört yıl sekiz ay hapis cezası verdi. Böyle bir örnek yok, propagandadan verilmiş böyle bir ceza yok. Çok kısa süre içerisinde de kesinleştirildi. Neden? Çünkü tahliye etmek zorunda kalacaktınız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararından sonra. Ne oldu sonra bir gece yarısı, biliyor musunuz büyük daireden önce? Bu kez şöyle bir şey oldu: Apar topar Selahattin Başkanı SEGBİS'e çağırdılar, avukatları arayıp "İfadeye çağırıyoruz." dediler ve gecenin bir yarısında, zaten yargılandığı bir dosyada, zaten tutuklu olduğu bir dosyada birden yeni bir tutuklama kararı daha verdiler, aynı dosyanın tıpatıp aynısı nedeniyle. Mahkemelerimiz ne yaptı, biliyor musunuz? Şapkadan tavşan çıkaramayınca tavşandan şapka çıkarmaya çalıştılar.

Şimdi, son olarak Ahmet Altan'la ilgili bir şey söylemek istiyorum Sayın Başkan, Sevgili Ahmet Altan'la ilgili.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Çok anlamlı konuşuyor. Biraz daha süre verin Başkan, çok anlamlı konuşmalar dinliyoruz şu anda.

BAŞKAN - Bağlayın sözlerinizi.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Çok keserek söylüyorum Sevgili Başkan.

Şimdi, Sevgili Ahmet Altan kısa bir süre önce yargılandığı İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edildi. Bakın, mahkeme hükümle beraber tahliye kararı verdi ve bu hükmü kurarken Yargıtayın kararı doğrultusunda karar verdi. Dolayısıyla hüküm mahkemesiyle aynı seviyede olan karar aşaması bitti. Ne olacak? Savcı itiraz etse bile aldığı cezadan daha ağır bir ceza alamayacak. Kim inceleyecek? İstinaf ve Yargıtay inceleyecek. Bakın, bir savcı buna istinafa, Yargıtaya giderek itiraz edebilir. Ne yaptı, biliyor musunuz? 27. Ağır Ceza Mahkemesine başvurdu, yeni atanmış, birkaç gün önce atanmış bir hâkim sanki özel olarak atanmış gibi çıktı, tutuklama kararı verdi. Oysa "Benim yetkim yok." demeliydi.

Hâkimlerimiz bir kez daha tavşandan şapka çıkarmayı başardılar diyorum, yargının durumu budur diyorum.

Hepinizi gecenin ilerleyen saatlerinde saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)