| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 06.12.2012 |
SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Her ne kadar aleyhteysek de? Çünkü genelde bu tür görev dağılımında konuşulmadığı noktalarda BDP'ye görev düşüyor çünkü bu Parlamentonun seçkinleri vardır, üç grubun. Özellikle iki muhalefet partisi diledikleri zaman söz alırlar. Eğer bize söz düşerse biz de işte çıkıp aleyhte ama lehte konuşacağız.
Doğru bir önergedir, derhâl bununla ilgili? Meclis bunu reddetmemelidir. Yani biz her gün büyük felaketlerle karşı karşıya kalıyoruz. Yani bu sel felaketlerinden daha önemlisi? Yani evet, bununla ilgili devlet bütün tedbirleri almalıdır ama doğal felaketlerde ne kadar tedbir alırsanız alın bazen istemediğiniz konularda, zaman zaman, doğanın o acımasızlığıyla da yüz yüze kalabiliyorsunuz.
Ama asıl önemli olan konulardan biri de doğal felaketlerden çok siyasal felaketlerdir. İşte onlardan birini bugünlerde Türkiye'de hep birlikte yaşıyoruz. Yani hiç gereği yokken, sorunların çözüm yeri Parlamentoda sorunlarımızı konuşmamız gerekirken gündemi saptırmak adına 1994'lerde yaşanan bir felaketi yeniden gündeme getirip yeniden Barış ve Demokrasi Partisinin milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak, onları sözüm ona "terbiye etmek" adı altında? "Bu Parlamento onları terbiye edecek cevabı verecek." bu sözler Sayın Başbakana ait.
Şimdi, ben de buradan sesleniyorum, eğer bu Parlamento gerçekten bir terbiye, adap, ahlaka sahipse ilk önce dönüp Roboski'nin hesabını verecektir. İlk önce dönüp? Aydın Erdem -üniversiteli bir genç kardeşimiz, yani bugün ölüm yıl dönümü, onu rahmetle anıyoruz- Diyarbakır'da -demokratik çözüm olsun, çatışmalar olmasın- polis tarafından katledildi ama bugün hâlâ bunun katilleri yok.
Bugünkü medyaya dönüp baktığınızda 24 Eylül 1996'da Diyarbakır Cezaevinde askerler ve gardiyanların saldırısına maruz kalan? Hani "İçeridekiler bizim namusumuzdur." diyorsunuz ya, "Onların can ve mal güvenliği bizden sorulur." Sizin namusunuzu içeride kirlettiler, öldürdüler ve bugün zaman aşımına uğradı; savcı katilleri kollayan, koruyan bir zaman aşımı.
Geçmişten bugüne kadar, eğer Parlamento had bildirecekse katillere had bildirmelidir. Parlamentoda bulunan ve bu sürecin barışçıl bir şekilde çözülmesini isteyen milletvekillerine had bildirmek? Kimsenin böyle bir haddi yoktur. Milletvekilleri halkın iradesiyle buraya geldiler.
Biz bu süreci geçmişte yaşadık. O süreci yaşatanlardan birinin bugün gazetelerde beyanatı var. O dönemin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanıydı; adı Nusret Demiral, aynen şöyle diyor: "Onlar Parlamentoda bulundukları dönemde -biz çünkü iki gün burada kaldık, iradeye dokunamazsınız- biz Parlamentoya şunu söyledik: `Bize teslim ederseniz edin, etmezseniz Parlamentoyu basıp alacağız.'" Bunu söyleyebilen bir savcı! 1994'lerde bu yaşandı. Hâlâ Sayın Başbakan çıkıp diyor ki: "94'le 2012 arasında çok uzun yıllar geçti." Eğer uzun yıllar geçmiş olsaydı bu savcı haddini bilerek? Bugün bu laflarının ona haddini bildirecekti bu Parlamento. Ve hâlâ tehdit ediyor bu savcı. Ve bizi alıp götürdüklerinde -aranızda yargıçlar var, aranızda hukukçular var- o tarihte bizi alıp götürdüklerinde delil yoktu. Bütün tutuklamalar delille başlar. Ama bizi alıp götürüp tutukladıklarında delil yoktu ortada. Bu başsavcı ve 4 savcı dâhil olmak üzere bize gelip birçok arkadaşın tutuklanmayacağını söylediler. Ama askerler talimat vermişti ve tutuklama ikinci gün tekrar gerçekleşti. "Tutuklama olmayacak." diyen savcılar, 125'ten, idamla tutuklama talebinde bulundular.
İşte o gün bizi alıp tutukladılar ve sonra ne yaptılar sayın vekiller? Alıp bizi götürdükten sonra savcılar bölgeye gittiler. Devletin helikopterleriyle delil yaratmaya çalıştılar. Bunu Sayın Başbakan da biliyor, sizler de biliyorsunuz. Ve bizi buradan alıp götürdüklerinde biz de aynen şöyle söyledik: "Olgunlaşmış bir fikrin önünde ne Parlamento durabilir ne de bir ordu durabilir. Biz gideceğiz. Belki acı dolu yıllar yaşacağız. Ama biz geldiğimizde, kaosa el kaldıranların hiçbiri burada olmayacak ama biz olacağız çünkü haklıyız, haklı bir davayı savunuyoruz, mağdur bir halkın hukukunu savunuyoruz." Ve bugün biz buradayız. O ellerini kaldıranlar, askerlerin talimatıyla hareket edenlerin hepsinin de tarihin çöplüğünde olduğunu hep birlikte görüyoruz.
Ben size dostça söylüyorum. Bu yol çıkmaz bir yoldur. Bu yol denenen bir yoldur. Bu mücadele yöntemleri yıllardır Kürtlere karşı acımasız bir şekilde uygulandı, hiçbiri sonuç almadı. Sonuç alacak tek şey mücadeleden müzakereye dönüşmektir. Kürtlerle oturup müzakere edeceksiniz. Sorunları çözeceksiniz. Yani son dönemlerdeki Sayın Başbakanın dili, çözüm dili değil. Dün dönüp soruyor, diyor ki: "Kürtler, yetmiyor, ne istiyorsunuz?" Bizimle emir kipleriyle konuşamazsınız! Biz sizinle eşitleşmek istiyoruz. Hak istiyoruz, hukuk istiyoruz, adalet istiyoruz. Sayın Başbakan kendi kimliği için ne istiyorsa ben de kendi kimliğim için aynı şeyleri istiyorum.
MEHMET CEMAL ÖZTAYLAN (Balıkesir) - Zaten var.
SIRRI SAKIK (Devamla) - Fazla bir şey istemiyoruz, bir arada yaşamak istiyoruz.
MEHMET CEMAL ÖZTAYLAN (Balıkesir) - Bizden daha iyisi var.
SIRRI SAKIK (Devamla) - Ve bakın, oradan bağırmayacaksınız. İki dönemdir daha bir gün bu kürsüye çıkıp konuşmadın çünkü konuşacak tek lafın yok senin. Orada sadece bağırırsın.
MEHMET CEMAL ÖZTAYLAN (Balıkesir) - Ne olacak? Konuşsam ne olacak?
SIRRI SAKIK (Devamla) - "Ne olacak, ne olacak?" Sadece bağırmanın dışında ne biliyorsun sen?
MEHMET CEMAL ÖZTAYLAN (Balıkesir) - Sana mı soracağım!
SIRRI SAKIK (Devamla) - Ve biz sevgili arkadaşlar, hiçbir dönem dokunulmazlık zırhına bürünerek bunları söylemedik. Geçmişten bugüne kadar bu zırha hiçbir dönem sarılmadık. Gelin, eğer siz dokunulmazlık zırhını kaldıracaksanız, komisyonlarda bulunan bütün dokunulmazlıkları kaldırın; hodri meydan! Dünyanın dört bir tarafında, bakın, özellikle dokunulmazlık zırhı kime karşıdır? İktidarlara karşı muhalefeti korumaktır ama ne yazık ki iktidar, muhalefeti susturmak istiyor. Biz sizin gibi düşünmek zorunda değiliz ama biz çözüm olarak Parlamentoyu gösteriyoruz, çözüm adresinin Parlamento olduğunu söylüyoruz. Söylediklerimiz size ters gelebilir, sizin de söyledikleriniz zaman zaman bize ters geliyor ama bunun yolu, yöntemi birbirimizi boğazlamak değil.
Veyahut da Sayın Başbakan çıkıyor, doğru olmayan şeyleri sizinle, kamuoyuyla paylaşıyor. Eş başkanımızın çıkıp, efendim, halkı silahlanmaya davet ettiğini söylüyor. Külliyen, doğru değil bunlar, hepsi yalan yanlış bilgiler. Çıkarın, getirin. Açlık grevinde de halkı bu şekilde manipüle etmeye çalıştınız. Ama bu eş başkanlarımızdan bir tek satır, bir tek söz, böyle bir şey duyulmamıştır ve eş başkanlarımız neyi söyleyeceklerini, neyi paylaşacaklarını çok iyi bilirler.
Sevgili arkadaşlar, bizler böylesi bir yolculuğa çıkarken dönüp çok da geriye bakmayız, çok da çetele tutmayız. Biliriz ki bir halkın özgürlüğü, bir halkın mutluluğu acı çekilmeden? Hiç kimse halklara demokrasiyi, özgürlükleri altın tepside sunmaz. Onun için, biz de bu yolculuklara çıkarken çok çetele tutmayız. Acı dolu yıllar yaşayacaksak başımızın üzerinde yeri var. Hiçbir şeye sığınmayın, eğer, siz, demokratik zeminden rahatsızsanız onu açıkça söyleyin.
Bakın, Aydın Erdem demokratik zemini adres gösterdiği için polisler tarafından öldürülmüştür. Bulanık'ta, Demokratik Toplum Partisi kapatıldığı için binlerce insan sokağa çıkmış ve "Bizim vekillerimize dokunmayın." dedikleri için 2 insan öldürülmüş, 10 insan kurşunlanmıştır ve katiller altı ay içerisinde beraat etmiştir. Yani Kürtler demokratik zemine ölümüne sahip çıkıyor ama tercih sizin. "Demokratik zemin." derseniz başımızın üzerinde yeri var, demezseniz de "bedel" tercihimiz değil ama bunun da başımızın üzerinde yeri vardır.
Hepinize saygılar? (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.