GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:22
Tarih:26.11.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair 98 maddelik Kanun Teklifi'ni değerlendirmek üzere İYİ PARTİ adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Takdir edersiniz ki 98 maddelik bir kanun teklifinin incelenmesi, değerlendirilmesi, parti grupları tarafından görüş ve kanaatlerin ortaya konulması bir hayli zaman almaktadır. Ancak, diğer tüm torba kanunlarda yapıldığı ve alışılageldiği gibi iktidar partisi, ihtiyaç duyulan bu zamanı görmezden gelip bir an evvel maddelerin kanunlaşması için çaba sarf etmekte ve aceleci davranmaktadır. Buradan, iktidar partisinin milletvekillerine sormak istiyorum: Değerli milletvekilleri, kıymetli arkadaşlar, bu kadar kısa bir sürede siz yeterince hazırlanabildiniz mi? Öyle görünüyor ki sizlerin içinden de bu maddelerle ilgili yeterli bilgiye sahip olmayan milletvekillerimiz vardır. Sizler, konunun hassasiyetine aldırmadan, sipariş üzerine hazırlanan kanun tekliflerini üç beş saatte komisyondan çıkarıp birkaç gün içerisinde Genel Kurulumuza getirmeye alışmış olsanız da bizim buna hiçbir zaman müsamaha göstermeyeceğimizi ve bu duruma alışamayacağımızı bilmenizi isterim.

Sizler kanun teklifi yaparken, kanun tekliflerini değerlendirirken bürokrasiden de yararlanabiliyorsunuz. Biz, sınırlı sayıda milletvekiliyle komisyonlar ile Genel Kurul arasında koşuşturmak durumunda kalıyoruz. Bu arada grup çalışanlarımız da gecelerini gündüzlerine katarak çabalıyorlar. Huzurunuzda onlara da teşekkürü bir borç bildiğimi ifade etmek istiyorum.

Bu kanun yapma tekniğindeki aksaklığın diğer bir zararı da Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir noter kurumuna getirilmesidir, bu durum Gazi Meclisimizin saygınlığına gölge düşürmekte ve bir asra dayanan tecrübesine halel getirmektedir.

İYİ PARTİ Grubu olarak bu aksaklıkların bir an evvel giderilmesi ve bundan sonraki kanun teklifi görüşmelerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin eski saygınlığına ve işlevselliğine göre hareket etmeye kavuşturulması temennisindeyiz.

Değerli arkadaşlar, sizlere bir hikâye hatırlatmak istiyorum. Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi hâkimlerinden John Marshall emekli olduktan sonra bir gün çalışırken kütüphanesinde bir kitap arar. Aradığı kitap üst raflardan birindedir. Marshall kitaplığın merdivenine çıkar ve kitabı çeker, çekmesiyle birlikte bütün kitaplar üstüne yıkılır, merdiven devrilir ve Hâkim Marshall yere düşer. Gürültüyü duyan uşak koşar gelir. Bu arada Hâkim kitapların altında kalmış ve katıla katıla gülmektedir. Uşak "Aman efendim, geçmiş olsun. Ne oldu size böyle?" der. Emekli Hâkim bir yandan gülerken uşağı şöyle cevaplar: "Bunun böyle olacağı belliydi. Ben yıllarca kanunları çiğnedim, şimdi kanunlar benden öç aldı."

Bu apar topar kanun yapma tekniğini benimseyen ve bundan rahatsız olmayan arkadaşlarımızı uyarmakta fayda görüyorum. Hukukun, ekonominin, adaletin genelgeçer kurallarını ve tarihî gerçekleri sıklıkla çiğnemekten çekinmeyen sizlerin bir gün üzerine Millî Kütüphane yıkılırsa şaşırmayın. Dilerim ki sizler de Yargıç Marshall gibi gülmeyi, kendinizle alay ederken olup bitenden ders çıkarmayı becerebilirsiniz.

Sayın milletvekilleri, bildiğiniz üzere 16 Nisan referandumuyla Anayasa'mızın 18 maddesi değişmiş ve neticesinde dünyada örneklerine yalnızca Afrika ülkelerinde rastlanılabilecek türden bir sistem getirilmiştir. Bu sistemin adına da hukuk literatüründe yeri olmayan "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilmiştir. Yürürlüğe giren sistemin çağdaş örneklerinden oldukça geri ve ucube bir sistem olduğunu, başkanlık sistemiyle uzaktan yakından alakasının bulunmadığını yalnızca biz değil, anayasa hukukçuları da defaten ifade etmişlerdir.

Sistemi hem yüce Meclisimizde hem de halkın onayına sunarken kullandığınız argümanların başında istikrar geliyordu ancak sistem değişikliğinden bu yana ekonomik verilerin planladığınız gibi gitmediği de aşikârdır. 25 Haziran 2018'de dolar 4,64 lira, euro 5,41 lira, çeyrek altın da 312 lira iken 21 Kasım 2019'da dolar 5,69 lira, euro 6,31 lira, çeyrek altın ise 442 liraya ulaşmıştır. Aradan geçen on yedi aylık sürede Türk lirası dolar karşısında yüzde 22, euro karşısında yüzde 16, altın karşısında ise yüzde 41 değer kaybetmiştir. Haziran 2018'de işsiz sayısı 3 milyon 315 bin iken son açıklanan ağustos verilerine göre bu sayı 4 milyon 600 bin olmuş ve işsizlik oranı yüzde 10,2'den yüzde 14'e yükselmiştir. Yine aynı dönemde genç işsizlik oranı yüzde 19,4'ten 27,4'e çıkmıştır. Yani bu ülkede her 4 eğitimli gençten 1'i işsizdir, her 3 kadından 1'i de maalesef ve maatteessüf iş bulamamaktadır. Yeni sistem değişikliğinden sonra ekonomik büyüme hızlıca azalmış, 2018'in son çeyreğinde Türkiye ekonomisi 2,8 küçülmüştür. 2019'un ilk çeyreğinde ise 2,4; ikinci çeyreğinde ise yüzde 1,5'luk bir küçülmeyle resesyon devam etmiştir.

Sayın milletvekilleri, bahse konu kötü gidişatın sebebi bellidir. Sözünü etmiş olduğumuz ucube Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yol açtığı siyasi kutuplaşma, iktidarın şahsileşmesi ve devletin partileşmesi Türk toplumu nezdinde telafisi güç yaralar açmaktadır. Bildiğiniz üzere bakanların ataması da Cumhurbaşkanı tarafından yapılmaktadır. En iyi işleyen başkanlık sistemlerinden biri olan Amerika Birleşik Devletleri'ndeki anayasal uygulamalara baktığımızda, ilgili bakanların Başkan tarafından atanması Senatonun onayına tabidir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde ise kabinenin tamamı ve üst düzey bürokratlar herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Ülkemizdeki uygulamada yüksek yargı hâkimleri de Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Bu husus dahi başlı başına hukukun bağımsızlığı ilkesine aykırıdır. Çağdaş örneklerle kıyasladığımızda, bu niteliği haiz atamaların her zaman Senatonun onayına tabi olduğunu görmekteyiz. Ülkemizde ise bahse konu sistemin getirdiği ne olduğu belli olmayan ve tümüyle hukuka aykırı uygulamalar Türkiye Büyük Millet Meclisinin fonksiyonunu da ortadan kaldırmaktadır. Bahsetmiş olduğum tüm bu hususlar yalnızca yasamanın faaliyet alanını kısıtlamamakta, aynı zamanda yargı bağımsızlığına da darbe vurmaktadır.

Sayın milletvekilleri, eğer Montesquieu'yü de terör örgütü mensubu filan ilan etmeyecekseniz 1748 yılında yayınlanan "Kanunların Ruhu" isimli eserinden bir alıntı yapmak istiyorum: "Eğer aynı idarenin kişilik veya yapısında yasama erki yürütme erkiyle birleşmişse hiçbir şekilde hürriyetten bahsedebilmek mümkün değildir." diyor Montesquieu. Tüm bu hususların yanı sıra yargı sistemimizin son yıllarda içinde bulunmuş olduğu durum da kabul edilebilir değildir, zira her geçen gün yeni bir usulsüzlük ve hukuka aykırılık iddiasıyla karşı karşıya geliyoruz. Hukuk sistemimizin almış olduğu bu yara anbean derinleşmekte ve kamu vicdanında kalıcı eser bırakmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 25/11/2019 tarihinde yani dün, Adalet Bakanımız yapmış olduğu açıklamayla 15 Temmuzdan bu yana 3.926 hâkim ve savcının görevinden ihraç edildiğini dile getirmiştir. Bahse konu 3.926 hâkim ve savcının yıllar boyunca vermiş oldukları kararlar ve hukuka aykırı her türlü faaliyetler başlı başına bir soruşturma konusudur. Şimdi sormak istiyorum: Bu hâkimlerin işe giriş süreçleri dikkate alındığında, vazifeleri boyunca terör örgütleri lehine yapmış oldukları faaliyetlerin ve mağduriyetlerin sorumluları kimlerdir? Demokratik bir yönetimin olmazsa olmazı, hukukun üstünlüğü ilkesine duyulan sarsılmaz sadakattir. Hukukun iktidarın keyfî uygulamalarına maruz kaldığı ülkelerde ekonomik istikrar ve kalkınma gerçekleşemez; bunun yanı sıra, başarılı politikalar üretmek ve sürdürebilmek de imkânsız hâle gelir.

Sayın milletvekilleri, asayiş sorununun maalesef gittikçe çığ gibi büyüdüğünü görmekteyiz. Gazeteler, haber bültenleri, internet siteleri her gün gasp, hırsızlık, dolandırıcılık, intihar vakaları, sağlık çalışanlarına şiddet, kadına şiddet, çocuk istismarı ve uyuşturucu kullanımı gibi asayiş sorunlarıyla dolup taşmaktadır. Cezaların yetersiz kalması ve caydırıcılıktan uzak olmasının yanı sıra, sistem değişikliği neticesinde meydana gelen ekonomik buhran ve siyasi dilin kutuplaştırıcı üslubu da toplumsal şiddeti âdeta teşvik etmektedir.

Genç işsizliğin cumhuriyet tarihinin rekor seviyesine çıkması gençlerimizde gelecek kaygısı yaratmakta ve umutsuzluğa neden olmaktadır. İş bulamayan genç nüfus ile madde kullanım oranlarının doğru orantılı bir biçimde görülmesi de dikkatlerden kaçmamalıdır. Üzülerek ifade etmeliyim ki her nevi zararlı madde sokak aralarında satılmaya başlanmış, kullanım yaşı da 12'ye düşmüştür. Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı 2019 Türkiye Uyuşturucu Raporu'na göre Türkiye genelinde 2017 yılında toplam 118.482 uyuşturucu vakası görülmüşken 2018 yılında, bu rakam, yüzde 22 artış göstererek 144.819'a yükselmiştir. Bu konuyla ilgili kapsamlı bir mücadele programı uygulanmalıdır. İYİ PARTİ olarak her türlü sorumluluğu üstlenmeye ve bu konuda çözüm önerilerine katkı sağlamaya hazırız.

Değerli milletvekilleri, hiç kuşkusuz, kanayan bir diğer yaramız da kadına şiddettir. Başta şiddetin en ağır biçimi olan cinayet olmak üzere, kadınlar ve çocuklarımız fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik şiddete ve istismara maruz kalmışlardır. Bildiğiniz gibi, dün Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'ydü. İYİ PARTİ, her zaman, kadınlarımıza ve çocuklarımıza yönelik şiddet ve istismarın önlenmesi için hazırladığı ve yürüttüğü programlarla mücadelenin bir parçası ve güvencesi olmaya devam edecektir.

Sayın milletvekilleri, ne yazık ki 2018 yılında 440 kadın cinayete kurban gitti. 2019 yılı başından itibaren içinde bulunduğumuz kasım ayına kadar ise 383 kadın öldürülmüştür. Şiddetin nasıl duracağını bütün yönleriyle somut kurum ve yetkililere somut görevler vererek gösteren İstanbul Sözleşmesi bu konuda dünyadaki en büyük rehberdir. Bildiğiniz gibi, Türkiye bu sözleşmeye ilk imza atan ülkedir. Sözleşmenin asıl anlamı, kadınların hayatının kurtarılmasıdır. Bu nedenle, sözleşmeye her yönüyle sahip çıkılmalıdır fakat maalesef İstanbul Sözleşmesi'nin gerektiği gibi uygulanmadığını birçok kez gördük. Kadın cinayetlerinin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması için yeterli çalışmaların yapıldığı kanaatinde değiliz.

Yine, çocuk istismarında karşılaştığımız rakamlar da korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Adalet Bakanlığının açıkladığı raporlarda yer alan, çocuğun cinsel istismarı suçuyla açılmış davalarda, istatistiklere göre 2010 yılı ile 2018 yılları arasında toplam 153.250 yargılama yapılmıştır. Üstelik bu rakam sadece açılan davaların sayısıdır. Şüphesiz, çocuk istismarına karşı da tavizsiz ve en ağır cezalar uygulanmalı, bu sapkınlara asla ve asla iyi hâl indirimi uygulanmamalı, mevcut cezaların da artırılması sağlanmalıdır.

Türkiye, 1951 Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi'ni 1961 yılında imzalamış, Sözleşme'nin kapsamını genişleten 1967 tarihli New York Protokolü'ne de 1968 yılında katılmış ancak Sözleşme'ye taraf olurken coğrafi sınırlama şerhi koymuş ve bu sınırlamayı günümüze kadar da muhafaza etmiştir. Türkiye, bu konudaki deklarasyonunu açıklarken Sözleşme'nin kapsamını "Avrupa'da meydana gelen olaylar nedeniyle" şeklinde anladığını ve kabul ettiğini ifade etmiştir. Şimdi, Türkiye 1951 Sözleşmesi'ni coğrafi sınırlamayla kabul etmişken yani yalnızca Avrupa'dan gelenleri mülteci olarak kabul edebilirken Türkiye'nin her tarafında uluslararası hukuk sözleşmeleri de yok sayılarak Suriyeli sığınmacıların "misafir statüsünde" ifade edilmesinin yanında, neredeyse mülteci olarak anılmasına zemin oluşturabilecek adımları atmaktadır.

Değerli arkadaşlar, veriler, Suriyeli sığınmacı sayısının, Türkiye'nin kültürel ve demografik dokusunu değiştirebilecek bir hızla arttığını göstermektedir. Türkiye'de bulunan Suriyeli sığınmacıların mevcut sayısı azalmazken, ülkemiz sürekli yeni göç dalgalarına maruz kalmıştır. Eğer resmî rakamları kabul edersek, Türkiye'de bulunan Suriyeli sığınmacı sayısı 3 milyon 800 bin civarındadır. Bu rakamlara göre Türkiye'de yaşayan her 20 kişiden biri Suriyelidir. İstatistikler göstermektedir ki 2040 yılına geldiğimizde Suriyeli sığınmacıların nüfusu 7 milyon 500 bini aşacak ve bu ülkede yaşayan her insandan 13'ü Suriyeli olacaktır. İktidar bu riskleri geç de olsa görmüştür diye umut ediyorum ve bu risklerin bertaraf edilmesi için Suriye'nin kuzeyinde bir yerleşim alanının hayata geçirilmesini düşünmesini de haklı ve yerinde buluyorum ancak gelinen bu noktada hedefin yalnızca bir kısmına ulaşılabildiği görülmektedir. Sürecin sonucunda hedeflenen 480 kilometre uzunluğundaki güvenli bölge yerine, elimize sadece 120 kilometre uzunluğunda bir bölge geçmiştir; hesaplananın tersine, Barış Pınarı Harekâtı bölgesinin doğusunda ve batısında kalan 360 kilometrekarelik bölgeye ise Suriye ordusu girmiştir.

Öte yandan, PKK/PYD'li teröristlerin tacizlerinin devam ettiğini bizzat Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar ifade etmiş, Rusya ile ABD'nin PKK/PYD terör örgütünün Suriye'nin kuzeydoğusundan çekileceğine dair söz verdiğini ancak terör örgütünün ihlallerinin de devam ettiğini kabullenmiştir. Geldiğimiz bu noktada Barış Pınarı Harekâtı yarım kalmış ve en başta ifade edilen amaçlar maalesef gerçekleştirilememiştir.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, ekonomide, iç ve dış politikada çökmüştür. Bu kapsamda değerlendirdiğimizde, uygulanmakta olan sistemin özelliklerinden hiçbirinin toplumun hiçbir kesiminin ihtiyacını karşılamadığı da aşikârdır. Yüz yıllık hafıza ve birikim neticesinde şekillenmiş olan parlamenter geleneğimiz, şu an içinde bulunduğumuz konjonktürde bize bir çıkış yolu göstermektedir. Bu çıkış yolu, hiç vakit kaybetmeden, iyileştirilmiş demokratik parlamenter sisteme geri dönüştür.

Değerli milletvekillerini saygılarımla selamlıyorum ve görüşülmekte olan bu kanun teklifinin ülkemize hayırlar getirmesini niyaz ediyor, saygılarımı arz ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)