| Konu: | Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 28.11.2019 |
MENSUR IŞIK (Muş) - Sayın Başkan, sizi ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 144 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 20'nci maddesi üzerine partim adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında bu madde, değerli arkadaşlar, teknik bir madde, daha çok Sahil Güvenliğin İçişleri Bakanlığına bağlanmasıyla ilgili bir maddedir. Ben bunun üzerine birkaç şey söylemek istiyorum ama biraz önce Mecliste olan tartışmalardan dolayı konuşmamın içeriğini değiştirmek zorundayım değerli arkadaşlar çünkü birkaç şey söylemek gerekiyor, birkaç not tarihe düşmek lazım tutanaklara geçmesi açısından.
Öncelikle, ben, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihini Kürtler açısından üç bölüme ayırıyorum. Birincisi, 1919, 1920, 1921, 1922 yılına, hatta 1923 yılına kadar olan süreçte Kürtleri kabul eden, Kürtleri diliyle, kültürüyle, varlığıyla Mecliste kabul eden, bir ulus olarak kabul eden ve şu Mecliste de "kürdistan mebusu" olarak da tanımlayan bir durumdaydı o dönem için. Aynı zamanda size şunu söyleyeyim: 1920 Şubat ayı olsa gerek, şu Meclise sunulan kürdistana özerklik yasa tasarısı var arkadaşlar ve Mecliste büyük bir çoğunlukla kabul edilen bir yasa tasarısı. Neden böyle bir yasa tasarısına, daha doğrusu yasaya ihtiyaç duyulmuştu? Çünkü Erzurum, Sivas Kongresi belli, 1921 Anayasası'nın ruhu belli; bundan dolayı, Kürtleri kabul eden, varlığını kabul eden bir süreç. İkinci süreç, 23'le beraber, 24'le beraber gelişen, Türkiye'nin tarihindeki 1924 Anayasası'yla ret ve inkârı Kürtlere dayatan bir süreç. Bu süreçte, işte, bahsettiğimiz, o biraz önce de Mecliste tartışma konusu olan raporlar gündeme geldi değerli arkadaşlar. Şimdi, bu raporlar için bizler "Raporların ismi 'Kürt raporu'dur ya da 'Kürt sorununun çözümü raporu'dur." demiyoruz. Bu raporların temel amacı ve çıkış gayesi, Kürtlerin sorunlarına çözüm bulamaması, bulunamaması ya da çözüm bulunması açısından ortaya çıkan raporlar.
Şimdi ben bu raporlardan birkaç tanesine değinmek istiyorum. Örneğin, Dâhiliye Vekili Cemil Uybaydın'ın 1925 tarihli raporu arkadaşlar: Kürt köylerine ve yerleşim yerlerine Türkleri yerleştirmek ve Hristiyanları o bölgeden yani -o dönem "kürdistan" deniliyor- kürdistan coğrafyasından uzaklaştırmak. Abdülhalik Renda raporunda -1925 tarihli ve o dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı arkadaşlar- diyor ki: "Kürtlerin özellikle kendi dillerini yaşatıyor olması Türkleştirme politikasına zarar vermektedir. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken en önemli şeylerden bir tanesi de Kürtçe konuşan yurttaşların, vatandaşların devlet işlerindeki işlerini zorlaştırmak." Raporun özü bu. Bir başka rapor arkadaşlar, Recep Tayyip Erdoğan'ın 1991 tarihli raporu. Bu rapor da daha çok, Kürtlerin ana dilinin üzerindeki engellerin kaldırılması, ana dilde eğitimin yapılması gibi olumlu şeyler içeren bir rapor. Yine, Adnan Kahveci'nin 1992 tarihli raporu. Ki biliyorsunuz Adnan Kahveci Özal'ın Maliye Bakanı olarak görev yaptı ve daha sonra ne olduğu belirsiz bir kazayla yaşamını yitirdi. Aynı şekilde o raporun özünde -yine olumlu sayılabilecek bir rapor- deniyor ki arkadaşlar: Kürtlerin talep ettiği demokratik hakların verilmesi. Yine, Cumhuriyet Halk Partisinin 1999 tarihli "Demokratikleşme ve İnsan Hakları Raporu" var değerli arkadaşlar. Bu rapor da sosyal demokrat bir çizgide olumlu, yapıcı tespitleri ve öngörüleri olan bir rapor. Arkadaşlar en son şundan bahsetmek gerekiyor: Adalet ve Kalkınma Partisinin 2010 tarihli "Demokratik Açılım" raporu, kitapçığı.
Değerli arkadaşlar, şimdi, biz bu raporlardan bahsederken hiç kimsenin zoruna gitmesin. Bir defa, Türkiye Cumhuriyeti devleti 1920'li yılların hemen sonrasında, 1923 ve 1924'le beraber Türk Tarih Kurumu tezi ve Güneş Dil Teorisi'nden bugüne kadar gelmiş bir süreçten geçmiş.
Şimdi, biraz önce bir milletvekili arkadaşımız, Grup Başkan Vekili "Türkiye neyi kabul etti ki bugün değişik itirazlar var?" falan diyor. Türkiye her şeyden önce Kürtleri kabul etmedi. Güneş Dil Teorisi de Kürtçenin, Türkçenin bir yansıması, bir parçası olduğunu söyledi; Kürtlerin de Türklerin bir kolu olduğunu söylemişti. Ama bugün itibarıyla -biraz önce Grup Başkan Vekilimiz de dile getirdi- Kürtler artık kabul ediliyor, Kürtçe kabul edilme aşamasına gelmiştir.
Biz umut ediyoruz ve diliyoruz ki Türkiye'yi kuran nasıl iki ulussa, iki halksa, bu cumhuriyet bu Meclisin çatısı altında nasıl kurulmuşsa, aynı şekilde, Kürtler ve Türkler tekrar, 1920'li yılların ruhuyla, cumhuriyetin ilk felsefesindeki o ruhla ve 1921 Anayasası'nın ruhuyla, hep beraber -bir kez daha, birbirlerini kabul ettiği, hukuken kabul ettiği- anayasal güvence altına alınmış olan bir sistemle bu sorunu çözmüş olacağız ve bugün itibarıyla Türkiye'nin içerisine girmiş olduğu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MENSUR IŞIK (Devamla) - Başkanım, selamlamak için...
BAŞKAN - Son cümlenizi alayım, uzatma yapmıyorum.
Buyurun.
MENSUR IŞIK (Devamla) - Tamam.
Bugün itibarıyla ülkede yaşanan sosyoekonomik sorunların da temel kökeninin aslında Kürt sorununun çözümsüzlüğü, inkâr ve savaş politikasının olduğunun da görülmesi ve bu çerçevede bir çözümün bulunması temennisiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)