| Konu: | SERMAYE PİYASASI KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 06.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 337 sıra sayılı Tasarı üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada, oluşan sermaye piyasasının nasıl düzenleneceğine ilişkin görüşlerimizi paylaşıyoruz. Tabii ki bir sermaye piyasası varsa bu piyasanın nasıl düzenleneceği, nasıl bir hukuk içerisinde olacağı önemli ancak burada bir problem var. Bu sermaye piyasası düzenlenirken gerçekten Türkiye'de yaşayan 74 milyon düşünülerek mi düzenleniyor yoksa bu 74 milyonun sadece yüzde 10'u, hatta sadece yüzde 5'i düşünülerek mi düzenleniyor? İşte, AKP iktidarı, aslında hep bu yüzde 10'un cebini doldurma peşinde ya da kendi torbasını doldurma peşinde.
O açıdan, Türkiye'de ekonomik büyüme, ekonomiyi yükseltme tartışmalarını hep yürütüyoruz ama nedense bu ekonomide birilerinin cebi dolarken birilerinin cebi hep boşalıyor. Genelde de bu cebi boşalanlar Türkiye'nin en yoksulları oluyor, en ötekileri oluyor, aslında zaten bu ekonomiden faydalanmayanlar oluyor. Bir kez daha aslında biz, bu Sermaye Piyasası Kanunu'yla zenginleri daha zengin etmek, yoksulları daha yoksul etmek konusunda bir kanun düzenliyoruz.
Değerli milletvekilleri, ekonomi nedir? Ekonomi, sadece alıp verme meselesi değildir. Bir şey parayla ifade edilmez. Ekonomi, aynı zamanda etrafında toplumsal bir ilişki geliştirir. Dolayısıyla, siz ekonomide bir üretimi eğer yok sayıyorsanız, sadece borçlanma üzerine, sadece tüketim üzerine bir ekonomi kuruyorsanız burada işte ciddi anlamda kendi geleceğinizin iflasını hazırlarsınız. Bugün, AKP Hükûmetinin yaptığı şey tam da bu.
Aslında "sıcak para" diye ifade edilen, her gün çok övündüğümüz ekonominin nasıl geliştiğine baktığımızda üretim yok, ne tarımda ne diğer alanlarda. Ciddi anlamda küçük esnafı nefes alamaz hâle getirdik. Tarımda zaten hiçbir şey olmadı. Üretime dayanmayan, sadece finans üzerinden, sadece para üzerinden ve paranın nasıl dolaşacağı üzerinden bir düzenleme yapıyoruz. Bu çok ciddi bir sorun. Bir defa, bunu görmek gerekir.
Bu kürsüde çok defa iş yeri demokrasisinden bahsettik. Bakın, bu düzenleme ne yapıyor? Patronu koruyor, işçiyi koruyor ama emekçiye, patronun kendisine karşı zulmüne itiraz etme hakkını bile vermiyor yani grev hakkı yok. Düşünün, bu kölelik sisteminden başka nedir? Bu, eskiden insanın insana kulluğu vardı, şimdi insanın paraya kulluğudur. Yani bu kölelik sistemine "hayır" demediğimiz sürece bugün, bu sistem yarın sizi de etkiler. Bakın, bu finans merkezinde bir firmada belki binlerce insan çalışacak ama bu insanların itiraz etme, grev yapma hakkı bile olmayacak yani.
Diğer bir mesele: Burada kim var yani? Ekolojik dengemizi altüst edeceksiniz. Bu finans merkezinin yapıldığı yer İstanbul -benim de seçim bölgem- düşünün, burada ciddi anlamda bir ekoloji tahribatı olacak; sadece mesele, binaların kurulması, oradaki insanlara istihdam alanı yaratmak değil ki. Tamam, bu iyi bir şey gibi görünüyor ama çevreyi tamamen tarumar ediyorsunuz, sosyal ilişkileri değiştiriyorsunuz, yeni varoşlar oluşturuyorsunuz, yoksulla zengin arasındaki uçurumu daha da derinleştiriyorsunuz.
İkincisi, ekonomik eşitsizlikleri derinleştiriyorsunuz. Bu ülkede ciddi anlamda bu sorun. Bu ekonomide kadınlar zaten yok, zaten mevcut durumda yokuz. İstihdam alanında bazen "Kadınlar adına şöyle yapıyoruz, böyle yapıyoruz..." Bu finans merkezinde kaç tane kadın çalışacak? Kadınlar nerede? Bir de, sadece finans merkezinde çalışma değil, "Bu finans merkezinde ortaya çıkacak `borsa' diye ifade ettiğimiz bu para insanın yaşamını ne kadar etkileyecek?" meselesi ortada yok.
Şimdi, bir hikâye anlatırlar: Adamın birisi otele gitmiş, demiş ki: "Ben bir oda istiyorum. Ne kadar oda?" "100 dolar." diyor. Adam diyor ki: "Ama odaya bakacağım, sonra gelip odayı kiralayacağım." O arada, o otelcinin borcu varmış lokantacıya, hemen götürüyor o 100 doları lokantacıya veriyor; lokantacının manava borcu varmış, onu ödüyor; manavın ayakkabıcıya borcu var, ayakkabıcının da otele borcu varmış. Adam yukarıdan indiğinde parasını alıp gidiyor. Mesela ne üretim var ne bir şey, sadece bu para boş dolanıyor, bir yerde tıkandığında da kriz. Şimdi kapitalizmin krizi nedir? Yani finans merkezinde yaşanan kriz. Bunlar çözülmediği sürece ciddi anlamda bir sorun var.
Değerli milletvekilleri, biz, ciddi anlamda bu ekonomi meselesini düşünürken geniş düşünmek durumundayız. Hep burada 74 milyon adına konuşuyoruz, o zaman 74 milyon için iş yapacağız.
Bakın, biz demokratik özerkliği savunuyoruz, yerelleşmeyi savunuyoruz, ekonominin de yerelleşmesinden yanayız. Şimdi siz ekonomiyi ne yapıyorsunuz? Götürüp İstanbul'un merkezine koyuyorsunuz. Dolayısıyla, bütün yaşam olanaklarını, bütün refahı, bütün şeyi İstanbul'a çekiyorsunuz, ama bölgede, diyelim ki diğer alanlarda, insanların yaşadığı diğer yerlerde ciddi anlamda krizler de yaşanıyor. Nasıl olacak, oranın refahını nasıl geliştireceksiniz, bunlar bile ciddi bir sorun. Biz bunları değiştiremezsek, ciddi anlamda yaptığımız bu şey yarın ayağımıza dolaşacak. Bakın, Avrupa, en iyi durumdaydı, şimdi kriz yaşıyor; ABD kriz yaşıyor; Türkiye kriz yaşamayacak diye bir şey yok. Böyle övünmekle olmaz, sıcak para buradan bir çekilsin bakalım. Bu sıcak para çekildiğinde asıl Türkiye o zaman gerçekle karşı karşıya kalacak. Türkiye'nin değerleri Yunanistan'ın değerleriyle eş değer, Yunanistan çöktüğüne göre Türkiye'nin çökmeyeceği anlamına gelmiyor. O açıdan, bütün bunları değerlendirmek ve buna göre bir yasa düzenlemek gerekir.
Diğer bir konu: Özellikle Orta Doğu'da? Tabii, dünya kapitalist bir kriz yaşıyor yani kapitalist modernitenin yaşadığı krizde her yer etkileniyor, bütün dünya etkileniyor, Orta Doğu etkileniyor. Bu kapitalizm kendi krizini aşma konusunda özellikle Orta Doğu'da yeni bir düzen, yeni bir dizayn içerisine girmiş durumda. Bunu sadece bir coğrafya düzenlemesi olarak değil, aynı zamanda bir ekonomik düzenleme, bir siyasi düzenleme olarak değerlendirmek lazım. Şimdi Orta Doğu'da ne var? Savaş var. Biz bu savaşın neresindeyiz? İçine koşuyoruz, ateşin içine girip, buradan kendimize pay etmek istiyoruz, sabah tartıştık. Diyor ki: "Dünya değişiyor, bu değişimin içinde biz olmayacak mıyız?" Ama nasıl bir değişim? Mesela, diyelim ki gerçekten savaş ekonomisi gelişiyor, Patriotları aldık, hemen bize onay verdiler. Dikkat edin, hemen NATO onayladı, Almanya onayladı, Hollanda onaylayacak. Niye? Çünkü orada da ciddi anlamda bir savaş endüstrisi var ve savaşta harcanacak para, savaş üzerinden gelişecek şey de onların kârı. Şimdi, Türkiye de bunun üzerinden savaşa ciddi anlamda bir kaynak ayırmış durumda. Şimdi, buradan, örtülü ödenekle, şununla, bununla, yıllarca bunu ifade ettik. Mesela, bu savaş politikası ya da savaşa yönelik bir yaklaşımın kendisi de Türkiye ekonomisini zarara sokacak bir durum. O yüzden, ekonomiye sadece bir para meselesi olarak bakmak ya da günü kurtarmak olarak bakmanın kendisi Türkiye'yi önümüzdeki dönem çok daha derin krize sokma meselesidir.
Değerli milletvekilleri, o açıdan biz bu kanunu düzenlerken ya da başkalarını düzenlerken bir bütün, gerçekten, 74 milyon insanın kendisini ifade edebileceği bir düzenleme yapmak durumundayız.
Bakın, şimdi, Türkiye'de DİSK açlık sınırı ve yoksulluk sınırını açıkladı Kasım ayının. Türkiye'de açlık sınırı 1.060 lira, yoksulluk sınırı 3.354 lira. Böyle bir yerde yaşıyoruz şimdi, ama biz sermayeyi nasıl düzenleyeceğimizi ifade ediyoruz. Asgari ücret konuşuluyor, göreceğiz "Hükûmet ne kadar teklif edecek?" diye. Emekçiler sokakta "Asgari ücret meselesi konuşulsun." diye kıyamet koparıyor, insanca yaşam koşullarının düzeltilmesi konusunda ama biz bu sermaye piyasasına harcadığımız emeği, enerjiyi aynı zamanda emekçilerin hakları için harcamıyoruz, asgari ücretin ona göre düzenlenmesine harcamıyoruz, kadınların daha iyi bir koşulda yaşaması için harcamıyoruz. Dolayısıyla, bunlar problemli işler. Eğer biz bunarlı düzenlemezsek, istediğimiz kadar elimizde para olsun, bunun hiç kimseye faydası yok. Belki, evet, yüzde 10 mutlu olabilir ama yüzde 90 mutsuzsa burada her zaman için kriz, kaos çıkar. Yüzde 90, çünkü bunun hesabını soracaktır, her zaman için sormak isteyecektir, bunun için sokaklarda olacaktır, olmaya devam edecektir. Eğer bu noktada bir düzenleme yapılacaksa? Bugün sermaye piyasasını düzenliyoruz, o zaman yarın emekçilerin haklarını düzenleyelim. Ama bu düzenlemede ne var? Emekçilerin haklarını bırakalım, grev yapma hakkını bile elinden alıyoruz. Bu nasıl bir yaklaşımdır? Burada da her zaman için demokrasiden bahsediyoruz, özgürlüklerden bahsediyoruz, bilmem, aslında emekçiler hakkında, sendikal mücadele hakkında ne kadar iyi şeyler yaptığımızı -örgütlenme konusunda yaptığımızı- ifade ediyoruz. Bunların hepsinin yalan olduğunu, aslında AKP'nin gerçek politikasını gizlemek açısından bir örtü olduğunu çok daha net bir şekilde görüyoruz. Dolayısıyla bu bir bakış açısıdır, bir zihniyettir, sadece mesele şey değildir ki.
Parayı nasıl kullanacağım meselesi önemli. Biz parayı nasıl kullanacağız? Yoksullardan, emekçilerden yana. Bizim düşüneceğimiz en aşağıdakiler oluyor ama AKP en yukarıdakilerini düşünüyor. İşte, aramızdaki fark bu. Ama en alttakileri düşünmezseniz, eşitlik sağlamazsanız, adalet sağlamazsanız Tunus'ta başladığı gibi yarın benzer bir durum size de karşı gelebilir. Şunu hiç ummayın, Türkiye hiçbir zaman itiraz etmeyecek, herkes sizin bu saltanatınıza "evet" diyecek diye bir beklenti içerisindeyseniz bunda yanılıyorsunuz çünkü herkesin "Artık yeter!" diyeceği, "?" (*) diyeceği süreç gelecektir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
(*) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.