| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 11.12.2019 |
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 2020 mali yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle başta cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere şehitlerimizi, ebediyete irtihal eden gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, hâlen Suriye'de ve terörle mücadelede görevli kahraman askerimizi ve polisimizi, güvenlik korucularımızı, hayatta olan tüm gazilerimizi, vazife malullerini ve Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasından sonra ayakta kalan gücün küresel boyutta yürüttüğü hâkimiyet çabaları belirsizlikleri artırmış ve bu ortamdan yararlanmak isteyen güçlerin sebep olduğu kaos ortamı Türkiye'nin de doğrudan etkilenmesine sebep olmuştur. Orta Asya'da, Balkanlarda, Kafkaslarda, Ön Asya ve Kuzey Afrika ile Güney Amerika ülkelerinde planlı olarak ortaya çıkarılan güç boşluğu kaosu tetiklemiş, Balkanlar hariç, ismini belirttiğim diğer bölgelerdeki ülkelerin bekasını doğrudan tehdit eder duruma gelmiştir. Güç boşluğunun sebep olduğu kaos, küresel belirsizlikleri artırmanın yanında bu bölgelerde jeopolitik boşlukların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu boşluklardan beslenen terör eylemleriyle birlikte asimetrik tehditler, vekâlet savaşları, uluslararası hukuku ve savaş hukukunu yok sayan güçlülerin kendi hukukunu dayatma anlayışı dünya gündemine egemen hâle gelmiştir.
Uluslararası kuruluşların önemli bir kısmı, küresel kutup mahiyetindeki devletlerin hak ve menfaatlerini, hukukunu koruyan, onların adaletsizliğini meşrulaştıran kurum ve kuruluşlar hâline gelmiştir. Bu tespite dayanarak Birleşmiş Milletlerin Güvenlik Konseyindeki 5 ülkenin hak ve menfaatleri ile hukuksuzluklarına hukuki kılıf uyduran kurum hâline geldiğini, Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi'nin hemen hiçbir kuralına uyulmadığını, NATO'nun ise Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel gücüne katkı sağlayan, onun millî menfaat ve yayılmacı hedeflerine hizmet eden, üyesi olan ülkelerin tek tedarikçisi olarak savaş sanayisini besleyen, yine NATO Sözleşmesi'nin getirdiği ortak yükümlülüklerin işlerine geldiği gibi yorumlandığı bir nitelik kazandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Amerika Birleşik Devletleri'nin PKK, YPG desteği, Doğu Akdeniz'de yaşanan gerilim ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bu bölgedeki hak ve menfaatlerinin gasbedilmesine yönelik tecavüzler, Amerikancı 15 Temmuz darbe girişimi, darbeci FETÖ elebaşının Türkiye'ye verilmemesinde gösterilen ısrar, ABD'nin ekonomik yaptırım tehditleri ve uygulamaları, Türk ekonomisine ve bankacılık sistemine yönelik operasyonu, S-400 ve F-35 krizi ile 2016'da NATO belgesine işlenen PKK, PYD'nin 2019 yılı belgesine işlenmesinin ileri tarihe bırakılması gibi gelişmeler, NATO ittifakının ve ABD'yle olan müttefikliğin sorgulanmasına hatta NATO ve ABD Türkiye için tehdit hâline mi geldi diye endişe duyulmasına sebebiyet verecek vahamet kazanmıştır. Bu nedenle, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye her alanda kendi hak ve menfaatlerini koruyacak güce ulaşmak zorundadır diyor, özellikle millî savunma ve dış politikada zafiyete sebebiyet verecek kısır çekişmelerden kaçınılması hususunun altını önemle çiziyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz dünyasında 32 ülkede çatışan gruplar mevcuttur. Bunlardan 28'i haber niteliğinde görülüp kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır. Güney Amerika ülkelerinde darbeler yapılmakta, ABD'nin güdümüne alamadığı ülkelerde yönetimler değiştirilmektedir. Kuzey Afrika hâlen durulmamıştır, ülkelerin sınırlarının ne olacağı belirsizdir. Ön Asya'da Suriye iç harp yaşamaktadır. Irak üçe bölünme tehdidiyle karşı karşıyadır. Her gün kan akmaktadır ve insanlar Saddam dönemini arar hâle gelmiştir. İran hedef ülkedir, her an büyük can kaybına sebebiyet verebilecek manipülasyonlara maruzdur. Afganistan'ın durumu ortadadır. Pakistan'ın sosyal ve ekonomik yapısı onlarca yıl onarılmayacak yaralar almıştır. Çin'in ilhakından sonra Hong Kong huzurlu bir gün ve gece geçirmemiştir. Doğu Türkistan etnik temizliğe, kültürel soykırıma maruzdur. Bu çirkin oyunlar yurdumuzda da denenmiştir. PKK'ya aleni şekilde verilen askerî yardımlar ve sağlanan destekler, Gezi olayları tezgâhı ve 15 Temmuz darbe girişimi de unutulmamalıdır. Yaşananların hiçbirisi tesadüfi değildir ve silahlı çatışmalar dâhil, çatışmaların hemen tamamı küresel ya da bölgesel güçlerin menfaatlerini destekleyecek senaryolardır. Yerli iş birlikçilerce bu senaryolar hayata geçirilmekte ve dış desteklerle uzun yıllar yürütülmektedir. Küresel planlama yapan güçler yeni savaş anlayışıyla hareket etmekte, savaşa doğrudan girmenin getireceği yıkıcı sonuçlara, can kaybına ve ciddi mali yıkımlara maruz kalmadan savaş yürütmektedirler. Bu konuda yerli unsurlar vekâleten görevlendirilmektedir. Bunun için ülkelerin tüm hassasiyetleri kaşınmakta, tahrik edilmekte ve olayların planlayıcısı olan ülkeler çoğu zaman hedef aldığı ülkenin yanında yer alıyor gibi görünmekte hatta aynı ittifak içinde müttefik olarak karşımıza çıkabilmektedirler. Dile getirdiğim bu problemlerin hemen tamamına Türkiye Cumhuriyeti ve Türk İslam coğrafyası uzun yıllardır maruz kalmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz Türkiyesinin güvenlik kaygılarını genel olarak, terörizm, dış destekli PKK, FETÖ ve onların türevleri gibi bölücü, yıkıcı faaliyetler, bölgesel çatışmalar, istikrarsızlaşan komşu ülkelerden kaynaklanan güvenlik sorunları, uzun menzilli füzeler ile nükleer, biyolojik ve kimyasal gibi kitle imha silahlarına kavuşan yakın ya da uzak ülkelerin doğrudan ya da dolaylı hedef olma ihtimali, kontrolsüz güç yanında doymayan iştahıyla dünyaya saldıran ve küresel tüm planların arkasında olan ABD, İngiltere, AB ülkelerinden oluşan Batı bloğu ile Rusya-Çin grubunun bölgesel etki alanı oluşturma gayretlerine doğrudan ya da iş birlikçileri üzerinden dolaylı olarak muhatap kalma ihtimali mevcuttur. Ayrıca, günümüzün şartları, soğuk savaş öncesi askerî güç odaklı bakış açısının terk edilerek bütünlükçü ve entegre bir güvenlik anlayışının hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır dolayısıyla ülkenin güvenliği sadece sınır güvenliği değildir. Askerî ve terörist tehditlere ilave olarak komşu ülkelerden ülkemize yönelik kontrolsüz kitlesel göçler, iklim değişikliği, ekonomik gelişmişliğin farklılığından kaynaklanan kitlesel eylemler, enerji güvenliği, doğal kaynaklar için rekabet, nükleer silahların yayılması hatta bu silahlara komşu ülkelerin sahipliği ve bundan dolayı kazandığı avantajlar, organize suçlar, organize ya da sınır aşan suçların arkasında başka devletlerin olması, salgın hastalıklar, yoksulluk, doğal afetler, siber terörizm, deniz haydutluğu, korsanlık gibi çok boyutlu ve asimetrik tehditler doğrudan güvenliğimizi dolayısıyla bekamızı ilgilendiren konulardır. Bu konuların da millî güvenliğimizin bir parçasını oluşturduğu göz ardı edilmemelidir.
Jeopolitik ve jeostratejik konumu gereği dünyanın en istikrarsız bölgesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlığını, egemenliğini, toprak ve toplum bütünlüğü, ahdi hukukundan kaynaklanan hak ve menfaatleri ile hayati çıkarlarını korumak ve muhafaza etmek zorundadır. Bu bağlamda, Türkiye, bölgesel bir güç ve denge unsuru olarak varlığını devam ettirmeyi, çevresinde bir barış ve güvenlik kuşağı oluşturmayı, bulunduğumuz bölgeye ve ötesine yönelik strateji ve güvenlik üreten, sağlayan ülke olmayı, tehdidi sınırlarının dışında yok etmeyi sağlamalı, küresel planlama yapan ülkelerle Türkiye'nin hak ve menfaatlerini merkeze alan yakın iş birliği ve olumlu ilişkileri geliştirerek sürdürmelidir, bölgesel ve küresel barışı destekleyen tüm faaliyetlere destek sağlamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin millî güvenliğimizle ilgili hızlı ve isabetli kararların alınmasını kolaylaştırdığına inanıyoruz. Nitekim, kısa süre önce gerçekleştirilen ve yurt içinde fazla dikkat çekmese bile uluslararası zeminde askerî açıdan fevkalade önemli etkisinin olduğuna inandığımız askerî ve diplomatik mahiyette ciddi mesajlar içeren Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekâtı, hatta Pençe Harekâtlarının Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin olumlu yansımaları olduğunu görüyoruz.
Doğu Akdeniz'deki doğal gaz ve petrol kaynaklarını gasbetmek ve Türkiye'yi dışlamak üzere atılan adımları bilmekteyiz. Bu oyunu Türkiye ile Libya arasında imzalanan anlaşma bozmuştur. 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Libya arasında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, Doğu Akdeniz'de yaşanan denizlerin paylaşım mücadelesinde oyun değiştirici kilit rol oynamıştır. Bu anlaşmayla, Türkiye, Yunanistan'ın vezirine şah çekmiştir. Bu çalışmayı yapan Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ve personeline şükranlarımızı sunuyor, bundan sonraki aşamaları yürütecek olan Dışişleri Bakanlığımıza başarılar diliyoruz.
Her ne kadar terör örgütlerinin siyasi kanatları ve bazı hayalperest çevreler karşı çıksa da bu coğrafyada ve -tırnak içinde söylüyorum- bu dostlarımız olduğu sürece Türk Silahlı Kuvvetlerinin dünyanın en güçlü ve caydırıcı ordularından biri hâline getirilmesi zorunludur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin muharip yapısı, insan gücü, teknolojisi ve organizasyonu ihtiyaca cevap verecek şekilde esnek yapıya kavuşturulmalı, modernize edilmeli, bölgesel ve küresel anlamda caydırıcılık kabiliyeti artırılmalıdır. Askerî savunmada asimetrik, politik ve ekonomik güvenlik anlayışlarını da dikkate alan ön alıcı bir yaklaşımla millî hak ve menfaatlerimizi sınırlarımızın ötesinden başlayarak koruyacak stratejik güvenlik anlayışı benimsenmelidir. Üye olunan uluslararası güvenlik ortaklıkları ve müttefik ilişkilerinden bağımsız, ülkemizin kendi şart ve değerlerinde hayat bulan millî bir savunma yapılanması esas alınmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; askerlik bir meslek değil, hayat tarzıdır ve askerliğin şartları bilinmediğinden halkın bir kısmı onları orduevleri ve askerî dinlenme tesislerinde keyif yapan zümre olarak dedikodusunu yapmaktadır. Hâlbuki subay, astsubay, uzman çavuş ve erbaşlarımız ile askerî kurum ve kuruluşlarda görev yapan sivil memurlarımız aileleriyle birlikte barışta fakat savaş şartlarında görev yapmaktadırlar. Vatana hizmet şuuruyla görev yaptıkları için, katlandıkları şartları, yaptıkları fedakârlıkları, emsali olan diğer kamu görevlilerinin sahip olduğu imkânları bilmedikleri için ihmal edilmiş olduklarının farkında bile değillerdir. Onun için askerimizin özlük hakları, özellikle de emekli aylıkları iyileştirilmeli, idari, mali ve sosyal hakları, görev ve sorumluluklarıyla uyumlu hâle getirilmelidir.
Millî Savunma Bakanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarında görev yapan sivil memurların sorunlarına çözüm getirmek üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu tarafından 23 Mayıs 2019'da Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifimiz bir an önce yasalaşmak üzere Genel Kurula getirilmelidir.
Ayrıca, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda savunma ve güvenlik hizmet sınıfı ihdas edilerek bu kurumlardaki yardımcı hizmetler sınıfı personelinin sorunları giderilmelidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinden kıdemli binbaşı ve binbaşı rütbesinde emekli olanların emeklilik haklarının yeniden düzenlenmesi ihtiyacı bulunmaktadır.
Kıdemli binbaşı ve binbaşı rütbesinde iken emekli olanların maaş oranları kıdemli binbaşıda yüzde 49, binbaşıda ise yüzde 41'dir. Askerî personel arasında rütbe ve kıdem esasından hareket edildiğinde, bu personel, aslı durumundaki personelden daha düşük maaş almaktadır; bu çarpıklığın ivedilikle giderilmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Bunun yanında, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'na göre "üst subay" olarak belirlenen binbaşı ve kıdemli binbaşılar 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun ek-5 çizelgesinde gösterilmedikleri için makam tazminatı alamamaktadırlar; bu çarpıklığın da giderilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Diğer bir konu şudur: Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde, er ve erbaşların dışında, 2003 yılından itibaren sözleşmeli subay ve astsubaylar görev yapmaktadır. Bu personelin tamamı, sınıflarının gerektirdiği görevleri hakkıyla yerine getirmiş ve güvenlik soruşturmalarını geçmiştir ancak 7 ve 12'nci hizmet yıllarında tabi oldukları sınavlarda düşük not aldıkları ve sınav yapılan tarihlerde çoğunlukla yeterli kadro verilmediği için muvazzaf kadroya geçememişlerdir. Bu durumdaki personelin muvazzaf kadroya geçirilmesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütçesine ayrıca yük getirmeyecek, iş güvencesini hissederek görev yapmalarına imkân sağlayacaktır. Bu sorunun çözümü için Milliyetçi Hareket Partisi olarak Mart 2019'da vermiş olduğumuz yasa teklifinin bir an önce Genel Kurula getirilmesi gerekmektedir.
2020 mali yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını temenni ediyor, Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)