| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 13.12.2019 |
HDP GRUBU ADINA HÜDA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2020 bütçesinin Helal Akreditasyon Kurumuyla ilgili bölümünde söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, muhalefet olarak bizim görevimiz, iktidar ne yaparsa yapsın muhalefet etmek, eleştirmek, karşı çıkmak olmadığı gibi, iktidarın işi de muhalefet ne derse desin söylediklerini, tekliflerini reddetmek, yok saymak ve iyi olsun, eleştiri olsun, her ne teklif etmiş olursa olsun itiraz etmek, itham etmek, mahkûm etmek olmamalıdır. Böyle yaparak halkımıza karşı sorumluluğumuzu ve buradaki yürütme görevimizi hakkıyla yerine getirmiş olamayacağımızı hepimiz biliyoruz. Bizim görevimiz burada sadece farklı partilerde, farklı kimliklerde, farklı politik tercihlerde, farklı politik proje ve yönetimlerde farklı düşünüyoruz diye birbirimizin sözünü kesmek, laf atmak, müdahale etmek tabii ki olmamalıdır. Her birimiz, ülkemizde halkımız, ülkemizin, toplumumuzun selameti için, huzuru için, barış içinde yaşayabilsin, yarınlara umutla, güvenle bakabilsin diye, farklı düşünüyor olsak da bunun çırpınışı, bunun gayreti, bunun politikası içerisindeyiz. Hepimiz ülkemizi, memleketimizi, halkımızı seviyoruz. Kim ne düşünürse düşünsün, nasıl yaşıyorsa yaşasın, hangi partiden, kimlikten, inançtan, düşünceden olursa olsun, biz 82 milyon halkımızla beraber, her birimiz, içinde bulunduğumuz bu gemiyi en güzel bir şekilde, fırtınalı limanlardan daha sakin, daha sükûnetli... İnsanlarımız yarınlara nasıl umutla bakabilir, geçinebilir, ekmek kazanabilir, eşitçe yaşayabilir, özgürce yaşayabilir... İnsanların huzursuz ve endişe içinde olmadan, geçinemeyeceği korkusu olmadan, konuşmaktan çekineceği, eleştirmekten çekineceği, eline telefonu alıp sosyal medyada bir kelime düşüncesini yazmaktan bile endişe edeceği durumlar olmadan, hangi kitabı okuyup, hangi gazeteyi takip ettiğinin fişlenme endişesi olmadan, huzur içinde, güven içinde yaşayacağı bir toplum olsun diye hepimiz istiyoruz, bunun mücadelesini veriyoruz. Hiç kimse kandan memnun değil, hiç kimse huzursuzluktan, kavgadan, nefretten memnun değil, hiç birimiz bunu istemiyoruz ama belki teşhislerimizde farklılıklarımız olabiliyor, tedavi yöntemlerimizde farklılıklar olabiliyor.
Değerli arkadaşlar, siyasiler olarak bizim görevimiz, kavramlar, kelimeler, inançlar, kutsallar, değerler üzerinden birbirimizle atışmak, gündemleri çarpıtmak, gündemler oluşturmak, bunları yapmakla halkımızın huzurunu bozmak olmamalıdır. Vitrinlere, ekranlara bir gösteri yapma durumunun elbette hiç kimsenin düşüncesi olduğuna inanmak istemiyorum. Bizim vazifemiz, burada... İnsanlarımız gerçekten huzurlu mu? Ekmek bulabiliyorlar mı? Kendini güvende hissedebiliyor mu insanlar? Çocuğu aç, kirasını verebiliyor mu? Kredisini ödeyemeyip intihar eşiğine gelmiş olanlar var mı? Faturalarını ödeyemeyip binlerce haciz dosyalarıyla adliyelerde boğuşan yoksullarımız, emekçilerimiz, köylülerimiz var mı? Ki var. Adaletsizlikler sebebiyle insanlar haktan, adaletten umutlarını kestiler mi? Binlerce insan cezaevlerinde demokratik, vicdani, insani, ahlaki bir toplumda olmaması gereken davranışlarla, insanlık dışı tutum ve davranışlarla muhatap oluyor mu? Binlerce insan sadece farklı düşünüp konuştukları için haksız yere hapislerde yatıyor mu? Çalışıp didinerek hak ettikleri işlerine atanamayanlar ne durumda? Bununla ilgili sayısız alanda, her gün yüzlerce şikâyet, başvuru almaya hâlâ devam ediyoruz. Asgari ücret garabetiyle geçinmeye çalışan milyonlarca insan nasıl bir yaşam mucizesi gerçekleştiriyor? Ve biz bu insanlara nasıl bir yol açabiliriz? Artık çoğunluğu üniversiteli, nitelikli işsiz olan milyonlarca insanımıza acil, yeni iş imkânları ve sahalar nasıl açabiliriz? Kadınlar evde ve sokakta korkmadan kendilerini güvende hissederek nasıl huzurla nefes alabilirler ve geleceğe bakabilirler? Bunun derdinde olmalıyız.
Dün burada Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımız vardı. Söz sırası gelmedi bana ama şunu da ifade etmek istiyorum: Dün bazı konuşmacı arkadaşlarımız, MHP'den bazı vekil arkadaşlarımız... Evet, toplumda gerçekten kadının ve erkeğin insani değerleri, kişiliği, özeli, özgünlüğü muhafaza edilerek aile yapısı da tabii ki korunmalı fakat şuna dikkat etmeliyiz değerli arkadaşlar: Boşanmaların artması, ailelerin dağılması gibi... Bizlerin, aileyi koruyalım derken kadını nasıl bir çerçeveye, nasıl bir yaşama mahkûm ettiğimizin sorgulamasını ve hassasiyetini de gözden kaçırmamamız gerekiyor. Arkadaşımızın şu ifadesi dün özellikle dikkatimi çekmişti: "Boşanmaların artmasıyla şiddet, sokağa yansıdı." Kadının zaten ev içinde yaşadığı şiddetin sokağa yansıması, artık bir aysbergin ucunun toplumda, kamuda görünür hâle gelmesi, kaçınılmaz hâlde yansıması demektir arkadaşlar. Biz burada aileyi koruyalım derken aslında belki bilinçaltında farkında olarak ya da olmayarak şunun hassasiyetini, derdini görüyoruz ve buna itiraz ediyoruz, bunun endişesini yaşıyoruz: Aileyi korumak demek erkeğin menfaatini korumakla eşleştirilir hâle getirilmiştir veya getirilmeye çalışılıyor. Burada kadının ne sokakta ne ev içinde güvencesiz, şiddetle karşı karşıya kaldığı ortamların giderilmesi... Önce erkeklerin eğitilmesi, kadınların özgürlüğünün ve özgünlüğünün, cinsel eşitliğinin, her anlamda kişilik eşitliğinin, insani eşitliğinin güvence altına alınmasıdır arkadaşlar. Bizlerin bunlarla ilgilenmesi gerekiyor, yoksa kim az inanmış, kim inanmamış, kaç yerde ezan okunmuş, kaç yerde cami yapılmış, kaç yere bayrak dikilmiş... Ne dinin ne vicdanın ne ahlakın ne hukukun ne de toplumsal adaletin ve hakkaniyetin ölçüsü bunlar değildir arkadaşlar. Sürekli olarak kimlikler ve inançlar üzerinden bir söylem, bir dayatma, sürekli birilerini düşmanlaştırma, tehdit ve beka sorunu hâline getirme, hegemonik ve tahakküm edici zihniyet politikaları halkımız arasında hep bir endişe, güvensizlik ortamı ve birbirine karşı şiddetin, nefretin yayılmasına sebep olmaktadır. Acı olan, üzüntü verici olan ve bize gerçekten bunu bir yara olarak hissettiren ise iktidar ve iktidar vekillerimiz, arkadaşlarımız tarafından, ısrarla bu problemlere dikkat çekmeye çalıştığımız hâlde, bunların sanki sadece bir eleştiriden ibaret olduğu, bir polemik noktası olduğu gibi algılanarak doğruya, her şeye itiraz edilerek, görmezden gelinmesidir arkadaşlar. Bunlar bizim toplumumuzun bir gerçekliğidir. Bu hastalıkları tedavi edebilmemiz için önce sağlıklı teşhislerde birbirimizle ortaklaşabilmemiz, hep birlikte, halkımızın menfaatine birlikte adımlar atabilmemiz gerekmektedir arkadaşlar.
Bakın, KONDA'nın son günlerde yaptığı bir araştırmayı sizler de muhakkak ki biliyorsunuz, okumuşsunuzdur. Buna göre, dinî göstergelerde halkımız arasında, özellikle gençler arasında ciddi düşüşler vardır. Bunun ayrıntılarına girmiyorum, her biriniz zaten bunu okuyup araştırabilirsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
HÜDA KAYA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Başkanım.
Arkadaşlar, bu tabloyu önümüze koyup bir muhasebe etmemiz gerekiyor. "Dindar nesil yetiştireceğiz." iddiasıyla on yedi yıllık bir iktidar döneminde eğer gençler arasında artık dinî inançlarda, yaşamda, tercihte hızla bir zayıflama gerçekliğiyle karşı karşıyaysak bu gençlerimiz neyi düşünüyorlar, neyi tercih ediyorlar ve bu iddia neden çürüdü, nasıl çürüdü, bir kez daha bunun sorgulanması gerekiyor. Biraz önceki konuşmamın içinde de belirttiğim gibi, bizim derdimiz "Kim neye inandı, oruç tuttu mu, namaz kıldı mı, ne yaptı, camiye gitti mi, geldi mi?" meselesinden ziyade, bütün inançların temel değerleri olan, ortak değerleri olan ve çağımızda da evrensel, vazgeçilmez, insani değerler olan adalete sahip çıkmak, insanın iradesine, düşüncesine, özgürlüğüne, yaşam hakkına, çalışma hakkına, emeğine, ehliyetine saygı duymak ve bunun karşılığını politika olarak gerçekleştirmektir.
Hepinize teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)