| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 11.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; partim adına Anayasa Mahkemesinin bütçesi hakkında görüşlerimi bildirmek üzere huzurlarınızdayım.
Sayın milletvekilleri, öncelikle Anayasa Mahkemesinin kuruluş amacı üzerinde durmak istiyorum. Benden önce söz alan bir milletvekili arkadaşımız kısaca bir tanımlamada bulundu, ben aynen bu tanıma katılıyorum: "Siyaseti hukukun kıskacına almak." Peki, işte bizim Meclisimizin de hemen arkasında "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Meclis Başkanının oturduğu kürsünün hemen üzerinde, benim de arkamda bu yazılar yazıyor. O zaman, milletin egemenliğinin tecelli ettiği bir Meclisi kıskaç altına almak ne demektir, bunun üzerinde birkaç şey söylemek istiyorum.
Öncelikle, bize öyle şeyler anlatılıyor ki sanki "Anayasa Mahkemesi de dâhil olmak üzere, devletin birçok kurum ve kuruluşu tarihin ilk çağlarından beri var ve bunlar olmazsa kıyamet kopar." gibi bir anlayış ortaya koyuluyor. Çok açık ve seçik bir şekilde, hepinizin de bildiği gibi, 1961 Anayasası yapılana kadar, yani 27 Mayıs 1960 darbesi dönemine kadar, sürecine kadar Türkiye'de bir Anayasa Mahkemesi yok. Mustafa Kemal Atatürk döneminde de yok, İsmet İnönü döneminde de yok, Celal Bayar döneminde de yok, bu dönemlerin hiçbirisinde böyle bir kurum Türkiye Cumhuriyeti'nin yapısında yok. Peki, ne oldu da ondan sonra böyle bir mahkemeye ihtiyaç duyuldu? Bu konuda da sayısız yazı, makale, kitap, görüş var. Bunları tek tek burada sizlere saymak istemiyorum. İşte bu "Siyaseti hukukun kıskacı altına alma." cümlesi bunların hepsini özetliyor.
Anayasa Mahkemesinin kuruluş tarihi 22 Nisan 1962 ve resmî olarak faaliyete başlama tarihi ise 28/8/1962 ve bugün, dünyanın birçok ülkesinde Anayasa Mahkemesi yok.
Şimdi, bu kısa özeti yaptıktan sonra, gelelim Anayasa Mahkemesinin kurulduktan sonraki serencamına. Peki, Anayasa Mahkemesinin yetkileri ne? Böyle bir kurum kuruldu, üstüne üstlük -yine biliyorsunuz- 1961 Anayasası'yla birlikte Türkiye'de bir Cumhuriyet Senatosu da kuruldu. Genç nesillerin büyük bir kısmı Cumhuriyet Senatosu nedir, bilmiyor. Bu Cumhuriyet Senatosu da 12 Eylül 1980 darbesiyle lağvedildi, ortadan kaldırıldı, sona erdi. Şimdi, hem Cumhuriyet Senatosunu kuruyor 1961'den sonraki darbe iradesi hem bu da yeterli olmuyor, bunları kontrol edecek bir Anayasa Mahkemesi kuruyor. Anayasa Mahkemesinin yetkileri ne? Anayasa Mahkemesinin esas yetkisi, yapılan kanunların mevcut anayasaya -yapılış şekli olarak- usulden ve esastan uygun olup olmadığını denetlemek. Buraya kadar tamam yani tırnak içinde kuruluş amacına "Tamam." diyorum, yoksa Anayasa Mahkemesinin varlığına "Tamam." demiyorum. Anayasa değişikliklerinde yetkisi ne? Anayasa değişikliklerinde ise yetkisi, sadece bu yapılan anayasa değişikliğinin usul yönünden doğru yapılıp yapılmadığını denetlemek, yoksa esastan, sen bu anayasa değişikliğini yapabilirsin, yapamazsın diye bir yetkisi veya esastan bir yorum yapma salahiyeti de kesinlikle yok ama neler oldu, biliyorsunuz. Cumhuriyet döneminde, bugüne kadar 61 siyasi parti kapatıldı, bunlardan 25 tanesini Anayasa Mahkemesi kapattı. Bunun içinde, tırnak içinde dinci, milliyetçi, solcu, sağcı, Kürt, sosyalist, aklınıza ne gelirse, her kesimden, her ideolojiden ve her tabandan oy alan, onların oylarına talip olan siyasi partiler var. Bu yönüyle de, yine, AK PARTİ'li bir arkadaşımızın şu cümleleri enteresan, Anayasa Mahkemesini tanımlarken: "Dar bir oligarşik yönetim anlayışı, bürokratik oligarşinin tezahürü." Peki, bu sosyalist söylemleri söyleyen AK PARTİ'si bugün hangi noktada? Bugün, Anayasa Mahkemesinin -suçladığı bu anlayışına karşılık- sadece üyelerini değiştirerek, yerine yeni üyeler atayarak, yine aynı şekilde bu yapıyı devam ettirmeyi tercih etti. Sanki bir sosyalist parti milletvekili konuşuyor gibi, bir an için, kendimi böyle bir ortamda farz ettim ama maalesef, gelinen bir noktada, yine bu Anayasa Mahkemesinin pozisyonunda ciddi bir değişiklik yok. Siyasi partilerin kapatılması yine yetkisinde, siyasi partilerin mali yönden denetimi de yetkisinde. Bir de bu yapılan yorumlarda, mesela geçmiş dönemde bir "367 kararı" var. Ayrıca, 411 oyla bu Meclisin karar aldığı başörtüsü yasağını kaldıran ve yine maalesef, bedbaht bir elin, zihnin attığı manşetle "411 el kaosa kalktı." diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini hiçe sayan zihniyetin doğrultusunda yine bir iptal kararı var. Yani geçmişine baktığımız vakit, bu Anayasa Mahkemesi ne yapmak istiyor, niçin var, kimlerin hizmetinde; bunu anlamak, tırnak içinde, çok zor ama esasında, yaptıklarına ettiklerine bakarsanız bu da çok çok açık ve net bir şekilde ortada.
Bütün bu yetkisini aşan müdahalelerde ve kararlarda bir de bir "kurucu irade" yalanı var ortada: "Efendim, cumhuriyetin bir kuruluş felsefesi var. İşte kurucu irade şöyle buyurdu, kurucu irade şöyle kurdu ve kurucu iradenin kuruluş felsefesi doğrultusunda bu maddeleri şöyle, şöyle, şöyle yorumlama mecburiyeti var." yalanı var ortada.
Sevgili arkadaşlar, tek bir yalanı yani burada sizlere arz etmek istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti'nin bir 1924 Anayasası var. 1924'ten 1928'e kadar o "kurucu irade" denilen devletin Anayasası'nda "Devletin dini İslam'dır." ibaresi var 1928'e kadar. Laikliğin resmen Anayasa'ya girmesi ise 1937. Bunlar sadece bir hatırlatma.
Siyasi parti kapatma kriterlerine gelince. Bugün, bir siyasi parti "Diyanet İşleri Başkanlığı gereksizdir veya bu şekliyle doğru değildir, kaldırılsın." dese, bu, kapatılma gerekçesi olarak değerlendiriliyor veya yine, bizim gibiler demokratik özerklikten, yerinden yönetimden, bölgesel idarelerin yetkilerinin artırılmasından, eyalet sisteminden, seçilmiş validen bahsettikleri, zaman yine ziller çalıyor ama aynı Anayasa Mahkemesinin KADEP partisiyle ilgili bir kararı var, federasyonu resmen savunan bir partiyle ilgili olarak "Bu fikirleri savunmanın kapatılma gerekçesi olamayacağı"yla ilgili de bir kararı var. Yani bu kararlarda neye göre hareket ediyor, neye göre karar veriyor, hangi kriterleri uyguluyor? Sadece kendi keyfinin kriterlerini uyguluyor.
Bir diğer önemli şey, Anayasa Mahkemesinin, işte, 17 üyeye çıkarılan bu yeni temsil durumunun neye göre olduğu? Şu an, değişik kurum ve kuruluşların -bunları tek tek saymıyorum, vaktim çok sınırlı- teklifleriyle bu 17 üyenin nihai olarak 14'ünü Cumhurbaşkanı belirliyor, 3 tanesini de yine bu kurum ve kuruluşların teklifiyle Meclis belirliyor ama diğer ülkelere baktığımız zaman -mesela bir Amerika Birleşik Devletleri'ne, Almanya'ya, Fransa'ya, İspanya'ya, İtalya'ya- bu seçimlerin farklı olduğunu ve yine burada, seçilmişlerin, Meclisin çok daha egemen olduğunu görüyoruz. Mesela Almanya'da 8 üyeyi Federal Meclis, 8 üyeyi de Federal Konsey atıyor. Yine, Fransa'da 3 üyeyi Devlet Başkanı, 3 üyeyi Meclis Başkanı, 3 üyeyi de Senato Başkanı atıyor.
Şimdi siz, işte "Egemenlik kayıtsız şartız milletindir." deyip bunun üzerine tekrar bir kelepçe vurmaya kalktığınız zaman, bunun varacağı bir yer yok. Kendi Meclisinize güvenmek zorundasınız, Meclisimize güvenmek zorundayız. Bunun üzerine bir kurum daha, kurumun üzerine bir kurum daha, onun üzerine bir kurum daha? Peki, bunları kim belirleyecek? "Yine siyasi erk sahibi belirleyecek." derseniz, o zaman niye gerek var? İşte, Meclis burada zaten, siyasi erk ortada, Anayasa Mahkemesine hiçbir gerek bu anlamıyla yok çünkü Meclisin kendi Anayasa Komisyonu, Adalet Komisyonu, birçok komisyonları var. Bütün bu değişiklikleri ve uygulamaları fiilen zaten Meclis yapabiliyor. Eğer suistimal söz konusuysa, bu, değişik vesilelerle atanmışlar açısından da aynı şekilde caridir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin acilen bir yargı reformuna ihtiyacı var. Bir sağlık reformu yaptı Türkiye artılarıyla, eksileriyle, ayrı bir konu ama acilen bir eğitim reformu ve yargı reformu? Eğitime girmiyorum çünkü konumuz yargı. Bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan 120.000 başvurunun 20.000 tanesi tek başına Türkiye'ye ait. Bu bile, içinde bulunduğumuz durumu açık ve seçik bir şekilde ortaya koyuyor. Bugün, KCK davası başta olmak üzere, birçok davadan üç buçuk yıldır, dört yıldır, tutuklanan, içeride tutulan, henüz bir ifade bile veremeyen, ifadesi bile alınamayan binlerce insan var; böyle bir hukuk skandalı, rezaleti olmaz. Mutlaka, Anayasa Mahkemesinden de başlayarak aşağıya kadar, Türkiye'nin acilen bir hukuk reformuna ihtiyacı var.
Yeni anayasa elzem. Sayın Başbakan "15 Aralık 2007 tarihinde, en geç 15 Aralık 2007 tarihinde yeni anayasa teklifimiz Meclise gelecek." dedi. İşte, 15 Aralık 2007, 15 Aralık 2012; beş yıl bitiyor. Beş yıldır bekliyoruz, komisyonlarda da Adalet ve Kalkınma Partisi öyle bir politika izliyor ki ne şiş yansın ne kebap; neyi açık seçik olarak söylüyor, neyi savunuyor, nereye varmak istiyor, anlayabilene aşk olsun! Bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi olarak bunu da burada, bu cümlelerle ifade etme zarureti farz oldu benim açımdan.
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesinin bütçesi bu yıl yüzde 50 artırılmış. Peki, niye artırılmış? Yani, Türkiye'nin bütün kurum ve kuruluşlarının yatırımlarının tamamı yüzde 50 artmış mı? Yok. Yine, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda 150 milyon yani yeni parayla 150 TL talep ediliyor. Bu müracaatınız haksız görüldüğü vakit, reddedildiği vakit de 2.000 TL yani eski parayla 2 milyar bir ceza ödüyorsunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ise ne başvuruda ne redde hiçbir bedel alınmıyor. Yani, bir arkadaşımız daha söyledi, burası bir ticari müessese midir, yoksa mazlumun, mağdurun, çaresizin, parasızın, herkesin hakkını arama durumunda olduğu bir kapı mıdır?
Bütçe yüzde 50 arttırılıyor -biraz evvel altını çizdim- niye arttırılıyor? Sadece makam aracı olarak aylık bir araca 7.600 avro, yani TL cinsinden ifade edersek, aylık 17 milyarın üzerinde, 17 bin TL'nin üzerinde bir para ödeniyor. Peki, bu araç niye satın alınmıyor, bunu da bilen yok.
Değerli arkadaşlar, son olarak? Anayasa Mahkemesi, bakanları, başbakanları da yargılayan bir kurum. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında bir suç duyurusu ile konuşmamı sonlandırmak istiyorum.
Dün, Sayın Başbakanın bizzat okuduğu, 10 Aralık 2012 tarihli konuşmasının 9'uncu sayfasının son kısmı: "27 Nisan bildirisi AK PARTİ Hükûmetinin dik duruşu sayesinde sadece beyhude bir girişim olarak kalmış, akamete uğratılmıştır. Buna rağmen, bu e-bildirinin Türkiye'ye sadece faiz yoluyla maliyeti yıllık 2 milyar dolar olmuştur. 28 Şubatın bu ülkeye maliyetinin ne olduğunu varın siz kıyaslayın." Bunu kim söylüyor? Sayın Başbakan diyor; ki, bakın açık seçik bir suç duyurusu bu. E-muhtıra, 27 Nisan muhtırası, Yaşar Büyükanıt'ın "Ben yazdım, ben imzaladım, ben okudum." dediği muhtıra, yıllık 2 milyar dolara mal olmuş. Bunun müsebbibi hakkında, sorumlusu hakkında ne yapılmış?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Zırhlı araç alınmış.
ALTAN TAN (Devamla) - Zırhlı araç alınmış, taltif edilmiş, inşallah madalya da verilir.
Yaşar Büyükanıt hakkında da suç duyurusunda bulunuyorum 2 milyar dolar zarar verdiği için, Başbakan hakkında da.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Tan.