GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:33
Tarih:14.12.2019

MHP GRUBU ADINA ÜMİT YILMAZ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığına bağlı Sahil Güvenlik Komutanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve AFAD bütçeleri üzerine söz almış bulunmaktayım, Genel Kurulu ve aziz Türk milletini saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz toprakları, bulunduğu coğrafya itibarıyla doğal afetlerin sıklıkla yaşandığı bir bölgededir. Son yıllarda yaşanan büyük depremlerin yanı sıra, iklim değişikliğine bağlı olarak sel, heyelan, hortum ve benzeri felaketler bunun en büyük göstergesidir. Bu konumda olan ülkemizin, AFAD gibi bir kurumu hayati önemi haiz niteliktedir. 12 Kasım Düzce depremiyle alakalı yaptığım konuşmada da belirttiğim gibi, afetlerle karşılaşmadan önce alınacak tedbirler, karşılaşıldıktan sonra yapılacaklardan hem daha ucuz olacak hem de can kayıplarını azaltacaktır.

Değerli milletvekilleri, olası, muhtemel bir İstanbul depremi bu çerçevede değerlendirilmeli ve hazırlıklar buna göre yapılmalıdır. Hazırlıkların başında ise kentsel dönüşüme hız vermek ve erken uyarı sistemlerinin kurulması gelmektedir. Deprem yaşandıktan sonra insanların ilk aklına gelen şey, toplanma alanları olmaktadır. Toplanma alanlarının sayısı, özellikle İstanbul gibi metrekareye düşen insan sayısının çok yoğun olduğu şehirlerde artırılmalı, vatandaşlarımız bu alanların nerede olduğu konusunda bilgilendirilmelidir.

Depremin yanı sıra, özellikle Karadeniz gibi sel felaketlerinin sıklıkla yaşandığı bölgelerde de gerekli tedbirler alınmalıdır. Yeri gelmişken, 18 Temmuzda Akçakoca, Cumayeri ve Gümüşova ve Gölyaka'da yaşadığımız sel felaketinde Sayın Bakanlarımızın göstermiş oldukları yoğun ilgiden dolayı kendilerine hemşehrilerim adına teşekkür etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 18 Temmuzda yaşadığımız sel felaketi, dere yataklarının ıslahının bir an önce yapılmasının ve daha önceden dere yataklarına yapılan yerleşim bölgelerinin gözden geçirilmesinin gerektiğini gözler önüne sermiştir. Yaşadığımız sel felaketinden sonra, yerleşim yerlerine yeni yapılacak konutların dere yatağına olan uzaklığı göz önünde bulundurularak izin verilmesi doğru bir yaklaşımdır. Ancak yaşanan selden sonra, Akçakoca ilçemizde dereye sıfır konumda bulunan beton santraline izin verilmesi ise oldukça düşündürücüdür. Akçakoca'da dere kenarına, vatandaş, bırakın ev yapmayı kümes bile yapamazken beton santrali yapılmasının ve bu kadar hızlı ruhsat verilmesinin arkasında kimler olduğu Akçakocalı hemşehrilerimiz tarafından merak edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Sahil Güvenlik Komutanlığı son yıllarda artan görev ve sorumlulukları neticesinde oldukça önemli bir konuma yükselmiştir. Bu artan önemi sonucunda, Komutanlığa ait Sahil Güvenlik Gözetleme Radar Sistemi Projesi'nin ilk aşamasının Aralık 2019 tarihinde hizmete gireceği ve 2021 sonunda tamamlanacağı İçişleri Bakanlığı tarafından ifade edilmektedir. Projenin tamamlanmasıyla kara sularımızın tamamı radar ve kamera sistemiyle kontrol edilebilecektir.

Coğrafyamızda bulunan ülkelerde yaşanan toplumsal olaylar ülkemize doğru başlayan düzenli ve düzensiz göçleri artırmıştır. Artan göç trafiği, üç tarafı denizlerle kaplı ülkemizde Sahil Güvenlik Komutanlığının önemini artırmaktadır. Türkiye'yi transit ülke olarak gören ve Avrupa Birliği toprakları olan Yunan adalarına geçişte deniz yolunu kullanan göçmenlerin, Sahil Güvenlik Komutanlığının İçişleri Bakanlığına bağlanması, teknik donanım ve personel sayısının artırılmasıyla, kaçak geçişlerinde ciddi düşüş görülmektedir. Sahil Güvenlik Komutanlığının başarısına, sadece Avrupa Birliğiyle imzalanan Geri Kabul Anlaşması'ndan kaynaklanan sorumlulukla bakılması doğru değildir.

Kendi kara sularımızda ve uluslararası sularda her gün yaşanan Aylan bebek gibi facialar insan olarak içimizi acıtmıştır. Uluslararası sularda göçmenleri taşıyan botları kendi kara sularına sokmayan, hatta batıran Avrupa Birliği ülkelerinin kolluk kuvvetleri, demokrasi ve insan hakları konusunda dünyaya nutuklar atanların yüzündeki maskeyi düşürmüş ve gerçek yüzlerini ortaya koymuştur.

Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığımıza bağlı bir diğer kurum Göç İdaresi Genel Müdürlüğüdür. Göç, ülkemizin bulunduğu jeopolitik konumu ve tarihî geçmişi dolayısıyla, belli dönemlerde yoğun olmakla beraber her zaman karşılaştığımız önemli problemlerin başında gelmektedir.

2011 yılının başında Tunus'ta başlayan ve "Arap Baharı" adı verilen siyasi hareketlerin bazı ülkelerin içinde yarattığı çatışmalar düzensiz göçün artmasına neden olmuştur. Mart 2011 yılında komşumuz Suriye'de başlayan iç savaş, ülkemizin karşılaştığı göçün kitlesel hâle gelmesine neden olmuştur. Ülkemizin maruz kaldığı kitlesel göç neticesinde, Nisan 2013 yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu hazırlanmış ve kabul edilmiştir. İlgili kanunla mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma ve geçici koruma statüleri belirlenmiş, 2014'te çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliği'yle de detaylandırılmıştır.

Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerinin başlamasıyla birlikte, müktesebata uygun olarak, 6458 sayılı Kanun'dan sonra Aralık 2013 tarihinde Avrupa Birliğiyle Geri Kabul Anlaşması imzalanmıştır. İmzalanan Geri Kabul Anlaşması'yla, Avrupa Birliği ülkeleri, ülkemizi transit geçiş için kullanan göçmenlerin ülkemize iadesini sağlayarak kendilerini bir nevi koruma altına almışlardır. Yapılan anlaşmalar ve çıkarılan kanunlar sonucunda, ülkemizde kayıtlı göçmen sayısı 5 milyon 74 bine ulaşmıştır. Kasım 2019 tarihi itibarıyla bu göçmenlerin 3 milyon 680 bini geçici koruma kapsamına alınan Suriye vatandaşlarıdır, bu göçmenlerden 79.820 kişiye Türk vatandaşlığı verilmiştir.

Tarihsel sorumluluğumuz ve Türk-İslam kültüründen kaynaklanan özelliklerimiz; dini, dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun, kendi vatanlarında zulüm gören, haksızlığa uğrayan insanlara kucak açmamıza neden olmuştur. Yüce Türk milleti bu özellikleriyle tarihin her döneminde takdir toplamıştır. Hâl böyleyken, kirli geçmişlerinde her türlü kanlı katliamlar, soykırımlar, köleleştirmeler bulunanların senatolarında ve meclislerinde almış oldukları sözde Ermeni soykırımı tasarılarının nazarımızda hiçbir hükmi şahsiyeti yoktur. Müslüman Türk milleti tarihin hiçbir döneminde soykırım, katliam ve köleleştirme yapmamıştır. Siyasi gözle bakmayıp tarihsel inceleme yapan tüm dünya milletleri, düşünürler ve tarihçiler bunu böyle ifade etmiştir.

Değerli milletvekilleri, 2011 yılından bu yana, statüleri farklı olsa da göçmen sayısında her geçen gün artış olmaktadır. Ayrıca, sınırımızın kenarında, Suriye topraklarında bulunan İdlib'te rejim güçlerinin sivillere yönelik saldırılarının artması yeni bir kitlesel göç tehlikesini barındırmaktadır. Ülkemiz an itibarıyla dünyada en fazla göçmen bulunduran ülke durumundadır, bir de İdlib'ten gelebilecek kitlesel göçü kabul edebilmemiz mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde bulunan Suriye vatandaşlarının geçici koruma statüleri nedeniyle zorla geri gönderilmeleri gerek imzaladığımız anlaşmalar gerekse ülkelerindeki yaşam şartlarının uygun olmaması göz önünde bulundurularak mümkün görülmemektedir. Ülkemizde bulunan Suriyelilere yönelik iki tane kalıcı çözüm alternatifi olduğu değerlendirilmektedir: Bunlar, gönüllü geri dönüşün sağlanması ve yerel bütünleşme olarak adlandırılan entegrasyondur. Sayıları 4 milyona yaklaşan bir kitlenin entegrasyonu mümkün görünmemektedir. Entegrasyonun sağlanabilmesi için en az üç kuşak geçmesi gerektiği düşünülmektedir, bu da yaklaşık yüz yıla yakın bir zaman etmektedir. Sorun sadece sayı ve zaman da değildir, bunun yanı sıra, ev sahibi toplumun ve misafir toplumun da buna çoğunlukla katılması gerekmektedir. Oysa yapılan sosyal araştırmalarda Türk toplumunun yüzde 86'sı ülkemizde bulunan Suriyelilerin geri dönmesi gerektiğini ifade etmiştir, aynı araştırmalarda özellikle 18-24 yaş grubundaki Suriyelilerin Türkleri sevmedikleri yönünde ifadeleri bulunmaktadır. Bu durum, aynı mahallede yaşayan Suriyeliler ile vatandaşlarımız arasında en ufak bir sürtüşmenin büyük bir toplumsal olaya dönüşmesi tehlikesini de içinde barındırmaktadır. Geçmişte Şanlıurfa, Bursa, Denizli, Uşak, Hatay gibi illerimizde yaşanan olaylar bunun göstergesidir.

Entegrasyonun bir diğer sorunu da demografik yapıda yaşanacak değişikliklerdir. 2019 yılı itibarıyla ülkemizde bulunan Suriyelilerin nüfusa göre oranı yüzde 3,7 civarındadır. Ancak Suriyelilerdeki nüfus artış hızına baktığımızda, bu oranın 2023 yılında yüzde 5-6'lar seviyesinde olacağı öngörülmektedir. Bu demografik yapıda meydana gelebilecek değişiklikler sonucunda, ileride yaşanması muhtemel sıkıntıların iyi düşünülmesi gerekmektedir. Yerel entegrasyonun ekonomik boyutuna göz atacak olursak, Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle, şu ana kadar ülkemizin Suriyeli göçmenlere harcadığı para 40 milyar dolar civarındadır. Suriyelilerin ekonomiye getirdiği söylenen 2 milyar dolarlık katkı ve Avrupa Birliğinden alınan 3 milyar euro, yapılan masrafların faizini bile karşılamamaktadır. Oysa 40 milyar doların ekonomiye ve yatırıma yönlendirilmesinin ülkemize getireceği kazanç ve refah hesap edildiğinde, Düzce'de tamamlanmayan yolları ve yatırımları, ülkemizde yapılacak projeleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bir diğer kalıcı çözüm, gönüllü geri dönüşün sağlanmasıdır. Maalesef, bu da kısa zaman içinde sağlanabilecek gibi görünmemektedir. Ülkemizin yapmış olduğu Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı Harekâtlarıyla oluşturulan güvenli bölgelere 370 bin civarında Suriyelinin yerleşmesi sağlanmıştır ancak bu sayı yeterli değildir. Buraların yeniden inşası ve iş imkânlarının yaratılmasıyla Suriyelilerin ülkelerine geri dönüşü cazip hâle getirilmelidir, bunun maliyetinin ülkemiz tarafından karşılanabilmesi de mümkün görünmemektedir. Yerleşim yerlerinin imkânı ve iskânı için Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler elini taşın altına koymak mecburiyetindedir. Gönüllü geri dönüşün sağlanmasının hem ülkemiz hem de dünya açısından en ucuz maliyeti ise yeni Suriye Anayasası'nın düzenlenmesidir. Ülkemizde yaşayan Suriyelilerin canını, malını, inancını, kültürünü koruyacak ve güvenliğini sağlayacak bir yeni anayasa yazımı sonucunda ülkelerine gönüllü olarak dönmelerinin önünü açmak en mantıklı çözümdür.

Güvenlikleri sağlanan Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmeleri, ağır bir yıkım geçiren ve nitelikli eleman ihtiyacı olan ülkelerinin toparlanması için de gereklidir. Bu yüzden, Suriyelilere vatandaşlık verilirken bu durumun göz önünde bulundurulması ve Türk vatandaşlığının verilmesinde gözetilen istisnai vatandaşlık hükümleri tekrar gözden geçirilmelidir. Ayrıca, Türk vatandaşlığı verilirken sadece maddi yatırımları göz önünde bulundurmak da yanlış bir bakış açısıdır. Türk vatandaşlığı verilmesinde, en azından, Almanya ve Fransa'da olduğu gibi vatandaşlık kazanılmasında dil yeterliliği ve ev sahibi ülkeye ilişkin çeşitli bilgilerin sınandığı sınavlar uygulanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, tabii, zamanım bitti. Konuşmamın son kısmını da eczacı olmam ve Sayın Sağlık Bakanımızın da burada olması hasebiyle biraz da sağlığa ayırmak istiyorum.

Sayın Bakanım, hoş geldiniz.

Sayın Bakanım, tabii, Düzce'de yaşanan sağlık problemlerini, hekim eksikliklerini, bunları size ilettik; bu konuda değil bugünkü başvurum. Bir eczacı olarak kamuda çalışan eczacılarımızın sıkıntılarını siz de biliyorsunuz çok iyi. Ama bugün sizden eczacılar ve vatandaşlarımız adına bir istirhamım olacak Sayın Bakanım.

Sayın Bakanım, şimdi, iki gün önce burada Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımız vardı, ben kendisine bu listeyi de ilettim. Burada 130 civarında bir ilaç listesi var ve bu ilaçların SGK tarafından ödenmeyeceği söyleniyor. Burada neler var?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayınız.

ÜMİT YILMAZ (Devamla) - Tamamlıyorum Başkanım.

İşte, tedaviye yardımcı olduğu söylenen ağız gargaraları ve burada adı geçen "topikal preparatlar" dediğimiz merhemler var Sayın Bakanım, bunların ödenmeyeceği söyleniyor. Bunlar etofenamat -yetmiş yıllık ilaç- işte, etken madde olarak söylüyorum, diklofenak -başka ne var- naproksen sodyum içeren ilaçlar, benzalin içeren gargaralar, nimesulid içeren yine topikal preparatlar var; bunların ödenmesi ekonomiye çok büyük bir yük getirmiyordur Sayın Bakanım. Biliyorum, 38 milyar civarında bir ilaç harcaması var ülkemizin ama inanın, bunların bir yıllık harcama içindeki kalemi 1 milyon tutmuyordur. SPK'de görüşüleceği söylendi, o yüzden sizden Sağlık Bakanımız olarak rica ediyoruz; bunların ödenmemesinin, engellenmesinin sizin üzerinize bir sorumluluk olarak görünmektedir, bununla ilgileneceğinizi düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)