| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 15.12.2019 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Millî Eğitim Bakanlığı ve bağlı kuruluşları üzerine grubumuzun düşüncelerini özetle aktarmaya çalışacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülürken Plan ve Bütçe Komisyonunda ayrıntılı olarak görüşlerimizi sunmuştuk, ben onları yinelediğimi söylemekle yetineyim ama birkaç başlığın altının çizilmesinde yarar var. Birincisi şu: Öğretmen yetiştirme gerçekten büyük bir problem, iyi öğretmen yetiştirmiyor Yükseköğretim Kurulu; ayrıca, yetiştirdiği öğretmenlerin büyük bir bölümü de kapı önüne bırakılıyor. Atanmayan öğretmen sayısı 700 bine ulaşmış; bu, devasa bir rakamdır. Millî Eğitim Bakanlığı "Bunu eritmeye çalışıyoruz. Yükseköğretim Kuruluyla görüşerek her yıl yüzde 10 oranında bu sayıyı azaltacağız." diyor. Keşke bize bir projeksiyon sunsa, bu 700 bin öğretmenin ne zaman atanacağını söylese ve bundan sonra yeterinden fazla öğretmen atanamayacağını söylese.
Kadrolu öğretmen, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen biçiminde çeşit çeşit istihdam biçimleri var. Bunların bir an önce son bulması gerekiyor ve esasen şu anda kadrolu öğretmen ataması yok. Sözleşmeli öğretmen ataması, ana istihdam biçimi olmuş durumda. Anayasa çok açık, Anayasa diyor ki: "Devletin asli ve sürekli görevleri memurlar eliyle yürütülecek." Ya eğitim hizmeti devletin asli ve sürekli görevleri arasında değil ya da bunu bir an önce çözmelisiniz ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına son vermelisiniz.
Bu arada başka bir şey daha yapıyor bu Hükûmet, her öğretmeni mülakatla göreve alıyor. "On yedi yıl boyunca aldığı eğitimin benim için hiçbir önemi yok. Belli bir puanın üzerinde, barajı aşmış öğretmenler arasından ben istediğim kişiyi beş dakikalık mülakatla öğretmen yaparım. Benden daha iyi hiç kimse bilmez." diyor. Bunun da büyük bir yanlış olduğu açık.
"Proje okulları" diye bir sorun vardı, çokça tartıştık ama bunu bir hatırlamakta yarar var. Bu ülkenin en iyi eğitim kurumları, en seçkin liseleriydi bunlar; Millî Eğitim Bakanlığı -Sayın Bakan, sizin için söylemiyorum çünkü sizden önce oldu bu uygulama- bu okulların tamamının içini boşalttı. Bu okulların hepsine "proje okulu" dedi. Ne için? Arka bahçesi olmadığı için. Aslında bu okullar hiç kimsenin arka bahçesi değildi. "Proje okulu" adı altında en iyi okullara yeni bir isim verdiniz, bunlara istediğim öğretmeni, istediğim müdürü, istediğim müdür yardımcısını atarım diye önce yönerge, sonra yönetmelik çıkardınız. Oysa yapmanız gereken şey niteliği düşük olan diğer eğitim kurumlarının seviyesini yükseltmekti. Ama Millî Eğitim Bakanlığı bunların seviyesinin düşürülmesini daha doğru bir uygulama olarak gördü.
2023 vizyonunuz var. Eleştirmek için henüz erken ama şunu söyleyelim: Mesleki eğitimle ilgili büyük iddialarınız var, keşke METEM'lerden başlamasaydınız. Mesleki teknik eğitim merkezleri, meslek eğitimiyle ilgili en iyi eğitim kurumlarıydı, sınav sonuçları açısından söylemiyorum ama mesleğe yerleştirmek açısından en iyi eğitim kurumlarıydı. Meslek liseleri yerine mesleki teknik eğitim merkezlerini OSB'lerin yönetimine devrediyorsunuz. Umarım, mesleki teknik eğitim merkezlerindeki istihdam oranı düşmez.
TEOG sınavları diye sınavlar vardı, doğru bir tarafı vardı. Bunun yerine LGS diye bir sınav getirdiniz. Eleştiriye açık bir sınavdı TEOG sınavı ama LGS diye bir sınav getirdiniz, "Çok az sayıda eğitim kurumuna sınavla girilebiliyor, bunun dışındaki eğitim kurumlarına sınavsız, adresinize en yakın okul hangisi ise ona gireceksiniz." diyorsunuz ama veliler çocuklarını istemedikleri okullara kaydettirmek zorunda kalıyorlar.
Seçmeli dersler konusu büyük bir sorun. Kürtçeyi, Zazacayı seçmeli dersler arasına aldınız fakat bu dersleri verecek öğretmenlerin hiçbirisini atamıyorsunuz. Bu eğitim kurumlarında, yükseköğretim kurumlarında görevli akademisyenleri de ihraç ettiniz. Eğitim yöneticilerini belli koşulları taşıyanlar arasından seçimle alın ya da objektif bir yöntemle alın diyoruz, siz ona da "Yok, en iyisini ben bilirim, istediğim şekilde yönetici seçerim." diyorsunuz.
Ana dilde eğitim, programınız arasında yok. Sorularda sorduk, Millî Eğitim Bakanlığı diyor ki: "Bu, Anayasa'ya aykırı, ana dilde eğitim." Şimdi ben size söyleyeyim: Kalıcı OHAL Anayasa'ya uygun, kış lastiği konusunda OHAL KHK'si çıkarmak Anayasa'ya uygun, Anayasa 127'ye rağmen kayyum rejimi kurmak Anayasa'ya uygun, OHAL KHK'leriyle on binlerce kamu görevlisinin görevine son vermek Anayasa'ya uygun, yine, on iki bin yıllık Hasankeyf'i elli yıllık bir baraja kurban etmek Anayasa'ya uygun, ana dilde eğitim Anayasa'ya aykırı öyle mi?
YÖK konusundaki görüşümüz çok net. Sokakta her 6 Kasımda "YÖK'e hayır." dediğimiz gibi bundan sonra da "YÖK'e hayır." diyeceğiz ve bir an önce bütün vesayetler gibi üniversite üzerindeki vesayete de son verilmesini savunacağız.
ÖSYM güvenilirliğini çoktan yitirdi. Bu ülkede güvenilir kurumlardan birisiydi. Umarız tekrar güvenilirliğini kazanır. Bu konuda muhalefet olarak bizim üzerimize düşen bir görev varsa biz de bunu yapmaya hazırız diyorum.
Şimdi, Plan Bütçedeki sunumunuzda "Örgün eğitim kurumları içerisinde özel okulların oranı yüzde 20'ye yaklaştı." demiştiniz. Şöyle bir cümle var, diyorsunuz ki: "Uluslararası standartlar gözetilerek gelişen özel öğretim tüm okullar için destekleyici ve geliştirici bir işlev üstlenecektir." Yani uluslararası standartlara göre izin veriyoruz diyorsunuz.
Bakın, bu temel liseleri herkes her gün sokakta görüyor. Bunlar okul falan değil, bildiğiniz apartman. Bahçesi yok, spor salonu yok, laboratuvarı yok, müzik sınıfı yok, hiçbir şeyi yok. Bildiğiniz dershaneleri, kursları lise yapmışlar ve siz bize diyorsunuz ki: "Uluslararası standartları gözeterek izin verdik." Ya uluslararası standartta bir sorun var ya da gerçekten bunlar uluslararası standarda uygun değil.
Üniversitelerin durumu gerçekten facia. Ben birkaç şeyi söyleyeyim. Üniversite Araştırma Laboratuvarı (UniAr) bir araştırma yayınladı, mutlaka biliyorsunuzdur. Türkiye'de görev yapan 196 rektörün akademik profilini çıkardı birkaç gün önce, atıf ve yayın verilerine göre; diyor ki: "Uluslararası makalesi bulunmayan toplam rektör sayısı 68." 68 rektörün uluslararası makalesi yok diyor. Bu, Web of Science'a göre yaptıkları araştırma. Bir diğer sistem Scopus'tan alınan verilere göre de 55'miş. 55 rektörün uluslararası makalesi yokmuş. Atıf yapılmayan rektör sayısı 71'miş. 71 rektöre hiçbir akademisyen atıf yapmamış. Yine Scopus verilerine göre bu 61'miş. Neredeyse 3 üniversite rektöründen 1'ine atıf yapılmıyor bu ülkede. Dünya sıralamasına eskiden ilk 200'e Türkiye'deki üniversitelerden birkaç üniversite girerdi; şimdi, bazı araştırmalar "İlk 500 arasında hiçbir üniversite yok." diyor. 122 devlet üniversitesinden 78'inde ve 273 bölümde profesör yok, doçent yok; o yüzden halkımız bunlara "yüksek lise" diyor, "fakülte" demiyor, "üniversite" demiyor.
Bugün 15 Aralık, dün 14 Aralıktı; bu kent kuşatmalarının, sokağa çıkma yasaklarının yıl dönümüydü, milletvekili arkadaşlarımız bunu tanıklıklarıyla ayrıntılı olarak anlattı fakat o dönem çok önemli bir şey oldu: Barış akademisyenleri, barış isteyen akademisyenler bir imza metni yayınladılar. Tartışabilirsiniz, doğru bulmayabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, belki imza atan akademisyenler de "Yüzde yüz bu metin beni yansıtıyor." dememiş olabilir ama bu akademisyenler iki şey söylemişlerdi ve bu konuda mutabıktılar, diyorlardı ki: "Ağır insan hakları ihlalleri yaşandı ve biz bu ülkede barış istiyoruz, tekrar çözüm masasına dönülsün istiyoruz." Peki, Hükûmet ne yaptı? Hepsini hedef gösterdi, hepsini düşmanlaştırdı, mafya babaları bu akademisyenlere "Kanınızda yüzeceğiz!" dediler; bir kısmı emekliliğe zorlandı, bir kısmının sözleşmesi yenilenmedi, yüzlerce akademisyen de sadece bu imza metni için ihraç edildi.
Esasen 3 akademisyen hakkında ceza soruşturması başlatılmıştı ama OHAL KHK'leriyle ihraç edildikten sonra, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulduktan sonra olur da geri dönebilirler diye, bir delil oluşturmak için, 2 bin akademisyenden 823'ü hakkında bir anda soruşturma başlatıldı. Hepsi hakkında bir dava açılabilirdi, 820 tane ayrı ayrı dava açıldı. Sanki tek bir olay yokmuş gibi otuz altı ay hapis cezası veren mahkeme de oldu, on beş ay verip hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını veren de oldu. Hatta, sevgili Füsun Üstel Hoca cezaevine girdi.
26 Temmuz 2019 tarihinde Anayasa Mahkemesi bir karar verdi, dedi ki: "Bu barış akademisyenlerinin yayımladıkları metin, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır, dolayısıyla herhangi bir suç oluşturmuyor." Her konuda bilgi sahibi, fikir sahibi olan İçişleri Bakanı ne dedi? "Beni bağlamaz." dedi, sanki Fransız Anayasa Mahkemesi karar vermiş.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Tiryaki.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Ardından, Anayasa Mahkemesi kararından sonra bütün akademisyenler tek tek beraat etti, yine o çok bilmiş İçişleri Bakanı "Beraat kararı da beni bağlamaz." dedi. Kimi bağlar Sayın Bakan? İçişleri Bakanının görevi, yargı kararının gereğini yerine getirmek. Beş yıl hapis cezası alan birisinin hapse girmesini kim sağlayacak? Millî Eğitim Bakanlığı mı? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mı? Tarım ve Orman Bakanlığı mı? Tabii ki mahkeme İçişleri Bakanlığına, Emniyet Müdürlüğüne, Jandarmaya yazı yazacak "Bunu tutuklayın, hapse atın." diye. Beraat kararını uygulamak zorunda olan İçişleri Bakanı "Beni bağlamaz." diyor.
Türkiye'de üniversite iklimi iyice çoraklaştı. Bu yüzden bu akademisyenleri bir an önce göreve başlatın, belki üniversitelerimize bir katkısı olur. Esasen bunların hepsini göreve başlatmak zorundasınız.
Son bir şey söyleyip bitireceğim Sayın Başkan, eğer izin verirseniz.
Hükûmete gerçekten şunu söyleyeyim: O kadar vicdansızsınız ki, o kadar acımasızsınız ki bu konuda; bakın, insanları ihraç ettiniz, olur da OHAL Komisyonuyla geri gelirlerse ne diyorsunuz biliyor musunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Tiryaki.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Birkaç cümle söyleyeceğim Sayın Başkan, teşekkür ederim.
"İstanbul'a geri dönemezsin." diyorsunuz. "Ankara'ya geri dönemezsin." diyorsunuz. "İzmir'e geri dönemezsin." diyorsunuz. "Boğaziçinde, Marmarada, İstanbulda, ODTÜ'de hoca bile olsan, 2006'dan sonra kurulmuş bir taşra üniversitesine gideceksiniz." diyorsunuz. Bu, vicdansızlık değilse; bu, insafsızlık değilse siz söyleyin, ben başka bir isim bulamadım diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)