GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:34
Tarih:15.12.2019

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 2019 yılı Dışişleri Bakanlığı bütçesi hakkında konuşmak üzere partim Halkların Demokratik Partisi adına söz hakkı almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Dış politika alanında AK PARTİ Hükûmetinin durumu, dalgaları kabarmış bir denizde dümeni kırılmış ve pusulası kaybolmuş bir kaptanın acınası hâline benziyor. Hükûmet, Avrupa ve Arap dünyasıyla tehdit, şantaj ve hakaret üzerinden ilişkilenirken Amerika ve Rusya'nın diplomatik tefecilik tezgâhına düşmüş bir pinpon topu gibi Washington ve Moskova arasında mekik dokuyor, bu iki güç arasındaki bölgesel çelişkileri kullanarak ve türlü tavizler vererek aldığı diplomatik kredilerle Orta Doğu'nun karanlık dehlizlerinde yol almaya çalışıyor. Hedef yok, eksen yok, yörünge yok, biraz reaksiyonel yani tepkisel ama çokça transaksiyonel bir diplomasi. "Transaksiyonel" kelimesi öyle sofistike falan görünebilir, çok sofistike bir tarafı yok, bildiğiniz al-ver diplomasisi ya da halkın bildiği anlamıyla at pazarlığı diplomasisi; günü kurtarmaya yönelik, iç politika malzemesi hâline gelmiş, kurumsallıktan uzak, liderlere dayalı, çoğu zaman "dostum Putin" "dostum Trump" söylemlerinde olduğu gibi şahsileştirilmiş, bazen de damat diplomasisi şeklinde ailesel boyut kazanabilen tuhaf bir çerçevede seyrediyor. En son, biliyorsunuz, Almanya, Fransa, İngiltere ve Cumhurbaşkanının şahsı arasında bir toplantı yapılmıştı.

Sayın Bakan Komisyonda yaptığı sunumda Türk dış politikasını insani ve girişimci olarak tanımlamıştı. Tabii, bu, işin reklam ve pazarlama kısmı. Herkes biliyor ki bütün dünyada dış politikayı insani, girişimci ve ahlaki değerler değil, en kaba hâliyle, ulusal çıkarlar belirler. "Girişimci" diye bir dış politika yok; gücü olan var, emperyal, yayılmacı ve müdahaleciliğe dayalı dış politika uyguluyor; mesele bu. Sorsanız bu tür devletlere, müdahale ettikleri ülkelere insanlık, adalet, medeniyet ve özgürlük götürdüklerini iddia ederler. Amerika, Irak ve Afganistan'a -tırnak içinde- insani müdahale yapmıştı. Başını ABD'nin çektiği koalisyonda onlarca Avrupa ülkesi, Suriye'ye "insani müdahale ve terörle mücadele" safsatasıyla girmişti; Libya'daki durum hakeza. Bu müdahaleciliklerinin sonucu, ölen milyonlarca, yerinden edilen on milyonlarca insan, paramparça edilmiş toplumlar, sayısız kıyım, yıkım ve mağduriyet. "İnsani, girişimci dış politika" kulağa hoş gelebilir de bu kavramın Türk dış politikasıyla uzaktan yakından bir alakası yok. Reel politik, ulusal çıkara göre dış politika belirlemektir; bu doğru. Türkiye'nin de böyle yapmasında aslında tuhaf bir durum yok ama tuhaflık başka bir yerde. Türk dış politikası ulusal çıkara göre değil, Hükûmetin çıkarlarına göre şekilleniyor. Ulusal çıkarın ne olduğuna Hükûmet karar veriyor ve elindeki medya ve diğer propaganda aygıtlarıyla kendi çıkarlarını Türkiye'de yaşayan bütün halkların çıkarıymış yani ulusal çıkarmış gibi sunabiliyor. Türkiye'de yaşayan halkların çıkarları şu an Hükûmetin uyguladığı dış politikaya taban tabana zıt politikaların uygulanmasını gerekli kılıyor. Bir örnek vermek gerekirse en basitinden, Suriye savaşına Türkiye'nin müdahalesinin Türkiye'de yaşayan halklara, kime ne faydası oldu, Türkiye'nin burada ulusal çıkarı neydi? Aynı şekilde, Libya için de geçerli, şu an biliyorsunuz asker gönderme fantezileri kuruluyor. Soruyor musunuz Türkiye ve Libya halklarına "Sizin çıkarınız nedir bunda?" diye.

Kıymetli arkadaşlar, dış politikaya dair böyle genel ifadelerden sonra, Türkiye'nin AB, Avrupa, Rusya'yla ilişkilerine girip sonra Orta Doğu'ya dair bazı düşüncelerimi ifade edeceğim. Amerika-Türkiye ilişkilerinde, biliyorsunuz, yakın dönemde bir Ermeni soykırım tasarısı geçti, bu işin daha başlangıcı, çok gerilimli bir dönem yaşanıyor; S-400 meselesi, F-35'ler meselesi, bir taraftan Suriye, Rojava işgali var, diğer taraftan Erdoğan ve ailesinin mal varlığının araştırılması, Halk Bankası meselesi; bu gerilimler, önümüzdeki dönemde Türk dış politikasını önemli oranda belirleyecek görünüyor. Durum o kadar kritik olacak ki İncirlik ve Kürecik meselesini ilk defa geçen gün Hükûmet, Sayın Bakan ifade etti, bunlar gündeme gelebilir. Belli ki zorlanmalar artıyor.

AKP Hükûmetinin Amerika'daki destekçilerine baktığınız zaman, gerçekten, kongrede iki ya da üç, elin parmaklarını geçmeyecek kadar bir destekçi kalmış lobilere verilen 10 milyonlarca dolar paraya rağmen, öyle görünüyor ki Trump'ın şahsi avukatı Giuliani ve damadıyla iş tutmak bile Hükûmeti bu cendereden çıkarmaya yetmiyor.

Öte yandan, Rusya çok soğuk bir şekilde, düşürülen uçağın ve öldürülen büyükelçinin intikamını almaya devam ediyor, çok soğuk bir şekilde, yavaş yavaş.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Çok beklersin sen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Nasıl yapıyor bunu? Türkiye'nin ABD, Avrupa ve NATO'yla ilişkilerinin arasına bir kama sokmuş ve her fırsatta bunu derinleştirmeye çalışıyor.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Biraz da Türkiye'yi tut.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - İdlib'deki dengenin Türkiye'nin aleyhine değişmesi bir zaman meselesi. Geçen gün Washington'dan konuşan Lavrov Türkiye'nin İdlib'de üzerine düşenleri yapmadığını ve bu durumun ilelebet devam etmeyeceğini söylüyordu. Eğer Rusya şu ana kadar İdlib'e müdahale etmemişse bu, Almanya, Fransa, İngiltere ve Amerika'nın çektiği sınırlarla ilgilidir. Öyle görünüyor ki bir taraftan Amerika'daki yaptırımlar, diğer taraftan Rusya'yla İdlib üzerinden yaşanabilecek gerilimler Suriye'de artık bu 2 gücü birbirine karşı kullanma yolunun sonuna doğru gelindiğini gösteriyor.

Avrupa Birliğiyle ilişkilerde de öyle çok önemli bir gelişme söz konusu değil, hatta, aksine durumlar söz konusu. Biliyorsunuz, katılım müzakereleri zaten donmuş durumda. Beş yıl önce seçim meydanlarında yapılan vizesiz Avrupa vaatleri artık tam hayal olmuş durumda. Vize muafiyeti bir tarafa Schengen, gri ve yeşil pasaportlara da seyahate çıkmadan önce harç karşılığında izin alma şartını getirecek 2020 yılında. Gümrük birliği konusunda herhangi bir gelişme söz konusu değil pozitif anlamda ama çok da önemli değil, yakın zamanda Türkiye, hani Avrupa'yla entegre olmuş Türkiye gümrük birliği konusunda adım atamıyor ama maşallah Sudan'la bir ticari anlaşma yapmış, artık bundan sonra Türkiye'ye Sudan'dan at, katır ve eşek eti ithal edebilecekmiş, artık kime, ne yedirilecekse? Gerçekten yani çok içler acısı bir durum.

Biliyorsunuz, Reform Eylem Grubu 4-5 toplantı yaptı. Doğrusu başta biraz heyecan yarattı ama şu an hiç kimse Türkiye'de doğru düzgün bir reformun yapılabileceğine dair ne bir beklentiye ne bir umuda sahip. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda Hükûmetin adım atmaya ne niyeti ne mecali ne de siyasi iradesi var. Siyasetçileri tutuklama, HDP belediyelerine kayyumlar, sonu gelmeyen gözaltı ve tutuklamalar, güçler ayrılığı ve bağımsız yargının olmayışı, cezaevlerindeki vahşet, işkenceler, düşünce özgürlüğü önündeki engeller, pespaye olmuş yargı sistemi, AİHM'den sürekli gelen cezalar, zulüm ve adaletsizlikler silsilesi katlanarak devam edeceğe benziyor. Süreklileşmiş bir olağanüstü hâl rejimi altında yaşıyoruz. Ekonomik krizden bahsedenler bile terörist olarak yaftalanıyor. Hukuk devleti rafa kalkmış, Türkiye tam anlamıyla bir polis ve istihbarat devleti durumuna dönüşmüş. Hukuk dışına çıkmak artık istisnai bir durum değil, bir devlet yönetme kaidesi olmuş. Hâl böyleyken, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliğiyle önümüzdeki dönemde olumlu ilişki geliştirmek de ham hayal.

Biraz da Orta Doğu'ya bakalım arkadaşlar. Orta Doğu'da Katar ve Libya'da, Trablus'ta sıkışmış hükûmet dışında dostu kalmayan Türkiye'nin önümüzdeki dönemde hem Suriye'de hem de Doğu Akdeniz'de derinleşen gerilimler ve açık çatışmaya girme ihtimali söz konusudur. Doğu Akdeniz'deki enerji paylaşım savaşında yapayalnız kalmış Hükûmet, Libya Hükûmetiyle yaptığı askerî ve deniz sularıyla ilgili anlaşmalarla el yükseltmeye, paylaşım masasında yer bulmaya çalışıyor. Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye'nin tutumunu belirleyen sorun aslında kırk beş yıldır bir türlü çözülemeyen Kıbrıs meselesidir. HDP olarak, Kıbrıs'ın hem güneyinde hem kuzeyinde yaşayan herkesin bu enerji kaynaklarından eşit bir şekilde faydalanması gerektiğini savunuyoruz. Doğu Akdeniz etrafında gerilimi artırmak, bir savaş çıkarmaksa en başta Kıbrıs'ta yaşayan halklara büyük bir zarar verecektir. Doğu Akdeniz ve Libya'dan pay almak isteyen Türkiye şimdiye kadar yürüttüğü vesayet savaşını açığa çevirmeye hazırlanıyor. Türkiye'nin Katar'la birlikte Libya'ya gönderdiği Suriye savaşı artığı militanlar ile silahları dünyada bilmeyen yok. Suriye savaşındaki veballeri ortadayken bir de Libya savaşına girmek isteyenlere, sadece Emevi Camisi'nde namaz kılma fantezisinin Türkiye ve Suriye halkları açısından ürettiği sonuçlara bakmasını tavsiye ediyoruz.

Suriye'de yeni bir işgal hareketiyle Serekani ve Tel Abyad arasında bir savaş cephesi açan Türkiye uluslararası kamuoyundan istediği desteği bulamadı. Dünyada Türkiye'yi açıktan destekleyen Pakistan, Azerbaycan, Nijerya gibi 3-4 devlet var. Pakistan ve Azerbaycan'ı anlıyorum, Nijerya'yı bir türlü anlayamadım gerçekten. Türki devletler, Kuzey Kıbrıs, Filistin ve hatta Katar bile bu işgale destek vermedi. Sekiz yıldır Suriye'yi paramparça eden savaşın bitmesi için çabaların yoğunlaşması gerekirken Türkiye'nin hangi paralarla desteklediğini bilmediğimiz çoğu El Nusra, El Kaide ve IŞİD türevi örgütlerin artığı olan ve sayılarının 100 bini aştığı söylenen "Millî Suriye Ordusu" denen çete yapı Kürtlere karşı her türlü çirkef yöntemle savaşıyor. Suriye savaşının başından beri Türkiye 40 bin civarında yabancı militanın Suriye'ye geçmesini sağlamış, Suriye'de değişik grupları para, silah ve istihbaratla desteklemişti. Bu grupların işledikleri katliamlar ve yaşattıkları vahşet ortada, Esad'ın yaptıklarını aklamıyor tabii bu, onun yaşattığı vahşet belki bunların 10 katı.

Vesayet savaşlarında istediği sonucu alamayan Türkiye "katil" dediği Esad'la zımni bir anlaşma çerçevesinde artık Esad'ı devirme siyasetinden vazgeçmiş, bütün enerjisini Kürtlerin yeni Suriye'de elde edebilecekleri özerk bir siyasi yapıyı boğmak üzere yoğunlaştırmıştır. Afrin'de yaşanan zulmü defalarca ifade ettik, Serekani ve Tel Abyad'da durum çok farklı değil. AKP Hükûmeti "Kürtlerle değil terörle mücadele ediyorum." dese de bütün dünya bu savaşın Kürt özerkliğine yönelik olduğunu apaçık biliyor ve böyle tartışıyor. Türkiye, Hafız Esad'ın Arap Kemeri politikasını, yerinden etme, etnik temizlik ve demografik mühendislikle elli yıl sonra devam ettirip nihayete erdirmeye çalışıyor. Daha önce gösterdim, şimdi de göstereyim: Şuradaki Hafız Esad'ın Arap Kemeri politikasını gösteren, bu da Cumhurbaşkanının Birleşmiş Milletlerde sunduğu harita.

HDP olarak biz, bu bölgelerden yani Türkiye'nin şu an "güvenlik bölgesi" olarak tariflediği bu bölgelerden Türkiye'ye gelmek zorunda kalan Suriyelilerin gönüllü ve güvenli bir şekilde yerlerine dönmeleri için her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu ifade ediyoruz ancak, tıpkı Afrin'de olduğu gibi Suriye'nin başka bölgelerinden Arap nüfusu, özellikle de desteklediğiniz çetelerin ailelerini getirip bu topraklara yerleştirme politikanızı insanlığa karşı bir suç olarak görüp sonuna kadar mücadele edeceğiz. Sınırın dibinde Peşaverler yaratmaya çalışıyorsunuz, hem savaş suçu işliyor hem de önümüzdeki dönemde, yaptığınız demografik mühendislikle Suriye'de yaşayan Araplar, Kürtler, Türkmenler, bu halklar arasında yeni savaşların tohumlarını ekiyorsunuz.

Bu arada, Suriye Demokratik Güçleri'nin sınırın 30 kilometre aşağısına çekilmesini isteyen Türkiye, IŞİD lideri Bağdadi'nin Türkiye'ye 5 kilometre mesafede, örgütün 2 numaralı isminin de hemen Cerablus'ta öldürülmesi karşısında edecek laf bulamıyor. Belli ki Bağdadi, kendisini Irak ve Suriye'nin Arap bölgelerinde değil Türkiye'nin denetimindeki alanlarda güvende hissetmiş. Aynı bölgede, biliyorsunuz, daha önce sınır ticareti vardı IŞİD'le Türkiye arasında, Kürtler sınır kapılarının kontrolünü ele aldıkları noktada Türkiye ticareti kesmiş, sınırı kapatmıştı. Apaçık olan gerçek şu: Türkiye Cumhuriyeti'ne hâkim olan mantık, konjonktür gereği, sürekli olarak IŞİD'i Kürtlere tercih etmiştir. Önümüzdeki dönemde de "katil" dedikleri Esad'ı Kürtlere tercih etmenin plan ve hazırlıklarını yapmaktalar.

Zamanım çok fazla kalmadı arkadaşlar. Yani Suriye'de yaşanan bütün bu yerinden edilmeler, kaymakam atamalar, Türkçe eğitim müfredatına başlanması Afrin'de ve diğer birtakım yerlerde, bütün bunlar aslında bir işgal planının olduğunu apaçık ortaya koyuyor, kimseyi kandırmayalım. Fakat ben şuraya gelmek istiyorum bağlamak açısından: Görmek istemediğiniz çıplak ve yakıcı hakikat şudur kıymetli arkadaşlar: Orta Doğu'da yüz yıldır çözülemeyen bir Kürt ve de kürdistan meselesi vardır, ortadadır, siz başınızı kuma gömün, böyle bir mesele var. Türkiye'nin Suriye'ye müdahaleleriyle iyice bölgeselleşen hatta küreselleşen Kürt meselesi artık çok aktörlü, çok faktörlü, içinde Türkiye'nin de olduğu ama Türkiye'yi de aşan bir sorun. Orta Doğu'nun kaotik ortamında çok fazla aktörün Kürt meselesine müdahil olması paradoksal bir şekilde hem siyasi çözümü olgunlaştırırken hem de karmaşıklaştırıp zorlaştırıyor.

Türkiye ise kelimenin tam anlamıyla yeni bir bölgesel konjonktürde kendi sınırları içinde ve dışında yaşayan Kürtlerle yeni ve pozitif bir ilişki kurma basiret, yetenek ve iradesini ortaya koyamıyor, yüz yıllık inkâr ezberine geri dönüyor, meseleyi bir terör ve güvenlik meselesi olarak görmekten vazgeçemiyor, bildiği tek yol olan milliyetçilik ve militarizme hız veriyor, daha önce olduğu gibi iflası kaçınılmaz olan bu politikalarda ısrar ediyor. Daha önce de ifade ettik, tekrar söylemekte fayda var: Kürt meselesini çözebilen büyür, bölgesel güç olur, bölgeye istikrar ve huzur katar, çözemeyip savaşa başvuranlar ise çözülüp tarihin ve siyasetin çöp sepetine giderler, cumhuriyetin yüz yıllık tarihi bunun örnekleriyle doludur, tercih sizindir. Ancak, bu konuda mevcut Hükûmetin sorunun siyasi ve barışçıl çözümüne dair irade gösterebileceğine dair bir beklentimiz artık kalmamıştır, yoktur.

Konuşmamın geri kalan kısmında, kıymetli arkadaşlar, birkaç tane fotoğraf ve birkaç tane hikâye paylaşmak istiyorum. Türkiye'de Kürt meselesinde geldiğimiz nokta, biliyorsunuz 2 Aralıkta Tel Rıfat'ta bir katliam oldu; aralarında 8 çocuğun da olduğu... Fotoğraf bende ama göstermeyeyim o fotoğrafı geçmek istiyorum. Savaş olunca zaten çocuklar ölür yani farklı bir şey beklemezsiniz. O tezkerelere el kaldırdığınız zaman çocukların, yaşlıların öleceğine de el kaldırıyorsun, savaş böyle bir şey, herkesi götürüyor. Yalnız, Fetih duaları okutup "Muhammed'in Ordusu" olarak gönderdiğiniz ordu... Bakın bir topçu atışı Tel Rıfat'a düştü, ben size sadece -Muhammed'in Ordusu dediniz ya- ölen çocukların ve yaşlıların ismini okuyacağım: Hasan Abdullah, 74 yaşında; Ali Mahmut Osman, 63 yaşında; Muhammed Ali, 11 yaşında; Mustafa Muhammed Mecid, 10 yaşında; Muhammed Hacı Ömer, 7 yaşında; Arif Cafer, 6 yaşında; Ahmet, 9 yaşında; Abdülfettah, 3 yaşında; Abdurrahman, 12 yaşında; Muhammed Abdürrahim 15 yaşında; herhâlde 6-7'sinin isminde Muhammed var. Fetih duaları okuyup gittiniz oraya, Tevbe suresiyle çıkacağınızı düşünüyorum da Allah bu tevbeyi kabul eder mi, onu bilmiyorum.

2'nci fotoğraf: 3 Aralık 2019, Emine Aslan, HDP Kadın Meclisi üyesi, 65 yaşında; bu anneden bir terörist çıkarıp sekiz yıl yedi ay hapis verdiniz. Şu kadın, hapiste, ağır hasta; aileleri ne yaptı? Bir şekilde, hastaneye yatıramadılar, kadıncağız öldü, hastanede öldü. Ameliyat edildikten sonra da elleri kelepçelenmiş bir hâlde... Fakat mesele orada bitmiyor. Aile cenazeyi alıyor, kayyum atanan belediyeler ambulans vermiyorlar, kepçe vermiyorlar; kendi elleriyle kazıyorlar. Polis müdahale ediyor, define gelen imamı sorguya çekiyor; imam oradan ayrılıyor. Cenazeye gelen halkı GBT'ye tabi tutuyorlar. Hasılıkelam, insan gibi ölümüne bile müsaade etmiyorlar. Daha ötesi, taziye çadırı kurmalarına da müsaade etmiyorlar. Emine Hanım'ın 83 yaşındaki annesi şöyle demiş: "Kızımın cenaze namazını bile kıldırmadılar. Gözümüzü açtığımızda imam başımızda olur, son nefesimizi verdiğimiz zaman da imam başımızda olur, son görevimizi yaptırır ama bırakmadılar kızım için. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim." 83 yaşında.

6 Aralık 2019, Ağrı Tutak. "Terörist öldürüldü." dediler. 22 yaşında Murat Kaya. Bakın, arkasında Kur'an-ı Kerim var duvara asılı, şurada da seccade, şunlar da 3 çocuğundan 2'si. İstanbul'da işçilik yapıyor, inşaat işçisi; Ağrı'ya gelmiş çocuklarını görmeye, öldürdüler. Kardeşleri, kardeşlerinin ölümü hakkında konuştukları için de gözaltına alındılar ve birçoğu işkence görmüş.

Daha önce Ağrı'ya gitmiştim, 2015 yılında, Diyadin'de öldürülen fırın işçileri raporunu ben kendim tutmuştum. Milletvekili arkadaşlarla gitmiştik 2015 yılında, iki yıl geçmiş. Vali önce soruşturma izni vermedi, en son Erzurum Mahkemesinin zorlamasıyla soruşturma izni verdi. Dün internete baktım, bir gelişme var mı, dört buçuk yıldır... 2 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, biri 15, biri 16 yaşında; gittiğimizde kafalarındaki kemik, et parçaları duvarlara yapışmıştı. Kürt olunca adalet işlemiyor, durum bu.

Son iki: Tarih 7 Aralık. İkiköprü Belediye Eş Başkanımız, seçilmiş belediye başkanı, Batman'da, arkasında da polis ordusu. Sadece son iki haftadaki bazı durumları dikkatinize sunuyorum. Bununla birlikte 28 tane belediye oldu.

Yalnız, bu kayyum zihniyetini küçük bir teşhir edelim, birkaç harita göstereyim size: Şu, Şark Islahat Planı'nın uygulandığı bölge...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Hemen bitiriyorum Başkan.

Umum müfettişliğinin uygulandığı bölge, olağanüstü hâlin uygulandığı bölge, bu da size, kayyumların atandığı bölge. AK PARTİ'ye "Neokemalist parti" dediğimiz zaman alınmayın lütfen, haritalar konuşuyor.

Son olarak şimdi bunları ben size niye anlattım arkadaşlar? Bana esin kaynağı olan aslında bunlar değildi, bunları birçok arkadaşımız paylaştı. 13 Aralık'ta yani iki gün önce başka bir gelişme oldu kıymetli arkadaşlar. "Ankara JİTEM davası" olarak bilinen dava bütün sanıkların beraatiyle sonuçlandı. 1993-1996 yılları arasında, HDP Eş Başkanı Pervin Buldan'ın eşinin de aralarında olduğu 19 kişinin katledilmesiyle ilgili açılan dava. Barış Anneleri, biliyorsunuz, çok uzun bir dönemdir, öldürülen çocuklarının akıbetini soruyor; Pervin Başkan da bunlardan biri. Ne oldu? Ankara JİTEM davası da daha önceki davalar gibi komple beraatle sonuçlandı ve bütün bu insanlar aklandılar. Şaşırdık mı? Şaşırmadık.

Şimdi size 2 tane fotoğraf daha göstermeye çalışacağım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Selamlayalım.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, 2005 yılında "Kürt sorunu var." deyip eksik, yetmezlikleriyle 2013 yılında kıymetli barış sürecini başlatan Adalet ve Kalkınma Partisinin geldiği son nokta... Bu manidar bir fotoğraf, Ağar ve Çiller fotoğrafı. Bu Ankara JİTEM davasında, başta Mehmet Ağar olmak üzere bütün sanıkların beraat etmiş olması önümüzdeki dönemde Kürt meselesine dair algınızı gösteriyor. Bakın, burada çok güzel gülüyorlar Cumhurbaşkanı ile Mehmet Ağar; muhabbetleri bol olsun ancak bu ittifaka en büyük siyasi bedeli ödetmek de bizim halkımıza verdiğimiz söz olsun.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)