| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 15.12.2019 |
CHP GRUBU ADINA SAYIN OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Az önce, Sayın Çeviköz, Amerika ve özellikle yaptırımlar konusunda bazı konulara değindi. Dışişleri Bakanlığı bütçesini konuşurken, Türkiye'nin dış politikada son dönemlerde yaşamış olduğu sıkışıklığı ele almadan geçmek mümkün değil. Önemli bir sıkışıklık içindeyiz, nereden bakarsanız bu sıkışıklığı görüyorsunuz. İsterseniz Doğu Akdeniz'e bakalım: En son, Libya'yla yapılmış olan bir anlaşma var, o anlaşma bir çıkış yolu temennisi, bir çıkış yolu hareketi olarak görüldü ama baktığımızda, Doğu Akdeniz'de, en son, Avrupa Birliğinin tamamı, Türkiye'nin tezlerini ortadan kaldıracak ya da kendi çıkarlarına uygun bir şekilde kendi görüşlerini ifade eden bir açıklama yayınladı. İsrail karşımızda, Mısır karşımızda, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi karşımızda; birçok yerde, Doğu Akdeniz'de karşımızda olan ülkeler var.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara sıfır sorun politikasıyla gelmişti, biz de bunu olumsuz bir şey olarak algılamamıştık; Yunanistan'la da başka komşu ülkelerle de komşu olmayan ülkelerle de sıfır sorun politikasını yürütüyordu. On yedi yılın sonunda gelmiş olduğumuz nokta -Doğu Akdeniz'de de görüldüğü üzere- değerli yalnızlık politikasının devam ettiğini gösteriyor. Şimdi, biz bu eleştirileri dile getirdiğimizde, iktidar sözcüleri aslında hiçbir sorun yokmuş anlamına gelecek bir davranışta bulunuyorlar, diyorlar ki: "Bizim tezlerimiz doğru." Bizim tezlerimiz doğru, kabul, bizim tezlerimiz doğru da "Bu kadar geniş bir ülkeler grubunu Türkiye Cumhuriyeti'nin karşısında bir blok oluşturmaya itecek ne yaptık?" diye bizim sormamız gerekmiyor mu? Biz ne yanlış yaptık da Avrupa Birliği, artık Amerika da, arada bir Rusya, bazen NATO ama çoğunlukla bu söylemiş olduğumuz komşu ülkelerin tamamı Türkiye'nin tezlerinin tam karşısında duran bir siyaset izliyorlar Suriye'de de, Doğu Akdeniz'de de, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerinde de, Türkiye'nin komşularıyla olan ilişkilerinde de? Türkiye'nin dış politikasında neyi yanlış yaptığını ve karşısında bu kadar geniş bir blok oluşturduğunu sorgulamak durumundayız, bunu özellikle dış politikayı uygulayanların sorgulamasına ihtiyaç var.
Çok uzun değil, son birkaç ayda sadece Amerika'yla yaşadığımız sıkıntılara bakalım: S-400 problemini yaşıyoruz, F-35 problemini yaşıyoruz, bir mektup krizi yaşadık; Allah kimseye göstermesin, sizlere nasip oldu. O kadar ağır ifadelerle yüklenilen bir mektubu alma, devlet arşivlerine kabul etme, sonra da Amerika'ya gittiğinizde masanın kenarında unutulmuş bir şekilde bırakma durumuna siz düştünüz; biz bundan gocunduk. (CHP sıralarından alkışlar) Biz bundan gocunduk, bunu eleştirdik.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Verdi, verdi, eliyle verdi.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Eğer siz bir şeyi Amerika'ya elden verecek olsaydınız onun 100 tane fotoğrafı, 500 tane videosu çıkardı. (CHP sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) - Sen onu yanlış görmüşsün, elden verdi, elden.
BAŞKAN - Sayın Özel, rica ediyorum.
Değerli arkadaşlar, lütfen hatibi dinleyin.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bir mektuba cevap verilecekse Johnson mektubuna bakarsınız, tarihten öğrenilecek bazı şeyler vardır, Cumhuriyet Halk Partililer bu işi nasıl yapmıştır, görürsünüz, siz de ona göre davranırsınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Ermeni soykırımı iddialarını içeren yasa tasarısı Senatodan geçti, jet hızıyla geçti, oy birliğiyle geçti. Bu, Türkiye diplomasi tarihinde uzun yıllardır verilmiş olan bir mücadelenin Amerika'da kaybedildiği anlamına geliyor. Soykırım tasarısının geçmiş olması soykırımın olduğu anlamına gelmez ama geçmiş olması, diplomatik olarak Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin yürütmüş olduğu siyasi mücadelenin, daha önceki Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinde olduğu gibi, bu mücadeleyi yürütüyor olmasının kaybedildiği anlamına gelir.
Daha kötüsü, yaptırımlar geliyor. Senatonun Dış İlişkiler Komitesinden geçti, muhtemelen önümüzdeki günlerde de Senatoya gelecek. O çok iyi dostunuz Trump'ın bunu engellememiş olmasını -Ermeni soykırımı tasarısını engellememiş olmasını- ve gelecek olan yaptırımlarla ilgili nasıl bir tavır alacağının henüz bilinmiyor olmasını Adalet ve Kalkınma Partisinin dış politikasını oluşturan arkadaşlara, Dışişleri Bakanına sormak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, biz arada bir bu eleştirileri dile getiriyoruz, diyoruz ki: "Dış politikada yanlış yoldasınız." Bir muhalefet partisi için herhâlde en övünülmeyecek şeylerden bir tanesi "Biz söylemiştik ve siz yapmadınız ve bizim söylediğimiz doğru çıktı." demektir herhâlde dış politikada çünkü o dış politika hepimizi ilgilendiren bir dış politika. Türkiye'nin içinde farklı konularda farklı şeyler düşünüyor olabiliriz ama Türkiye'nin dış politikasında bir zaafa uğradığı zaman bu ülke, o zafiyet bütün hepimizi etkiliyor, gelecek kuşakları etkiliyor.
Şimdi dönüp sizin Suriye politikasının ilk başlangıç dönemindeki açıklamalarınıza bir bakalım: Suriye'de iç çatışmalar başladığında ya da bu emareler ortaya çıktığında... Ki bir dönem Suriye'yle gayet iyi ilişkiler vardı, biz de bunu eleştiriyor değildik; ortak tatiller yapılıyordu, bunu da eleştiriyor değildik; Türkiye'nin komşusuyla iyi ilişkiler içinde olmasını olumlu buluyorduk. Sonra döndü, Suriye'nin içinde bir savaş süreci başladı. Türkiye'den yapılan açıklamalar, orada başlayan çatışmaları alevlendiren bir noktaya doğru gitti.
Şimdi, şunu görmek lazım: Eğer o zaman Cumhuriyet Halk Partisinin önerdiği politikalar yapılmış olsaydı yani Suriye'deki merkezî hükûmet esas alınsaydı, Suriye'nin toprak bütünlüğüne halel getirecek bütün eylemlerden, davranışlardan kaçınılmış olsaydı Türkiye'de bundan sonraki dönemde ne olmazdı? Birincisi, 4 milyon mülteci aramızda olmazdı. İkincisi, bugün Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumamız gerektiğini söylüyoruz; Suriye'nin bir toprak bütünlüğü vardı zaten. Suriye ile Türkiye arasında bir ticaret hacmi vardı, ortadan kalkmış bir ticaret hacmimiz var bugün itibarıyla. Askerlerimiz şehit oldu, asker ve sivil şehitlerimiz var. Bölgeye 3 tane askerî operasyon düzenlenmek zorunda kalındı, bunların hiçbirine gerek olmazdı. Suriye'den, Türkiye'ye tehdit unsuru olan terör örgütleri üredi, yüzlerce büyüklü küçüklü terör örgütü üredi ve Türkiye'de saldırılarda bulundular; bizim sivillerimiz Ankara Garı'nda katliama maruz kaldı, Reina'da, Türkiye'nin birçok farklı yerinde saldırılara maruz kaldı; belki bunların hiçbiri olmayacaktı. Türkiye'nin sınır ilçeleri havan toplarının, füze saldırılarının muhatabı oldu, insanlarımız hayatını kaybetti, eğitim ertelendi; belki bunların hiçbiri olmayacaktı. Sizin, bugün, artık "beka problemi" dediğiniz ve 2002'de iktidara geldiğinizde olmayan o mesele, dönüp bir de üzerine seçim kampanyası yaptığınız ve vatandaşı korkutarak kendi partinize oy istediğiniz beka sorunu da belki hiç ortada olmayacaktı. Biz, yine, onun olduğu kanaatinde değiliz ama en azından Hükûmet temsilcileri tarafından beka meselesinin tartışılıyor olmasını, Türkiye'nin içinde bulunduğu acziyetin bir ifadesi olarak kayıtlara geçirmek istiyoruz.
Biz eleştiriyoruz, siz diyorsunuz ki: "Türkiye zor bir coğrafyada, ne yapsın?" Doğru ama 2002'de siz iktidara geldiğinizde Türkiye İsveç'le mi komşuydu arkadaşlar? Türkiye o zaman başka bir coğrafyada mıydı, Danimarka'yla mı komşuyduk? 2002'de iktidara geldiniz, 2007'de geldiniz, 2011'de geldiniz, 2015'te geldiniz, 2018'de geldiniz; sizden önce de Türkiye Cumhuriyeti Anadolu'daydı, sizden sonra da Türkiye Cumhuriyeti Anadolu'da olacak. Dolayısıyla, Türkiye zor bir coğrafyada, evet. Bunu ilk keşfedenlerin sizler olması da açıkçası, dış politika yapım süreci açısından bizi hayal kırıklığına uğratıyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, fikr-i takip olması açısından söylüyorum; Amerika'yla yaşamış olduğumuz bir F-35 krizi var, doğru. 4/5/2017'de, Dışişleri Komisyonuna, Türkiye ile İspanya arasında yapılan bir anlaşma geldi; Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi Anlaşması. Bu anlaşma basında "uçak gemisi anlaşması" olarak yer aldı. Sizin iyi tanıdığınız yandaş medya "Türkiye uçak gemisine kavuşuyor." "Türkiye büyüyor." "Zaten biz kendi askerî teknolojimizi üretiyoruz." diye uzun uzun yayınlar yaptı. İşin ihale kısmındaki arızalara, işin yerli ve millî olmayan taraflarına hiç girmiyorum ama şuna müsaadenizle gireyim; Komisyonda sorduk, dedik ki: "Madem bu uçak gemisi, bu uçak gemisinin üzerine inecek uçak türü nedir?" Uzmanlar dedi ki: "F-35." "Peki, F-35 ordumuzun envanterinde var mı?" "F-35 envanterimizde yok." "Peki, nasıl olacak?" "Üretiliyor." denildi. O F-35'ler üretildi, Türkiye Cumhuriyeti parasını ödedi, 5 tanesi şu anda Amerika'da, Türkiye'ye teslim edilmiyor. F-35 krizinin devamında o F-35'ler Türkiye'ye gelecek mi gelmeyecek mi, bundan haberdar değiliz ama bir yandan o uçak gemisinin üretimi devam ediyor, muhtemelen 2021 yılında teslimi gerçekleşecek. Ama eğer biz F-35 krizini çözemezsek, uçak gemisi olan ama üzerine indirecek uçağı olmayan tek ülke olarak tarihe geçeğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)