| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 17.12.2019 |
HDP GRUBU ADINA ALİCAN ÖNLÜ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş şahsında tüm rehin tutulanları ve parti çalışanlarımızı, seçilmişlerimizi, devrima tutsakları ve halklarımızı saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bugün, siyasi soykırımı, kayyum gasbını, rehine politikalarını planlayan ve örgütleyen Millî Güvenlik Kurulu bütçesi hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Millî Güvenlik Kurulu, tekçi, inkârcı İttihat ve Terakki anlayışının ruhunu günümüze taşıyan, bugünün çok kültürlü, çok kimlikli yapısı üzerinde vesayet kurumudur; bugün yaşadığımız siyasi kaosun, toplumsal kutuplaşmanın, halklar ve inançlar üzerindeki inkârın en önemli kurumudur. Ülkeye kötülük eken, onun harcıyla siyaset kurumunu şekillendiren, demokrasinin gelişmesini engelleyen ve toplumun aydınlık geleceği üzerinde ipotek kurumudur.
1924 Anayasası'yla yönünü tekçi, merkeziyetçi ve asimilasyoncu bir hatta çeviren kurucu iktidar, bu tekçiliği muhafaza ve korumak için 1933 yılında Yüksek Müdafaa Meclisini kurarak bugünkü Millî Güvenlik Kurulunun temelini atmıştır. 1933-1949 tarihleri arasında Millî Savunma Yüksek Kurulu olan Kurul, Türkiye'nin baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürüldüğü gerekçesiyle 1960 darbesini planlar ve henüz emekleme döneminde olan demokrasiyi sekteye uğratarak, o dönemin Başbakanı ve arkadaşlarının idamının yolunu açmıştır.
Bugün 17 Aralık, aynı zamanda Kürt aydınları Ape Musaların, Canip Yıldırımların ve Doktor Şivanların da tutuklandığı 49'lar Davası'nın yıl dönümüdür, tarihî günüdür. Kürt aydınları daha o dönemde, askerî vesayet hedefinde olarak susturulmak, Kürt mücadelesi sekteye uğratılarak engellenmek istenmiştir. Bugün NATO üyeliği sonrasında, "Komünizmle Mücadele" adı altında hukuk dışı yapılar oluşturmuş, desteklemiş ve kaos ortamını yaratmıştır. Bütün devrimcileri, aydınları ve muhalifleri düşmanlaştırmıştır. "Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike altındadır." denilerek 1968 devrimci muhalefeti bastırılmış ve 12 Mart 1971 darbesiyle devrimci önderler idam edilmiştir.
Yine bu Kurulun yarattığı kaos ortamıyla 1977 1 Mayısında Taksim'de 34 emekçi, Maraş'ta ve Çorum'da yüzlerce Alevi katledilmiştir. Bu katliamlarla 1980 darbesinin zemini oluşturulmuştur. Darbe mekanizmasıyla 1971-1980 arasında 9 seçilmiş iktidar tasfiye edilmiştir. Bütün bu darbelerle, ülkede neredeyse her on yılda bir topluma gerçek iktidarın kim olduğu gösterilmiştir. 1980 darbesiyle, Türkiye solu ve Kürt devrimciler başta olmak üzere toplumsal muhalefeti Diyarbakır, Mamak, Metris cezaevlerinde en acımasız yöntemlerle sindirmeye çalışmıştır.
Bu Kurula göre ülkede çalılık temizlenmiş, artık tek düşman kalmıştı, o da bütün baskı ve sindirmelere karşı boyun eğmeyen, hiçbir şekilde biat etmeyen, demokratik ve ortak vatanda eşit yurttaşlık isteyen Kürtlerdi. Bundan dolayı Millî Güvenlik Kurulu Siyaset Belgesi'ni Kürt düşmanlığı üzerinden yeniden güncellemiştir.
Türkiye'nin gerçek anayasası olarak kabul edilen bu kırmızı kitapçıkla 1990'larda Kürt köyleri yakıldı, kontrgerilla faaliyetleriyle 17 bin faili meçhul cinayet işlendi; Alevilerin toplumsal talepleri ise Sivas katliamıyla bastırılmaya çalışıldı.
Aynı zamanda toplumsal nüfus mühendisliğini de görev edinen bu Millî Güvenlik Kurulu 12 Aralık 1996 tarihindeki toplantısında Kürt nüfus artışını gündemine alarak bunu engellemenin yollarını tartışmıştır. 28 Şubatta bu derin yapı yüzünü bir kez daha göstererek seçilmiş bir iktidarı değiştirmiştir. "Postmodern darbe" olarak da tarihte yerini alan bu darbe başta dindar kesime karşı, başörtü yasağı gibi ayrımcı uygulamalarla insan hakları ihlallerine imza atmıştır.
Anayasal kurumlar yetkilerini Anayasa'dan alırken meşruiyetini ise halktan alır. Askerî vesayet kurumu olan Millî Güvenlik Kurulu, kurulduğu günden bu yana anayasal görevleri dışında hareket etmiştir. Kendini Anayasa'nın üstünde gören Millî Güvenlik Kurulu demokrasiyi kesintiye uğratarak, seçilmiş iktidarları düşürerek, partileri kapatarak, halkları ve inançları, muhalifleri düşmanlaştırarak toplumsal kaosu yaratmıştır. Kaos ve karmaşa âdeta bu Kurul için temel, değişmez bir strateji olmuş, yönetsel bir aygıta dönüşmüştür.
2002 yılında iktidara gelen AKP Kürt ve Alevi sorununu, demokrasi ve insan hakları ihlallerini ve ekonomik bunalımların sorumlusu olan bu askerî vesayet kurumunu sonlandıracağı sözünü vermiştir. Türkiye halkları bu söze değer biçerek demokrasi, hak, hukuk, insan hakları talebiyle AKP'yi iktidara taşımıştır. 1999-2004 tarihleri arasında ateşkes kararının getirmiş olduğu çatışmasızlık ortamı, Kürt sorununun demokratik çözüm zeminini yaratmış ve beraberinde çözüm sürecini getirmiştir. Erdoğan, Türkiye halkları için tarihsel önemi olan çözüm süreci için 28 Şubat 2015 tarihinde "Bu, hasretle beklediğimiz bir çağrıdır." açıklamasını yapmıştır. Ancak aynı Erdoğan, 24 Nisan 2016'da Dolmabahçe Mutabakatı'nı inkâr etmiş ve çözüm masasını devirmiştir. Oysa Sayın Öcalan'ın 28 Şubat darbesinin yıl dönümünde açıklanmasını istediği Dolmabahçe Mutabakatı ruhu itibarıyla zaten darbe ve askerî vesayete karşı demokrasiyi yaşatacak bir mutabakattı. Erdoğan, Millî Güvenlik Kuruluyla yaptığı ittifakla bu süreci sonlandırarak, aslında, Türkiye halklarının yıllarca özlemini duyduğu barış ve çözüm umudunu kendi kişisel iktidarı için kurban etmiştir.
Bir başka dönüm noktası da 2014 Millî Güvenlik Kurulu toplantısıdır. Türkiye tarihinin en uzun Millî Güvenlik Kurulu toplantısı, "Çöktürme planı" adı altında, son beş yıldır yaşadığımız büyük yıkımları planlamıştır. Seçilmişlerin muhatap alınmaması, partimizin itibarsızlaştırılması, özgür basın kurumları ve muhalif medyanın susturulması, 15 bin insanın ölümü, 8 bin insanın yaralanması, 7 bin insanın tutuklanması, 30 bin insanın göç ettirilmesi, kentlerin yıkımı, kayyumların gasbı, Kürtlerle ortak mücadele edecek güçlerin sindirilmesi hedeflenmiştir. Bu yıkım planı, temel bir strateji olarak devreye sokulmuş ve hâlâ devam etmektedir. Çöktürme planıyla sadece Kürtler değil; Aleviler, kadınlar, gençler, doğa, ekonomi, bilim ve sanat da çöktürülmek istenmiştir.
Çöktürme planı, 2013 yılında, Sayın Öcalan'ın Diyarbakır nevruzundaki mesajına karşı geliştirilmiştir yani barış eline ve çözüm umuduna çöktürme planıyla karşılık verilmiştir. Tek bir insanın dahi burnunun kanamadığı çözüm süreci, çöktürme planıyla sonuçlandırılarak, bugün toplumsal yıkımın taşları örülmüştür. Darbe mekaniğinin ürünü olan çöktürme planı sonrasında, askere zırh yasası getirilip ve bu planın uygulayıcıları olan asker, polis ve memurlar için yargıya gizli genelgeler yollanmıştır. Çözüm süreci rafa kaldırılarak 15 Temmuz darbesinin altyapısı oluşturuldu, bu da 20 Temmuz OHAL darbesinin zemini yapıldı. Yürütülen rehin politikaları, dokunulmazlıkların kaldırılması, belediyelerin gasbedilmesi, muhalif kurumların kapatılması, KHK'lerle binlerce emekçinin işinden atılması, basının susturulması, işgal ve ilhak girişimleri, iktidarın ve bu Kurulun ortak planıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ancak şunu unutmamak gerekir ki bu demokrasi karşıtı militarist yapıdan söz ederken, ortaklarından söz etmemek olmaz. "Askerî vesayeti sonlandıracağız." söylemiyle iktidara gelenler, bugün bu vesayeti saraya taşımıştır. "Millî Güvenlik Kurulunu sivilleştireceğiz." diye yola çıkanlar, bunu saraylaştırmıştır. Millî Güvenlik Kurulu artık bir saray kurumudur, saray da Millî Güvenlik Kurulu olmadan varlığını sürdürmeyeceğini biliyor. İşte, bu yüzden, AKP "Militarist vesayeti kaldıracağız." derken siyasi parti özelliğini kaybederek, kendisi bizatihi vesayet kurumuna dönüşmüştür.
Bu Parlamentoda, demokrasi karşıtı bu Kurulun bütçesini değil kapatılmasını konuşmalıyız, yargı da bu Kurulun tüm hukuksuzluklarını yargılamalı ve geçmişinden hesap sormalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ALİCAN ÖNLÜ (Devamla) - Ne bütçesini tartıştığımız saray halkın sarayıdır ne de Millî Güvenlik Kurulu anayasal bir kurumdur.
Bu yüzden Halkların Demokratik Partisi olarak, gücünü Anayasa'dan almayan, aksine Anayasa'yı sistematik bir şekilde ihlal eden, topluma tekçi gömleği giydirmek isteyen bu Kurulun kendisine ve bütçesine "hayır" diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)