GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:19.12.2019

HDP GRUBU ADINA EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler hukuk fakültelerine başlarken hocalarımız bize Foucault okumayı tavsiye ederler. Özellikle "Hapishanenin Doğuşu"nu ve kapatılmanın iktidarla olan ilişkisini anlamamız için özellikle okumamızı tavsiye ederler. Bunun iki sebebi var. Birincisi: Aslında cezalandırma biçiminin kaba işkenceden, sistematik, ince... Yani ince dediğim, gözle görülemeyecek şekilde geçişini anlatmak için bunu bize tavsiye ederler. Bir diğer nedeni ise şudur: Aslında biz mesleğe başladığımızda, önümüze cezaevleriyle ilgili bir mevzu geldiğinde iktidarın hapishaneyle kurduğu ilişkiyi anlamamız ve ona göre davranmamız içindir. Foucault bunu çok iyi anlatır ve şöyle der: "Hapishane toplumun iktidar açısından tehdide dönüşmüş imgesidir." Yani bütün iktidarlar aslında kendilerine tehdit gördüklerini kapatırlar ve böylece cezalandırırlar. Bizim ülkemizin yakın tarihi de maalesef bunun gibi birçok örnekle dolu. Aslında, bence, hâlâ da bir yönüyle iktidarın kullandığı bir araç olarak devam ediyor. Mesela, 1980 darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere, insanlık dışı uygulamalar ve şiddet dalgası 90'larla beraber dalga dalga yayıldı, 90'ların sonu ve aslında 2000'lerin başıyla yeni bir biçim kazandı. Çünkü iktidarlar kendi varlıklarına tehdit olarak addettikleri cezaevlerini yeniden dizayn etmek istediler.

Bugünden tam on dokuz yıl önce, sabah saat 04.30 sıralarında 20 cezaevine aynı anda bir operasyon başlatıldı ve bu operasyonun adı "hayata dönüş operasyonu" oldu. Bu operasyon tam üç gün sürdü, 30 siyasi mahpus hayatını kaybetti. Buradan kendilerini saygıyla anıyorum. Bu operasyon sonucunda, yüzlerce kişi yaralandı, onlarca insanda kalıcı hasarlar meydana geldi. Yaklaşık 10 bin güvenlik görevlisinin gerçekleştirdiği katliamla ilgili maalesef yüzleşme gerçekleşmedi ve tek bir sanık ceza almadı. Operasyon, dönemin koalisyon iktidarı ve MGK'nin ortak kararıyla, devletin en üst düzeyindeki kurumların aslında bir mutabakatıyla gerçekleşti. Operasyonda ağır silahlar, kimyasallar, yakıcı maddeler, iş makineleri ve gaz bombaları kullanıldı. Daha sonra basına da yansıdığı üzere, aslında MGK tarafından alınan kararla başlatıldığı ortaya çıktı. Adalet ve İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanı, cezaevi savcıları ve diğer sorumlular hakkında işlem yapılmadı. Aradan on dokuz yıl geçmesine rağmen, bu operasyonu da gerçekleştirenler tıpkı ülkede gerçekleştirilen diğer katliamlarda olduğu gibi bir cezasızlık politikasıyla karşılaştılar ki gerçeklerin üstü örtüldü. Yalnızca 39 er hakkında dava açıldı, rütbeli askerlere ise takipsizlik kararı verildi. Katliamla birlikte aslında hafızalarımızda kalan vahşet görüntüleri oldu ve dönemin bazı siyasetçilerinin söyledikleri oldu. Bülent Ecevit operasyon hakkında "teröristleri kendi terörlerinden kurtarma" dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ise "devletin şefkatli eli" dedi ve operasyonun komutanlarından biri Zeki Bingöl şunu söyledi: "Kullanılan silahlar Jandarma Genel Komutanlığının envanterinde yok. Operasyon sırasında EMASYA Tugay Komutanı geldi, Başsavcı Ferzan Çitici ve Savcı Fikret Ünalan'ın da hazır bulunduğu sırada o bombalar getirildi ve kullanıldı. Meslek hayatımda hiç görmediğim bombaydı." ifadeleri hafızalarımızda kaldı.

Hayata dönüş operasyonuyla aslında o dönem cezaevlerindeki muhalifler bastırılmaya çalışıldı ama bugün de aslında benzer bir politika maalesef ki devam ediyor. O dönemden bugüne iktidarın baskı politikalarını en şiddetli ve en seri biçimde hisseden politik muhalefetin sindirilmesi, etkisizleştirilmesinde cezaevleri temel bir araç olarak kullanıldı.

Bu kürsüden defalarca dile getirdik, muhtemelen bundan sonra da dile getirmeye devam edeceğiz, cezaevlerindeki hak ihlalleri artık çok ciddi boyutlarda. Partimiz, insan hakları örgütleri, aktivistler, sivil toplum örgütleri, birçok insan bu ihlalleri dile getirmeye devam ediyor ama maalesef, Bakanlık bu konuda kör, sağır ve dilsizleri oynamaya devam ediyor.

Bakın, bir şey söyleyeceğim, İnsan Hakları Derneği geçen yılki açıklamasında hasta mahpus sayısını 1.154 olarak belirledi. Adalet Bakanlığının döneme dair verdiği son bilgi aslında Şubat 2017. Buradan Bakana söylüyorum, umarım yeni verileri açıklayacaktır. Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, hapishanelerde 2009'dan 2016'ya kadar 2.300 kişinin hayatını kaybettiğini ifade etti.

Evet, bundan on dokuz yıl önce bombalarla, silahlarla insanlar katledildi ama şu an ise zamana yayarak, görmezden gelerek, insanlar, hasta mahpuslar ölüme terk edilerek benzer bir katliam gerçekleştiriliyor. Hasta mahpuslara yönelik özellikle işlenen düşman hukukunun yanı sıra, mahpusları yargılama çevrelerine, ailelerine uzak cezaevlerine göndermek başka bir cezalandırma sistemine dönüştü. Aslında kişiyle beraber, sadece kendisi değil, beraberindeki ailesi, sevdikleri, dostları ve arkadaşları da cezalandırılıyor bu yöntemle. Mesela bir örnek vereyim: Derik, Mazıdağı ve Savur Belediye Eş Başkanlarımız tutuklandıktan iki gün sonra Tarsus Cezaevine sürgün edildiler ve tam da açık görüşlerini yapacakları gündü. O gün, ailelerinin onları o cezaevinde ziyaret etmeleri engellendi, kilometrelerce uzağa gönderildiler.

Diğer bir konu, mesela Sevgili Selçuk Mızraklı şu an Kayseri Cezaevinde, Diyarbakır'a kilometrelerce uzak bir mesafede. Belediye eş başkanlarımızın hepsi kilometrelerce uzaktaki mesafelerde kalıyor ki daha önemlisi, başka bir uygulama, gittikleri bütün cezaevlerinde tek hücrelerde tutuluyorlar; cezaevlerindeki diğer arkadaşlarıyla iletişim kurmaları engelleniyor. Bu, partimizin belediye başkanlarına yönelik çok özel, bilinçli bir cezaevi uygulamasıdır.

Bakın, başka bir örnek vereyim: Hakkârili Ertunç kardeşler. "Ertunç kardeşler" diyorum, 5 kardeşten bahsediyorum: Fırat, Murat, Recep, Ferhat, Ali Ertunç. Aile -anne baba- Hakkâri'de oturuyor ama bu kardeşlerin 2'si Tekirdağ T Tipi Cezaevinde, 2'si Diyarbakır Cezaevinde, 1'i Van Cezaevinde. Ve görüş günleri aynı gün olsa, anne babanın, 3 ayrı cezaevine gitme imkânı yok, mümkün değil; fiziğe aykırı bir kere, teknik olarak bile mümkün değil. Yani, Hakkâri'den Tekirdağ'a gitmek başka bir zulüm ama aynı anda, farklı 3 ildeki cezaevine gitmeye çalışmak başka bir zulüm.

Yine, Rize Kalkandere Cezaevinde kalan Serhat Karsu. Anne baba yatalak; tekerlekli sandalyeyle görüşe gidip geliyorlar. Ve şunu söylüyorlar: "Aslında, cezaevinde olmalarını geçtik artık; en azından bizim günübirlik gidip gelebileceğimiz, Diyarbakır'a yakın bir cezaevine gelsinler." Ama bu uzak yerlere gönderim, AİHM kararına rağmen, özellikle tercih edilen bir uygulama. Cezaevlerindeki hak ihlallerinin başı... Cezaevlerinin -özellikle Elâzığ Cezaevi, Kahramanmaraş Türkoğlu Cezaevi, Tekirdağ-Patnos Cezaevleri, Kayseri-Bünyan Cezaevleri- hepsinde onlarca hak ihlali var, burada saymakla bitmez ama maalesef ki bir değişim söz konusu olmuyor.

Bakın, çok ilginç durumlar da yaşanıyor cezaevlerinde: Mesela, TRT 2 hiçbir cezaevinde izlenmiyor. Suç tipleri ne olursa olsun bütün mahpusların talep ettiği bir şey var ki; TRT 2 hiçbir cezaevinde yok ve bunun bir açıklaması da yok, idareler TRT 2'yi neden açmadıklarını söylemiyor; muhtemelen vardır bir cezaları. Mesela, 9 Aralıkta, Evrensel gazetesi Sayın Selahattin Demirtaş'a verilmemiş. Gerekçe ne biliyor musunuz? Kendi röportajının devlet karşıtlığını artırdığı gerekçesiyle. Yani benim on yıllık bir avukatlık deneyimim var, üzerine de dört yıllık hukuk fakültesi okudum, böyle bir suç tipi bilmiyorum, görmedim, duymadım. Benden daha deneyimli arkadaşlar varsa onlar da söylesinler. Öğrenmenin yaşı, yeri ve zamanı yoktur ama maalesef böyle bir suç tipi, böyle bir tanımlama yok ve kişinin kendi röportajını kendine vermiyorlar. Mesela, biliyor musunuz, Sevgili Gülten Kışanak'ın Kandıra Cezaevindeyken yazdığı kitabı, Elâzığ Cezaevinde, Diyarbakır Cezaevinde kadınlara verilmemiş, sakıncalı bulunmuş. Bunun bir açıklaması yok. Bir cezaevinde yazılan kitap başka bir cezaevinde sakıncalı olabiliyor. Burası Türkiye ve maalesef ki cezaevlerindeki sorunlara gözünü kulağını tıkayan, kör, sağır ve dilsizi oynayan bir Adalet Bakanlığı gerçekliğimiz var ki bu böyle devam edemez çünkü insan hakları konusunda en temel kriter cezaevleridir, bunun için de buradan bir an önce cezaevlerindeki hak ihlallerine karşı iyileştirmelerin yapılması için Adalet Bakanlığına çağrımızdır.

Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)