GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:19.12.2019

HDP GRUBU ADINA MUSA PİROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sözlerime Maraş'taki katliamda, 19 Aralık cezaevi saldırılarında hayatını yitirenleri saygıyla anarak başlamak istiyorum.

Bir yanlışa da parmak basmak istiyorum. Acı bize aittir. Bedeli ödeyen, Maraş'ta katledilen, Sivas'ta yakılan ve davası divana kalan biziz. Ne Sivas'ın avukatlarıyla ne de Maraş'ı alkışlayanlarla aynı acıyı paylaşmıyoruz, bu böyle bilinmelidir.

Adalet Bakanı burada, oradan başlamak istiyorum. Dün Sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu, burada, cezaevlerine dair bir dizi açıklamada bulundu. Bu ülkede adalet en fazla güvenilmeyen yani aslında en az güvenilen kurumlardan birisi. Maraş'ta, Sivas'ta katledilenlerden Soma'da katliama uğrayan işçilere, Aladağ'da yakılan çocuklardan Çorlu tren kazasında katledilenlerin yakınlarına, bu ülkede herkes adalet peşinde koşuyor ve biliyorlar ki siyasal iktidarın sözcüsü hâline gelmiş, siyasallaşmış adalet mekanizmasından adalet çıkmıyor. Mahkemeleriniz bir adalet kurumu olmaktan çıkıp ceza kurumuna dönüşmüş, hapishanelerinizse bir cehenneme dönüşmüş durumda; hasta tutsaklar ölüme terk ediliyor, bebekler anneleriyle beraber hapislerde büyümeye zorlanıyor, hamile kadınlar tutuklanıyor, engelli insanlar tutuklanıyor ve darbediliyor ve bu ülkeyi bir cehenneme çeviriyorsunuz.

Dünya, Şili, Kolombiya ve değişik ülkelerdeki halk ayaklanmalarını konuşuyor. Sadece dünya konuşmuyor, patronlar kulübü TÜSİAD'ın yöneticilerinden Tuncay Özilhan da konuşuyor; diyor ki: "Adaletsizlikler, sosyal ve siyasal dengeleri sarsıyor. Örneğin, sokak hareketleriyle sarsılan Şili, gelir adaletsizliğinin en şiddetli olduğu ülkelerden birisi." Tüm dünya gibi, patronlar işçilerin emek kavgasından, zenginler yoksulun ekmek kavgasından korkmuş durumda. Ve ben buradan uyarıyorum: Bu bütçeyi hazırlayanlar da bundan korkmak zorundalar. Zulüm ekiyorsunuz, öfke biçeceksiniz. Zira bu bütçe, yoksula, işçiye kapalı bir bütçe.

Aslında bu ay, aralık ayında 2 tane bütçe tartışılıyor. Bunlardan birincisi asgari ücret bütçesi. Yani çalışanlar, 10 milyon çalışan, yaklaşık 12 milyon emekli ve 6 milyon emeklilikte yaşa takılan ve buna engellileri eklediğinizde yaklaşık 60-65 milyon insanın yaşam ücreti bir gizli toplantıda patronların ve Hükûmetin temsilcileriyle kararlaştırılmaya çalışılıyor. İşçilere açlık sınırını dayatıyorsunuz. Asgari ücret açlık sınırıdır. İşçinin açlık sınırında posası çıkana kadar kanını emenler, sömürenler, işçi işine yaramaz hâle geldiğinde açlık sınırının altında, yarı ücretle emekli etmeye çalışıyor, sefalete mahkûm ediyor, hatta yaşı tutmayanları emekli bile etmiyor ama bu bütçe, aynı zamanda, bütün gücüyle zengini zengin etmeye, patronu daha fazla zengin etmeye çalışıyor çünkü orada işçiye asgari ücretle asgari yaşam sınırını dayatanlar, burada o çoğunluğun ödediği vergileri patronlara ve saraya peşkeş çekmenin derdini güdüyor. Vergilerin yüzde 75'ini ödeyen halk, gelirin çok küçük bir kısmıyla, açlık sınırıyla yaşamaya mahkûm ediliyor ve sizin on yedi yıllık hükûmetinizde, iktidara geldiğiniz 2002'de 54 bin olan milyoner sayısı, bugün 213 bini bulmuş durumda. Zengini daha fazla zengin, yoksulu daha fazla yoksul yapmak için elinizden geleni yapıyorsunuz ve işçilere, asgari ücretle çalışan milyonlara yüzde 5 zam öneriyorsunuz ve bununla yaşamaya zorluyorsunuz.

Bütün bunları yaparken ise sarayın dakikalık harcaması 1.794 lira ve savaşa harcadığınız paranın haddi hesabı yok. Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı bir hesap yapmıştı; domates, biber hesabı yapıyordu. Onunla yetinmediler, Devlet Bahçeli başka bir hesap yaptı, obüs hesabı yaptı; bir obüsün savaşta neye mal olduğunu, Suriye'deki savaşta kaç obüs atıldığını söyledi ve rakamları verdi, dedi ki: "Bir saatte 240-250 mermi atılıyor. Ortalama 500 obüs mermi kullanılıyor. Bu mermilerin ortalama fiyatı bin dolar." Bu hesap devam ediyor ve bu hesap şu anlama geliyor: Savaş, bu yoksulluğun, bu sefaletin ana sebebidir. Ve işin talihsiz yönü şu: Bu yoksulların, açlık sınırında yaşayanların seçtiği bu iktidar bu koltuklara oturup kendi çocuklarını bedelli askere gönderip yoksul çocuklarının kanı üzerinden vatanseverlik ve kahramanlık edebiyatı yapıyor ve bize dönüp sürekli olarak "vatan haini" diyor.

İktidarın temsilcisi konuştu, nasıl bir ülke istediğini söyledi ve yetinmedi, birisi daha çıktı konuştu, dedi ki: "Biz bütçede köprüleri, biz bütçede tünelleri, biz bütçede barajları, şehir hastanelerini görüyoruz." Ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Biz aynı bütçede, o tüneller inşa edilirken öldürülen işçileri, biz aynı bütçede o madenler için topraklarının yağmalandığı köylüleri, biz aynı bütçede şirketlere, inşaat baronlarına peşkeş çekilen devlet sermayesini ve biz aynı bütçede SİHA'ları, İHA'ları değil zengin edilen savaş baronlarını görüyoruz ve öldürülen, ölüme zorlanan yoksul çocukları görüyoruz. Bu yüzden, aynı kavramlarla aynı dünyadan bakmıyoruz.

Bize "alçak" diyorsunuz. Aynı kavramlarla konuşmaya hiç gerek yok. Nef'i diyor ki bir yerde:

"Tahir Efendi bana kelp demiş.

Maliki mezhebim zira benim.

İtikadımca kelp tahirdir."

Lafın tamamı da anlayana iletilir. Bize "alçak" derken herkes kendi aynasına bir bakacak, ondan sonra konuşmaya devam edecek. Ve bize "vatan haini" derken de bunlara özen göstereceksiniz.

Peki, biz ne istiyoruz? Basit taleplerimiz var, bunların hiçbirini yapmıyorsunuz. Ben dedim ki: "Siz zenginleri savunuyorsunuz." İtiraz ettiniz ve yine dedim ki: "Asgari ücret üzerinden işçilerin ödediği vergiyi kaldırın, ondan sonra konuşun." Hiçbiriniz konuşmuyor çünkü kaldırmadınız. 4 yoksul işçi dün yoksulluktan ve sefaletten intihar etti ve buraya çıkan sözcülerinizin hepsi ülkenin cennet olduğunu anlattı; bir taneniz bile o yoksulların ölümüne değinmedi. O insanların ölümü bu Meclisin gündemine giremedi çünkü siz onların dünyasında yaşamıyorsunuz. Bu yüzden bize kızıyorsunuz.

Biz ne istiyoruz? Basit şeyler istiyoruz. Ben diyorum ki: Milletvekillerinin, bakanların, bütün üst düzey bürokratların kürsü dokunulmazlıkları hariç bütün ayrıcalıklarını ortadan kaldırın ve ücretlerini işçi ücretine indirin. ÖTV ve KDV'yi ortadan kaldıralım. İnsanlara insanca yaşayacakları bir ücret verelim, emeklileri kölelikten kurtaralım.

Ama biliyorum ki bunları siz yapamazsınız, bunları bu Meclis de yapamaz. Bunun için tek bir şey gerekiyor, bu halkın bu Meclise ya da asgari ücretin belirlendiği gizli toplantılara bakmaması gerekiyor. Bu halkın bakacağı bir tek yer var, Şili'de meydanları dolduranlara bakacak ve onların sloganını haykıracak "Bize ekmek yoksa patronlara, zenginlere huzur yok." diyecek. Bunu dediğimiz için eğer vatan haini olacaksak ben Nazım'ın sözleriyle bitireyim: "Vatan ihalelerinizse / Vatan, para dolu kasalarınızsa / Vatan para sayma makineleriniz, ayakkabı kutularında saklanan dolarlarınızsa / Doğrudur, biz o vatanı savunmuyoruz." Bizim vatanımız insanın insanca yaşadığı, işçinin ölmediği, kadının ölmediği bir vatandır. (HDP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın.

MUSA PİROĞLU (Devamla) - Bizim vatanımız özgürlüğün ve emeğin hakkının savunulduğu bir vatandır. Bunu ancak sırtımızı yasladığımız halkla sağlayacağız. Bizim için halk iradesi sandık değil, bizim için halk iradesi meydanda, sokakta bizle yürüyen insanlardır. Onların sesi bu Meclise gelmiyor ama onların sesi sokakları doldurduğu gün inanın ki iktidarınız bitecek, onların sesi sokakları doldurduğu gün inanın ki sarayın kapısına kilit de vurulacak, burada hüküm sürenlerin hepsinin hükümranlığına da son verilecek. Halklar kazanacak, biz kazanacağız ve iktidar eninde sonunda yıkılacak; bunu siz de görüyorsunuz. Sonunuz yakın, bu sona hazırlık yapın. (HDP sıralarından alkışlar)