| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 20.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi'nin bütünü hakkında İYİ PARTİ'nin görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere huzurunuzdayım. Yüce Meclisimizi ve aziz milletimizi en samimi duygularımla selamlıyorum.
Sözlerimin başında, gerek Komisyon çalışmaları aşamasında ve gerekse Genel Kuruldaki görüşmeler esnasında üstün bir performans sergileyen milletvekillerimize, değerli Meclis bürokratlarına, grup çalışanlarımıza ve cefakâr Meclis personeline şükranlarımı sunuyorum.
Bilindiği gibi "Gazi Meclis" unvanına sahip tek Parlamento olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, kurulduğu ilk günden itibaren tarihin kendisine yüklediği sorumluluğun şuuruyla hareket etmeye muvaffak olmuştur. Bu sorumluluk çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin kendisine tevdi etmiş olduğu kanun yapma iradesiyle kişi hak ve hürriyetlerini, ifade özgürlüğünü ve devlet yönetiminde adaleti gözetme iradesini sonuna kadar muhafaza edecektir.
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." Millete ait egemenliğin hiçbir şart altında hiçbir kişiye, kuruma, zümreye ya da sınıfa bırakılmamasını temin etmek ve millet iradesini millet çıkarları doğrultusunda tecelli ettirmek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyelerinin namusu ve şerefi üzerine ettiği yeminin gereğidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, milletine karşı bir diğer önemli sorumluluğu da vatandaştan tahsil edilen vergilerin nereye sarf edileceği hususudur. Esasen, vergilendirme düzenlemeleri ve bu vergilerin harcandığı kalemlerin denetlemeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en mühim görevlerinden biridir. Eğer yüce Meclisimiz, vergi tarhı ve sarfı yetkisini şeklen elinde tutmasına rağmen fiilen kaybetmişse, o takdirde bu büyük Meclis yetkilerini yitirmiş ve bir kenara itilmiş demektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, üstün iradenin üstün müessesesi olduğunu bilerek ve öncelikle kendi vasfına, kendi haklarına sahip çıkarak hareket etmek zorundadır. Meclisimizin üstün iradesi ve vasıfları yürütme erki tarafından tahakküm altına alınsa da yetki ve sorumlulukları mütecaviz politikalarla sınırlandırılsa da Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihin kendisine vermiş olduğu sorumluluk bilinciyle temsil ettiği milletin hakkını ve hukukunu elbette ki savunacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günlerdir bu yüce çatının altında bütçeyi konuşuyor, bütçeyi tartışıyoruz. Muhalif olanlar bütçenin yetersizliğini ve herhangi bir derde deva olamayacağını, muvafık olanlar ise bu bütçenin milletin bütçesi olduğunu ve her derdin çaresinin bu bütçenin içinde bulunduğunu anlatmaya çalıştı.
Netice itibarıyla, bu bütçe iktidarın yani Hükûmetin bütçesidir. Bu bütçede vatandaş yoktur; bu bütçede emekli, dul, yetim yoktur; işçi, köylü, çiftçi yoktur; esnaf, tüccar, sanayici yoktur; atanamayan öğretmenler, emeklilikte saraya takılanlar, iş arayıp da bulamayanlar yoktur. Bu bütçe, maaşların nasıl ödeneceğine, sosyal yardımların nasıl karşılanacağına, faizlerin ne şekilde kapatılacağına, müteahhitlerin beklentilerine nasıl cevap verileceğine göre kurgulanmıştır. Kısaca, vizyondan mahrum, misyonunu belirleyememiş, hedeflerini ortaya koyamamış bir bütçeyle karşı karşıyayız.
Kanun teklifinde giderler toplamı 1 trilyon 95 milyondur. Bu, bana, rahmetli Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in, Başbakanlığı döneminde "Bir gün gelecek, Türkiye trilyonluk bütçeler yapacaktır." sözlerini hatırlattı. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Ama o zaman paradan sıfır atılmamıştı. Bugün yeniden trilyonluk giderlerden bahsediyorsak paramızdan 6 sıfırı neden attığımızın da cevaplanması lazımdır. Soruyorum: Mademki eski hamam, eski tas olacaktı, paradan 6 sıfırı niye attınız? Sadece bu durum bile ekonominin nasıl kötü yönetildiğinin bir emaresidir.
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; gelir toplamı 956 milyar 600 milyonluk bütçede yatırımlara ayrılan pay sadece 64 milyar liradır. 2019 bütçe teklifinde öngörülen bütçe açığı 80 milyar olarak belirlenmiş, 139 milyar olarak gerçekleşmiştir. Şayet Merkez Bankası ihtiyat akçesini, imar affından gelen meblağı ve bedelli askerlikten kaynaklanan katkıları buna eklerseniz bütçe açığının 180 milyarın üzerinde olduğunu tespit edersiniz. Şimdi, 2020 bütçe teklifinde 139 milyar liralık bir açık öngörüyorsunuz. Geçen seneki gibi har vurup harman savurmaya devam ederseniz önümüzdeki yılın açığı 200 milyarın çok üzerinde seyredecektir.
Güllük gülistanlık bir tablo çiziyorsunuz. Faiz giderlerinin bütçe içindeki payı her geçen yıl giderek artıyor. Gelir adaletsizliğini doğrudan etkileyen dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı da yükseliyor. Dolaylı vergiler gelir seviyesinden bağımsız olarak herkesten eşit olarak toplanıldığından bu vergilerin oranının yükselmesi gelir bölüşümü adaletsizliğini de derinleştirmeye devam ediyor. Türkiye'nin yüzde 20'si gelirin yüzde 47'sini almaktadır. Her çocuk 5.500 dolar borçla doğmaktadır. Gelişmişlik sıralamasında bir iki basamak yükseldik diye neredeyse davul çaldıracaktık. Nereyi aydınlatmak istiyorsanız feneri oraya tutuyorsunuz. Ben biraz da karanlıkta bırakmaya çalıştığınız yeri aydınlatayım istiyorum.
Türkiye kişi başına millî gelir sıralamasında 2002'de 70'inci sıradayken bugün 81'inci sıradadır. Dünya millî gelirinden aldığımız pay -çok eskilere gidiyorum- 1960 yılında yüzde 1'in üzerindeyken bugün yüzde 0.86'dır. O gün de 20'nci sıradaydık bugün de önümüzdeki yıl itibarıyla 20'nci sırada olacağız.
Dönemlere göre işsizlik ortalaması yüzde 8'ler civarındayken bugün yüzde 15'e yaklaşmıştır. İşsiz üniversite mezunlarının oranı 2004'de 12,9'ken bugün yüzde 27,5'tur. Türkiye'nin brüt dış borç stoku 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 54,8'iyken bugün bu oran yüzde 61,9'dur.
Türkiye Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 157, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 109, yargı bağımsızlığında 104, Demokrasi Endeksi'nde 110'uncu sıradadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine hak ihlali münasebetiyle yapılan müracaatta 3.128 duvarına dayanmıştır, Türkiye orada da zirvededir.
Cumhurbaşkanına hakaretten açılan dava sayısı 17.500 civarındadır. Son otuz iki yıllık dönem incelendiğinde, açılan davaların yüzde 91'i Sayın Erdoğan dönemine rastlar. Darbeci Kenan Evren'in 340, Özal'ın 207, Demirel'in 158 dava açtığı düşünülürse nasıl bir hoşgörüsüzlük ortamında bulunduğumuz anlaşılacaktır. Dünya hoşgörü endeksi olsa onda da sonuncu olurduk.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımın gayrisafi yurt içi hasıladaki payı 2002'de yüzde 10,3'ken bugün 5,7'dir. 500 bin kişi, toprağa düşürdüğü terin karşılığını alamadığı için çiftçilikten vazgeçmiştir. Yanlış tarım politikaları yüzünden ekilemeyen verimli arazi miktarı Hollanda'nın yüz ölçümü kadardır. Birçok sanayi kuruluşu şalter indirmiştir. İflaslar, konkordatolar birbirini kovalamaktadır. Esnaf kepenklerini kapatmış, borçlarıyla uğraşmaktadır. İcra ve haciz dosyalarının sayısı 20 milyonun çok üzerine çıkmıştır. Yani aslına bakarsanız eserinizle ne kadar övünseniz azdır.
On yedi yıldır geçmişi kötüleyerek kendinizi parlatmaya çalışıyorsunuz. Siz diyorsunuz ki: "Bizim dönemizde çağ atladık." "Devletin iki yakasını bir araya getirdik." "Bizim getirmiş olduğumuz bütçeleri müzakere edelim." Neden? Bütçeler bir anlam ifade etmiyor ki. Sulu boyayla yapılmış resim gibi makyajlanmış bütçenin hiçbir anlamı yoktur. Getirilmiş olan bütçenin bir anlamı olmuyor çünkü yeni getirilen bütçelerde kanunlarla yeni vergi paketleri getiriliyor, yıl içinde sürekli değiştiriliyor, sene sonunda bambaşka bir sonuç ortaya çıkıyor.
Bütçe niçin yapılıyor? Ülkede ekonomik istikrar sağlansın, enflasyon azaltılsın, işsizlik önlensin, kalkınma sağlansın, gelir dağılımı iyileşsin, ihracat artsın diye. Hâlbuki getirilen bütçelerde tam tersi bir durum tezahür ediyor. Önümüzdeki sene ne kadar yeni vergi çıkacak, kamu ürünlerine ne kadar zam gelecek; hiçbiri bu bütçede yer almıyor.
2002 yılı kişi başına düşen vergi geliri 640 dolardı. 2020 yılı kişi başına düşen vergi geliri 1.650 dolar. Bütçede taban fiyatlar ne olacak, belli mi? Hayır. Elektrik fiyatları ne olacak, belli mi? Hayır. Doğal gaz fiyatları ne olacak, belli mi? Hayır. Yeni vergiler konacak mı, belli mi? Hayır. Vergi oranlarında bir değişim olacak mı, belli mi? Hayır. Gelir ve kazanç üzerinden alınan vergilerle mi bütçe geliri artacak? Hayır. Dolaylı vergiler azalacak mı? Hayır. Vergi adaleti sağlanacak mı? Hayır. Gelir dağılımı adaletsizliği azalacak mı? Hayır.
E peki, siz on yedi yılda neler yaptınız? "Serbest piyasa nizamını tesis ediyoruz." diye vatandaşı işinden gücünden edip her ayın 9'u, 19'u, 29'unda Millî Piyango bayilerinin önünde, hafta içi altılı ganyan bayilerinin önünde, toto ve loto bayilerinin önünde vakit geçirip hayaller kurmasını sağladınız. Yetmedi, tanzim satış çadırları önünde kışın soğuğunda, ayazında patates, soğan kuyrukları önünde beklemesini sağladınız.
"Merkezî Hükûmet bütçesini büyüttük." diye sürekli anlatıyorsunuz. Büyüttüğünüz tek şey, vatandaş üzerindeki vergi ve borç yükü oldu. Bütçeyle ilgili gayrisafi yurt içi hasılaya baktığımızda ne görüyoruz? 700 ile 800 milyar dolar arasında gidip gelen bir orta ölçekli ekonomi görüyoruz. Kişi başına düşen gelirde de artış sağlayamayan, sadece hesaplama yöntemini değiştirerek kişi başına düşen geliri 10 bin doların altına indirmemek için bin türlü manevraya başvuruyorsunuz.
Enflasyonda, işsizlikte, cari işlemler açığında aynı rakam oyunlarını görüyoruz. Cari fiyatlarla baktığımızda ülke ekonomisi büyüyor diyoruz ama uluslararası normlara baktığımızda hem bütçe büyüklüğü hem de gayrisafi yurt içi hasıla küçülüyor.
Maliye Bakanını dinlesek 2018 ve 2019 yılında güllük gülistanlık dönemler geçirmişiz. Sayın Bakanın performansına bakacak olursak şöyle bir değerlendirmeye gidebiliriz: Enflasyonda şampiyonuz, işsizlikte şampiyonuz, bütçe açığında şampiyonuz, borçları artırmada şampiyonuz, yatırımları düşürmekte şampiyonuz, faiz ödemelerini artırmakta şampiyonuz, borçlanmakta şampiyonuz. Tüm madalyaları topladığını, rekor üstüne rekor kırdığını söyleyebilirim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
2020 yılı bütçesinin tek anlamı, bizim açımızdan, geleceğe ayna tutması ve Türkiye ekonomisinin -önümüzdeki dönem için söylüyorum- 2019 yılını aratma tehlikesi göstermesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçe Sayın Cumhurbaşkanlığı Hükûmetinin bütçesidir. Sayın Cumhurbaşkanı, görüşmeler başladığından beri herhangi bir mazereti olmamasına rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisindeki görüşmelere katılım göstermemişlerdir. Bütçeyi yardımcısı marifetiyle sunmuşlar ve anlaşılan odur ki yine yardımcısı aracılığıyla savunacaklardır. Esasen, Cumhurbaşkanının Meclise ihtiyacı yoktur, belki de gelmemekte haklıdır. Bu bütçe Meclis tarafından reddedilse bile kendisi açısından değişen hiçbir şey olmayacaktır. Yetkilerinden kaynaklanan bir oranı eski bütçenin üzerine koyarak yoluna devam edecektir. Yani bizim canhıraş bir şekilde Komisyon aşamasından başlayarak verdiğimiz mücadele onun şahsı açısından bir önem taşımamaktadır. Bize düşen sadece etkisizleştirilmiş ve yetkileri kısıtlanmış Meclisin itibarını korumaya çalışmaktan ibarettir. Meclisin itibarını korumak için mücadeleye devam edeceğiz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu zamana kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinde birçok sorun bütçe görüşmeleri aşamasında tartışıldı. Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu ekonomik ve sosyal meseleler üzerinde siyasi partilerin sözcüleri görüş ve düşüncelerini açıkladılar. Ancak bu zamana kadar hiç değinilmemiş bir konuya da müsaadenizle ben işaret etmek istiyorum. Anayasa'mız Sayıştaya, devlet kurumlarının gelir gider ve mallarını Türk milleti adına denetlemek ve Türkiye Büyük Millet Meclisine doğru ve yeterli raporlar sunmak görevi tevdi etmiştir. Söz konusu Sayıştay raporları, devlet kurumlarının idaresinde pek çok yolsuzluk, usulsüzlük ve israf bulunduğunu göstermektedir. 2018 Sayıştay raporlarında, yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilen İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi Projesi'nde yani Avrasya Tüneli Projesi'nde gelecek dönemlere ait muhtemel gelire ilişkin muhasebe kayıtlarının gerçeği yansıtmadığı görülmüştür. Sayıştay raporundan söylüyorum. Rapor, vazgeçilen gelirlerin yatırım maliyetinden fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır. Sayıştayın açıkladığı verilerde, gelecek yıllara ait gelirler hesabının 17 milyar 575 milyon lira eksik göründüğü tespit edilmiş ve bu, raporda açıklanmıştır. Milletin kesesinden eksik gösterilerek kaybolan 17 milyar 575 milyon liranın akıbeti nedir? Türk milleti adına bunu sormak boynumuzun borcudur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Yine 2018 Sayıştay denetim raporlarına göre, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün Avrupa Birliğinden Suriyeli sığınmacılar için aldığı 60 milyon avroluk hibenin kayda geçmediği tespit edilmiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Türkiye'deki sığınmacılara yönelik yürütülen projeler için aldığı parayı kayıtlara geçirmemiştir. Söz konusu 60 milyon avro yani 381 milyon lira ne olmuştur? Bunun hesabını sormak da boynumuzun borcudur.
Yine Sayıştay raporuna göre, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bir proje için yüklenici firmaya 658 milyon lira hak ediş ödemesi gerçekleştirmiştir. Bunun karşılığında gerçekleştirilen imalatların yaklaşık maliyet değeri 231 milyon liradır. Bir başka deyişle, yüklenicinin yapmış olduğu yaklaşık maliyeti 231 milyon lira olan iş karşılığında 658 milyon yani 2,8 kat fazla ödeme yapılmıştır. Milletin kesesinden yandaşa yapılan 426 milyon liranın akıbeti ne olmuştur? İYİ PARTİ olarak bunun da hesabını sormak milletimize karşı boynumuzun borcudur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, adına "yap-işlet-devret" denilen ancak esası itibarıyla bugün ancak yap-işlet-yürüt gibi algılanan kamu-özel iş birliği girişimleri memleketimizdeki yolsuzluğun, israfın bir diğer adresidir. 2003 yılı sonrası dönemde ağırlıklı olarak uygulanan kamu-özel iş birliği modeli iktidarın elinde önemli bir araç olarak, ileri teknoloji geliştiren veya hizmetin istisnai özelliklerinden kaynaklanan tercihlerin çok ötesine taşınmış ve yandaşa kaynak aktarımının bir metodu hâline getirilmiştir. 2003-2018 yılları arasında 158 altyapı yatırımı gerçekleşmiştir. Devlet garantili ihalelerle ihya edilen yandaş şirketler 50 milyar dolar yatırım yapmış, 72 milyar dolar kazanç elde etmişlerdir. Böylelikle bu şirketler kendilerine verilmiş devlet garantisiyle yüzde 147 kâr elde etmiş oluyorlar. Dolaysıyla ifade edeceğim bu model yap-işlet-devret olarak değil, artık literatüre yap-işlet-yürüt modeli olarak geçmelidir.
Dünya Bankası verilerine göre, dünyada en çok kamu ihalesi alan 10 şirketten 5'i Türkiye'de. Adalet ve Kalkınma Partisi yalnızca ihale dağıtma hususunda değil, aynı zamanda Kamu İhale Yasası'nı değiştirme hususunda da bir rekoru elinde tutuyor. On yedi yıl boyunca Kamu İhale Kanunu yaklaşık 190 kez değiştirilmiş bulunuyor. Bir ülkede ayda ortalama bir kere Kamu İhale Kanunu neden değişir değerli milletvekilleri? O ülkede kanuna göre ihale değil, ihaleye göre kanun yapıldığı için değiştirilmiş olabilir mi acaba? Kamu kaynaklarının kamu-özel iş birliği uygulamalarıyla israfa ve ranta açık hâle getirildiği artık yadsınamaz bir gerçektir. İhaleye göre yapılan kanunların ekonomik bedelleri Türkiye için ağır maliyet içermektedir. Milletimiz, hazine garantili bu projelerin yatırım ve maliyet bilgilerine ulaşamayarak kendi cebinden ödediği birçok bedelden habersiz bırakılmıştır. Milletin iradesiyle milleti temsil etme payesini almış milletvekilleri olarak asli görevimiz, millet aleyhindeki her türlü faaliyeti ortaya çıkarmaktır.
Kamu-özel iş birliği modeli, Türkiye'de zenginliğin ve rantın dolaylı yollarla iktidar destekçisi sermayeye aktarıldığı bir mekanizma hâline dönüşmüştür.
Osmangazi Köprüsü'nün günlük geçiş garantisi 40 bin araçtır ve işletme süresi yirmi iki yıldır. Yıllık 14 milyon geçiş garantisi verilen Osmangazi Köprüsü'nden 2018 yılında geçen araç sayısı 9 milyona ancak ulaşmıştır. Diler ve umarım ki önümüzdeki dönemler içinde bu vadedilen miktara ulaşsın ama bugünün şartlarına bakarak, demek oluyor ki günlük 35 dolar artı KDV geçiş ücreti olan 5 milyonun üzerindeki aracın ücretini hazine yani millet yüklenici firmalara ödemek durumundadır.
Geçenlerde de söyledim, şimdi tekrar ediyorum: Size sorsam diyeceksiniz ki: "Devletin kasasından beş kuruş bile çıkmadı." Bunu kabul ediyorum, devletin kasasından beş kuruş çıkmamıştır ama bu 5 müteahhidin eli de aziz milletimizin cebinden çıkmamaktadır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Yirmi iki yıllık sözleşmeyi göz önünde bulundurduğumuzda devletin toplam zararı milyarlarca dolar edecektir. Millet, işsizlik ve yoksulluğun pençesindeyken, millete, ağır vergi yükü altında her gün ezilme mecburiyeti oluşturulmuşken yandaşları ihya edenlerden hesap sormak da bu Meclisin görevleri arasındadır.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığının açıklamış olduğu verilere göre, başka bir yap-işlet-yürüt projesi olan ve devletin yıllık 49 milyon araç geçiş garantisi verdiği Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nde de durum aynıdır.
Yine, proje yatırım maliyeti 50 milyon avro olan Kütahya Zafer Havalimanı'nda yüklenici firmaya yılda 1 milyonluk yolcu garantisi verilmiştir. 2018 yılında Zafer Havalimanı'nın toplam yolcu trafiği 100 bin civarındadır. Bakanın verdiği bilgilere göre, garantili yolcu sayısına ulaşılamadığı için devletin şirkete beş yılda toplam ödemesi 26 milyon 691 bin avroya yani 160 milyon Türk lirasına karşılık geliyor. Zafer Havalimanı'nın sözleşme taahhüdü 21 Mart 2044'e kadardır. Her yıl ortalama 6 milyon avro zarar edildiği düşünüldüğünde, 2012'de hizmete giren havalimanı otuz iki yılda 192 milyon avroyu milletin sırtına külfet olarak yükleyecektir. Bu, 5 adet Zafer Havalimanı demektir.
Ayrıca görülmektedir ki devlet kurumlarındaki yolsuzlukların yanı sıra kamu-özel iş birliği de bütçe kaynakları kullanılarak, devlet borçlandırılarak yandaş müteahhitlerin zengin edildiği bir talan düzeninin parçası olmuştur. Adalet ve Kalkınma Partisi, rantçı ve partizan politikaları sonucunda ülkemizde halkın kaynaklarını sömüren bir zümre ortaya çıkarmıştır. Bu yeni sosyete, saray çevresinde kümelenen ve saray kapısında rant bekleyen yandaş zümredir.
Millî kaynakları ve refahı sömüren bu kesimin hayatında yoksulluk yoktur, doğal gaz, elektrik, su faturası derdi de yoktur, kira derdi hiç yoktur, mutfak ya da okul masrafı hiç yoktur, işsizlik ve umutsuzluk söz konusu bile değildir, enflasyon ve geçim sıkıntısından bahsedilemez bile. Yandaş zümrenin hissesinde devlet kurumlarından çift dikiş maaşlar vardır, ihale vardır, rant vardır; yandaş zümrenin hissesinde lüks ve israf vardır.
2020 bütçesinin neredeyse yüzde 75'i vergiden sağlanacak gelirlerle elde ediliyor. Yandaşlara vergi afları çıkarılırken, yandaşlar halkın vergileriyle ihya edilirken vatandaşlarımız ağır vergi altında eziliyor, âdeta inim inim inletiliyor. 82 milyon vatandaşın emeğini saray çevresindeki bir avuç yandaşa yağmalatan bu düzen elbet bir gün değişecektir. Herkes şunu iyi bilsin ki bu bütçe, Adalet ve Kalkınma Partisinin dağıttığı israfı ve rantı, başarısız olmuş ekonomik politikalarını yoksul halka yükleyen bir bütçedir. Bu bütçe, milletin bütçesi değil, Beştepe'nin bütçesidir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Anadolu'muzun herhangi bir ücra köşesinde bir vatandaşımız yastığa başını aç koymuşsa; bir anne, bir baba en basit ihtiyaçları karşılayamadığı için evladına mahcupsa; vatandaşlar yokluktan, yoksulluktan, umutsuzluktan kendi hayatına ve hatta çocuklarının hayatına son verebilecek bir cinnet ortamına taşınmışsa konuştuğumuz kanun tekliflerinin de bütçenin de hiçbir anlamı kalmamış demektir. Gazi Meclisimiz 100'üncü yılında anlamından uzaklaşmış, amacından sapma noktasına doğru yol almaya mecbur bırakılmış durumdadır.
Millî kaynaklarımız, usulsüzlükler ve yolsuzluklarla yandaş tüccara teslim edilirken emeklilikte yaşa takılan kardeşlerimiz yok sayılmaktadır; sahip oldukları haklar gasbedilmekte ve ellerinden alınmaktadır. İYİ PARTİ Grubu olarak, 82 milyona verdiğimiz sözü tutmak için mücadelemizi sürdüreceğiz; gerek emeklilikte yaşa takılanlar ve gerekse 3600 ek gösterge dâhil olmak üzere her mecrada milletin yanında, rant düzenin karşısında olacağız; iç politikada ve dış politikada Türk milletinin çıkarları ne ise de onu savunmaya devam edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre Türkiye, dünyada en fazla sığınmacı barındıran ülkedir. Suriyeli sığınmacı sayısı, Türkiye'nin kültürel ve etnik dokusunu değiştirecek bir biçimde hızla artamaya devam etmektedir. Şu an her 15 kişiden 1'i Suriyeli. Suriyeli sığınmacılar vatanlarına geri gönderilmezlerse 2040 yılında Suriyeliler, Türkiye nüfusunun yüzde 10'unu oluşturacak. Daha bugünden Kilis'teki Türk nüfusu 90 bin iken Suriyeli nüfusu 130 bine ulaşmışsa işaret ettiğim tehlikeyi doğru kavramak mecburiyetindesiniz. 2040 yılında Şanlıurfa, Gaziantep ve Hatay Türk kenti olmaktan çıkacak, Adana ve Mersin yarı yarıya Türk kimliğini yitirecek. Böyle bir demografik bozulma, Türkiye'de millî devletin ayakta kalmasını da sekteye uğratacak gelişmeleri beraberinde getirecektir.
Ürdün'de Suriyeli sığınmacı sayısı 650 bin seviyesindeyken Irak, ülkesinde 230 bin Suriyeli sığınmacıyı barındırıyor. 97 milyon nüfusu olan Mısır'daki sığınmacı sayısı, bizim yalnızca Kilis vilayetimizdeki Suriyeli sığınmacıların sayısına eşittir. Avrupa ise Türkiye'yi Suriyeli sığınmacıların kendi memleketlerine gelmesini önleyen bir duvar gibi görüyor. Türkiye'de bulunan Suriyeli sayısı, Avrupa Birliği ülkelerindeki toplam Suriyeli sayısından daha fazla. Ülkemiz, bazı Avrupa Birliği ülkelerinin nüfusundan fazla sığınmacının toplumsal ve mali külfetlerine katlanmaktadır. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamasına göre bugüne kadar Suriyeli sığınmacılara 40 milyar dolar harcanmıştır. Türkiye'yi kaçak göç merkezi hâline getirmeyi amaçlayan dış baskılara karşı koymayı beceremediğimiz aşikârdır. Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisinin yanlış dış politikası sonucunda dünyanın en büyük göç merkezi konumuna geldi. Türk halkının vergileri üzerinden finanse edilen sığınmacıların Türkiye'deki varlığı artık sürdürülebilir değildir.
Memleketimizde 7,5 milyon vatandaşımız işsiz. Türkiye'de genç işsizlik oranı yüzde 27'yi aşmış durumda. 1 milyon 600 bin iş arayan gencimiz var. Vatandaşımız gün sonunda "Yarını nasıl atlatacağız?" derdine düşüyor. İcra dosyalarının sayısı -ifade ettiğim gibi- 20 milyonu geçmiş durumda. Vatandaş ağır vergi yükü altında ezilirken bu toplumun Adalet ve Kalkınma Partisinin yanlış dış politikalarını daha fazla finanse edecek gücü kalmamıştır.
Suriyeliler, Türk iş gücü piyasasını da olumsuz yönde etkilemektedirler. Türkiye'de çalışan 1 milyonun üzerinde Suriyeli, Türklerin işsiz kalmasına yol açacak şekilde düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Suriyeliler, sayıları 15 bini geçen açtıkları ticarethanelerde vergi ödemiyorlar. Türk esnafı öderken Suriyeli esnaf hem vergi ödemiyor hem de kaçak mal satıyor. Bu şartlarda Suriyeli esnafla rekabet edemeyen Türk esnafı, dükkânını Suriyelilere devrederek işi bırakıyor. Bölgedeki işsiz kalan Türkler, Suriyelilerden iş istiyorlar. Gaziantep'te, Hatay'da, Şanlıurfa'da yaşanan durum budur.
Diğer taraftan, 620 bin Suriyeli çocuğun eğitim sistemimiz üzerine getirdiği yük de inanılmaz boyuttadır. Çocuklarımız, eğitim sisteminde yıllarca emek vererek bir noktaya gelmeye gayret ediyor. Anneler babalar, dişlerinden tırnaklarından artırdıklarıyla çocuklarını okutmaya çalışırken sığınmacı statüsündeki öğrenciler ise aynı yere sınavsız geliyor. Suriyeli öğrencilere 1.200 lira burs verilirken Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan Türk öğrencilere "Burs alıp bedavacı olmayın, kredi alıp geri ödeyin." diyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da diyor ki: "Benim ülkemde 380 bin Suriyeli çocuk doğdu. Meclis de yardımcı olsa keşke bu çocuklar doğar doğmaz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılsa. Keşke doğduklarında vatandaşlık versek de memleketlerine döndüklerinde ceplerinde ay yıldızlı kimlik taşısalar." Yani bir tek, uğur, kadem için çeyrek altın takmadığı kalmış Sayın İçişleri Bakanının. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Bakanım, vatandaşlık verilen Suriyeliler neden bu ülkeyi terk etsin, terk edecekse neden vatandaşlık verilsin? Suriyelilere vatandaşlık vermek Türkiye'nin yalnızca bugününe değil, aynı zamanda geleceğine de yapılmış bir ihanet olacaktır. Böyle bir ihanetin hesabını tarih ve millet karşısında asla veremezseniz.
Şimdiden uyarıyoruz, sonradan "kandırıldık" demeyin. Batı güçleri Suriyeli sığınmacıların entegrasyon politikalarını savunsa da Suriyeli Araplar ile Türk toplumu arasında sosyolojik bir bütünleşme mümkün değildir, sağlanamayacaktır. Suriyeli sığınmacılara geri dönecekleri bir vatan vermek Türkiye'nin görevi olmalıdır. Bu şartları sağlayacak dış politikayı uygulamak, Türkiye'nin millî güvenlik meselesidir. Adalet ve Kalkınma Partisi, 26 Mart 2012'de Suriye'deki büyükelçisini çekerek, Şam yönetimiyle yapılan diplomatik ilişkileri tamamen durdurarak Türk dış politikasında geleneksel aktif denge ilkesini radikal bir biçimde terk etmiştir.
Memleketimiz mezhepsel gruplar üzerinden Orta Doğu'daki savaşlara taraf olmuş gibi bir girdaba sürüklenmiştir. AK PARTİ'nin "gönül coğrafyamız" dediği Orta Doğu'da güttüğü yeni Osmanlıcılık politikası çerçevesinde, Türkiye tarihsel politikalarından koparılarak yalnızlaştırılmak istenmektedir. Türk milleti odaklı değil, ihvan odaklı siyaset memleketimize dış politikada her aşamada mevzi kaybettirdi. (CHP sıralarından alkışlar) Dış politikada cumhuriyet tarihindeki tüm kazanımlarımızı on yıl içinde erittik.
1998 döneminde yaşananları hatırlayın. Bir kuvvet komutanı Suriye'ye gittiğinde dünyanın dengesini değiştirmişti. Adana Mutabakatı'yla bugün geldiğimiz noktada, AK PARTİ'nin Orta Doğu bataklığına saplanan dış politikasında tutunulan son dalın Adana Mutabakatı olduğunu görüyoruz. 1998 yılında Suriye'de yok edilmiş, 1999'da Türkiye'de bitme noktasına gelmiş olan PKK terör örgütü, on yedi yıllık Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı sonunda -yanlış politikalar yüzünden- Suriye'nin kuzeyinde, daha önce tahayyül bile edemeyeceği stratejik bir avantajı ele geçirmiştir.
Adana Mutabakatı'nın kazanımları, Türkiye'nin salt millî çıkarları gözetmesi ve Orta Doğu'da aktif denge politikası izlemesinin bir sonucuydu. Bugün ortaya çıkan tablo ise mezhepçi ve gerçekçi olmayan dış politikanın sonucudur.
Suriyeli sığınmacıların vatanlarına geri gönderilmesi, bu millî güvenlik sorununun bertaraf edilmesi için de elimizden gelen bütün katkıyı sağlamaya devam edeceğiz. Hiçbir surette Suriye'nin kuzeyinin boşaltılmasına, demografik olarak PKK'ya terör devleti kurması için tahsis edilmesine, Suriyelilerin ellerinden vatanlarının alınmasına izin vermeyeceğiz. Suriyelileri vatanlarına geri göndereceğiz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, içeride ve dışarıda Türkiye'yi çevrelemiş bu siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunları derinleştiren temel problem Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemidir. Devlet üç temel erkten oluşur: Yasama, yürütme ve yargı. Yasama Meclistir, yasa yapar; yürütme hükûmettir, yasaları icra eder; yargı, yasamanın çıkardığı ve yürütmenin icra ettiği yasaların Anayasa'ya uygun olup olmadığını denetleyen kurumdur. Bir devletin demokratik olabilmesi "güçler ayrılığı" dediğimiz erkler arası denge ve denetim mekanizmasının olmasıyla mümkündür. Ancak 16 Nisan 2017 referandumuyla geçilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle, devlet yönetiminde yasama, yürütme, yargı ortadan kalkmış yerini "Recep-Tayyip-Erdoğan" almıştır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Devletin bütün kurumları tek bir kişiye bağlıyken o ülkede adalet olmaz, o ülkede demokrasi olmaz çünkü adalet ve demokrasi, tek adam yönetimiyle asla bağdaşmaz.
Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki sabah parti mitingi yapsın, öğleden sonra yüksek yargı mensuplarını atasın. Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki bir taraftan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla illere vali tayin etsin; öbür taraftan, dönsün, parti Genel Başkanı sıfatıyla partisine il başkanını atasın. Bu, Türkiye'yi bir parti devletine doğru sürükler, götürür ve parti devletlerinde iktidar partisine mensup değilseniz devletin kapısında yeriniz kalmamış demektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dervişoğlu, buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Bir devlet, vatandaşları arasında hakkaniyeti sağlayamıyorsa devlet olma vasfını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış demektir. Bu siyasal sistemde Cumhurbaşkanı artık Türk milletinin değil bir siyasi kesimin temsilcisi durumuna gelmiştir. Dünya hukuk literatüründe "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" diye bir anayasal düzen yoktur. Bu sistem, Cumhurbaşkanlığı makamı ile millet arasına maalesef set çekmektedir. Bu sistemin siyasi ve toplumsal ayrışmayı körüklemesinin yanı sıra, ekonomiye verdiği zarar da ortadadır. 2017 yılında Türkiye, gayrisafi yurt içi hasılasında dünya sıralamasında 17'nci sıradayken Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ikinci yılında iki sıra düşerek 19'uncu sıraya gerilemiştir; önümüzdeki yıl 20'nci sıraya inmesi kaçınılmazdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Lütfen Başkanım...
BAŞKAN - Buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - 2002-2007 arasındaki ekonomik gelişme devam etseydi bugün Türk ekonomisi çok daha güçlü olacaktı. Bu demektir ki parlamenter sistemde de ekonomik kalkınma sağlanabiliyor ve bu demektir ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, millet için değil lider için tasarlanmış bir sistem olma özelliğiyle kendini hissettiriyor.
Bugüne kadar yapmış olduğunuz hataların Türkiye'ye maliyetinin ne kadar büyük olduğunu asla unutmayın. Devletin kurumlarını FETÖ'ye açtığınızda, FETÖ'nün bu kurumları işgal etmesine müsaade ettiğinizde sizleri uyarmıştık. Milliyetçi ve Atatürkçü Türk subayları Ergenekon ve Balyoz gibi kumpaslarla FETÖ tarafından tasfiye edilirken de sizleri bilgilendirmiştik. Tüm uyarılarımıza rağmen yapmış olduğunuz yanlışların siyasi, toplumsal ve ekonomik travmasını milletçe yaşadık.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Aynı hoşgörüyü istirham ediyorum efendim.
BAŞKAN - Buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - En azından bundan sonrası için, devlet yönetiminde tek adam rejiminin anayasal çerçevesi olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin sona erdirilmesi konusunda uyarılarımızı dikkate almanızı temenni ediyoruz. Gazi Meclisi devre dışı bırakarak, yok sayarak ülke yönetme hevesinizin memleketimizi başka bir felakete sürüklemesinden endişe ediyor, bunu engellemek için tüm siyasi irademizi seferber edeceğimizi de buradan ilan ediyoruz.
Artık, Meclis, yürütme organı üzerinde anayasal araçlar yoluyla herhangi bir siyasi denetim yetkisine sahip değil ise bunun çözümü iyileştirilmiş, denge ve denetim mekanizmaları güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüştür. Bugün, Meclis, muvazaa yoluyla saray bürokrasisinden gelen kanun tekliflerini onaylan bir devlet kurumuna dönüştürülmeye çalışılıyorsa da bunun çözümü, dediğim gibi, iyileştirilmiş parlamenter sisteme dönüştür.
Bugün, Türkiye büyük Millet Meclisi en temel görevi olan vergi sarfında fiilî bir denetim ve kontrol yetkisine bile sahip görünmüyor ise bunun çözümü de iyileştirilmiş parlamenter demokratik sisteme dönüştür.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa'nın 87'nci maddesine göre bütçeyi onaylarsa hükûmet görevine devam eder, onaylamazsa hükûmet düşerdi. Şimdi soruyorum: Bugün başlayan bütçe görüşmelerinin sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli mensupları bu bütçeyi kabul etmezse bunun siyasi sonucu ne olacaktır? Maalesef, Türk milletinin bütçesini denetleme görevi fiilen milletin Meclisinin elinden alınmıştır ve Meclis -bugün burada ifa ettiğimiz gibi- şeklî bir denetlemeyi yapmaktan öteye gidemeyecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Cumhurbaşkanlığının hazırladığı bütçe Meclisimiz tarafından kabul edilmediği takdirde bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranı ölçüsünde artırılarak uygulanacaksa o hâlde, Türkiye Büyük Millet Meclisi düşünsün bakalım, acaba neyi görüşüyor?
İYİ PARTİ olarak Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve Atatürk'ün kurduğu büyük Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalarak Türkiye'de iyileştirilmiş, güçlendirilmiş, denge ve denetim mekanizmaları ortaya koyulmuş parlamenter demokratik sistemi yani gerçek demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve devlet yönetiminde güçler ayrılığı ilkesini tesis etmek için yapılması icap eden her türlü mücadeleyi ertelemeden yerine getireceğimizi buradan dünyaya ilan ediyor, sabrınız ve nezaketiniz için şükranlarımı sunuyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum efendim. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)