| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 21.12.2019 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasına Dair Kanun Teklifi'nin 1'inci maddesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili olan, 2 boğazıyla dünyanın en önemli su yollarına sahip, Asya ve Avrupa Kıtalarını birbirine bağlayan, küresel sistem açısından tarihin her döneminde önemini koruyan, Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya coğrafyasını kontrol edebilen bir alana sahiptir. Sahip olduğumuz bu eşsiz jeopolitik konum yüzlerce yıldır küresel hesapların tümünün merkezinde yer aldığımız gerçeğini karşımıza çıkarmaktadır. Hiç kuşku yok ki stratejik hesapların çakıştığı bu süreçte bizim açımızdan öne çıkan bölge, güney sınırlarımız boyunca uzanan tüm alanı, bilhassa da Doğu Akdeniz'i kapsamaktadır. Doğu Akdeniz'in önemi sadece bu bölgede son yıllarda keşfedilen hidrokarbon yatakları sebebiyle değil, aynı zamanda bölgeye açılan Kerkük-Ceyhan ile Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hatları münasebetiyle de artmıştır. Buna Mısır'da yerleşik ve yenileştirilmesi değerlendirilen LNG yani sıvılaştırılmış doğal gaz istasyonu da dâhildir, dahası bölgede bulunan Baniyas, Lazkiye ve Hayfa limanlarına kadar uzatılması yahut açılması bazı çevrelerce hesap edilen yeni ulaşım ve enerji nakil hatları da mevcuttur. Böylesi bir dönemde Hazar, Basra Körfezi, Kızıldeniz, Karadeniz ve Doğu Akdeniz arasında kalan bölge küresel ve bölgesel hâkimiyet hesaplarının merkezidir. Dikkat edilirse, bahse konu alanın içerisinde savaşlar, iç savaşlar, kriz, kaos, toplumsal eylemler, rejim ve sınır değişikliği gayretleri de artmıştır.
Dolayısıyla bu coğrafyanın önem ve özelliğinin yanında, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de egemenlik haklarını koruma çabası beraber değerlendirildiğinde, son zamanlarda yaşananların bizim açımızdan yüksek düzeyde millî güvenlik riski yarattığı gerçeği karşımızda durmaktadır. Bu şartlarda, yaşanan gelişmelere seyirci kalamayacağımız gerçeği ve kabulü de malumdur. Bütün bunlar olurken Libya Hükûmeti ile Deniz Yetki Alanları Mutabakat Muhtırası imzalamamızın hemen ardından Ulusal Mutabakat Hükûmetine yönelik Hafter güçlerine başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bazı ülkelerin verdiği desteğin artmış olması da manidardır. Açık ve net bir şekilde görülmektedir ki Türkiye, Doğu Akdeniz'de batı sınırlarını tayin etmişken, bölgede enerjiye dayalı hesaplarda ülkemizi dışlamak isteyen kesimlerin kendilerine hedef olarak seçtiği yer yine Libya'nın kendisi olmuştur.
Bu kapsamda Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetinin çağrısına cevap vermek, imzalanan Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası'na destek olmak ülkemiz için mutlak bir gerekliliktir. Uzun süreden bu yana güney hudutlarımız boyunca uzanan sahada terör devleti yaratılması girişimiyle başlayan sürecin en önemli ayağının bu terör devletinin Akdeniz'e çıkarılması, Kıbrıs'taki haklarımızın oldubittiye getirilmesi ve en nihayetinde Doğu Akdeniz'deki münhasır ekonomik bölgelerimizin gasbıyla beraber tamamlanmak istenilen kirli ve karanlık resmin kendisi olduğunu ifade ediyorduk.
Suriye'de icra ettiğimiz Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtları ila Irak'ın kuzeyinde icra edilen Pençe harekâtları ne derecede millî güvenliğimizi doğrudan ilgilendiriyorsa Libya'yla varılan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasıyla şimdi, dost ve kardeş Libyalıların kendi topraklarını mütecaviz eylemlere karşı savunmalarına yardımcı olmak da aynı değer ve anlamdadır. Bunun için yüz yıl sonra Sevr Anlaşması'nı yeniden tedavüle sokma planları yapanların hesaplarının bir ayağının kırıldığı yer Irak ve Suriye'nin kuzeyiyse diğer ayağının kırıldığı yer de Doğu Akdeniz'deki münhasır ekonomik bölgemizin batı hudutlarının tayin edilmesi olmuştur.
Yeri gelmişken, Libya'daki istikrarsızlık yaratma eyleminin merkezinde olan güruha da değinmekte fayda vardır. Meşru Hükûmete karşı kullanılan Hafter'in geçmişte ülkenin güneyinde bulunan Çad'la yapılan bir savaşta esir düştükten sonra ABD tarafından kurtarılıp okyanus ötesine götürüldüğünü ve Kaddafi'nin devrilmesinin hemen ardından yine bu ülkeye tekrar gönderildiğini hatırlatmak isterim. Dolayısıyla Hafter ve çevresindeki bazı sözde kuvvet komutanları ya ABD ya da Yunanistan'ın eğitiminden geçmiş isimlerdir; Fransa tarafından açıkça desteklenmektedirler, buna Mısır da dâhildir. Libya'daki varlık gerekçeleriyse mevcut gündeme bakılırsa istikrarsızlığı artırmada ve yeni karanlık hesapları hayata geçirebilmede araç olarak kullanılmalarıdır. Enerji konusunu hayati bir mesele olarak gören Rusya'nın da Hafter güçlerine son dönemde destek vermeye başladığı malumunuzdur. Ülkemizin Rusya'yla temasları ise böylesi bir dönemde sürmektedir.
Yaşananlar genel olarak değerlendirilip Ankara merkezli; ABD, Rusya yahut Çin değil, Ankara merkezli okunduğunda açıkça görülmektedir ki buradaki amacın biri Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetini devirmekse, diğeri Türkiye'nin Akdeniz'deki egemenlik haklarını gasbedecek çabalara destek vermek, bu çabaların yol almasını sağlamaktır. Dolayısıyla Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetine yönelik -altını çizerek söylüyorum- şimdiki yönelen tehdit Türkiye açısından da bir millî güvenlik meselesidir, beka sorunumuzdur. Libya'yla deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik mutabakat muhtırasının ardından yine Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetinin talebiyle imzalanan güvenlik ve askerî iş birliği mutabakat muhtırası memnuniyet verici bir gelişmedir. Özellikle, dost ve kardeş Libya'nın karşı karşıya kaldığı zorluklar ve meşru Hükûmetin kendi ülkesindeki barışı ve istikrarı tesis etme anlamında Türkiye'nin kapısını çalması, ülkemizin erişmiş bulunduğu seviyeyi göstermenin yanı sıra, güven verici hâlini de yansıtmaktadır.
Geçmişte Somali, Katar ve Afganistan gibi ülkelerde ikili yahut çok uluslu anlaşma ve misyonlar çerçevesinde erişmiş olduğumuz seviyenin tarihî bağlarımızın olduğu Libya'da da kendisini gösterecek olması bu açıdan önemlidir.
Türkiye, Libya'da macera peşinde değildir; aksine, kendi haklarını gasbetmek isteyen çevrelerin hesaplarının başladığı yerde karanlık planlarını boşa çıkarmak, bölgesel barış ve istikrara katkı sağlamak gayretindedir. Burada da yapılan bazı yorumlara göre, kimi ifadelerde Mısır'ın Libya'da neden bulunması veyahut bulunduğu gerektiğiyle alakalı konular tartışılırken haritaya bakılması gerektiği de ifade edilmiştir. Bu yorum sahiplerinin aynı anlayışla Türkiye'nin neden Suriye'de bulunduğu gerçeğini görmeleri ve dahası Libya'yla gerçekleştirilen iki anlaşmanın da öneminin farkında olmaları gerekir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Libya, bize büyük atalarımız Mustafa Kemal Atatürk'ün, Enver ve Nuri Paşaların mücadelelerinin emanetidir. Demem odur ki bir kez yükselen bayrak, bir daha inmeyecektir; zalimin zulmü varsa Türk milletinin de aklı, vefası, feraseti ve hepsinden öte Allah'ı vardır. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Türk milleti, yüz yıl önce binbir zorluk ve yokluk içerisinde büyük fedakârlıklarla hürriyet mücadelesi vermiş, Libyalıların yanında olmuştur. Bugün, onlar için şartlar yeniden ağırlaşmışken, emperyalist hesap ve tezgâhlar yeniden alevlenmişken bizler de Libya'ya, Libyalıların meşru gayretlerine ve taleplerine arkamızı dönemeyiz. Bugün Doğu Akdeniz ile bilhassa Libya'da olan bitenleri biz görmezden gelsek bile coğrafya mutlaka gerçekleri gözümüzün içerisine sokacaktır. Coğrafyanın çaresiz kaldığı yerde ise bu kez tarihin hakikatleri kaçınılmaz olarak haykıracaktır.
Önemli olan bir başka husus ise Libya'yla vardığımız Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası, Doğu Akdeniz'deki jeopolitiğin Türkiye lehine değişmeye koyulduğu gerçeğidir. Nitekim, bu mutabakattan hemen sonra, bazı ülkeler Türkiye'yle deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması yapmayı düşünmeye koyulmuşlardır. Bu ülkeler Türkiye'yle anlaşırlarsa Doğu Akdeniz'deki münhasır ekonomik bölge sahaları, Güney Kıbrıs Rum kesimiyle yaptıkları anlaşmayla kıyaslandığında çok daha büyük olabileceklerdir. Bu kapsamda, basına da yansıyan bazı bilgilere göre, kimi ülkeler daha şimdiden, belirli düzeylerde de olsa Türkiye'yle temaslarda bulunma konusunda zemin yoklamaya başlamışlardır.
Benzer şekilde, İsrail'in Doğu Akdeniz'de kendi münhasır ekonomik bölgesinden çıkaracağı gazı, Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması konusunun değerlendirildiği yine ifade edilmeye koyulmuştur. Zira, Libya'yla varılan mutabakat, sadece 2 ülkenin deniz yetki alanlarının tayin edilmesiyle sınırlı kalmamış, Doğu Akdeniz'den Avrupa'ya uzandırılması istenilen enerji nakil hatlarının Türkiye'nin onayı olmaksızın hayata geçemeyeceği gerçeği de tüm tarafların karşısına getirilmiştir. Dolayısıyla diplomaside elimiz güçlenmiştir.
Barışçıl yollardan sorunların çözümü anlamında Türkiye önemli ve kimsenin görmezden gelemeyeceği bir çıkış yapmayı başarmıştır. Gerginliklere mahal vermeden, hak ve adilce bir yaklaşımla Doğu Akdeniz'deki yetki alanlarının tespit edilmesi ve aynı anlayışla bölgenin zenginliğinin paylaşılması konusundaki tezimiz hiç şüphe yok ki güçlenmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi, bu gerekçelerle mutabakat muhtırasına destek vermekte, beka meselemiz açısından bunu millî bir ödev olarak görmektedir. Çünkü biz her zaman "önce ülkem ve milletim" diyen asil Türk milletinin evlatlarıyız.
Bu vesileyle sözlerime son verirken Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Muhtıranın onaylanmasıyla beraber hayırlara vesile olmasını da Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)